Çalışma: Taş Devrinden Robot Çağına Zamanımızı Nasıl Harcadığımızın Tarihi – James Suzman’ın Perspektifinden


 Türkçesi: Selma Uzun

Yayıma Hazırlayan: Eda Çaça, Serkan Seymen

Kapak Tasarımı: Kolektif Tasarım

Sayfa Düzeni: Semih Büyükkurt

1. Baskı, Kasım 2022

344 sayfa / 2. Hamur / Ciltsiz / 15 x 21,5 cm

ISBN: 978-605-2205-95-2


Çalışma: Taş Devrinden Robot Çağına Zamanımızı Nasıl Harcadığımızın Tarihi – James Suzman’ın Perspektifinden

James Suzman’ın “Çalışma: Taş Devrinden Robot Çağına Zamanımızı Nasıl Harcadığımızın Tarihi” (Work: A Deep History, from the Stone Age to the Age of Robots) adlı kitabı, insanlık tarihindeki çalışma kavramını derinlemesine inceleyen çarpıcı bir antropolojik araştırmadır. Suzman, çalışma kavramını tarihsel bir perspektifle ele alarak, Taş Devri’nden bugüne kadar işin nasıl evrildiğini ve günümüz teknolojik çağında çalışma anlayışımızın nasıl değiştiğini ortaya koyuyor. Bu yazıda, Suzman’ın bu kapsamlı incelemesinin temel noktalarına, insanlık tarihinde çalışmanın nasıl algılandığına ve gelecekte çalışma ile ilgili bizi nelerin beklediğine dair geniş bir analiz sunacağız.

Taş Devri ve Avcı-Toplayıcı Toplumlar: Çalışmanın Başlangıcı

James Suzman’ın çalışmasında üzerinde en çok durduğu konu, Taş Devri’nde yaşayan avcı-toplayıcı toplumların çalışma anlayışıdır. Bugün çalışma denildiğinde, genellikle düzenli bir işe sahip olmayı, bir iş yerinde belli saatlerde bulunmayı ve hayatın büyük bir kısmını iş yaparak geçirmeyi anlıyoruz. Ancak Suzman, bu algının insanlık tarihinde oldukça yeni bir kavram olduğunu öne sürüyor. Eski avcı-toplayıcı topluluklar, bugünkü anlamda bir iş kavramına sahip değillerdi. Onlar için çalışma, sadece hayatta kalmak için gerekli olanı elde etmekten ibaretti.

Suzman, özellikle Kalahari Çölü’nde yaşayan Ju/'hoansi halkını örnek veriyor. Bu halk, geçimlerini avlanma ve toplayıcılıkla sağlıyordu ve günümüzde birçok toplumda olduğu gibi haftada 40 saatten fazla çalışmaları gerekmiyordu. Aksine, Ju/'hoansi halkı sadece birkaç saat çalışarak yeterli yiyecek ve malzeme elde edebiliyordu. Bu toplumun yaşam biçimi, modern toplumların aksine, ihtiyaçları karşılamak için gerekli olanın ötesine geçmeyen bir çalışma anlayışına sahipti. Suzman, bu toplumların çalışma ile bolluk arasında nasıl bir denge kurduğunu ve modern kapitalist toplumların aksine aşırı üretim yapmadıklarını vurguluyor.

Ju/'hoansi örneği üzerinden, çalışma ve zamanın nasıl kullanıldığına dair oldukça farklı bir perspektif sunan Suzman, modern insanların çalışma hayatı ile ilgili mevcut anlayışlarının doğrudan bir zorunluluk olmadığını öne sürüyor. Bu, modern toplumların çalışma anlayışına getirdiği en önemli eleştirilerden biridir: insanlar, tarih boyunca hep bu kadar yoğun ve sürekli çalışmamışlardır.



Tarım Devrimi: Çalışmanın Yön Değiştirmesi

İkinci büyük dönüm noktası olan Tarım Devrimi, insanlık tarihinde çalışmanın doğasını köklü bir biçimde değiştirdi. Tarımın icadı, avcı-toplayıcı yaşam tarzını yavaş yavaş sona erdirdi ve insanların yerleşik bir yaşam biçimine geçmelerini sağladı. Bu, aynı zamanda daha sürekli ve düzenli bir çalışma gerektiriyordu. Tarlaların ekilmesi, hasat edilmesi, hayvanların evcilleştirilmesi ve bakımının yapılması gibi görevler, insanların günlük hayatını şekillendirdi.

Suzman, tarımın insan topluluklarını nasıl dönüştürdüğünü detaylandırırken, çalışma ve üretim kavramının derin bir değişim geçirdiğini anlatır. Tarım, insanlara mülkiyet ve birikim gibi yeni kavramlar kazandırdı. Artık insanlar sadece hayatta kalmak için değil, aynı zamanda fazladan ürettiklerini biriktirerek gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak için çalışıyordu. Bu değişim, toplumsal hiyerarşilerin ve sınıf farklılıklarının doğmasına neden oldu.

Tarım topluluklarında çalışma, bir zorunluluk haline geldi. Bu zorunluluk, insanları doğayla daha yakından etkileşime sokarken, aynı zamanda doğanın sınırlarını zorlayan bir yaşam biçimi geliştirdi. Özellikle iklim koşulları ve toprak verimliliği gibi faktörlere bağlı olarak çalışma yoğunlaştı. Tarım, insanları yılın büyük bir bölümünde çalışmaya ve mevsim döngülerine bağlı bir hayat sürmeye zorladı.

Suzman, tarım devrimiyle birlikte işin bireysel bir etkinlikten çok kolektif bir çabaya dönüştüğünü belirtir. Tarım, iş gücünün paylaşılmasını ve organize edilmesini gerektiren bir yaşam biçimiydi. Bu, aynı zamanda toplumların genişlemesine ve daha karmaşık sosyal yapıların ortaya çıkmasına neden oldu. Yerleşik toplumlar, artık sadece günlük ihtiyaçlarını karşılamakla yetinmiyor, aynı zamanda fazladan ürettiklerini biriktiriyor ve takas yaparak daha büyük ekonomiler oluşturuyorlardı.



Endüstri Devrimi: Fabrikalar ve Zamanın Denetimi

Endüstri Devrimi, çalışma tarihindeki en büyük dönüşümlerden birini simgeler. Buhar makineleri, fabrikalar ve sanayi üretimi, çalışma kavramını tamamen değiştirdi. İnsanlar artık tarım toplumlarının düzenine göre değil, fabrikaların ihtiyaçlarına göre organize oluyorlardı. Endüstri Devrimi ile birlikte çalışma saatleri, mekanik üretim süreçlerine uyum sağlayacak şekilde sıkı bir denetim altına alındı.

Suzman, bu dönemin çalışma anlayışına getirdiği değişiklikleri detaylandırarak, fabrikaların işçilerin hayatını nasıl yeniden şekillendirdiğini inceliyor. Endüstri Devrimi, işin zaman üzerinden değerlendirilmeye başlanmasına neden oldu. Artık çalışma, sadece üretim miktarına göre değil, işçilerin fabrikada geçirdiği zaman üzerinden ölçülüyordu. Bu dönemde, işçi sınıfı büyük bir baskı altına girdi ve iş gücü verimliliği, işverenlerin en çok önem verdiği konu haline geldi.

Fabrikaların ve makinelerin ortaya çıkması, insanların doğayla olan geleneksel ilişkisini kopardı. Tarım toplumlarında doğanın döngülerine bağlı olarak çalışan insanlar, artık makinelerin ritmine ve fabrikaların talimatlarına uymak zorunda kaldı. Endüstri Devrimi ile birlikte zaman, çalışmanın en önemli ölçütü haline geldi ve insanlar hayatlarını iş saatlerine göre organize etmeye başladılar. Çalışma disiplini, endüstriyel toplumun temel değerlerinden biri haline geldi.

Suzman, bu dönemin insanların çalışma yaşamlarını ve sosyal yapıları nasıl dönüştürdüğüne dair kapsamlı bir analiz sunuyor. Fabrikalar, bireysel yaratıcılığı ve esnekliği bastırırken, insanların toplu halde belli bir düzene göre çalışmasını gerektiriyordu. İşçiler, makinelerin ve üretim süreçlerinin birer parçası haline geldi ve bu süreç, insanların yaşamlarının büyük bir bölümünü iş gücüne adayarak geçirmesine neden oldu.



20. Yüzyıl: Refah Devleti ve Sendikal Hareketler

20. yüzyıl, çalışma hayatında bir başka önemli değişim dönemidir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, birçok ülkede refah devleti modelleri benimsendi ve çalışanların hakları üzerine yeni düzenlemeler yapıldı. İşçi sınıfının artan talepleri ve sendikal hareketlerin güç kazanmasıyla, çalışma koşullarında önemli iyileştirmeler yapıldı. Haftalık çalışma saatleri sınırlandırıldı, ücretler iyileştirildi ve işçi hakları genişletildi.

Suzman, bu dönemin çalışma anlayışındaki önemli bir değişimi vurguluyor: çalışma saatlerinin sınırlandırılması ve işçilerin daha fazla boş zamana sahip olmaları. Bu, endüstri devriminin getirdiği aşırı çalışma koşullarının bir nevi dengelenmesi olarak görülebilir. Ancak, Suzman'a göre bu gelişme bile, insanların çalışma hayatındaki temel sorunları tamamen çözebilmiş değil.

20. yüzyılın ortalarına doğru, özellikle Batı'da birçok ülkede işçilerin haklarını koruyan yasalar çıkarıldı. Ancak Suzman, bu dönemde bile çalışma anlayışının hâlâ maddi ihtiyaçlara odaklandığını ve insanların iş dışındaki hayatlarına yeterince değer verilmediğini savunuyor. İş, insanın kimliğini tanımlayan bir unsur haline gelmeye devam etti.



Robot Çağı ve Otomasyon: Çalışmanın Geleceği

Suzman’ın kitabının önemli bir bölümü, robotlar ve otomasyonun çalışma hayatına etkilerine odaklanıyor. Günümüzde, teknolojinin hızla gelişmesi ve robotların birçok sektörde insan iş gücünün yerini almasıyla birlikte, çalışma anlayışımız yeniden bir dönüşüm geçiriyor. Robotlar ve yapay zeka, insan gücüne olan ihtiyacı azaltırken, işin doğasını da temelden değiştirme potansiyeline sahip.

Suzman, teknolojinin getirdiği bu büyük değişimi analiz ederken, robotların sadece iş gücünü değil, aynı zamanda toplumdaki eşitsizlikleri nasıl derinleştirebileceğini de vurguluyor. Otomasyon, bazı sektörlerde büyük bir verimlilik sağlarken, diğer alanlarda işsizliği artırabilir. Bu, gelecekte çalışma hayatının nasıl şekilleneceği konusunda önemli soru işaretleri doğuruyor.

Suzman’a göre, robot çağında insanların iş dışında kendilerine daha fazla zaman ayırmaları ve çalışma hayatını yeniden düşünmeleri gerekebilir. Bu noktada, çalışma hayatına dair mevcut anlayışlarımızın sorgulanması ve gelecekte daha esnek, insan odaklı bir çalışma modeli oluşturulması önemlidir.



Sonuç: Çalışmanın Evrimi ve Modern Toplum

James Suzman’ın “Çalışma: Taş Devrinden Robot Çağına Zamanımızı Nasıl Harcadığımızın Tarihi” adlı kitabı, insanlık tarihindeki çalışma anlayışının evrimine dair derinlemesine bir analiz sunuyor. Kitap, Taş Devri’nden günümüze kadar geçen süreçte çalışma kavramının nasıl dönüştüğünü ve gelecekte bizi nelerin beklediğini anlamamıza yardımcı oluyor.

Suzman, çalışma hayatının tarih boyunca sürekli bir değişim içinde olduğunu ve bu değişimin toplumların sosyal yapıları üzerinde büyük etkileri olduğunu vurguluyor. Özellikle modern toplumlarda çalışma, bireylerin kimliklerini tanımlayan en önemli unsurlardan biri haline gelmiş durumda. Ancak gelecekte, robotlar ve otomasyonun yaygınlaşmasıyla birlikte, çalışma anlayışımızın yeniden sorgulanması gerektiği bir döneme giriyoruz.

Kitap, insanlık tarihinde çalışmanın sadece maddi ihtiyaçları karşılamak için değil, aynı zamanda toplumsal ve bireysel anlamda bir kimlik aracı olarak kullanıldığını gösteriyor. Suzman’ın analizine göre, çalışma, insanın doğayla, toplumla ve kendi varlığıyla kurduğu ilişkiyi şekillendiren temel unsurlardan biri olmaya devam ediyor.



Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.