Hayvanların Tarihi: Oxana Timofeeva ile Felsefi Bir Yolculuk
Türkçesi: Barış Engin Aksoy
Yayıma Hazırlayan: Müge Karahan
Son Okuma: Arif Yıldız
Kapak Tasarımı: Deniz Akkol
Sayfa Düzeni: Semih Büyükkurt
1. Baskı, Kasım 2018
Sayfa 230 / 2. Hamur / Ciltsiz / 13,5 x 19,5 cm
ISBN: 978-605-2205-21-1
Tür: Felsefe
Hayvanların Tarihi: Oxana Timofeeva ile Felsefi Bir Yolculuk
Oxana Timofeeva’nın Hayvanların Tarihi: Felsefi Bir Deneme adlı eseri, hayvanların tarihine derinlemesine bir bakış sunan, onların tarih boyunca hem kültürel hem de felsefi anlamda nasıl ele alındıklarını inceleyen önemli bir çalışmadır. Hayvanlar, insanlar tarafından sadece besin veya çalışma aracı olarak değil, aynı zamanda sembolik anlamlar yüklenen, toplumların ideolojik ve politik tartışmalarında sıkça yer verilen varlıklar olarak değerlendirilir. Timofeeva, bu bağlamda hayvanların tarihini, insan-hayvan ilişkileri üzerinden sorgular ve onları bir felsefi özne olarak konumlandırma çabası gösterir. Bu yazıda, Hayvanların Tarihi kitabını detaylıca inceleyecek, hayvanların tarihsel, ontolojik ve felsefi düzlemde nasıl bir yer tuttuğunu ele alarak, yüksek lisans seviyesinde genişleterek değerlendireceğiz.
Felsefi Bir Giriş: Hayvanların Tarihi Nedir?
Timofeeva’nın kitabı, hayvanların felsefe tarihinde ve toplumsal süreçlerde nasıl ele alındığına dair köklü bir analiz sunar. Kitabın başında Timofeeva, hayvanların tarihinin sadece insanlar tarafından anlatılabileceğini kabul eder, çünkü insanlık tarihi boyunca hayvanlar, insanların perspektifinden değerlendirilmiş, onların yaşantılarına, kültürlerine ve ekonomik sistemlerine entegre edilmiştir. Timofeeva’nın temel amacı, bu tarihsel yapıyı sorgulamak, hayvanların sadece insanlara bağlı olarak var olmadığını, onların da bir tarihi olduğunu kanıtlamaktır.
Bu noktada Timofeeva, hayvanları tarihsel bir özne olarak ele almanın gerekliliğini vurgular. Hayvanlar sadece biyolojik ya da ekonomik bir kaynak değil, aynı zamanda toplumsal yapıların ve insan kültürlerinin şekillenmesinde önemli roller oynamış varlıklardır. Hayvanların tarihi, hem insanlık tarihi ile iç içe geçmiş hem de ondan bağımsız bir şekilde gelişmiştir. Ancak Timofeeva’nın asıl vurgulamak istediği, hayvanların insan-merkezli tarihin bir parçası olarak ele alınmalarının, onların ontolojik varlıklarını görmezden gelmek olduğudur.
Felsefe ve Hayvanlar: Aristoteles’ten Derrida’ya
Felsefe tarihi boyunca hayvanlar, çoğu zaman insandan aşağıda, ama bitkilerden yukarıda bir yere yerleştirilmiştir. Bu hiyerarşik anlayış, özellikle Aristoteles ile başlar. Aristoteles, hayvanları rasyonaliteye sahip olmadıkları gerekçesiyle insanlardan ayrı bir kategoriye koymuş ve onların insan hayatındaki yerini işlevsel bir şekilde tanımlamıştır. Bu hiyerarşik yapı, insanları üstün varlıklar olarak konumlandırırken, hayvanları sadece insanların yaşamını kolaylaştıran varlıklar olarak değerlendirir. Timofeeva, bu bakış açısına eleştirel bir perspektiften yaklaşarak, hayvanların sadece insanlar için var olmadığını, onların da kendilerine özgü bir varoluş biçimlerine sahip olduklarını savunur.
Modern dönemde Jacques Derrida gibi düşünürler, insan-hayvan ilişkisini farklı bir şekilde ele alarak, bu ilişkiye dair felsefi temelleri sorgulamışlardır. Derrida, hayvanların sadece insanlar tarafından gözlemlenen, kontrol edilen varlıklar olmadığını, onların da bir özne olduğunu savunur. Derrida’nın meşhur "hayvanın bakışı" kavramı, insan-hayvan ilişkisine dair önemli bir kırılma noktasıdır. İnsanlar, hayvanları gözlemlerken, hayvanlar da insanları gözlemler. Bu karşılıklı bakış, insanın kendisini doğanın merkezi olarak görmesini sorgulatır ve hayvanların felsefi öznelliğini ortaya koyar. Timofeeva, Derrida’nın bu bakış açısını benimseyerek, hayvanların tarihini yeniden yazmanın insanın tarihsel öznelliğini sorgulamakla mümkün olduğunu savunur.
Hayvanların Sömürüsü ve Kapitalist Modernite
Timofeeva’nın analizlerinin önemli bir kısmı, kapitalist modernite bağlamında hayvanların nasıl sömürüldüğünü incelemeye odaklanır. Kapitalist üretim sistemlerinde hayvanlar, çoğu zaman birer metaya indirgenmiştir. Hayvanlar, tarımda, endüstride ve ticarette kullanılan, tüketilen ve sömürülen varlıklar olarak görülmüştür. Timofeeva, bu durumu eleştirerek, kapitalizmin hayvanları nasıl birer üretim aracı olarak gördüğünü ve onların ontolojik varlıklarını hiçe saydığını savunur.
Bu noktada John Berger’in Hayvanlara Niçin Bakarız? adlı eserine yaptığı atıf dikkat çekicidir. Berger, modern dünyada hayvanların giderek ortadan kaybolduğunu ve onların yerini, hayvan figürlerinin (oyuncaklar, maskotlar, hayvan temalı ürünler) aldığını belirtir. Timofeeva da hayvanların kapitalist modernite tarafından nasıl sistematik bir şekilde görünmez hale getirildiğini vurgular. Hayvanların sanal, sembolik ya da tüketim nesnesi olarak var olduğu bu dünyada, gerçek hayvanlar giderek daha fazla yok sayılmakta, onların varoluşları göz ardı edilmektedir.
Timofeeva’nın bu analizleri, kapitalist üretim sistemleri ve hayvanların metalaşması üzerine önemli bir eleştiri sunar. Hayvanlar, sadece insanlar için faydalı oldukları ölçüde değer kazanırlar ve bu değer, onların yaşam haklarını yok sayar. Bu eleştirel perspektif, modern toplumlarda hayvanlara yönelik etik tartışmaların da merkezinde yer alır. Hayvan hakları hareketleri, bu durumu tersine çevirmeye çalışan girişimlerden biri olarak değerlendirilebilir. Ancak Timofeeva, bu hareketlerin çoğu zaman hayvanları hala insan-merkezli bir perspektiften ele aldığını savunur.
İnsan-Hayvan Ayrımının Eleştirisi
İnsan-hayvan ayrımı, felsefe tarihinde derin köklere sahip bir düşüncedir. Bu ayrım, insanları rasyonel, bilinçli varlıklar olarak görürken, hayvanları daha ilkel ve irrasyonel varlıklar olarak sınıflandırır. Ancak Timofeeva, bu ayrımın sadece felsefi bir yapı olmadığını, aynı zamanda politik ve toplumsal bir güç ilişkisini temsil ettiğini savunur. İnsan-hayvan ayrımı, insanın hayvan üzerinde egemenlik kurma hakkını meşrulaştıran bir araç olarak kullanılır.
Bu noktada Giorgio Agamben’in antropolojik makine kavramı önemlidir. Agamben’e göre, insan-hayvan ayrımı, insanın kendisini tanımlamak ve bu tanım üzerinden hayvanları dışlamak için kullandığı bir mekanizmadır. Bu mekanizma, insanın kendisini üstün görmesine ve hayvanlar üzerinde tahakküm kurmasına olanak tanır. Timofeeva, bu mekanizmanın felsefi ve politik olarak sorgulanması gerektiğini savunur. İnsan-hayvan ayrımı, sadece felsefi bir problem değil, aynı zamanda bir egemenlik ilişkisi ve sömürü aracıdır.
Timofeeva’nın analizleri, bu ayrımın ortadan kaldırılması gerektiğini savunur. İnsan ve hayvan arasındaki hiyerarşik ilişkiyi sorgulamak, sadece hayvan haklarını korumakla kalmaz, aynı zamanda insanın kendisini doğanın merkezi olarak konumlandırdığı tüm düşünce sistemlerini de alt üst eder. Timofeeva, hayvanların sadece birer biyolojik varlık değil, felsefi bir özne olarak ele alınmaları gerektiğini savunur.
Hayvanların Toplumsal Kariyeri: Totemcilikten Modern Hayvan Haklarına
Hayvanların tarihsel olarak toplumlar içinde nasıl ele alındığını anlamak için, Timofeeva, totemcilik gibi eski inanç sistemlerinden modern hayvan hakları hareketlerine kadar uzanan bir süreci ele alır. Totemcilik döneminde hayvanlar, kutsal varlıklar olarak görülür ve insanların ruhsal yaşamlarında önemli bir yer tutar. Bu inanç sistemlerinde hayvanlar, insanlar ile doğa arasında bir köprü görevi görür ve sembolik anlamlar yüklenir.
Ancak modern dönemde hayvanlar, daha çok metalaşmış ve insanlar için birer tüketim nesnesine dönüşmüştür. Hayvanlar, et, süt, deri gibi ürünler elde etmek için kullanılan araçlar haline gelmiştir. Timofeeva, bu dönüşümün hayvanların toplumsal statüsünü nasıl değiştirdiğini inceler. Hayvanlar, kutsal varlıklardan birer üretim aracına dönüşmüş ve bu durum, onların tarihsel varoluşlarını olumsuz yönde etkilemiştir.
Modern hayvan hakları hareketleri, hayvanların bu metalaşma sürecine karşı bir başkaldırı olarak değerlendirilebilir. Ancak Timofeeva, bu hareketlerin çoğu zaman insan-merkezli bir merhamet anlayışına dayandığını ve bu nedenle de hayvanların özne olarak varoluşlarını tam anlamıyla tanımadığını savunur. Hayvan hakları söylemi, hayvanları insanın yardımına muhtaç varlıklar olarak görmeye devam eder ve bu da hayvanların ontolojik özgürlüklerini engeller.
Hayvanlık Bir İsyan mıdır?
Timofeeva’nın kitabındaki en dikkat çekici düşüncelerden biri, hayvanlığı bir tür felsefi isyan olarak ele almasıdır. Hayvanlar, insanların kontrol edemediği, irrasyonel ve tehlikeli görülen varlıklar olarak, insan merkezli düşünceye karşı bir başkaldırıyı temsil eder. Timofeeva’ya göre hayvanlık, insanın kendisini evrenin merkezi olarak konumlandırdığı her türlü düşünce yapısına bir meydan okuma niteliği taşır.
Bu isyan, hayvanların kendi varoluşsal haklarını talep etmesi anlamına gelir. İnsan-hayvan ayrımına dayalı hiyerarşik yapının yıkılması, hayvanların tarihsel ve felsefi varlıklar olarak tanınmasını gerektirir. Timofeeva, bu noktada insanın kendisini merkeze alan düşünce sistemlerinden kurtulması gerektiğini savunur. Hayvanlar, insanlar gibi özne olarak kabul edilmediği sürece, bu isyan süreci tamamlanamaz.
Sonuç: Hayvanların Tarihinde Felsefi Bir Dönüşüm
Oxana Timofeeva’nın Hayvanların Tarihi: Felsefi Bir Deneme adlı eseri, hayvanların tarihini ve ontolojik varoluşlarını sorgulayan derin bir düşünce sistemini ele alır. Hayvanların sadece insanlar için var oldukları düşüncesine karşı çıkan Timofeeva, onların da tarihsel ve felsefi bir özne olarak kabul edilmeleri gerektiğini savunur. Kitap, insan-hayvan ilişkisini sorgularken, bu ilişkinin felsefi ve politik temellerini de deşer.
Sonuç olarak, Timofeeva’nın çalışması, hayvanların felsefi öznelliğini ve tarihsel varlıklarını ele alarak, insan merkezli düşünce sistemlerine karşı bir meydan okuma niteliği taşır. Bu eser, hayvanların sadece birer tüketim nesnesi olmadıklarını, onların da tarihsel bir varoluşa sahip olduklarını savunan bir felsefi dönüşümün kapılarını aralar.
Leave a Comment