Daniel J. Siegel – Akıl: İnsan Olmanın Özüne Yolculuk Kitap İncelemesi



Daniel J. Siegel – Akıl: İnsan Olmanın Özüne Yolculuk Kitap İncelemesi

Giriş

Dr. Daniel J. Siegel, UCLA Psikiyatri profesörü ve Mindsight Enstitüsü kurucusu olarak, 2017’de yayımladığı Akıl: İnsan Olmanın Özüne Yolculuk adlı eserinde “Akıl nedir?” sorusuna kapsamlı bir yanıt aramaktadır. Siegel’e göre, akıl yalnızca beynin fonksiyonlarına indirgenemeyecek kadar zengin bir olgudur. Kitapta yer alan açıklamalarda, aklın özü uzun süredir pek tanımlanmamış olsa da bu eserde bilincin, öznel deneyimin ve bilgi işlemenin derinliklerine inerek, aklın bedenimizden ve başkalarıyla kurduğumuz ilişkilerden doğan kendini-örgütleyici özelliklerinin ortaya çıkarılacağı belirtilir. Yazar, disiplinlerarası bir bakışla (nöroloji, psikoloji, felsefe, kuantum fiziği vb.) aklı irdeler; bu çerçevede zihin tanımının “kim olduğumuzu” ve “aklın ne olduğunu/ne olabileceğini” aydınlatacak şekilde yeniden kurulmasını amaçlar. Giriş bölümünde Siegel’in amacı özetlenir: Akıl kavramının sıradan tanımlarını aşarak, öznel bilinç ve ilişkiler ağının tam merkezine yerleştirmektir.

Teorik Çerçeve

Akıl kavramının ne olduğu felsefeden sinirbilimcilere dek tartışılmaktır. Siegel, öncülük ettiği Kişilerarası Sinirbilim (Interpersonal Neurobiology – IPNB) yaklaşımıyla, zihni hem beyin içi süreçlerin hem de sosyal etkileşimlerin ürünü olarak ele alır. Siegel, geçmişteki bilimsel önyargıları şöyle özetler: “Hippokrates’ten beri, zihnin ‘beynin yaptığı şey’ olduğuna inanılmıştır; ancak öznel deneyim ve bilinç, sinirsel aktiviteye indirgenemez”. Bu yorum, zihnin beynin ürünü olmadığı savıyla örtüşür. Bilişsel bilimde öne çıkan “4E” modeli de benzer biçimde zihin tanımını genişletir: Zihin Bedensel (Embodied), Eylemsel (Enacted), Genişletilmiş (Extended) ve Gömülü (Embedded) süreçlerden oluşur. Bu bakışa göre, akıl yalnızca kafatası içinde sınırlı kalmaz; bedenimizle, eylemlerimizle, dış dünya ile etkileşimlerimizle ve sosyal bağlamlarımızla iç içedir.

IPNB’nin çabası, zihni hem “içsel” hem de “ilişkisel” boyutlarıyla tanımlayabilmektir. Siegel’in katıldığı multidisipliner bir grupta, “zihin neyin ürünü” sorusuna içgörülü bir çözüm bulunmaya çalışılmıştır: Nörolojik süreçlerdeki enerji akışı ile kişiler arası etkileşimlerdeki enerji-bilgi paylaşımı incelendiğinde, ortak payda enerji akışıdır. Yani, sinir hücrelerindeki elektrik-kimyasal enerji ve insanlar arası bilgi akışı “aynı temel madde” olarak görülmüştür. Dolayısıyla Siegel, zihni “içsel ve kişilerarası enerji/bilgi akışını düzenleyen ortaya çıkan, kendini-örgütleyen, bedensel ve ilişkisel bir süreç” olarak tanımlar. Bu tanım, zihni hem beyindeki sinir ağlarındaki dinamik akış hem de toplumsal-etkileşimsel süreçlerin kesişiminde konumlandırır. Özetle, teorik olarak Siegel’in çerçevesi zihin-beden ilişkisinin ötesine geçerek, sosyal-kültürel etmenleri de içeren karmaşık bir sistem kavramını gündeme getirir.

Ana Tartışma

Zihnin Doğası ve Tanımı

Siegel’in akıl tanımı, sinirbilim ve psikolojideki geleneksel tanımları kökten aşar. Örneğin Siegel, akademik literatürde “akıl” için bir tanım bulunmadığını, çoğunlukla “akıl, beynin yaptığı şeydir” önkabulu ile hareket edildiğini vurgular. Oysa bilinçli deneyimin nöral etkinlikten daha fazlasını içerdiğini belirtir. Bu doğrultuda Siegel, aklı organizasyonel bir sistem olarak görür. Bir incelemeye göre kitap, “aklı, çevresiyle enerji ve bilgi paylaşan bir sistem olarak tanımlar. Bu enerji ve bilgi, kendimize ve başkalarına dair anlayışımızı oluşturan bir ‘görüş’ (mindsight) yaratır”. Başka bir ifadeyle, akıl ne sadece biyokimyasal bir süreç ne de sadece toplumsal bir süreçtür; “aklın özü, beyindeki sinir ateşlenmesinin özü olan enerji ile ilişkilerdeki enerji-bilgi paylaşımının örtüşmesidir”. Siegel, zihnin temel maddesini enerji ve bilgi akışı olarak belirler. Bu bağlamda kitapta akıl, beynin tek başına ürünü değil, aynı zamanda bedenimizin ve etrafımızla etkileşimimizin sonucu olarak ortaya çıkan bir süreçtir.

Öz-Farkındalık ve Öznel Deneyim

Siegel için “öznel deneyim” aklın ayrılmaz bir boyutudur. Bilinçli deneyim ve kişisel bakış açısı (first-person deneyimi) onun yaklaşımında merkezi bir rol oynar. Kendisinin de belirttiği gibi, zihin hayatının bu öznel kısmı “ölçülemese de son derece gerçek ve önemli”dir. Kitapta “mindsight” kavramıyla tarif ettiği içe dönük farkındalık, bireyin kendi duygularını, düşüncelerini ve algılarını gözlemlemesi yeteneğidir. Siegel, bu görüşletinin içsel farkındalığı (“insight”) ve empatiyi geliştirdiğini vurgular. Bu öz-farkındalık sayesinde ayrışık deneyim parçalarının birbirine bağlanması, entegrasyonu sağlar ve “enerji/bilgi akışının uyumlu bir şekilde işlemesine” yol açar. Kitapta öne çıkan bir kavram da, zihnin dört temel bileşeninden biri olarak öznel deneyimdir. Siegel, aklın diğer bileşenleriyle birlikte “öznel deneyim, bilinç, bilgi işleme ve kendini-örgütleme” özelliklerine sahip olduğunu ifade eder. Buradan hareketle, öznel deneyim; bireyin ‘yaşıyor olma’ hissini, benlik algısını ve perspektifini içerir. Siegel’e göre zihnin bu iç görüyle fark edilmeyen boyutu ancak benlikleri (sensation, perspective, agency) çeşitlenen parçalar halinde birleştirildiğinde tam olarak ortaya çıkar. Bu yaklaşımda öz-farkındalık, terapi ve eğitim gibi alanlarda bireyin hem kendisiyle hem de başkalarıyla sağlıklı bir ilişki kurmasının önkoşuludur.

Nörobilimsel Temel ve Entegrasyon

Siegel, zihnin nörobilimsel altyapısını “nöroplastik” bir sistem olarak ele alır. Yani sinirsel bağlantılar deneyimlerle değişebilir ve gelişebilir. Bir incelemeciye göre kitap, aklın “nöroplastik bir sistem” olduğunu vurgularken, bu sistemin aynı zamanda kültür, amaç, değerler, bilim, maneviyat ve “an”dan etkilendiğini savunur. Örneğin Siegel, beyin gelişiminde güvenli bağlanmanın önemine ve sonrasında beynin bağlantılarının nasıl güçlendiğine işaret eder. Klinik deneyimlerinde de gözlemlerine dayanarak, çocuklarda olumlu terapötik değişimin beyindeki nöroplastik süreçlerle mümkün olduğunu belirtir. Hatta “beyindeki entegratif dönüşüm”ün her zaman zihnin bedensel ve ilişkisel boyutları (örneğin terapist ile çocuk arasındaki odaklanmış etkileşim) üzerinden gerçekleştiğini kaydeder.

Kitapta ayrıca zihinsel sağlığın anahtarı olarak entegrasyon kavramı işlenir. Siegel, kaos ve katılıkla kendini gösteren ruhsal acının, zihinsel entegrasyonu engelleyen durumlarda ortaya çıktığını belirtir. Bunun tersi olarak entegrasyonun, sistemin “akışkan, esnek, uyumlu ve dengeli” bir yapıya ulaşmasını sağladığı vurgulanır. Örneğin, “entegrasyonu kolaylaştıran bir zihin sağlıklı bir zindir; entegrasyonu engelleyen zihin ise kaos ve katılık biçiminde zihinsel acıya yol açar” der Siegel. Nörobilim açısından bu, beyin bölgeleri arası bağlantıların güçlenmesiyle örtüşür; pek çok zihinsel bozuklukta (şizofreni, otizm, depresyon gibi) bağlantı farklılaşmasının bozulduğu gözlenmiştir. Sonuç olarak Siegel, beynin ve zihnin bir bütün olarak kendini düzenleyen bir akış içinde olduğunu öne sürer: Bu akışta enerji ve bilginin dengeli dolaşımı, ruhsal bütünlüğü korur.

İlişkisel Zihin Modeli (MWe)

Siegel’in modelinde akıl, sadece bireyin tekil deneyiminden ibaret değildir; sosyal bağlar ve ilişkiler de zihnin ayrılmaz bir parçasıdır. Kitapta “ben” (içsel öz) ve “biz” (ilişkisel öz) arasındaki fark ve ortaklık vurgulanır. Siegel şöyle der: “İçimizde bir ‘ben’ vardır (bedenin duygu, perspektif ve ajansını içeren öznel benlik); bir de başkalarıyla ve doğayla kurduğumuz ilişkilerden oluşan bir ‘biz’ vardır. Bu ikisini, farklılıklarını kaybetmeden bağlayıp içsel ve ilişkisel olguları ayırt ederek bir araya getirmek mümkündür; işte bunu ‘MWe’ (Me + We) adıyla adlandırıyoruz”. Başka bir ifadeyle, zihnin bize sunduğu tam benlik anlayışı, yalnızca bireysel değil ilişkisel bir benlik modelini de içerir. Siegel bu bakışı onaylatmak için bilimsel toplantılar yapmış; sonuçta “benliğin bir bölümü bizi aşan bir sistemde, başka insanlarla etkileşimde şekillenir” görüşü hemfikirce benimsenmiştir. Bu fikir, kişisel kimliğin aslında “ben” ile “biz”in entegrasyonundan oluştuğu MWe kimliğinde somutlaşır. Sosyal bilimler de destekler nitelikte; yapılan araştırmalar, sağlıklı bağlar ve topluluk aidiyeti olmadan bireylerin ruhsal ve fiziksel sağlıklarında bozulmalar olduğunu göstermektedir. Siegel’in yaklaşımında, insanın ruhsal özü olarak karşımıza çıkan “aidiyet ve bütünleşme” ihtiyacı, bu Me–We dengesinin yitirilmemesiyle sağlanır.

Bilinç ve İnsan Olmanın Özü

Kitabın temel sorularından biri de bilincin doğasıdır. Siegel, bilinci zihnin dört temel özelliğinden biri olarak ele alır. Bilinç, “içsel acıyı nasıl bildiğimiz”, yani kendimize yönelik farkındalık yetimizdir. Öte yandan Siegel, bilincin sinirsel süreçlerle eşdeğer olmadığını vurgular. Nörolojik olarak alt tabanda ne yaşanıyor olursa olsun, bilinci bilme olgusu farklı bir alandır: “Bilinç, içsel deneyimlerimizin farkında olmamızı sağlar; ancak beyin ateşlenmeleri bu bilincin kendisi değildir”. Bu yaklaşım, bedenbilimsel felsefelerin (yeniden tanımlanmaya çalışılan “hard problem”) özetini andırır. Stanford Felsefe Ansiklopedisi’ne göre de “zihnin belki de en tanıdık ama en karmaşık yönü bilinçtir”. Siegel için insan olmanın özü ise tam da bu entegratif bilinç halidir: Kendimizle ilgili içsel ‘ben’ algısı ile başkalarıyla kurduğumuz ortak ‘biz’ deneyimi ancak birlikte düşünülerek, bütünlüklü bir varoluşa ulaşır. Nitekim Siegel’e göre zihin “kendini-örgütleyen, bedensel ve ilişkisel bir süreç” olarak tanımlandığında, entegrasyon bilimsel olarak beklenen sonuçtur. Bu entegrasyon, sistemin farklı parçalarını birbirine bağlayarak akıcı bir bütüne kavuşturur. Dolayısıyla “insan olmanın özü” de yalnızca biyolojik yaşamak değil, diğerleriyle bağlantı kurarak kendini tamamlama ve anlam yaratma sürecidir. Siegel, benlik ile aidiyetin (‘me’ ile ‘we’nin) MWe biçiminde birleştirilmesi gerektiğini savunur; bu da her insanın hem kişisel hem de kolektif düzeyde bütünleşme arayışının bir yansımasıdır.

Sonuç

Siegel’in Akıl: İnsan Olmanın Özüne Yolculuk kitabı, zihnin karmaşıklığını psiko-felsefi derinlikte ve çok disiplinli bir çerçevede tartışmaya açan kapsamlı bir eserdir. Yazar, aklı “sadece beyin etkinliği” olarak sınırlamayı reddeder; aksine zihni, bedenimizden ve sosyal çevremizden doğan enerji ve bilgi akışlarını düzenleyen dinamik bir sistem olarak ele alır. Kendi tecrübelerinden ve mevcut bilimsel birikimden yararlanarak, öz-farkındalık (mindsight), öznel deneyim, nöroplastisite ve ilişkisel bağlar gibi konular etrafında bütünsel bir model kurar. Sonuçta Siegel, zihin üzerine bilimsel ve felsefi bilgimizi birleştirip “ben” ile “biz” arasında köprü kurmanın insan doğasını anlayışımızı nasıl dönüştürebileceğini gözler önüne serer. Bu bütüncül bakış, aklın tanımı, bilinç-zeka ilişkisi ve ruh sağlığı üzerine teorik tartışmaları derinleştirirken, psikoloji ve nörolojinin ötesinde bir anlam arayışı sunar. Akademik literatürde ve uygulamada dikkat çekici bir katkı sayılabilecek bu eser, zihnin doğasına yönelik kapsamlı bir inceleme isteyen okuyucular için zengin bir kaynak teşkil eder.


 

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.