Büyücüler Çağı: Felsefenin İhtişamlı On Yılı (1919-1929)
Türkçesi: Ali Nalbant
Yayıma hazırlayan: Serkan Seymen
Sayfa düzeni: Semih Büyükkurt
Kapak tasarımı: Kolektif Tasarım
1. Baskı Nisan 2023
ISBN: 978-625-6896-00-0
376 s. / 2. Hamur / Ciltsiz / 13,5 x 19,5
Büyücüler Çağı: Felsefenin İhtişamlı On Yılı (1919-1929)
Wolfram Eilenberger’in Büyücüler Çağı: Felsefenin İhtişamlı On Yılı (1919-1929) adlı eseri, 20. yüzyılın başında entelektüel dünyada devrim niteliğinde değişimler gerçekleştiren dört büyük filozofun, Ludwig Wittgenstein, Martin Heidegger, Ernst Cassirer ve Walter Benjamin'in fikir dünyalarını detaylıca ele alıyor. Bu filozoflar, I. Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’nın içine girdiği kaotik dönemde, felsefeye yeni bir yön çizerek modern düşüncenin temellerini attılar. Kitap, sadece bu dört düşünürün felsefi serüvenlerini değil, aynı zamanda onların yaşadığı tarihsel ve kişisel süreçleri de irdeleyerek bu on yılın felsefi etkisini gözler önüne seriyor.
Tarihsel Bağlam: Avrupa'nın Yeniden İnşası
1919-1929 yılları arasında Avrupa, Birinci Dünya Savaşı'nın yaralarını sarmaya çalışırken derin bir düşünsel krizle de yüzleşiyordu. Savaşın yıkıcı etkileri, yalnızca ekonomik ve siyasi düzeni değil, aynı zamanda felsefi düşünceyi de kökten etkiledi. Aydınlanma'nın insanlığa sunduğu ilerleme ve rasyonaliteye dair inançlar, savaşla birlikte büyük ölçüde sarsılmıştı. İnsanlık, teknolojik gelişmelere rağmen kendini bir savaşın yıkımına sürüklemişti. Bu kriz, sadece siyasi ya da ekonomik bir kriz değildi; insanın varoluşuna, akla ve ahlaka dair temel sorular yeniden gündeme geldi. Eilenberger’in de eserinde vurguladığı gibi, bu ortamda yeni bir felsefi anlayış kaçınılmazdı.
Bu dönemde Wittgenstein, Heidegger, Cassirer ve Benjamin, her biri kendi yolunu izleyerek, felsefenin geleneksel yaklaşımlarını sorgulamaya başladılar. Wittgenstein, dilin sınırlarına odaklanırken, Heidegger varoluşu ve ölüm kavramını temel alan bir felsefe inşa ediyordu. Cassirer ise kültürel sembollerin dünyasını incelerken, Benjamin modernliğin eleştirisini yapıyordu. Bu dört düşünür, Avrupa’nın entelektüel dünyasında farklı yönlerden büyük bir etki yaratarak, 20. yüzyıl felsefesinin temellerini attılar.
Ludwig Wittgenstein: Dilin Sınırları ve Felsefi Sessizlik
Ludwig Wittgenstein, 20. yüzyılın en etkili ve karmaşık düşünürlerinden biri olarak, Eilenberger’in kitabında önemli bir yer tutar. Wittgenstein, ilk büyük eseri olan Tractatus Logico-Philosophicus’u savaş sonrası yıllarda tamamladı ve bu eserle, felsefeye dilin mantıksal yapısına dair devrim niteliğinde bir perspektif getirdi. Ona göre, felsefenin geleneksel sorunları dilin yanlış kullanımı nedeniyle ortaya çıkmıştır. Dilin yapısı dünyanın yapısıyla örtüşmeli ve dünyayı anlamak için dile yönelik bu mantıksal yapı titizlikle analiz edilmelidir.
Wittgenstein, dilin sınırlarının, dünyanın sınırlarını da belirlediğini öne sürerek “üzerinde konuşulamayan konusunda susmak gerekir” diyordu. Bu görüş, felsefenin dil yoluyla tüm gerçekliği kavrayamayacağına işaret eder ve felsefenin işlevini daraltmayı önerir. Wittgenstein’a göre, felsefenin amacı dünyayı açıklamak değil, dilin yanlış kullanımı sonucu ortaya çıkan kafa karışıklıklarını çözmek olmalıdır. Wittgenstein’ın dil felsefesi, sonraki yıllarda analitik felsefenin temellerini atarak, 20. yüzyıl boyunca büyük etkiler yaratmıştır.
Eilenberger, Wittgenstein’ın içsel dünyasını ve felsefi dönüşümünü titizlikle incelerken, onun dilin sınırlarına olan ilgisinin, bir yandan mantıksal çözümlemeye dayalı bir arayış olduğunu, öte yandan derin bir manevi deneyimle ilişkilendirildiğini gösterir. Wittgenstein’ın Tractatus'ta ulaştığı son nokta, felsefenin artık çözemeyeceği noktaların kabul edilmesidir. Felsefe bir noktadan sonra sessiz kalmalı, çünkü dilin ötesinde anlam yaratma çabası anlamsızdır. Bu, felsefe tarihinin en radikal sonuçlarından biridir.
Martin Heidegger: Varlık ve Zaman Arasında
Martin Heidegger, Büyücüler Çağı’nda, varoluşçu felsefenin kurucu figürlerinden biri olarak sunulmaktadır. Heidegger, 1927 yılında yayımladığı Varlık ve Zaman adlı eseriyle felsefe dünyasında büyük yankı uyandırdı. Heidegger, geleneksel metafizik düşüncenin, varlığın özünü unuttuğunu savunarak, “varlık” sorusunu yeniden felsefenin merkezine yerleştirdi. Heidegger’e göre, insan (Dasein) dünyaya fırlatılmış bir varlıktır ve varoluşunu anlamak için kendi sonluluğuyla yüzleşmek zorundadır.
Heidegger, bireyin varoluşunu anlamlandırmasının, ölümle yüzleşmesiyle mümkün olacağını savunur. Ölüm, insan varoluşunun kaçınılmaz bir gerçeği olarak, bireyin yaşamını özgürleştirir. Birey, ölümün farkındalığıyla kendi varoluşunu daha anlamlı hale getirebilir ve özgürlüğünü bu farkındalıkla yeniden keşfeder. Heidegger’in düşüncesi, bireyin özünü modern dünyanın dayattığı yapay ve yüzeysel normların ötesinde arayan bir felsefi yolculuktur.
Heidegger’in modern dünyaya dair eleştirisi, aynı zamanda teknoloji ve rasyonalitenin insan varoluşunu nasıl tehdit ettiğine dair derin bir sorgulama içerir. Modern teknoloji, insanı varlığından uzaklaştırarak onu bir nesneye indirger. Heidegger, modern insanın teknolojiye olan bu bağımlılığıyla varoluşunu unutmaya başladığını savunur. Bu görüş, Heidegger’in felsefesinin modern teknolojiye dair önemli eleştirilerinden biridir. Eilenberger, Heidegger’in bu düşüncelerini Wittgenstein’ın dilsel sınırlarla ilgili düşünceleriyle karşılaştırarak, onların dünya ve varlık anlayışlarındaki temel farklılıkları ortaya koyar.
Ernst Cassirer: Semboller Aracılığıyla Dünyayı Anlamak
Ernst Cassirer, Eilenberger’in eserinde rasyonalist ve kültürel perspektifleri birleştiren bir filozof olarak sunulmaktadır. Cassirer, Aydınlanma geleneğine bağlı kalarak, insanı bir semboller üreten varlık olarak tanımlar. Onun en önemli çalışması olan Sembolik Formlar Felsefesi, dil, sanat, din, mit ve bilim gibi sembolik sistemlerin insanın dünyayı anlamlandırma biçimleri olduğunu savunur.
Cassirer’e göre, insan varlığı, dünyayı semboller aracılığıyla anlamlandırır ve bu semboller insanın kültürel evrenini şekillendirir. Dil, sadece bir iletişim aracı değildir; aynı zamanda insanın dünyayı kavrama biçimidir. Bu bağlamda Cassirer, Wittgenstein’ın dil analizine yakın durur, ancak dilin yanı sıra diğer sembolik formlar üzerinden de insanın varoluşunu anlamaya çalışır. Eilenberger, Cassirer’in bu sembolik dünya anlayışını detaylandırarak, onu diğer üç filozofla karşılaştırır.
Cassirer’in felsefesi, Aydınlanma’nın insan aklına ve özgürlüğüne olan inancını sürdürürken, insanın yaratıcı gücünü semboller aracılığıyla ortaya koyduğunu vurgular. Cassirer, dilin sınırlarının ötesine geçerek sanat, mit ve din gibi insanın diğer anlam arayışlarını da analiz eder. Bu yönüyle, Wittgenstein ve Heidegger gibi düşünürlerin daha bireysel ve varoluşçu yaklaşımlarına karşı, Cassirer daha kültürel bir perspektif sunar.
Walter Benjamin: Modernliğin Eleştirisi ve Tarihin Melankolisi
Walter Benjamin, modernliğin eleştirisi ve tarih anlayışıyla Eilenberger’in kitabında özgün bir konumda yer alır. Benjamin, modern dünyadaki hızlı değişimlerin, kapitalizmin ve teknolojinin birey üzerinde yarattığı yabancılaşmayı derinlemesine sorgulayan bir düşünürdür. Eilenberger, Benjamin’in özellikle tarih ve kültür üzerine yaptığı analizlerin felsefe dünyasında nasıl yankı bulduğunu ve onun melankolik bakış açısının modern düşünceyi nasıl şekillendirdiğini ortaya koyar.
Benjamin’in Pasajlar adlı çalışması, modern kapitalizmin, tüketim kültürünün ve teknolojik ilerlemenin birey üzerinde nasıl yıkıcı etkiler yarattığını gösterir. Paris’in pasajlarında yaptığı gözlemlerden esinlenen Benjamin, bu pasajları modern toplumun bir mikrokozmosu olarak görür. Benjamin’in tarih anlayışı ise lineer değildir. Ona göre tarih, ilerleyen bir süreç değil, geçmişin hatırlanmasıyla anlam kazanan bir döngüdür. Tarihsel olaylar, sürekli ileriye doğru bir hareketten ziyade, geçmişin farklı anlarında biriken kırılmalardan oluşur.
Benjamin, modern dünyanın birey üzerindeki etkilerini ele alırken, kültürel eleştiriyi tarihsel materyalizmle birleştirir. Bu yönüyle, Marksist bir bakış açısıyla modernliği analiz ederken, aynı zamanda metafiziksel bir derinlik sunar. Eilenberger, Benjamin’in düşüncelerindeki bu paradoksal yapıyı ve onun felsefeye yaptığı katkıları titizlikle analiz eder. Benjamin, felsefeyi sadece akademik bir disiplin olarak değil, modern dünyanın krizlerine yanıt arayan bir araç olarak kullanır.
Davos Karşılaşması: Cassirer ve Heidegger'in Çatışması
1929’da Davos’ta gerçekleşen ünlü Heidegger-Cassirer tartışması, Eilenberger’in kitabında büyük önem taşır. Bu tartışma, modern felsefenin iki ana damarı olan Aydınlanma geleneği ve varoluşçu düşüncenin çatışmasını temsil eder. Cassirer, insanın özgürlüğünün akılla ve bilimsel ilerlemeyle sağlanabileceğine inanırken, Heidegger bu görüşe karşı çıkar. Heidegger’e göre, insanın özgürlüğü modern dünyanın teknik ve rasyonel yapıları tarafından tehdit edilmektedir.
Cassirer, Aydınlanma düşüncesini savunarak insanın akıl yoluyla özgürleşebileceğini öne sürerken, Heidegger modern dünyanın insanı varoluşundan uzaklaştırdığını savunur. Bu tartışma, sadece iki filozofun bireysel fikir ayrılıklarını değil, aynı zamanda felsefenin modern dünyadaki rolünü yeniden tanımlayan derin bir çatışmayı yansıtır. Eilenberger, bu tartışmayı ayrıntılı bir şekilde ele alarak, felsefenin modern dünyadaki rolünü nasıl dönüştürdüğünü açıklar.
Felsefenin Yeniden Doğuşu: Dört Filozofun Mirası
Eilenberger’in Büyücüler Çağı adlı eseri, Wittgenstein, Heidegger, Cassirer ve Benjamin gibi dört büyük filozofun felsefeyi nasıl yeniden tanımladığını ve modern dünyaya dair soruları nasıl ele aldığını anlatıyor. Bu düşünürler, savaş sonrası dönemin kaotik yapısıyla başa çıkmak için, felsefenin işlevini ve insan varoluşunu yeniden sorguladılar. Her biri, farklı perspektiflerden hareket ederek, modern dünyanın krizlerine yanıt aradılar.
Wittgenstein, dilin sınırlarını araştırırken, Heidegger varoluşun özünü yeniden keşfetmeye çalıştı. Cassirer, insanın sembolik dünyasını analiz ederken, Benjamin modernliğin krizlerini eleştiren bir düşünce geliştirdi. Eilenberger, bu dört düşünürün entelektüel mirasını detaylı bir şekilde ele alarak, onların düşüncelerinin 20. yüzyıl felsefesine nasıl yön verdiğini açıklar.
Sonuç: Modern Felsefenin İhtişamlı On Yılı
1919-1929 yılları arasında Avrupa, siyasi, toplumsal ve entelektüel anlamda büyük dönüşümlere sahne oldu. Wolfram Eilenberger’in Büyücüler Çağı eseri, bu dönemin dört büyük filozofunu ve onların felsefeye getirdiği yeni bakış açılarını kapsamlı bir şekilde inceliyor. Wittgenstein, Heidegger, Cassirer ve Benjamin, modern felsefenin temellerini atarak, sonraki nesillerin düşünsel dünyasını şekillendiren önemli isimler oldular.
Eilenberger’in eseri, bu dört filozofun entelektüel yolculuklarını ve felsefi sistemlerini anlamamıza olanak tanıyan önemli bir kaynak olarak, felsefenin modern dünyadaki yerini yeniden düşünmemizi sağlıyor. Bu filozoflar, savaşın ve krizlerin gölgesinde, felsefeyi yeniden doğuran bir entelektüel devrim yarattılar ve düşünce dünyasının köklü değişimine öncülük ettiler.
Leave a Comment