Batı Felsefesi Tarihi 3. Cilt: Modern Felsefe - Bertrand Russell Üzerine Derinlemesine Bir İnceleme
Çevirmen:Sayfa:599 Cilt:Ciltsiz Boyut:12 X 20 Son Baskı:09 Kasım, 2023 İlk Baskı:04 Ağustos, 2016 Barkod:9786051713038 Kapak Tsr.:Kapak Türü:Karton Yayın Dili:Türkçe Orijinal Dili:İngilizce Orijinal Adı:A History of Western Philosophy, Volume 3: The Renaissance and Modern Philosophy
Batı Felsefesi Tarihi 3. Cilt: Modern Felsefe - Bertrand Russell Üzerine Derinlemesine Bir İnceleme
Giriş
Bertrand Russell’ın Batı Felsefesi Tarihi adlı eserinin üçüncü cildi, Batı felsefesinin Modern döneme, yani Rönesans’tan başlayarak Aydınlanma ve sonrası süreçte geçirdiği dönüşümü ele alır. Bu dönemde felsefe, özellikle bilginin kaynağı, insanın doğa ile ilişkisi ve evrenin anlamı üzerine yapılan derinlemesine sorgulamalarla şekillenmiştir. Russell, felsefede yeni bir düşünsel uyanışa işaret ederken, bilimsel devrimle birlikte gelen epistemolojik değişimleri ve bunların felsefeye olan etkilerini detaylı bir şekilde anlatır. Modern felsefenin merkezi, akıl ve bireysel özgürlük gibi kavramlarla bağlantılı olarak yeniden şekillenmiş ve bilimin keşifleri, dünya görüşlerini dönüştürmüştür. Bu yazıda, Russell’ın Batı felsefesinin Modern dönemi üzerine sunduğu temel argümanları genişleterek inceleyecek, bu dönemin anahtar figürlerini ve felsefi hareketlerini ele alacağız.
Rönesans: Felsefi Yeniden Doğuşun Başlangıcı
Rönesans, Batı düşüncesinin yeniden doğuşunu simgeleyen bir döneme işaret eder. Orta Çağ’ın kilise merkezli dünya görüşünden, bireysel düşüncenin ve bilimsel aklın daha fazla ön plana çıktığı bir döneme geçiş yaşanmıştır. Bu dönemde, eski Yunan ve Roma kültürlerinin yeniden keşfi, felsefede önemli bir canlanmaya yol açmıştır. İnsan aklına ve bilimsel keşiflere duyulan güven, Modern felsefenin temellerini atmıştır. Bertrand Russell’a göre, Rönesans, yalnızca sanat ve edebiyatla sınırlı kalmamış, aynı zamanda filozofların insanın doğasını, evreni ve Tanrı’yı sorgulama biçimlerini de köklü bir şekilde değiştirmiştir.
Rönesans düşünürleri, insanın dünya üzerindeki yerini sorgulamış ve eski Yunan filozoflarının insanı merkeze alan anlayışlarını yeniden incelemişlerdir. Bunun yanı sıra, kilisenin dogmatik öğretilerine karşı daha eleştirel bir bakış açısı geliştirilmiştir. Böylece felsefe, dini inançlardan bağımsız bir şekilde evrenin mantıklı bir biçimde anlaşılmasını amaçlayan bir disiplin olarak şekillenmeye başlamıştır. Bu düşünsel yenilik, ilerleyen yıllarda felsefede devrim niteliğinde değişimlere yol açacaktır.
Descartes: Modern Felsefenin Temellerini Atan Şüphecilik
René Descartes, Modern felsefenin kurucularından biri olarak, akılcı bir yaklaşım benimsemiş ve bilginin temellerini sorgulamıştır. Descartes’ın en önemli katkılarından biri, "şüphe etme" ilkesidir. Descartes, Meditasyonlar adlı eserinde, bilginin güvenilirliğini sorgulamaya başlamış ve tüm düşünceleri şüpheye düşürerek, "Düşünüyorum, o halde varım" (Cogito, ergo sum) ilkesini geliştirmiştir. Bu ilke, Descartes’ın felsefesinin temelini oluşturur. Descartes’a göre, şüphe edebilecek hiçbir şey yoktur, fakat şüphe edebilme yeteneği bile varlığımızın kesin bir kanıtıdır. Bu yaklaşım, epistemolojide büyük bir yenilik anlamına gelir, çünkü o güne kadar bilgiyi sağlam temellere oturtmaya çalışan filozoflar, Descartes’ın radikal şüpheci yaklaşımı karşısında yeniden düşünmek zorunda kalmışlardır.
Descartes’ın şüpheci yaklaşımına göre, duyular insanı yanıltabilir. Dış dünyaya dair bildiklerimizin çoğu yanıltıcı olabilir, bu yüzden yalnızca akıl, gerçek bilgiye ulaşmanın tek yoludur. Descartes, bununla birlikte, akıl ve matematiksel düşünmenin doğruyu ortaya çıkaran araçlar olduğunu savunmuştur. Bu yaklaşım, Modern felsefede akılcı düşüncenin hakimiyetini pekiştirmiş ve bilimsel yöntemin temellerine atılan ilk adımlardan biri olmuştur.
Bacon ve Empirik Yöntem: Bilginin Deneysel Temellere Dayanması
Francis Bacon, Descartes’ın akılcı yaklaşımına karşılık olarak, bilgiyi deneyime dayandıran bir epistemoloji geliştirmiştir. Bacon, Yeni Atlantis adlı eserinde, deneysel yöntemi savunarak bilginin yalnızca doğrudan gözlem ve deneyle elde edilebileceğini ileri sürmüştür. Bacon’ın felsefesi, daha sonra modern bilimde kullanılacak olan bilimsel yöntemin temelini atmıştır. Onun önerdiği metodoloji, doğa olaylarını gözlemleyerek ve deney yaparak açıklamayı hedefler.
Bacon’a göre, insanlar doğanın gizemlerini ancak gözlemlerle çözebilirler. Bu anlayış, duyusal verilerin ve deneysel gözlemlerin felsefi düşüncenin temel taşları olduğunu kabul eder. Bacon, bilimsel araştırmaların objektif ve tekrarlanabilir olmasını sağlayan sistematik bir yaklaşım önererek, deneysel bilimin doğuşuna katkı sağlamıştır. Bu dönemde, bilim ve felsefe arasındaki ilişki daha belirginleşmiş ve felsefe, doğa bilimlerinin bir aracı haline gelmiştir.
Spinoza: Panteizm ve Doğa ile Tanrı’nın Birleşmesi
Baruch Spinoza, Modern felsefede Tanrı ve doğa arasındaki ilişkiyi yeniden tanımlamıştır. Onun panteist görüşü, Batı felsefesinde önemli bir dönüm noktasıdır. Spinoza’ya göre, Tanrı doğa ile özdeştir ve her şeyde Tanrı’nın bir izi bulunmaktadır. Spinoza, Tanrı’yı bir yaratan olarak değil, doğanın her yönüyle iç içe geçmiş bir varlık olarak tanımlar. Spinoza, tüm varlıkların birbiriyle bağlantılı olduğunu savunarak, doğa yasalarının her şeyin içsel bir yönü olduğunu öne sürmüştür.
Spinoza’nın felsefesi, Modern düşüncede monizm anlayışının gelişmesine önemli bir katkı sağlamıştır. O, evrendeki tüm varlıkların birbiriyle bağlantılı ve Tanrı’nın bir parçası olduğunu savunarak, Batı düşüncesinde doğa ve Tanrı arasındaki sınırları kaldırmıştır. Bu bakış açısı, Modern felsefede Tanrı’nın ve evrenin doğasını anlamada köklü değişikliklere yol açmış, insanın doğa ile ilişkisini yeniden tanımlamıştır.
Locke: Empirizm ve İnsan Doğasının Yeniden Tanımlanması
John Locke, İngiliz empirizminin kurucusu olarak, bilginin kaynağını deneyim ve gözlemde aramıştır. Locke, İnsan Anlayışı Üzerine adlı eserinde, insan zihninin doğuştan boş bir levha olduğunu ve tüm bilgilerin dış dünyadan duyular aracılığıyla elde edildiğini savunmuştur. Locke’ın bu anlayışı, Modern epistemolojinin temelini atmış ve empirizmin yükselmesine yol açmıştır.
Locke, bilgiye dair insan doğasının yeniden tanımlanmasında önemli bir adım atmış, doğa yasaları ve bireysel haklar üzerine düşünceler geliştirmiştir. Locke’ın felsefesinde, özgürlük, mülkiyet hakları ve hükümetin rolü gibi siyasi meseleler de önemli bir yer tutmuştur. Onun bu düşünceleri, liberalizmin gelişimine ve bireysel hakların korunmasına yönelik anlayışların güçlenmesine zemin hazırlamıştır.
Kant ve Aydınlanma: Akıl ve Bireysel Özgürlük Üzerine
Immanuel Kant, Modern felsefenin en önemli düşünürlerinden biri olarak, bilginin kaynağı ve insanın dünyayı nasıl algıladığı konusunda radikal bir anlayış geliştirmiştir. Kant, Saf Aklın Eleştirisi adlı eserinde, bilgiye dair iki temel kavramı ele alır: Duyular ve akıl. Kant’a göre, insanlar dünyayı yalnızca duyular aracılığıyla algılayabilir, ancak bu algı akıl tarafından işlenmeden gerçek bilgiye dönüşemez. Kant, aklın sınırlarını çizerek, insanın bilmediği bir alanın (numenal dünya) olduğunu savunmuştur. Bu alan, bizim algılarımızın ötesinde olup, yalnızca "kendiliğinden" düşünülebilir.
Kant, aynı zamanda özgürlük ve ahlaki sorumluluk konusunda da önemli düşünceler geliştirmiştir. O, ahlaki yasaların evrensel olduğunu ve her bireyin bu yasalara uymak zorunda olduğunu savunmuştur. Kant’ın felsefesi, Aydınlanma düşüncesinin temel ilkelerinden biri olan bireysel özgürlük ve akılcı düşünceyi pekiştirmiştir.
Sonuç
Modern felsefe, Batı düşüncesinin en önemli dönüm noktalarından biridir ve bu dönemde insan aklına, bilime ve bireysel özgürlüğe verilen önemin artmasıyla, yeni düşünsel akımlar doğmuştur. Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi eserinin üçüncü cildinde, Modern felsefenin bu gelişimini derinlemesine ele almış ve Descartes’tan Kant’a kadar olan süreçteki felsefi dönüşümleri analiz etmiştir. Bu dönemde, insanın evrendeki yeri, Tanrı ile doğa arasındaki ilişki ve bilginin kaynağı üzerine yapılan sorgulamalar, Batı düşüncesinin temel taşlarını oluşturmuş, akıl ve bilim üzerine yapılan vurgular Aydınlanma ve sonrasındaki düşünsel akımlara zemin hazırlamıştır. Modern felsefe, yalnızca bir felsefi dönem değil, aynı zamanda Batı kültürünün tüm yönlerini etkileyen, toplumsal ve bilimsel gelişmeleri şekillendiren bir dönüm noktasıdır.
Leave a Comment