David Graeber ve David Wengrow’un Her Şeyin Şafağı (The Dawn of Everything: A New History of Humanity) Kitabı Üzerine Bir İnceleme
Çeviri: Kerim Kartal
Editör: Utku Özcan
Orijinal Ad: The Dawn Of Everything
Orijinal Dili: İngilizce
Yayınevi: Epsilon
Türü: Araştırma / İnceleme
Cilt Bilgisi: Karton Kapak
Kâğıt Bilgisi: 3. Hamur
Basım Tarihi: Eylül 2024
Basım Bilgisi: 1.Baskı
Sayfa Sayısı: 848
Kitap Boyutları: 13,5x21 cm
ISBN No: 978-625-414-604-6
Barkod: 9786254146046
David Graeber ve David Wengrow’un Her Şeyin Şafağı (The Dawn of Everything: A New History of Humanity) Kitabı Üzerine Bir İnceleme
David Graeber ve David Wengrow’un birlikte kaleme aldığı Her Şeyin Şafağı, insanlık tarihine dair köklü anlatıları ve varsayımları derinden sorgulayan bir kitap. İnsanlık tarihini sadece avcı-toplayıcılıktan tarıma, ardından şehirleşmeye ve hiyerarşik toplumlara doğru doğrusal bir evrim olarak görmeye alışkın olanlar için bu kitap, alışılmış anlatıyı yıkan yeni bir perspektif sunuyor. Bu yazıda, kitabın sunduğu yeni insanlık tarihini geniş bir çerçevede ele alarak, toplumsal örgütlenme, tarımın etkisi, hiyerarşi ve özgürlük kavramları etrafında detaylı bir inceleme yapacağız.
İnsanlık Tarihini Tekrar Ele Almak: Eski Varsayımlar
Geleneksel tarih anlatısı, insan toplumlarını genel olarak şu şekilde tarif eder: İnsanlar, ilkel avcı-toplayıcı gruplar halinde yaşarken, yaklaşık 10.000 yıl önce tarımın icadıyla birlikte daha yerleşik hale geldiler. Ardından, bu yerleşik yaşam şehirlerin, devletlerin ve hiyerarşik toplumların doğmasına yol açtı. Bu doğrusal gelişim, toplumsal karmaşıklığın kaçınılmaz bir sonucuydu; ancak bu tarihsel şemaya göre, gelişen uygarlıklar daha fazla eşitsizlik, hiyerarşi ve tahakküm getirdi. Her Şeyin Şafağı, bu hikayeye meydan okuyor.
David Graeber ve David Wengrow, bu basit ve doğrusal hikayenin gerçek insanlık tarihinin karmaşıklıklarını göz ardı ettiğini savunuyorlar. İnsan topluluklarının gelişimi, sanıldığı kadar kaçınılmaz ve mekanik değildir. Aksine, insanlar, tarih boyunca çok farklı toplumsal ve siyasi yapılar deneyimlemişlerdir. Bu da, insanlık tarihinin zengin çeşitliliğini ve farklı zaman dilimlerinde farklı kültürlerin nasıl örgütlendiğini anlamamızı gerektirir.
Kitap, tarih boyunca hiyerarşi ve merkezi otoritenin insan toplumlarının gelişiminde gerekli ve kaçınılmaz unsurlar olmadığını göstermeye çalışır. İnsanlar, farklı koşullara, çevresel ve sosyal faktörlere bağlı olarak farklı yönetim biçimleri geliştirmiştir. Bu perspektif, geçmişin sadece bir çizgide ilerlediği varsayımına meydan okuyor ve tarihsel anlatıyı çok daha esnek ve değişken bir şekilde yeniden düşünmeye davet ediyor.
Tarım: Eşitsizlik ve Hiyerarşi Arasındaki Bağ?
Graeber ve Wengrow’un kitabının merkezinde, tarımın insanlık tarihinde nasıl bir dönüşüm yarattığı konusundaki tartışma yer alır. Geleneksel tarih anlayışına göre, tarım devrimi, insanlık tarihinde bir dönüm noktasıydı. Tarım, yerleşik yaşama ve ardından devletlerin, mülkiyet kavramının ve eşitsizliklerin ortaya çıkmasına yol açtı. Ancak Graeber ve Wengrow, bu tezi doğrudan sorguluyorlar. Onlara göre, tarım ile eşitsizlik arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Aksine, tarım yapan toplumlar oldukça farklı sosyal ve politik yapıların gelişmesine tanıklık etmiştir.
Kitap, tarım devriminin ardından gelen dönemin basitçe hiyerarşik devletlerin doğuşu olarak görülemeyeceğini savunuyor. Örneğin, tarımla uğraşan bazı toplumlar, çok uzun süre boyunca oldukça eşitlikçi yapılar kurmuş ve hiyerarşik yapılardan kaçınabilmişlerdir. Bu da, tarımın insanları kaçınılmaz olarak sınıf farklılıklarına, devletlere ve baskıcı yapılara sürüklediği görüşüne karşı bir kanıt olarak sunuluyor. Bu bakış açısı, tarihsel anlatıyı daha karmaşık hale getiriyor ve insan toplumlarının gelişimiyle ilgili olarak daha fazla olasılığı dikkate almamız gerektiğini gösteriyor.
Graeber ve Wengrow, farklı dönemlerde ve farklı coğrafyalarda tarımla uğraşan toplumların nasıl çeşitlilik gösterdiğini de vurguluyor. Bazı toplumlar tarımın sunduğu artı değerle birlikte daha büyük şehirler ve merkezi devletler kurmuşken, bazıları bu artı değeri toplumsal refahı artırmak için kullanmış, daha kolektif ve eşitlikçi yapılar geliştirmiştir. Dolayısıyla, tarımın gelişimi ile hiyerarşi ve devletler arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmemiz gerektiği açıktır.
Devlet ve Merkezi Otoritenin Kaçınılmazlığına İtiraz
Kitap, insan toplumlarının devletleşme sürecine de önemli eleştiriler getiriyor. Modern toplumlarda devlet ve merkezi otorite yapılarının tarihsel olarak kaçınılmaz olduğu varsayımı yaygındır. Ancak Her Şeyin Şafağı bu anlayışa karşı çıkar. Yazarlar, birçok toplumun devlet yapıları olmadan varlıklarını sürdürebildiğini ve hatta oldukça karmaşık sosyal yapıların ortaya çıkabileceğini gösteriyorlar.
Graeber ve Wengrow’a göre, devletin ortaya çıkışı belirli tarihsel koşulların bir sonucudur, ancak bu koşullar her zaman kaçınılmaz değildir. Erken dönem insan topluluklarının büyük bir kısmı, merkezi bir otoriteye ihtiyaç duymadan işlev görebilmiştir. Kitapta sunulan örnekler, toplumların farklı güç dağılımı modelleri geliştirdiğini ve toplumsal örgütlenmenin tek bir biçimi olmadığını gösteriyor. Bu da, devletin gelişimi ve hiyerarşi üzerine daha derin bir düşünmeyi gerektiriyor.
Örneğin, Amerika’daki bazı yerli kabileler, uzun süre boyunca merkezi bir otoriteye dayanmadan geniş bir işbirliği ve topluluk anlayışı içinde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Yazarlar, bu tür örneklerin modern toplumlara özgü olduğu düşünülen devlet ve yönetim biçimlerinin aslında insanlık tarihinde yaygın bir deneyim olmadığını gösterdiğini savunuyor. Bu da, insanlık tarihinde devletin evriminin kaçınılmaz olmadığına dair güçlü bir argüman sunar.
Eşitsizliklerin ve Hiyerarşilerin Temelleri
Graeber ve Wengrow, kitabın önemli bir bölümünde hiyerarşi ve eşitsizliğin tarihsel temellerini araştırıyorlar. İnsan topluluklarında eşitsizliğin nasıl ortaya çıktığı ve neden bir norm haline geldiği sorusu, tarih boyunca merak edilen önemli bir konu olmuştur. Yazarlar, eşitsizliğin kökenlerini anlamak için geniş bir tarihsel ve antropolojik çerçeve sunuyor. Bu bağlamda, insanların her zaman eşitlik ve hiyerarşi arasında bir denge kurma arayışında olduklarını savunuyorlar.
Eşitsizlik, birçok tarihçi tarafından tarımın ve devletlerin bir sonucu olarak görülmüştür. Ancak Graeber ve Wengrow, bu görüşe karşı çıkarak, eşitsizliklerin çok daha karmaşık ve çeşitli nedenlerden kaynaklandığını ileri sürüyorlar. Hiyerarşiler, sosyal yapıların zorunlu bir sonucu değildir ve tarih boyunca birçok toplum, eşitlikçi yapılar kurmayı başarmıştır. Bu da, insanlık tarihinin daha eşitlikçi ve demokratik bir geleceğe sahip olabileceği yönündeki umudu destekler.
Özellikle erken dönemde yaşayan avcı-toplayıcı topluluklar, farklı eşitlikçi pratikler geliştirmiş ve bu pratikleri uzun süre sürdürebilmişlerdir. Bununla birlikte, bazı toplumlar ise tarım ve yerleşik yaşama geçtikten sonra daha fazla sosyal sınıf ayrımına gitmiş ve mülkiyetin önemli olduğu yapılar geliştirmişlerdir. Bu farklılaşma, toplumsal yapının doğrudan tarıma veya devletleşmeye bağlanamayacağını gösteriyor.
Özgürlük ve Toplumsal Değişim
Kitabın sunduğu en önemli tezlerden biri de özgürlük anlayışıdır. Graeber ve Wengrow, özgürlüğün sadece bireysel haklar anlamında değil, toplulukların kendi kaderlerini belirleme kapasiteleriyle ilişkilendirilmesi gerektiğini savunurlar. İnsanlar, tarih boyunca özgürlük arayışı içinde çeşitli toplumsal ve siyasal yapılar denemiştir. Bu yapılar, birçok kez merkezileşmiş otoritelerden bağımsız olarak işlev göstermiştir.
Özgürlük kavramı, insan toplumlarının evrimi boyunca farklı şekillerde yorumlanmış ve uygulanmıştır. Kitapta yer verilen toplulukların bazıları, özgürlüklerini bireyler arasında paylaşarak, daha demokratik ve eşitlikçi bir sosyal düzen kurmuşlardır. Bu topluluklar, karar alma süreçlerinde kolektif katılımı ön plana çıkarmış ve hiyerarşik düzenleri reddetmişlerdir. Diğer topluluklar ise özgürlüğü bireylerin bağımsız hareket edebilmesi olarak görmüş ve daha bireyci yapılar geliştirmişlerdir.
Graeber ve Wengrow, özgürlük anlayışını tarihsel süreçte ele alırken, bugünün toplumsal düzenlerine de atıfta bulunuyor. Geçmişte insanların deneyimlediği çeşitlilik, gelecekte de toplumların daha özgür, demokratik ve eşitlikçi sistemler geliştirebileceği konusunda bir umut sunuyor.
İnsanlığın Geleceği İçin Yeni Perspektifler
Her Şeyin Şafağı, sadece insanlık tarihini değil, insanlığın geleceğini de sorgulayan bir kitap. Kitapta yer verilen tarihsel çeşitlilik, gelecekte nasıl toplumlar kurabileceğimizin de ipuçlarını sunuyor. Graeber ve Wengrow, geçmişte var olan esnek ve çeşitlilik gösteren toplumsal yapıları hatırlatarak, gelecekte daha eşitlikçi, adil ve demokratik toplumların mümkün olabileceğini savunuyorlar.
Kitap, günümüzdeki toplumsal düzenleri sorgulamak ve alternatifler üzerine düşünmek için güçlü bir temel sunuyor. İnsan toplumları geçmişte olduğu gibi, gelecekte de farklı yollar deneyebilir. Bu da, eşitlik, özgürlük ve adalet arayışlarının tarihsel süreçte hep var olduğunu ve bu arayışların gelecekte de devam edeceğini gösteriyor.
Sonuç
David Graeber ve David Wengrow’un Her Şeyin Şafağı kitabı, insanlık tarihine dair geleneksel anlatıları sorgulayan ve insan toplumlarının geçmişine dair yeni bir perspektif sunan derinlikli bir eser. Kitap, tarım, hiyerarşi, devlet ve özgürlük gibi kavramları yeniden ele alarak, insanlık tarihinin sanıldığından çok daha karmaşık ve çeşitli olduğunu gözler önüne seriyor. İnsanlık tarihinin doğrusal bir gelişim çizgisi izlemediğini, farklı dönemlerde ve farklı coğrafyalarda çok çeşitli sosyal yapılar deneyimlendiğini ortaya koyuyor.
Graeber ve Wengrow, insan toplumlarının geçmişte olduğu gibi gelecekte de eşitlikçi ve özgür yapılar kurma kapasitesine sahip olduğunu savunuyor. Bu perspektif, tarih boyunca hiyerarşi ve tahakkümün kaçınılmaz olmadığını, aksine insanlar tarafından yeniden şekillendirilebileceğini gösteriyor. Her Şeyin Şafağı, insanlık tarihini yeniden düşünmek ve gelecekteki toplumsal düzenler hakkında yeni fikirler geliştirmek isteyen herkes için önemli bir kaynak niteliğinde.
Leave a Comment