Olağan Psikopatlar: Toplumun İçindeki Karizmatik Avcılar


 

Kevin Dutton

Olağan Psikopatlar


Yazar: Kevin Dutton

Çeviri: Cem Duran

Editör: Mustafa Çevikdoğan

Kapak Tasarım : Ayşe Nur Ataysoy

Sayfa Uygulama: Bahadır Erşık

Format: Karton kapak, 14 x 21 cm

Sayfa Sayısı: 304

ISBN: 978 605 4729 05 0

Baskı: Şubat 2013



Kevin Dutton’ın Olağan Psikopatlar Üzerine Akademik İnceleme

Giriş: Psikopati nedir ve Dutton bu konuya nasıl yaklaşır?

Psikopati, kişilik bozuklukları arasında en çok araştırılan ve tartışılanlardan biridir. Psikiyatrideki geleneksel tanımlara göre psikopat bireyler, duygusal derinlikten yoksun, empati eksikliği gösteren, yüzeysel cazibeye sahip ve acımasız davranışlarla karakterizedir. Anthony Cleckley’in Mask of Sanity adlı klasik eserinden bu yana psikopatinin temel özellikleri olarak; vicdan yoksunluğu, yüzeysel zekâ, etkileyici ancak sahte bir kişilik, dürtüsellik, suç işleme eğilimi sayılmıştır. Daha sonraki araştırmalarda (örneğin Hare’in Psikopati Kontrol Listesi – PCL-R çalışmaları) bu özellikler; duygusal bozukluklar (empati ve suçluluk hislerinin yokluğu) ve antisosyal davranışlar (saldırganlık, suça meyil) olmak üzere iki ana gruba ayrılmıştır. Psikopatinin, salt bir “kötülük” veya “delilik” hali olmadığı; daha çok suça yönelme olasılığı yüksek bir kişilik profili olduğu vurgulanır. DSM gibi tanı kılavuzlarında doğrudan “psikopati” terimi geçmese de, Antisosyal Kişilik Bozukluğu (ASPD) şemasıyla büyük oranda örtüşen fakat duygusal boyutları da içeren bir kavram olarak ele alınır.

Kevin Dutton’ın yaklaşımı ise psikopatiyi “gölgede kalan bir insan doğası” olarak görmektense, bu kişilik özelliklerinin bazı açılardan uyumsal değerlere dönüşebileceği fikrini araştırmaktır. Dutton, kişisel deneyim ve akademik merakla hareket etmiş bir araştırma psikoloğudur. Olağan Psikopatlar (The Wisdom of Psychopaths) adlı eserinde, babasının cesur, çekici ve karizmatik ama şiddete başvurmayan kişiliğine hayranlığını dile getirir. Bu gözlem Dutton’ı, psikopat olarak tanımlanan özelliklerin “faydalı doz”da kullanılması halinde hem bireysel hem toplumsal hayatta başarı sağlayabileceği fikrine yöneltmiştir. Dutton, kitabında psikopatiyi sadece seri katiller ve antisosyal kişilerle sınırlı görmez; aksine cerrahlar, CEO’lar, sporcular ve hatta Budist rahipler gibi geniş bir grup içinde bu özelliklerin izlerini araştırır. Dutton’a göre, psikopatinin bir “tılsımı” vardır: Aşırıya kaçırılmadığında cesaret, kararlılık, odaklanma gibi yeteneklerle birleştirilince yararlı olabilir. Bu bakış açısı, psikopat ile empatik, merhametli birey arasındaki geleneksel çizgiyi muğlaklaştırır; psikopatiyi spektrum üzerinde değerlendirmeyi, dolayısıyla “normale yakın” ama kendine has avantajlar taşıyan bireyleri görmeyi mümkün kılar.

Olağan psikopat kimdir? Tanımlar ve spektrum anlayışı

“Olağan psikopat” kavramı, psikopat özellikleri taşıyan ancak toplum içinde işlevselliğini yitirmemiş kişiler için Dutton tarafından popülerleştirilmiştir. Buna göre psikopatide bir tüm-ya-da-hiç anlayışı yerine, özelliğin düzey ve bileşime bağlı olarak değişen bir spektrumu vardır. Dutton, genel kamuoyunun psikopatları sadece kötü veya hasta insanlar olarak gördüğü iki miti çürütmeye çalışır: Birincisi “tümüyle deliyse de kötü” (mad or bad) ikincisi “psikopat ya vardır ya yoktur” mitidir. Kitapta gündeme getirilen araştırmalar da, psikopat eğilimlerin bireyler arasında dereceli olarak dağıldığını gösterir. Örneğin Mehmet Mahmut ve arkadaşları, suçlu-olmayan psikopat bireylerle suçlu psikopatları karşılaştırdıklarında, ayırıcı özelliklerin nicelikten (düzey farklılıkları) kaynaklandığını bulmuştur. Yani iki grup, kalıcı zihinsel işlev bozukluğu gibi değil, aynı nöropsikolojik yelpazenin farklı noktalarında yer alır.

Bu spektrum anlayışı metaforik olarak “güneş ışığı” benzetmesiyle özetlenir: Dutton’a göre psikopatik özelliklerin aşırı dozda alınması (“güneşe fazla maruz kalmak”) tehlikeli sonuçlar verirken, kontrollü düşük dozda çeşitli faydalar sağlar. Kitaptan örnekleyerek açıklayacak olursak, bir profil oluşturmak için kullanılan sıfatlar –acımasız, korkusuz, çekici, değerlerden yoksun, odaklanmış– öğrencilere sunulduğunda onlardan çıkan işler sıralamasında “üst düzey yönetici, casus, cerrah, politikacı, asker” gibi pozisyonlar öne çıkmıştır. Elbette bu grupta “seri katil” veya “suikastçı” gibi yanıtlar da yer almakta, yani “psikopatlaşma” ekseninin iki ucu da görünür duruma gelmektedir. Dutton’ın vurgusu, bu uç durumlar arasındaki ilişki üzerinedir. İlkel bir benzetmeyle, akıl ve delilik bir renk skalasının kesintisiz geçişleri gibidir; psikopat ve anti-psikopat (aşırı merhametli “erdemli” bireyler) arası uçlar bile bir dairenin birbirine yaklaşan parmak uçları kadar yakındır. Ne var ki bu benzerlik, bir Budist rahibin şiddetten uzak yaşamıyla kötücül bir psikopatın yanyana konulabileceği anlamına gelmez; daha ziyade beyin işlevi açısından benzeyen uç deneyimler olduğuna işaret eder. Sonuçta “olağan psikopat” terimi, bir klinik bozukluğun damgasından ziyade, belirli kişilik havuzunun –özellikle merhamet gibi duygulardan arınma düzeyinin– nüanslı bir kavram olduğunu vurgular.

Psikopatide avantajlar: korkusuzluk, odaklanma, empati yoksunluğu ve karar alma gücü

Psikopatik özelliklerden sıklıkla sözü edilen bazıları, belirli durumlarda kişinin lehine çalışabilir. Dutton ve diğerleri bu avantajları öne çıkarır:

  • Korkusuzluk ve soğukkanlılık: Psikopatların en tipik özelliklerinden biri tehlike karşısında panik yapmamalarıdır. Modern hayatta primitif korku sinyallerine ihtiyaç duyulmadığı için (örneğin aslan yoktur), bu özgüven doğru bağlamda fayda sağlayabilir. Dutton ile görüşen bir psikolog, psikopatların beynindeki sol ön lob etkinliğinin, psikopat olmayanlardan çok daha yüksek gerilim azaltma ve ödül odaklanma profili oluşturduğunu belirtmiştir; aynı beyin aktivasyonu Wisconsin Üniversitesi’nden Richard Davidson’un derin meditasyondaki Budist rahiplerde gözlemlediğiyle birebir örtüşmüştür. Bir diğer deyişle, psikopatlar keskin konsantrasyon ve kayıtsız sakinlik sergilerler. Örneğin astronot Neil Armstrong’un Ay’a inişinde gösterdiği soğukkanlılık, adeta geçici bir “psikopat davranışı”ydı; Armstrong, mürettebat acil durumdayken bile panik yapmadan hesabı sabırla yapmış ve zaman bitimine saniyeler kala doğru kararı almıştır. Dutton bu örneği kitaba almış ve “korku olmadan davranma” yetisini vurgulamıştır. Böyle bir soğukkanlılık, patlayıcı imha uzmanlarından cerrahlara kadar, can kurtarabilecek durumlarda büyük önem taşır. Guardian değerlendirmesine göre, Dutton kitabında “fiziksel cansiperlik” gerektiren işler için duygusal bağdan kopuk bir zihnin değerini bombaların imhasında bile göstermektedir.
  • Odaklanma ve azimli hareket: Psikopatlar duygusallığa kapılmayarak hedeflerine şartsız odaklanabilir. Dutton’ın Great British Psychopath Survey’inde üst düzey CEO’lar, televizyon ve gazeteci gibi meslekler öne çıkmıştır. Bu meslekler başarısını risk alabilme, hızlı karar verebilme ve diğerlerini manipüle edebilme kabiliyetine borçludur. Çalışmalar da CEO’ların yaklaşık %10’unun psikopatik özellik taşıdığını göstermiştir. Bu kişiler yüzeysel cazibeye, benmerkezci kararlılığa, yüksek özgüvene sahiptir; diğer tüm bilgileri göğüsleyip sonuca odaklanırlar. Kararsızlık, duygusal savrulmalar ve geleceğe aşırı kaygı yerine, “bugüne odaklanma” onlar için doğaldır: Psikopatlar işleri ertelemez, hatalarla uğraşıp kendilerini yıpratmaz ve stres altında yavaşlamazlar.
  • Empati yoksunluğu ve önyargısız karar: Duygusal empati eksikliği genellikle dezavantajlı görünse de, bazı durumlarda sorumsuz yargıların önüne geçer. Psikopat, bir başkasının acısını duymadığından, zor kararlarda vicdan yüküyle duraklamaz. Bir İngiliz işadamı bunu “duyarsızlığın güzelliği” olarak tanımlamış, diğerlerinin uykusuz kaldığı stres anlarında kendisine uyku imkânı tanıdığını anlatmıştır. Benzer şekilde, film yapımcısı Alfred Hitchcock’a doktorluk teklif edildiğinde, o bedeni ameliyat ederken bile bitmiş halde düşünmesinin imkansız olduğunu söylemiştir: Hassasiyet duymadığı için geriye dönüp vicdan azabı çekmiyordu. Bu örnekler, empati eksikliğinin liderlik ve kriz yönetiminde ne kadar önde gelen bir faktör olabileceğini gösterir.
  • Hızlı ve net karar verme: Psikopatlar duygudan arındırılmış mantıklarıyla hızlı karar alırlar. Riskleri eksiksiz hesaplasa da, korkuyla yavaşlamazlar. Bu, ister ameliyathanede hayati müdahalelerde, ister acil kurtarma operasyonlarında hayat kurtarıcı olabilir. Dutton, psikopatiyi bir “müzik mikseri” benzetmesiyle açıklar: Cesaret, odaklanma, sertlik gibi düğmeler çok açık olduğunda devreler aşırı yüklenir ve felaket olur; ancak her düğme doğru ayarda tutulduğunda işlevsellik artar. Yeter ki özellikler amansız bir “karanlık güç”e dönüşmesin.

Bu avantajların “dozu” ve sosyal bağlama göre kullanımı, Dutton’un temel argümanıdır. Yine de bu tartışmanın etik boyutu da vardır: Aşırı psikopatik karakterler toplum için yıkıcı olabilir, o nedenle Dutton ölçülü bir dozdan yanadır. Önümüzdeki bölümlerde mesleki örneklerle bu avantajların nasıl işe yaradığına, aynı zamanda eleştirilen yönlerine yakından bakacağız.

Mesleki bağlamda psikopati: cerrahlar, avukatlar, CEO’lar, casuslar

Özellikle yüksek riskli, rekabetçi ve hiyerarşik yapıda işler psikopatik özelliklere yatkın kişilerce domine edilir. Dutton’ın çalışmalarında ve ilgili araştırmalarda sıkça vurgulanan meslek grupları şunlardır:

  • Cerrahlar: Beyin ve kalp cerrahları gibi meslekler, yoğun baskı altında soğukkanlılığı ve acımasız kararlılığı gerektirir. Dutton’a göre “psikopat” dendiğinde ilk akla gelmesi gerekenlerden biri beyin cerrahıdır. Cerrahların hızlı reflekslerle çalışması, kanayan hastaya acı duymadan müdahele edebilmesi ve ölümle burun buruna, korkusuzca karar alabilmesi tam da bir psikopatın avantajlarından sayılır. Gerçekten de tıp psikolojisi çalışmaları, cerrahlarda bazı kişilik özelliklerinin genel popülasyona göre daha yüksek düzeyde olduğunu bulmuştur. Örneğin son çalışmalar, ameliyatların gerektirdiği direnç ve soğukkanlılık nedeniyle kıdemli cerrahların narsisistik eğilimlerinin de yüksek olabileceğini göstermiştir. Dutton, bu noktada Neil Armstrong örneğini hatırlatarak “NASA astronot seçim kriterlerinde öncelikli olmasa da, Armstrong’un azami odaklanma ve korkusuzluğu dünyaları kurtardı” der.
  • Avukatlar ve Adliye Camiası: Hukukçuluk, ikna kabiliyeti, entelektüel meydan okuma ve duygusal tarafsızlık gerektiren bir alandır. Dutton ve kaynaklar, hukuk alanının psikopatları çektiğine işaret eder. Örneğin Oxford’un tanınmış isimlerinden biri, “Benim içimde gizli bir seri katil var” şeklinde alaycı bir itiraf yaparak, sonuçta adliye salonlarında hırslı, empati eksikliği gösteren kişilerin başarılı olma şansının yüksek olduğuna değinmiştir. Bir araştırmaya göre CEO’lar ve avukatlar, tüm meslekler arasında psikopatik eğilimlerin en yüksek görüldüğü gruplardandır. Bu kişiler duygusuzca müzakere yapabilir, yalan söylemeyi “mesleki strateji” olarak kullanabilir ve rakiplerini kolayca bertaraf edebilir. Dahası, avukatlık mesleği hiyerarşik yapıya ve kazanma odaklı yarışmaya elverişlidir; bu ortamda cesur, merhametsiz bir yaklaşım ödüllendirilebilir.
  • CEO’lar ve İş Dünyası: Pek çok çalışma, yönetim kurulu odalarında “dolaşan” psikopat eğilimlere dikkat çekmiştir. Stanford ve Carnegie Mellon gibi üniversitelerin araştırmacılarının katıldığı bir 2005 çalışması, işadamlarında suçlulardan daha yaygın psikopatik özellikler tespit etmiş; yüzeysel cazibe, benmerkezcilik, bağımsızlık ve odaklanma gücü bunlardan bazılarıdır. Örneğin bir girişim sermayedarı, en önemli üç özelliğini “kararlılık, merak ve duyarsızlık” olarak sıralamış ve duyarsızlığın “başkaları uyuyamazken sizin uyumanızı sağlayacak” güzelliğine dikkat çekmiştir. Dutton’ın 2011’de yürüttüğü anket de CEO’ları üst sıralara taşımış, çünkü iş dünyasında risk alabilen, çabuk organize olabilen bireylerin çoğu psikotik eğilimlere sahiptir. Yine Guardian’a göre, kapitlist sistem psikopat eğilimleri teşvik eder; aktörlerin empati yerine bencillik, cesaret ve hırs temelinde ödüllendirilmesi psikopatlarla uyumludur.
  • Casuslar ve Özel Kuvvetler: Casusluk hizmetleri ve özel harekât birimleri; yalan söyleme, kamuflaj, aşırı stres altında hareket edebilme ve saldırganlık gerektirir. Dutton, ünlü kurgu karakteri James Bond’u bir örnek olarak kullanır: “Kraliçe’nin hizmetindeki o ünlü casusun da bir psikopat olabileceğini hayal etmek zor değil” diyen yazar, bir gizli ajanın sesini çıkarma şansı olmadan hareket edebilme, takipleri kesebilme yeteneğinin seri katil dünyasına benzediğini söyler. Eğer Bond gibi bir ajana psikopatlik testi uygulanacak olsaydı, sonuçları muhtemelen spektrumun en uçlarında çıkacaktı. Özetle, istihbaratçılık; yaşam, ölüm ve ihanete odaklanmış çevrelerde soğukkanlı kalabilen, acımasızca ikna edebilen, riskleri göze alan kişilikler arar. Dutton’ın öğrencilerinin zihninden çıkan “casus” ve “suikastçı” yanıtlara bakıldığında bu özelliklerin ne kadar iç içe geçtiği görülür.

Bu mesleklerdeki ortak tema, hiyerarşi ve kontrol sahibi olma isteğidir. Dutton’ın anketinde civardan memurlara kadar çeşitli güç pozisyonları ilk sıralarda yer almıştır. İstatistiksel olarak da ABD’deki anketler, polis memurları ve askerler gibi otorite figürlerinin arasında yüksek puanlı psikopatların bulunduğunu göstermiştir. Sonuç olarak, cerrah, avukat, CEO, casus gibi görevler; yoğun tepki vermeden iş bitirebilen, sosyal kaygıdan arınmış bireyleri öne çıkarır. Gözlemci olarak şunu söylemek mümkündür ki, “zor iş” gerektiren herhangi bir ortamda, psikopatik eğilimler belirgin bir avantaj haline gelebilir.

Psikopatlar ve maneviyat: ermişlik ile antisosyallik arasındaki çizgi

Psikopati ile maneviyat arasındaki ilişki, Dutton’ın en düşündürücü tartışma konularından biridir. Kitapta, aşırı psikopatlıklıkla aşırı ermişlik arasındaki şaşırtıcı benzerlikler vurgulanır. Uzun süreli meditasyon yapan Budist rahipler, Dutton’a göre “acıma dışındaki tüm duygularından arınmış” anti-psikopatlar olarak tanımlanır. Bu ifadesiyle yazar, dağlardaki inzivacıların duygusal tepkilerini öylesine dönüştürdüklerini gösterir ki, dışarıdan bakıldığında psikopat bireylerle örtüşen bir nörofizyolojik profile ulaşıyorlar. Nitekim Wisconsin Üniversitesi’nden nörobilimci Richard Davidson’un çalışmaları, üst düzey meditasyon uygulayıcılarının beyinlerinde psikopatlarda gözlenen aynı sol prefrontal aktivite artışını doğrulamıştır. Yani derin konsantrasyon ve kaygıdan arınma durumu, hem ruhban bir eğitimin hem de psikopat bir zihnin öne çıkan ortaklığıdır.

Bu benzerlik, Dutton’a göre tesadüf değildir. Olağan Psikopatlar’ta bahsedildiği üzere, erdemli meditasyonun ana hedeflerinden biri de “şimdi ve burada” bilinç durumuna ulaşmaktır. Yüksek farkındalık (mindfulness) çalışmaları, Sidhartha Gautama’nın öğretilerindeki sekiz aşamalı yolun ana unsurudur ve uygulayanlarda mevcut anın acı çekmeden deneyimlenmesi amaçlanır. Bir anlamda, psikopatların “acı çekmeme” yeteneği ile çağdaş zihin eğitimi birbirine yaklaşır. Dutton bunu “ilk aşamada zihnin aydınlanması” formülüyle özetler ve ekler: Hem antisosyal patolojik kişilik, hem de ruhsal olgunluk, iyi personel performansı üreten benzer başa çıkma mekanizmaları barındırabilir.

Öte yandan bu benzerlikler kolaylıkla yanlış yorumlanmamalıdır. Stout’un da eleştirdiği üzere, meditasyonlu rahip derin bir vicdan ve empati kapasitesine sahiptir; oysa psikopatta vicdan yoktur. Yani aradaki fark, bunalmış duyguların kontrol edilip edilmediğidir. Dutton’ın anlatısında, “bir ermiş gibi anın tadını” veya “bir psikopat gibi eylemleri” kucaklama sorusu, bu sınırlandırmayı irdeleyen metaforlar olarak öne çıkar. Sonuçta bu bölüm, psikopatlukla kutsallık arasındaki elverişli örtüşmeleri gösterip, her iki zihniyetin de çok ilgi çekici ve karmaşık boyutları olduğunu vurgular.

Etik tartışmalar: faydalı mı, tehlikeli mi? Dutton’ın önerdiği denge

Psikopatinin yararlı yönlerini öne çıkaran bir perspektif getirmek, elbette tartışmayı da kızıştırmıştır. Dutton’ın kendisi, her ne kadar psikopatlıktaki olumlu değerleri vurgulasa da, aşırılığın tehlikelerini inkâr etmez. Kitabın giriş kısmında “psikopatlığın bronzlaşmış kişilik”e benzetildiği açıklanır; yoğun güneşe maruz kalırsanız felaket sonuçlar kaçınılmazdır, ancak kontrollü bir bronzluk kazandırır. Yazar açıkça belirtir: Topluma zarar veren psikopat davranışları yüceltme niyeti taşımamaktadır, tıpkı ölümcül tümörün cömertliğine methiye düzülemez olduğu gibi. Özetle, Dutton faydalı ve tehlikeli arasındaki dengeyi “doz” analogisiyle kurar: Psikopatlıkta özgüvenin, odaklanmanın, cesaretin aşırıya kaçmaması yaşam kalitesini artırır, aksi halde yıkıcı olur.

Bu denge fikri, kitabın hem okuyucuya bıraktığı hem de eleştirmenlerin vurguladığı bir noktadır. Guardian dergisinden bir eleştirmen, Dutton’un çalışmasını övgüyle karşılarken, toplumun ayakta kalması için yaklaşık %10 psikopata ihtiyaç duyulabileceğini yazmıştır. Yani duygusal mesafe gerektiren işlerde psikopat eğilimli kişiler değerli sayılır. New Republic yazarı Martha Stout ise bu yorumları eksik bulur: Ona göre Dutton psikopatinin tanımını yapmamakta ve “vicdan eksikliği”ni görmezden gelmektedir. Stout, Dutton’ın “bir doz psikopati” ifadesini eleştirerek, gerçek psikopatlıkla gayri safi cesaretliliğin farklı şeyler olduğunu savunur. Ona göre masaya yatırılan ders, sadece davranışsal özelliklerdeki karışımı değil, psikopatların özünde taşıdığı suça eğilim ve merhametsizlik unsurudur.

Güncel tartışmalarda bu iki eğilim çatışmaktadır: Bir grup, aşırı iyileşmiş psikopatça özelliklerin liderlik, kriz yönetimi ve terapi gibi alanlarda rehber olabileceğini öne sürer; diğer grupsa etik ve bilimsel gerçekleri hatırlatarak aşırılara kaçmadan öğreneceğimiz dersleri tartışmayı önerir. Dutton’ın önerisi pragmatik bir “altın ortayı” aramaktır. Kitabın verdiği mesaj, tamamen zayıfları yüceltmek ya da kötücül psikopatları arındırmak değil; aksine öznel güçlerimizi geliştirirken, bu özelliklerin sorumlulukla nasıl kullanılması gerektiğini görmektir. Etik kuşkular her zaman gündemdedir: Örneğin duyarsız davranışın “güzel tarafı” olduğunu vurgulayan bir işadamının sözleri tartışmaya yol açmıştır. Ancak Dutton, faydanın sınırı aşılmadığı sürece psikopatik özelliklerin kişisel ve toplumsal kazanımlar üretebileceğine inanır.

Nöropsikolojik bulgular: psikopat beyni, duygusal işleme ve davranış

Psikopatinin nörobilimsel temelini inceleyen araştırmalar, genel olarak duygusal işlemleme devrelerinde anormallikler ortaya koymuştur. Örneğin fMRI ve elektrofizyoloji çalışmaları, psikopat bireylerin yaşadığı korku ve empati uyaranlarına normal bireylerden çok farklı tepkiler verdiğini göstermektedir. Psikopatlar, duygusal görüntüler karşısında genellikle “korku refleksini” yansıtmaz; yani amigdala ve orbitofrontal korteksteki aktivite kontrol grubuna kıyasla belirgin derecede düşüktür. Duygusal sözcüklerin işlenmesinde de rahatlatıcı bir tepki azaltması görülmüştür. Bu bulgular, psikopatide amigdala (duygusal değerlendirme merkezi) ve ön korteks işlev bozukluğuna işaret eder. Dahası, psikopatlarla yapılan beyin hasarı gözlemlerine göre, amigdala hasarı şiddet ve empati kaybı yaratırken, orbitofrontal ve anterior singulat korteks gibi bölgelerden hasar ise dürtüsellik, suç davranışları ve sosyal uygunsuzlukla ilişkilidir.

Klinik çalışmalar da benzer tabloyu onaylar. Örneğin ABD’de ünlü seri katil John Wayne Gacy’nin beyni üzerinde yapılan otopsi incelemesi, yapısal olarak hiçbir anormallik göstermemiştir; ya da diğer bir deyişle, psikopat ve normal bireyin beyni mikroskobik açıdan birbirinden ayırt edilememiştir. Fakat işlevsel olarak, iki beyin uçurumu gibi farklı tepki verebilir. Nöropsikolojik testlerde ise psikopatlar IQ veya karmaşık motor becerilerinde değil, özellikle empati ve soyut algılama gerektiren alanlarda zorluk gösterir. Psikopatik kişiler genellikle suçluluk, utanma gibi duygusal ipuçlarına karşı sağırdır; başka bir ifadeyle, “başkalarının acısını hissetme” empatisinden yoksundurlar. Bu etki, beyin görüntülemede “duygusal sözcükler” veya “acı verici simgeler” karşısında amigdala etkinliğinde azalmanın gösterilmesiyle yakalanmıştır. Ayrıca, psikopatların dikkat kontrolleri ile ilgili çalışmaları, selektif dikkat ve hızlı karar süreçlerinde aşırı odaklanma biçimleri sergilediklerini saptamıştır. Özetle nörolojik kanıtlar, psikopatinin çoklu beyin bölgesini –bilhassa paralimbik sistem ve ön korteks– etkileyen bir durum olduğunu gösterir.

Bu alandaki çalışmalar henüz araştırma düzeyindedir ve çoğu hapishane cohort’larıyla sınırlıdır. Yine de pratik sonuçlar doğurmuştur: Örneğin derin beyin stimülasyonu veya nöromodülasyon teknikleri, dürtüsellik ve antisosyal eğilimleri azaltmak için denenmektedir. Dutton’ın halk popüler bilgilerde paylaştığı gibi, bazı beyin uyarım deneyimleri psikopatik benzeri durumlar yaratabilmektedir (yazar kendi geçici deneyimini aktarır). Nöropsikoloji açısından çıkarılacak ders şu olabilir: Psikopat davranışlar beyindeki işlev bozukluklarından, özellikle duygusal işlem merkezlerindeki farklılaşmalardan kaynaklanır. Bu yüzden antisosyal davranışın tedavisinde duygusal farkındalık eğitimi ve sosyal bağların güçlendirilmesi gibi yöntemler tercih edilmektedir. Elbette hala belirsizlikler var; ancak Olağan Psikopatlar bize, psikopat eğilimlerdeki beyin temelinin anlaşılmasının hem suçluların davranışını önlemek hem de toplumda başarılı psikopat benzeri özellikleri geliştirmek adına önemli olabileceğini düşündürmektedir.

Güncel tartışmalar ve kitap üzerindeki eleştiriler

Dutton’ın kitabı yayımlandığından beri geniş ilgi çekmiştir. Popüler kültürde psikopati tartışmalarını canlandırmış, Smithsonian, Guardian, ABA Journal gibi yayınlarda yer almış, hatta medya köşelerinde “hukukta psikopatlar” başlıklı yazılara konu olmuştur. Özellikle “Karanlık Üçlü” (narsisizm, makyavelizm, psikopati) araştırmalarıyla da paralel yaygınlaşan fikirler, Dutton’ın perspektifine bilimsel bir çerçeve sağladı. Gizli ajanlar, yatırımcılar veya cerrahlar hakkındaki örnekler, aslında evrimci psikologların da benzer konuları irdelerken kullandığı çerçevelerle örtüşmektedir.

Ancak kitap hem akademik çevrelerde hem etik camiada eleştirilere de maruz kalmıştır. Dutton’ın tanımı belirsiz bırakmasını ve “vicdan” kavramını neredeyse hiç kullanmamasını eleştirenler oldu. Örneğin psikolog Martha Stout, Dutton’ın açığını psikopatiyi “beyin ve davranış bozukluğu” olarak tanımlayarak vurguladı ve “psikopatlarda vicdanın tamamen yok olması”nın özsel tanım olduğunu hatırlattı. Stout’a göre Dutton, “bir doz psikopati” ifadesiyle suçu küçümsemekte, gerçekte psikopatlığın taşıdığı suç potansiyeli ve kalıcı kayıtsızlığı göz ardı etmektedir. Ayrıca, psikopatların empatik olduğunu iddia etmesi, bilişsel ve duygusal empati arasındaki ayrımı bulanıklaştırdığı gerekçesiyle eleştirildi.

Diğer eleştirmenler de Dutton’ın bazı bilimsel dayanaklarını yetersiz buldu. Örneğin bazı ahlak psikologları, psikopatların öğreteceği “bilgelik” yerine, toplumun adaletten ödün vermeksizin akılcı karar almayı öğrenebileceğini savundu. Bazı yorumcular ise kitabın “pop-psikoloji üslubu”nu ağır eleştirdi; Dutton’un coşkulu anlatımının bazen aşırı genelleme yaptığına dikkat çekildi. Öte yandan Guardian muhabiri Tim Adams, kitabı “kolaycı cevaplara teslim olmayan, akademik ciddiyette bir çalışma” olarak değerlendirmiş; Dutton’un antisendromalist yaklaşımının bilimsel rigörü aksatmadığını öne sürmüştür. Bu görüşe göre Dutton, babasının acımasızlığını çözümlemek üzere antropolog titizliğinde çalışmıştır.

Günümüzde psikopati tartışmaları, temel olarak bu iki uçta toplanıyor: Bir yanda psikopatik özelliklerin bazılarını benimsemenin liderlik, acil durum yönetimi gibi alanlarda fayda getirdiği savunuluyor; diğer yanda ise bunların övülmesinin tehlikeli mesajlar içerdiği ve psikopatinin kendine özgü zararları ihmal edilmemeli deniliyor. Kitap etrafında oluşan bu tartışma, sonuçta psikoloji literatürüne olağan psikopat kavramını kazandırmıştır. Kavram, sorumluluk duymayan cesaretin sınırlarının, meditasyonun insani şefkatle nasıl kesişebileceğinin ve empati yoksunluğunun toplumsal yansımalarının anlaşılmasına katkıda bulunmaktadır. Aynı zamanda ceza adaletindeki “psikopat” tanısının da yeninden tartışılmasına yol açmıştır. Dutton’ın çalışması, psikopatiyi tamamen karanlık bir kategori olmaktan çıkarıp, özünde hem tehlikeli hem de öğretici olabilecek bir spektrum olarak ele almamızı sağlamıştır.

Sonuç: Olağan psikopat fikrinin psikolojiye ve topluma katkısı

Kevin Dutton’ın Olağan Psikopatlar kitabı, geleneksel psikopati anlayışını tazeleyen bir bakış açısı sunmuştur. Bu konsept, psikopatiyi “sadece suçlu beyinlerinde” aramak yerine, hepimizde var olabilecek bazı özelliklerin dikkatlice modüle edilerek topluma yarar sağlayabileceğini gösterir. Örneğin duygusal bağdan kopuk bir zihin yapısının bombaları imha etme veya acil bir ameliyatı tam zamanında gerçekleştirme gibi durumlarda hayati avantajlara dönüştüğünü gördük. Sonuç olarak Dutton, psikopatlığı gereğinde faydalanılabilecek bir insan kaynağı olarak gösterirken, aşırısının felakete yol açabileceğini ve her “avantajlı özelliğin” etik sınırlar içinde kullanılması gerektiğini vurgulamıştır.

Kitap, psikoloji bilimine özellikle kişilik spektrumu ve karanlık üçlü (narsisizm, psikopati, makyavelizm) araştırmalarına katkıda bulunmuştur. Toplumda otorite pozisyonundaki kişilerin psikolojik özelliklerinin anlaşılması, liderlik seçiminde ve eğitiminde yeni kriterler önerilebilir hale gelmiştir. Öte yandan eleştirmenlerin uyarısının da altı çizilmelidir: Bir insanın taşıyabileceği “risk alma, cesur olma, soğukkanlı olma” gibi özellikleri takdir etmek, onu bilinçli, merhametli olmadan kabul etmek değildir. Bu nedenle, yeni bir bakış açısı getirirken bile, psikopati kavramının özündeki ahlaki tehdit göz ardı edilmemelidir.

Sonuç olarak olağan psikopat fikri, psikolojide aşırı uçlar arasındaki çizgiyi bulanıklaştırması, iyinin karanlık yanına ışık tutması ve toplumu kendi kaygılarından bir miktar özgürleştirerek daha cesur, odaklanmış bir hale getirmenin yollarını düşündürmesi bakımından önemli bir düşünce deneyidir. Elbette bu fikir, hem bilimsel hem etik anlamda daha fazla araştırma gerektirmektedir. Ama kesin olan bir şey var: Dutton’ın çalışması, psikopatinin tek taraflı bir kötülük hali olmadığını tartışmaya açarak psikoloji literatürüne katkı sağlamıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.