Stefano Mancuso ve Bitki Ulusu Kitabı Üzerine Bir İnceleme
Kitabın Adı:Bitki UlusuYazar :Stefano MancusoÇevirmen:Sayfa:120 Cilt:Ciltsiz Boyut:12 X 20 Son Baskı:15 Haziran, 2022 İlk Baskı:15 Haziran, 2022 Barkod:9786254495151 Kapak Tsr.:Füsun Turcan Elmasoğlu Kapak Türü:Karton Yayın Dili:İtalyanca Orijinal Dili:İngilizce Orijinal Adı: La nazione delle piante
Stefano Mancuso ve Bitki Ulusu Kitabı Üzerine Bir İnceleme
Giriş
Stefano Mancuso, 1965 doğumlu İtalyan botanikçi ve bitki fizyoloğudur. Floransa Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmalarını sürdürmüş, bitki nörobiyolojisi alanının kurucularından biri olarak kabul edilmektedir. Mancuso, Bitki Zekası (Brilliant Green, 2015) ve Bitkilerin Devrimci Dahisi (The Revolutionary Genius of Plants, 2017) gibi popüler bilim kitaplarıyla tanınmıştır. Yeni kitabı Bitki Ulusu (İspanyolca La nación de las plantas) ise Mancuso’nun bitkilere antropomorfik bir bakış açısıyla yaklaştığı, çevre krizi karşısında köklü bir paradigmada değişim öneren önemli bir eserdir. Kitapta bitkilerden ilham alınarak kurgulanmış sekiz maddelik bir “Bitki Anayasası” taslağı sunulur; Mancuso bu bağlamda bitkilerin hayatta kalma stratejilerini toplumsal düzene uyarlayarak antroposantrik dünya görüşüne meydan okumaktadır. Örneğin Mancuso, kitapta “Bitki Anayasası” nın insan eliyle yaratılan çevresel felaketleri önlemeye yönelik bir reçete olduğunu savunur; kurucu önsözde, dünyadaki yaşamın esas kaynağı olan bitkilerin gücüne ve insanlara verdikleri öneme dikkat çeker. Ayrıca Mancuso’nun sözleri, bitkilerin Dünya üzerindeki kütlesel ağırlığını da vurgular: “Bitkiler dünyadaki en büyük yaşam formasyonudur, yerkürenin yaklaşık yüzde doksanını oluşturur, insan ve diğer hayvanlar ise sadece küçük bir iz bırakır” biçimindeki anlatımlar, insan-merkezli düşünceden uzaklaşılması gerektiğini işaret eder.
Literatür Arka Planı
Bitki nörobiyolojisi, bitkilerin algı, iletişim ve davranış mekanizmalarını inceleyen yeni bir araştırma alanıdır. 2000’li yılların ortalarında gündeme gelen bu disiplin, bitkilerin klasik genetik ve biyokimyasal modellerle tam olarak açıklanamayan karmaşık uyum davranışlarına sahip olduğunu ileri sürer. Bitkilerin ışık, su, yer çekimi, sıcaklık, kimyasallar gibi birçok çevresel uyaranı algılayıp depolayarak hedefe yönelik hareket etmeleri, bu alandaki temel motivasyonu oluşturmaktadır. Örneğin Baluska ve Mancuso (2007), bitkilerin çevresel deneyimlerini “bilgi biriktiren sistemler” gibi kullandıklarını belirtir; bunların hayvanlardaki beyin aktivasyonuna benzer elektrokimyasal sinyallerle yönetildiğini yazar. Diğer bir araştırma, Anthony Trewavas (2005) tarafından yürütülen ve ‘plant intelligence’ (bitki zekâsı) kavramını ele alan incelemede, zekânın detaylı duyusal algı, bilgi işleme, öğrenme, hafıza ve problem çözme gibi öğeler içerdiği belirtilir; bitkiler de hareket etmeksizin fenotipik plastisite yoluyla tüm bu yeteneklere sahip organizmalar olarak tanımlanmıştır. Bu görüşe göre bitkiler, hareket kabiliyeti olmayan “protötipik zeki organizmalar” niteliğindedir. Bitkilerdeki duyusal sistemler de yoğun şekilde belgelenmiştir: Bitkiler, fotoreseptörler, gravitropik sensörler, kimyasal dedektörler gibi özelleşmiş hücreler aracılığıyla çok çeşitli uyarıcıları sürekli izler; bu sinyalleri fiziksel ve kimyasal değişimlere dönüştürerek kök veya filiz yönelimleri gibi gelişimsel yanıtlar oluştururlar. Örneğin Darwin, kök uçlarının ışık, nem ve yerçekimini algılayıp optimum büyüme yönünü bulduğunu göstermiş, hatta “kök ucunun hareketi yönlendiren güç, aşağı hayvanlardan birinin beyni gibi davranır” diye yazmıştır.
Literatürde bitki zekâsı kavramı tartışmalıdır. Bir yandan araştırmacılar bitkilerin algılayıp öğrenebildiğini, bilgi işleyerek “optimal kararlar” alabildiğini öne sürerler. Mancuso ve meslektaşları “bitki zekâsını”, “hem abiyotik hem biotik uyarılardan gelen bilgiyi işleyerek gelecekteki faaliyetler hakkında optimal kararlar alınmasını sağlayan içsel bir yetenek” olarak tanımlamışlardır. Öte yandan, bu tür iddialara karşı çıkan bilim insanları da vardır. Alpi ve arkadaşlarının öncülüğündeki bir cevap mektubunda “Bitkilerde nöron, sinaps veya beyin benzeri hiçbir yapıya dair kanıt yok” denilmiş, plant nörobiyolojisi teriminin kullanımına şüpheyle yaklaşılmıştır. Lincoln Taiz gibi eleştirmenler ise bitkilerin gerçekten elektriksel iletişim kullandığını kabul etmekle birlikte bunun hayvanlardaki sinir sistemlerine eşdeğer bir bilgi işlemeye işaret etmediğini vurgular; Taiz’e göre bitki nörobiyologlarının bulguları bazen “verilerin aşırı yorumu, teleoloji, antropomorfizm ve spekülasyon” riski taşımaktadır. Daha da ileri gidenler, bitkilerin bilinçli zihinsel deneyimlere sahip olduğuna dair iddiaları tamamen bilimsel temelden yoksun bulur. Örneğin Mallatt ve arkadaşları (2021) bitkilerin öngörücü, etkileşimci davranışlar sergilediğine dair ikna edici kanıt olmadığını; elektrofizyolojik sinyallerinin daha çok acil fizyolojik işlevlere hizmet ettiğini; dolayısıyla bitkilerde bilinç iddialarının oldukça spekülatif olduğunu vurgulamışlardır. Özetle, güncel literatürde bitkilerin duyusal algı ve bilgi işleme kapasitesine ilişkin çok sayıda çalışma olmakla beraber, bu süreçlerin hayvanlardaki beyinsel süreçlerle nasıl kıyaslanabileceği hâlâ tartışmalıdır. Mancuso da bu tartışmaların içinde, bitkilerin “sessil (yerinde kalan) yaşam tarzının” zorunlu kıldığı derin çevre farkındalığına dikkat çeker.
Ana Temaların İncelenmesi
Bitkilerin Algılama ve Karar Verme Süreçleri
Bitki Ulusu’nda Mancuso, bitkilerin çevresel uyaranları nasıl algıladığı ve yanıt sürecinde nasıl stratejik kararlar verdiği konusuna geniş yer ayırır. Günümüz araştırmalarına göre bitkiler kök, gövde ve yapraklardaki hücreleriyle ışık, yerçekimi, kimyasallar vb. birçok değişkeni sürekli izler; bu girdileri elektriksel ve kimyasal kodlara çevirerek büyüme, hareket ve savunma tepkilerine dönüştürürler. Örneğin bir tohum çimlenmeden önce, ana bitki vasıtasıyla üretilen abskisik asit gibi maddelerle ortam koşullarını değerlendirir ve en uygun zamanda çimlenmeye karar verir. Çimlenme başladıktan sonra da tohum—ve sonraki sürgün—kullandığı nişasta, protein ve yağ rezervlerini çevresel koşullara göre stratejik biçimde kullanır. Hızlı bir rezerv tüketimi başlangıçta yüksek canlılık sağlarken, olumsuz koşullarda çabuk tükenmeye yol açabilir; yavaş tüketim ise bitkiye daha fazla çevre değerlendirme esnekliği sunar. Bu yönelim ve kaynak tahsisi kararları, bitkilerin algıladıkları toprak sertliği, su miktarı, besin dağılımı gibi çoklu ipuçlarını bütünsel olarak değerlendirmeleri sonucunda alınır. Liv Severino (2021) gibi incelemeler de bitkilerin karmaşık ortamlarda bu tür “akıllı kararlar” alabildiklerini göstermektedir. Anthony Trewavas’ın belirttiği gibi, ayrıntılı duyusal algılama, öğrenme, hafıza ve problem çözme gibi zekâ özelliklerinin tümü bitkilerde gözlemlenebilir; bitkilerin rekabetçi kaynak arayışı sürecinde bu yetenekler belirgin bir şekilde kendini gösterir. Özetle, Mancuso’ya göre bitkiler hareket etmeden bile çevrelerini “anlayıp” bilgiyi işleyerek hayatta kalmaya yönelik optimal kararlar alabilen organizmalardır. Bu bakış, bitkileri zeki organizmalar olarak görmenin bilimsel bir temelden yoksun olmadığına işaret eder (bkz. Trewavas 2005; Baluska & Mancuso 2007).
“Bitki Anayasası” Fikri ve Ekopolitik Öneriler
Mancuso’nun Bitki Ulusu’ndaki en çarpıcı önerisi, bitkilerin perspektifinden kurgulanmış bir Anayasa kavramıdır. Kitabın her bir maddesi, bitki ekolojisinin temel ilkelerini yansıtarak küresel sorunlara çözüm arar. Örneğin İkinci Madde’de “Bitki Ulusu” “oluşturan organizmalar arasındaki ilişkiler temelinde toplumlar olarak tanımlanan doğal toplulukların dokunulmaz haklarını tanıyıp korur” denilmektedir. Bu hükümle Mancuso, biyolojik çeşitli ekosistemlerin korunmasını ve doğa topluluklarının kendi içindeki dengelerin birer “toplum” gibi gözetilmesini savunur. Yedinci Madde’de ise, ekopolitik bir manifesto olarak “Bitki Ulusu’na sınırlar konulmayacaktır. Her canlının hareket ve yerleşme özgürlüğü sınırlama olmaksızın tanınacaktır.” ifadeleri yer alır. Buna göre bitkiler, herkese (insanlar dâhil) temelde göç hakkı tanınmasını ve ulusal sınırların kaldırılmasını talep eder; böylece iklim mülteciliği gibi sorunlarda evrensel bir çözüm önerilmektedir. Kitap, bu maddelerle sınırlılık ve aşırı merkeziyetçiliğe karşı çıkar; Draconian tedbirler veya özveriden ziyade, bitkilerin kural koyucular rolüne soyunarak daha adil bir düzen vadedildiğini gösterir. Bitki Ulusu bu özelliğiyle, “bireyci rekabet yerine dayanışma” gibi radikal düşünceleri ortaya atar: Örneğin Mancuso, kitabın sonunda “bitkilerin karşılıklı yardımlaşma toplulukları gibi dinlenerek ekinleri paylaşıp birbirlerine hizmet etmesini” önerir. Bu bağlamda, kitabın Mantık dışı ve romantik değil; bilimsel gerçeklerle desteklenen üslubuyla, çevresel eşitlik, dayanışma ve doğa hakları gibi konularda somut ilkeler koyduğu söylenebilir.
Merkeziyetsiz Organizasyon Modeli Olarak Bitkiler
Mancuso, insan toplumlarının hiyerarşik merkeziyetçilikten kaynaklanan sorunlarını bitkilerin yaygın organizasyonundan ders alarak çözmeyi önerir. 4Columns editörünün aktardığına göre, Mancuso “Hannah Arendt’in Madalyonun Kötülüğü adlı kavramını kullanarak merkezi hiyerarşilerin insanlık için felaket olduğunu” vurgular ve yerine bitkilerin ”yayılmış ve merkezsiz” (diffuse and decentralized) biyo-zekâsını, yani “demokratik” bir organizasyon modelini önerir. Yani bitkilerin merkezi bir “beyin” yerine tüm bedenleri boyunca dağıtılmış kontrol mekanizmaları, herkesin karar alma süreçlerine katıldığı bir sistem metaforu olarak sunulur. Mancuso’ya göre hayvanların merkezi sinir sistemi modelini insanlara teklik olarak empoze etmek yerine, kök ve dallar arasındaki eşit katılımlı ağlar gibi bir sosyal yapı benimsenebilir. Bu fikir, güçlü yerel ağlar ve hiyerarşik olmayan iş bölümü üzerine yeni sistem tartışmalarını destekler. Mancuso böylece bitkileri, biyolojik açıdan tabana yayılmış bir ağ beyni örneği olarak sunar; bu yaklaşım, insan toplumlarında ast-üst ayrımı yerine kolektif akıl yürütme ve görev bölüşümü fikrini savunur.
Bitkilerden Öğrenilecek Etik ve Toplumsal İlkeler
Kitapta ortaya konan bir diğer tema, bitkilerden ilham alınarak geliştirilebilecek etik-ilkedir. Mancuso, işbirliğini bitkilerin en belirgin özelliği olarak görür. Guardian röportajında belirttiği gibi, “bitkiler inanılmaz derecede işbirlikçidir; çünkü kıtlık durumunda türünün devamını güvence altına almanın en verimli yolu budur”. Bu bakış Kropotkin’in evrimsel işbirliği vurgusunu hatırlatır: Mancuso, kaynak kıtlığı ve çevre değişimleri altında rekabetten ziyade dayanışma ve toplu örgütlenmenin daha etkin olduğunu savunur. Kitapta ayrıca, doğal topluluklara kolektif haklar tanıyan hükümlere yer verilmiştir; bitkilerin hayatta kalmak için zaten birbirleriyle kurduğu simbiyotik ilişkiler bu bağlamda bir model teşkil eder. Örneğin yukarıda aktardığımız Madde 2, “doğal toplulukların dokunulmaz haklarını” korumayı öngörerek her canlının ait olduğu ekosisteme saygıyı emreder. Kitapta ayrıca ulusötesi dayanışma fikri de vurgulanır: Yedinci Madde ile ilan edilen “sınır yok” kuralı, tüm canlılara göç özgürlüğü hakkı tanır. Bu, bitki krallığının göç eden tohumlarıyla özdeş bir perspektiften, iklim felaketlerinin insan mültecilerini de kapsayan küresel bir hak olarak ele alır. Yazının sonundaki metaforik öğüt de bitkilerin ürettiği kaynakları topluluk içinde paylaşmaya işaret eder: “Bitkiler gibi dinlenip kolektif yardım topluluklarımız içinde büyüttüğümüz havuçları paylaşalım ve birbirimize, hatta ağaçlara hizmet edelim”. Tüm bu ilkeler, vahşi bireycilik yerine doğal dünyada var olan işbirliği, esneklik ve toplumsal sorumluluğa vurgu yapar. Mancuso’nun bu önerileri, ekolojik bütünlük ve sürdürülebilirlik temelli yeni etik kavramlarını şekillendirmede kaynak teşkil eder.
Mancuso’nun Anlatı ve İkna Dili, Disiplinler Arası Yaklaşımı
Mancuso’nun Bitki Ulusu’ndaki anlatım tarzı, akademik rapordan çok popüler manifesto üslubuna yakındır. Editör Ania Szremski’ye göre, kitap “sohbet havasında yazılmış çarpıcı bir makale tufanı” biçiminde tasarlanmıştır. Bölümler kısadır ve bitki gerçeğiyle ilgili “harika bitki bilgileri” ile zenginleştirilmiştir. Mancuso hikâyelerini hayvanlar âlemi, tarih ve düşünce dünyasından çok çeşitli referanslarla süsler: Darwin’den Arendt’e, Kropotkin’den sosyoloji kuramlarına kadar uzanan disiplinlerarası bir bağlam kullanır. Örneğin Üçüncü Madde’de Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” kavramından alıntı yaparak merkezî hiyerarşileri eleştirir; bu sayede bitkilerin “yaygın ve merkezsiz” organizasyon modelini savunurken siyaset teorisiyle bağlantı kurar. Atlantik dergisi editörlerinden biri Mancuso’yu “oyunbazca” bir dil kullanan, sıra dışı bir manifestonun sahibi olarak tanımlar. Gerçekten de Mancuso’nun anlatımı esprili metaforlar, gündelik benzetmeler ve canlı hikâyeler içerir; bu, bilimsel olmayan okura hitap ederken konunun ciddiyetini kaybetmemek için bilinçli yapılanmış bir tercihtir. Bir başka ifadeyle, kitabın dili samimi bir vaka anlatımıyla ikna edici olmaya çalışır; Stephen Doyle’un çizimleriyle desteklenen mizahi örnekler, okuyucuyu bitkisel perspektife çekme çabasının parçasıdır. Eleştirmenler Mancuso’nun dilini “derinlemesine tuhaf” ve eğlenceli olarak nitelerken, aynı zamanda bu yaklaşımın, karmaşık botanik bilgi ve felsefi fikirleri geniş kitlelere ulaşır hale getirdiğini de kabul ederler.
Eleştirel Değerlendirme
Bitki Ulusu farklı kitlelerde farklı tepkiler uyandırmıştır. Kitabın bilimsel yaklaşımı, manifesto formunda olması nedeniyle tartışmalıdır. Bir yandan Mancuso bitkilerin algı ve iletişim kabiliyetlerine dair birçok gerçekçi örnek sunar; diğer yandan kullandığı mekanik şemalar ve antropomorfik benzetmeler bazı uzmanlarca aşırı iyimser bulunmuştur. Brenner ve Alpi gibi geleneksel botanikçiler, bitkilerde gerçek beyin benzeri yapı olmadığını hatırlatarak bu tür iddiaları eleştirmiştir. Lincoln Taiz gibi araştırmacılar, bitkilerin elektriksel sinyalleriyletim yollarını kabul etmekle birlikte bu yolakların hayvanlardaki gibi entegre bir bilgi işleme sunduğunu gösteren kanıtlar olmadığını savunur; Taiz’e göre “sinyal verilerinin aşırı yorumu, teleoloji, antropomorfizm ve spekülasyon” Mancuso ve benzerlerinin anlatımında sıkça görülür. Özellikle bitkilerde bilinç veya his olduğu iddialarına karşı çok sayıda eleştiri vardır: Mallatt ve arkadaşları (2021), bitkilerin bilinçli, öngörülü davranışları olduğuna dair ampirik kanıt bulmanın henüz mümkün olmadığını, mevcut elektrofizyolojik sinyallerin daha çok acil fizyolojik yanıtlarla ilişkili olduğunu öne sürerek bitki bilinci görüşüne şüpheyle yaklaşır. Bu bağlamda Mancuso’nun ifadelerinin zaman zaman mecazi olduğu; bir nevi bilinçsiz organizma olan bitkileri konuşturma fikrinin sembolik bir anlama sahip olduğu anlaşılmalıdır. Pollan’ın yazdığı gibi, alanda çalışanlar hiçbiri “bitkilerin telekinetik güçleri olduğu” veya “duyguları” iddiasında değildir; bu tanımlamalar daha çok metaforik bir çerçeve sağlar.
Öte yandan, Mancuso’nun argümanını destekleyen pek çok çalışma da mevcuttur. Örneğin bitkilerde bilgi işleme ve iletişim özelliklerini araştıran pek çok bilim insanı, bitkilerin öğrenme, bellek ve iletişim gibi davranışlar sergilediğini göstermiştir. Trewavas (2005) ve Baluska-Mancuso (2007) gibi çalışmalarda bitkilerin zekâ benzeri kabiliyetleri olduğu öne sürülmüş; Severino (2021) ise bitkilerin tohum aşamasında çeşitli faktörleri değerlendirerek “bireysel kararlar” alabildiğini vurgulamıştır. Ancak Mancuso’nun bazı metaforik anlatımlarının bilimsel kesinliği bulanıklaştırma riski taşıdığı da kabul edilmelidir. Örneğin kitapta bitkilerin *“hayatın efendileri”*ymiş gibi tasvir edilmesi eğlenceli olsa da, bu tür ifade tarzları bilimsellikten çok popüler etki yaratmaya dönük bir üsluptur. Sonuç olarak, Bitki Ulusu bir bilimsel çalışma olmasa da çevresel ve toplumsal sorunlara farklı bir bakış açısı getirmesiyle değer taşır. Kitabın spekülatif yönleri olsa da, insan-merkezci paradigma yerine ekosistem merkezli bir etiği tartışmaya açması geniş ekolojik farkındalık oluşturabilir.
Sonuç
Stefano Mancuso’nun Bitki Ulusu eseri, insan-merkezli dünyaya karşı bitki odaklı radikal bir perspektif teklif eder. Mancuso’ya göre insanlar, bitkilerin Dünya’daki biyokütleyi ve ekosistem işleyişini tam olarak takdir edemedikleri için kendilerini merkez sanma hatasına düşmüştür. Bu noktada kitabın vurguladığı en temel fikir “insan kibri sebebiyle bitkilerin zekâ ve başarısını göremiyoruz” hatırlatmasıdır. Nitekim Pollan’ın özetlediği şekilde, bitkiler yerkürenin %99’unu oluştururken biz diğer canlılar sadece “küçük izler” bırakmaktayız. Mancuso’nun kurduğu yeni paradigma, Darwin’den evrimsel kooperasyona, Arendt’ten sosyolojiye uzanan geniş bir perspektifi içerir. Kitabın önerisi özetle şudur: İklim krizi, biyolojik çeşitlilik kaybı ve toplumsal adaletsizlik gibi sorunlar yalnızca teknolojik çözümlerle değil, aynı zamanda dünyayı bitkisel bir bakış açısıyla yeniden düzenleyerek çözülebilir. Örneğin “hayat dayanışma, yardımseverlik, sınırların kaldırıldığı bir toplum düzeninde daha adil” gibi ilkeler kitabın anayasasında yer almıştır. Mancuso, bitkilerin örgütlenme biçimindeki istikrarlı topluluk, kaynak paylaşımı ve uzun vadeli düşünce tarzından öğrenilecek çok şey olduğunu savunur. Sonuç olarak Bitki Ulusu, bize insan-doğa ayrımını aşan bir bilinç önerir; “her canlının haklarını ve ihtiyaçlarını gözeten” yeni bir paradigma çağrısında bulunur. Bu bağlamda Mancuso’nun çalışması, bitkilerin yaşamımıza kattığı değeri vurgulayarak ekosentrik bir etik ve politika anlayışının gerekliliğini yeniden gündeme taşımıştır.
Leave a Comment