Sarah Bakewell’in Montaigne Kitabı Üzerine Akademik İnceleme
Nasıl Yaşanır ya da Bir Soruda Montaigne’in Hayatı ve Cevaplamak İçin Yirmi Teşebbüs
Yazar: SARAH BAKEWELL
Çeviri: Emre Ülgen Dal
Kapak Uyarlama: Ayşe Nur Ataysoy
Sayfa Uygulama: Bahadır Erşık
Redaksiyon: Aysen Çoluk
Format: 15x23 cm, karton kapak
Sayfa sayısı: 388
ISBN: 978 605 4729 15 9
Baskı: Kasım 2013
Sarah Bakewell’in Montaigne Kitabı Üzerine Akademik İnceleme
Giriş
Michel de Montaigne (1533–1592), Rönesans dönemi Fransa’sında yaşayan, deneme türünün kurucusu sayılan bir düşünürdür. Budizm ve humanizm etkisinde, savaşlarla parçalanmış bir ortamda, Bordeaux yakınlarındaki ailesine ait şatoda inzivaya çekilerek kaleme aldığı 107 “deneme”si (Fr. essais) ile tanınır. Bakewell’e göre Montaigne, “kendini deneyler” olarak görülen bu yazılarda titiz bir düşünürden çok, yaşamının sırlarını samimi bir şekilde ortaya seren bir yazar konumundadır. Bakewell, Montaigne’i “günümüzün ilk gerçekten modern yazarı” olarak nitelendirir. İngiliz filozof-yazar Sarah Bakewell’in Nasıl Yaşanır ya da Bir Soruda Montaigne’in Hayatı: Ve Cevaplamak İçin Yirmi Teşebbüs adlı kitabı, tam da Montaigne’in bu “nasıl yaşanır” sorusu ekseninde kurgulanmıştır. Bakewell eserinde Montaigne’in yaşamı ve düşünceleri boyunca sorulan “nasıl yaşanır?” sorusuna yirmi farklı öneriyle (teşebbüs) yanıt arar. Guardian muhabiri Lezard’ın da belirttiği gibi, Bakewell’in altbaşlığı “bir soru ve yirmi teşebbüs” kurgusu Montaigne’in hayatını onu ilgilendiren çeşitli sorulara göre şekillendirir. Böylece Bakewell, geleneksel biyografi anlatısını felsefi bir çerçeveyle harmanlayarak okuyucularına Montaigne’in yaşamı ve felsefesi hakkında yeni bir bakış açısı sunar.
Kitabın yapısı ve anlatı stratejisi: “yirmi teşebbüs” formatı ve bunun işlevi
Bakewell’in kitabı alışılmış biyografi kalıplarının dışına çıkarak “nasıl yaşanır?” sorusunu merkezine alır. Kitap, Montaigne’in yaşam öyküsünü, kendi denemelerinde yanıt aradığı bu büyük sorunun altı başlığı altında anlatır. Bakewell kendisinin de belirttiği gibi How to Live, Montaigne’in kendisine yönelttiği sorular ekseninde, okuyucunun yıllar içinde Montaigne’den ne öğrendiğini gösteren bölümlerle örülüdür. Her bir bölümde, Montaigne’in eserlerinden veya yaşamından alınan bir yaşam dersi başlık olarak kullanılır. Ruth Scurr’un Guardian’daki değerlendirmesine göre, Bakewell “ölümden korkma”, “dikkatini ver”, “çok oku ama çoğunu unut” gibi yanıtları her bir bölüm başlığı olarak ele alır ve Montaigne’in farklı yönlerini bunlar etrafında toplar. Başka bir deyişle, Bakewell kitabı “bir soru hakkında yirmi deneme” formatında kurgulayarak Montaigne’i kronolojik bir hayat hikâyesinden çok, meseleye ilişkin yirmi farklı bakış açısıyla tanıtır. Bu anlatı stratejisi, kitaba felsefi bir derinlik kazandırırken aynı zamanda okuyucuya Montaigne’in eserleri ve onları izleyen tarih boyunca nasıl yorumlandıkları hakkında akıcı bir sunum vaad eder.
Montaigne’in temel fikirleri: benlik, ölüm, dostluk, doğallık, bilgi ve cehalet
Benlik (Öznel Yansıtma): Montaigne’in denemelerinin en belirgin özelliği, yazarın kendine dönük derin iç gözlemleridir. O, gnōthi seauton (kendini tanı) anlayışını benimseyerek kendi deneyimlerini, duygu ve düşüncelerini dürüstçe ifşa eder. Gutenberg metninde bir editörün aktardığı gibi, Montaigne “açıkça kendini soyarak entelektüel ve fiziksel organizmasını kamuya sunmuş, her konuda okuyucularını güvene almıştır”. Öyle ki, Montaigne’in denemeleri bir nevi zihinsel anatomi çalışması gibidir; “Montaigne, kontrol edilebilmesi için tüm yapısını parçalara ayırmış, sonra da okuyucuyla paylaşmıştır”. Bu bağlamda Bakewell, Montaigne’in “yoğun bir şekilde kendisinin ve başkalarının bireyselliğinin farkında” olduğunu belirtir; yazar, kişisel hikâyeleri aracılığıyla evrensel insan doğasını keşfe çıkar. Sonuç olarak Montaigne’in benlik anlayışı, kendini tanımanın (öz-bilgi) yaşamın temel gereği olduğunu vurgular.
Ölüm: Ölüm Montaigne’in yazılarında tekrar eden bir temadır. O, ölümden korkuya karşı stoacı bir tavır alır: Ölümün kaçınılmaz olduğunu kabul ederek yaşamı dolu dolu yaşamayı savunur. Montaigne’e göre bilgelik, ölümle ilgili rahatsızlığı gidermektir. Bakewell de Montaigne’in “ölümden korkma” öğüdünün “nasıl yaşanır?” sorusuna verdiği en özgürleştirici yanıt olduğunu vurgular: Kitaba göre Montaigne, “ölüm hakkında endişelenme”yi insanın gerçekte yaşayabilmesinin ön şartı olarak görmüştür. Yani, ölümün kaçınılmazlığını kucaklamak, Montaigne’in artan ruhsal özgürlük ve huzur formülünün kilit noktasıdır. Bu bakımdan, hem Montaigne’in yazılarında hem de Bakewell’in yorumunda, ölüm korkusundan kurtulmak yaşamla barışmanın önemli bir koşuludur.
Dostluk: Montaigne, dostluğu hayatının merkezinde görür. En meşhur denemelerinden biri olan *“Dostluk Üzerine”*da, É. de La Boétie ile kurduğu olağanüstü bağı konu eder. SEP’ye göre Montaigne, Boétie ile “içten, samimi bir dostluk” kurmuş ve Boétie’nin ölümü onu derinden etkilemiştir. Bakewell kitabında da bu dostluğa geniş yer ayırır; Montaigne’in Boétie’ye olan bağlılığını insan ilişkilerinin en üstün örneği olarak yorumlar. Bu iki arkadaşı ayrıcalar Montaigne’in felsefesinde sadakat ve benzer ruh hallerinin sembolü olarak öne çıkar. Sonuç olarak Montaigne, sıkı dostluklara büyük değer verir ve Bakewell’e göre bu değer, samimiyet ve karşılıklılık üzerine kurulu ideal bir ilişki arayışı anlamına gelir.
Doğallık: Montaigne, insanlık durumunu değerlendirirken yapmacıklığı reddeder ve doğallığı yüceltir. Rousseau ve Romantikler de dahil olmak üzere sonradan gelen yorumcuların dikkat çektiği üzere, Montaigne “doğallığı övmüş, egzotik adetlere karşı hoşgörülü olmuş ve kişiliğini keşfetmeye açık olmuştur”. Stanford sözlüğü de onun bilgiden çok “doğal yargı” kullanmayı tercih ettiğini belirtir. Aşırı entelektüel bilgi yerine, insan doğasının özünü ortaya çıkaran içgüdüsel değerlere önem verir. Dolayısıyla Montaigne, eğitimin ve bilgilenmenin amacı olarak ussal bilgi vermeyi değil, karakter gelişimini ve öz-farkındalığı ön plana çıkarır. Bu anlayış onun için “bir beyefendinin tamamen felsefeye adanmasının” yanlış olduğuna varan bir tutum sergiler; bilgi ölçülü kullanıldığında faydalıdır ancak saplantı haline gelirse tuhaflığa yol açar. Bakewell’e göre de Montaigne’in bu doğa merkezli tutumu, alçakgönüllü bir yaşam anlayışının temelidir.
Bilgi ve Cehalet: Montaigne’in epistemolojisi şüphe ve alçakgönüllülük üzerine kuruludur. Mottosu “Que sais-je?” (Ne biliyorum?) bu yaklaşımın ifadesidir. SEP’ye göre Montaigne, çok bilgi edinmenin yük olacağını, onun yerine “doğal yargı” kullanmayı tercih edeceğini söyler. Pyrrhoncular gibi bilginin kesinliğine kuşkuyla yaklaştığı için, Bakewell’in tabiriyle Montaigne mantık ve gözleme bile şüpheyle bakar. Stanford yazarları onun bilgi birikimini terk edip içgüdülerine yöneldiğini ve “bilgiyi reddederek” insanın doğal güçlerini kullanmaktan keyif aldığını belirtir. Bu bağlamda Montaigne, cehaleti hor görmek yerine, bilgece şüpheci bir tutumu teşvik eder. Bilgi eksikliğini sorun etmez; onun yerine “bilmediğini bilmek” erdemini ve merakı yüceltir. Sonuçta, Montaigne’in temel fikri, kesin bilgi peşinde koşmak yerine yaşamı olduğu gibi kabul edip kendisini tanımaya çalışmaktır.
Bakewell’in Montaigne yorumunun felsefi ve tarihsel bağlamı
Bakewell, Montaigne’in düşünsel zeminini anlatırken onun hem Katolik inançlı hem de dönemi için sıra dışı bir şüpheci olduğunu vurgular. Montaigne 16. yüzyıl Fransası’nın dinsel çatışmalarında büyümüş, savaşlar sırasında kilisenin otoritesine boyun eğmekle beraber ‘her şeye şüpheyle yaklaşan’ bir filozoftu. Bakewell’e göre Montaigne, Pirroncu şüphecilikten etkilenmiş, kendisi için “O ne biliyorum?” sorusunu adeta mantra hâline getirmiştir. Örneğin Montaigne’in aklî “askıda bekletme” anlamına gelen epokhe sözü ile “Que sais-je?” ibaresini taşıyan bir madalyon bile bastırması, bu dönemin huzursuzluğuna karşı geliştirdiği stratejiyi simgeler. Bakewell bu durumu, modern çağın tersine, Montaigne’in akla değil dışarıdan gelen otoriteye dayanan bir inancı benimsediğini gösteren bir tür fideizm olarak yorumlar. Montaigne bir taraftan Katolik dine sarsılmaz bir teslimiyetle bağlanırken (“dini akılla değil geleneğin emriyle almıştık” diyerek dış otoriteye işaret eder), diğer yandan aklın kendi iddialarıyla da alay eder. Böylece Bakewell’in bakışında Montaigne, zamanının kilise kuralları içinde hareket eden bir imanlı olarak kalmaya razı olurken, dini dogmalara felsefi bir meydan okuma olarak şüpheyle yaklaşan bir düşünürdür. Tarihsel bağlama gelince, Bakewell Montaigne’in reform öncesi dönemin en etkili şüphecilerinden biri olarak yorumlanmasını sağlar: O’na göre Montaigne, Katolik inancını eleştirel bir kuşku zemininde tutarak hem Rönesans hümanizminin hem postmodern bakış açılarının öncüsüdür.
Deneme türünün doğuşu ve bireysel deneyimin metne yansıması
Montaigne, “deneme” (essai) terimini ilk kullanan ve türün kurucusu sayılan yazardır. Bakewell, kitabında Montaigne’in essai kavramını özellikle vurgular: Bu eserlerin “pedagojik risaleler” değil, yazarın kendisi üzerinde deneyler olduğunu belirtir. Gerçekten Montaigne, dönemin kitaplarından çok farklı bir yöntemle yazmıştır. 19. yüzyıl tercümesine göre o, yeni bir edebi okulun lideri olmuş, eski düşünce akımlarını yeni kanallara sevk etmiştir. En önemlisi, Montaigne eserlerinde yazarın sanatını yücelterek samimiyet ön plana çıkarır: O, “kendini gizlemektense insanların güvenini kazanmayı” tercih eder. Yani Montaigne, argo kullanmaktan, kendi zihnini deşifre etmekten çekinmeyen bir yazardır. Bu açıdan Bakewell’in kitabı, Montaigne’i anlatırken deneme türünün doğuşuna dikkat çeker. Çünkü Montaigne, kişisel gözlemlerini ve sıradan olayları ustaca işleyerek, bireysel deneyimin doğrudan metne akmasını sağlamıştır. Bakewell de Montaigne’in kendi hayatındaki yolculuğu ve günlük yaşantısını eserine taşıma biçimi üzerine yoğunlaşır; böylece deneme türünün klasikleşmesinde Montaigne’in rolünü ve bu deneyimsel anlatımın metne yansımasını açıklar. Kitabın yapısı itibarıyla da bu özellik korunur: Her bölümde Montaigne’in yaşadığı bir olay veya dönüm noktası, düşünceleriyle birlikte incelenerek okura sunulur. Sonuçta Bakewell, deneme türünün doğuşunu Montaigne’in özgün üslubuyla birlikte değerlendirerek, bireysel deneyimin metne nasıl dönüştürüldüğünü göstermiş olur.
Modern birey ve Montaigne’in yaşama sanatı
Montaigne, düşünce yapısı ve dilindeki benlik vurgusuyla sonraki nesiller tarafından “ilk gerçek modern insan” olarak anılmıştır. Kendisi de modern bir bilinç taşıdığını hissettiği bireyselliği, içsel monoloğunda tüm çıplaklığıyla keşfeder. Bakewell’e göre bu yönüyle Montaigne çağdaşlarındakinden tamamen farklı bir tavırdır. Montaigne’in kendine döndüğü, yoğun bireysel içgözlemleri içeren tarzı, Leonard Woolf’un ifadesiyle “hem kendi kendinin hem başkalarının bireyselliğine duyduğu yoğun ilgi” sayesinde onu modern kılar. Bu nedenle Bakewell, Montaigne’in “yaşama sanatı”nı modern bireye bir tür rehber olarak sunar. Kitap, Montaigne’in öğretilerinin günümüz insanı için ne kadar önemli olduğunu defalarca vurgular. Örneğin bir eleştirmen, Montaigne’in örnek yaşamının “şimdi her zamankinden daha gerekli” olduğunu söyler. Bakewell’in son sözlerinde de, 21. yüzyılın Montaigne’den “ilişki ve nezaket sevgisi, yargıların ertelemesi, çatışmaların psikolojisi anlaşısı” gibi erdemler öğrenmesi gerektiği belirtilir. Görüldüğü gibi, Bakewell Montaignesque bir ölçülülük ve insan merkezlilik önerir. Böylelikle modern birey, Montaigne’i bir dost veya yaşam koçu gibi okuyabilir: Ona göre Montaigne’in yaşama sanatı, bireyin kendi değerlerinin farkına varması ve hayata karşı kendini belli bir dinginlikle konumlandırması demektir.
Bakewell’in üslubu: akademik anlatı ile popülerleştirme dengesi
Bakewell’in anlatım tarzı, akademik titizliği korurken geniş okuyucu kitlesine ulaşacak akıcılığı da yakalar. Eleştirmen Chris Bertram’ın da belirttiği gibi, Bakewell’in üslubu “disiplinli ve kontrollü”dür; felsefe, tarih, edebiyat eleştirisi ve biyografik ayrıntıları ustaca kaynaştırırken anlatısını sıkı tutar. Örneğin Lotz’a göre Bakewell, “sıkı bir idareyle malzemesini kontrol altında tutar” ve Montaigne’in ezber bozan üslubunun aksine oldukça düzenli bir yazıdır. Diğer yandan, kitabın sohbet diline çalan akıcı ve samimi anlatımı okuyucu açısından ilgi çekicidir. Crooked Timber yazarı Chris Bertram, Bakewell’in eserini “akıcı, nükteli ve iddiasız” bir dille yazılmış olduğunu, kendisini asla rahatsız etmeyen, ilginç arka plan bilgileriyle Montaigne’in şahsına psikolojik bir portre çizen bir çalışma olarak tarif eder. Yani Bakewell, akademik birikimini sıkıcı bir üslupta aktarmak yerine okuyucuyu içine çekecek bir dille sunmayı başarıyor; yine de gerektiğinde detayları es geçmeden felsefi derinlikten ödün vermiyor. Guardian’daki değerlendirmede de belirtildiği üzere, Bakewell’in kitabı biyografiyi felsefeye veya en azından bir tür kişisel gelişim metnine dönüştürecek kadar güçlü bir üsluba sahiptir. Sonuçta Bakewell, ders niteliğindeki içeriği samimi ve canlı bir anlatımla destekleyerek hem akademisyenlerin hem de genel okuyucunun ilgisini çekecek bir denge kurmuştur.
Kitabın günümüz için anlamı: bireysellik, öz-bilgi, yaşamla barışma
Bakewell’in Montaigne yorumunun günümüz için taşıdığı önemi oluşturan temalar, bireysellik, özyansıtma ve hayatla barışık olma gibi kavramlardır. Kitap boyunca vurgulanan noktalardan biri, Montaigne’in bireysel farkındalığa verdiği değerdir. Örnek olarak Leonard Woolf’un sözleri hatırlatılır: Montaigne’in “ilk tamamen modern insan” olarak nitelenmesi, onun benliğin ve başkalarının öznel gerçekliğinin peşinden koşmasıyladır. Bakewell, bu bireysel odaklı yaklaşımın çağdaş dünyada daha da kıymetli olduğunu savunur. 21. yüzyılda insanların Montaigne’den “ilişki, hoşgörü ve paylaşılan insanlık” öğretilerini öğrenmeye çok ihtiyacı olduğunu belirtir.
Kitabın temel mesajlarından biri de öz-bilgi arayışıdır. Montaigne’in sık sık öğütlediği “kendini tanı” fikri (gnōthi seauton), Bakewell’in yorumunda modern bireyin özgürleşme aracı olarak sunulur. Montaigne’in yazıları, her bireyin kendi iç dünyasının derinliklerine inerek kendisiyle ilgili soruları cesurca sorması gerektiğini gösterir. Buna bağlı olarak, kitap “ölüm hakkında endişelenme” söylemi başta olmak üzere Montaigne’in pratik yaşam öğretilerini günümüze uyarlamaya çalışır. Örneğin Ruth Scurr’un aktardığına göre, Bakewell Montaigne’in “ölümden korkma” mesajını en temel yaşam yanıtı ilan eder ve bu sayede modern okuyucuya yaşamı olduğu gibi kabul edip huzur içinde sürdürmenin yolunu gösterir. Yine Bakewell’in ifadesiyle 21. yüzyıl, “her türlü ütopyadan” önce her insanı önemseyen bir anlayışa ihtiyaç duyar; küçük benliği korumanın, aşırı idealizme kapılmamanın yaşama dair hakiki ders olduğu söylenir.
Sonuç olarak Bakewell’in çalışması, Montaigne’in bireye dair düşüncelerini ve pratik yaklaşımlarını günümüze uyarlayarak sunar. Kitap, Montaigne’in içtenliği, izafiyet anlayışı ve yaşamı bütünsel bir deneyim olarak ele alışının modern yaşamın sorunlarına cevaplar içerdiğini ortaya koyar. Özgün anlatımıyla Bakewell, okuyucuyu Montaigne’in rehberliğinde kendine dönmeye, kendi değerlerini ve sınırlılıklarını kabul etmeye teşvik eder. Bu yönleriyle Nasıl Yaşanır, sadece Montaigne biyografisi olmanın ötesinde, “nasıl yaşayacağımız” konusunda okuyucuya hem felsefi bir perspektif hem de pratik öğütler sunan kapsamlı bir çalışma niteliğindedir.
Sonuç
Bakewell’in Nasıl Yaşanır kitabı, Montaigne araştırmalarına zengin bir katkı sağlarken “nasıl yaşanır” sorusuna da yeni bir bakış kazandırır. Yazar, Montaigne’in yaşamını ve denemelerini modern bir sorunsallaştırma çerçevesinde ele alır; kitabın eşsiz yapısı ve dengeli üslubu, hem akademik okuyucuyu hem de genel kitleyi tatmin eder. Bakewell’in analizi gösteriyor ki, Montaigne’in öğretileri –doğruluğu kesin olmayan bilginin köşesinde beklemekten kaçınmak, ölüme dair bilgelik, içten dostluk ve alçakgönüllü doğallık gibi– yirminci bir yüzyıl insanı için hâlâ önemli dersler içerir. Bir anlamda Bakewell, Montaigne’in yaşam sanatını, çağımız insanına yön gösteren bir miras olarak sunar. Nasıl Yaşanır, Montaigne’i ilk kez okuyanlar için titiz bir giriş kitabı olduğu kadar, onun yaşamı ve deneme anlayışı üzerine düşünenler için de derin ve çok katmanlı bir kaynak olarak değerlendirilebilir. Bakewell’in de belirttiği gibi, Montaigne’in “kendi zamanında bir Seneka”dır; bu kitap da Montaigne’in kişisel hikâyesini günümüzün sorgulayıcı merceğiyle yeniden yorumlayarak okurlara sunar. Netice itibarıyla, Bakewell’in çalışması Montaigne’in “nasıl yaşanır” sorusuna hem tarihsel hem felsefi boyutuyla katkıda bulunur ve modern bireyin bu soruyla yüzleşmesine ışık tutar.
Leave a Comment