Jacques Lacan: Malcolm Bowie’nin Perspektifinden Bir İnceleme
Çevirmen:Sayfa:252 Cilt:Ciltsiz Boyut:13,5 X 21 Son Baskı:03 Nisan, 2020 İlk Baskı:03 Nisan, 2020 Barkod:9786050381801 Kapak Türü:Karton Yayın Dili:Türkçe Orijinal Dili:İngilizce
Orijinal Adı:Lacan
Jacques Lacan: Malcolm Bowie’nin Perspektifinden Bir İnceleme
(Filozoflar Serisi – Malcolm Bowie)
Giriş
Jacques Lacan, 20. yüzyılın en etkili psikanalistlerinden biri olarak, yalnızca psikanaliz alanında değil, aynı zamanda felsefe, edebiyat teorisi ve kültürel eleştiride de önemli bir figürdür. Lacan’ın teorileri, Freud’un bilinçdışı, arzular ve bastırma üzerine kurduğu psikanaliz kuramının daha derin ve yapısal bir biçimde ele alınmasını sağlar. Onun çalışmaları, özellikle dil, bilinçdışı ve özne arasındaki ilişkilerin radikal bir şekilde yeniden düşünülmesi anlamına gelir. Lacan, Freud’un kuramını modern teorilerle yeniden yorumlamış ve bu kuramı felsefi düşünceyle harmanlayarak, psikolojik ve sosyolojik açıdan büyük bir etki yaratmıştır.
Malcolm Bowie, Lacan adlı eserinde, bu karmaşık düşünceleri hem akademik hem de daha geniş bir kitleye erişilebilir şekilde açıklamayı hedeflemiştir. Lacan’ın fikirlerini, çeşitli disiplinlerdeki etkilerini ve teorilerinin derinliğini ortaya koyan Bowie, okuyucuya Lacan’ın düşüncelerini anlamada önemli bir rehberlik sunar. Bu yazıda, Bowie’nin kitabı rehberliğinde Lacan’ın düşünce sistemine dair bir inceleme yapılacak, özellikle onun özne inşası, dilin rolü ve bilinçdışının yapısal doğası üzerine olan görüşleri derinlemesine tartışılacaktır.
Lacan ve Freud: Bilinçdışının Dilsel Yapısı
Lacan, Freud’un bilinçdışına dair ortaya koyduğu teorileri sadece psikanaliz alanında değil, felsefi anlamda da temelden değiştiren bir yaklaşım geliştirmiştir. Freud’un bilinçdışı anlayışında, bireylerin arzuları, dürtüleri ve bastırılmış anıları bilinç dışı zihinsel süreçler olarak tanımlanırken, Lacan bu dinamikleri dilsel yapılar üzerinden anlamaya çalışmıştır. Bu bağlamda Lacan, bilinçdışını, Freud’un söylediği gibi yalnızca bastırılmış düşünceler ve duygulardan oluşan bir alan olarak değil, dilin işlediği bir yapısal düzlem olarak ele alır.
Bowie, Lacan’ın bu dilsel yaklaşımını Freud’dan nasıl devraldığına ve ona nasıl yeni bir boyut eklediğine dikkat çeker. Lacan’a göre, bilinçdışı yapısal olarak dil gibi işler. Yani, öznenin bilinçdışı arzuları ve bastırmaları, dilin sembolik yapılarıyla anlam kazandığı gibi, dil de bu süreçlerin oluşturduğu bir yapıdır. Lacan’ın “Bilinçdışı, dil gibi yapılandırılmıştır” (L’inconscient est structuré comme un langage) ifadesi, onun psikanaliz ve dilbilimi birleştiren temel felsefi anlayışını özetler. Burada Lacan, Freud’un içsel yapısal dinamiklerini bir kenara bırakıp, bu dinamikleri dışsal dilsel bir yapıda incelemiştir.
Bu bağlamda, Lacan’ın, bilinçdışının dilsel yapısını analiz ederken, Saussure’ün yapısal dilbiliminden de etkilenmiş olduğunu söylemek mümkündür. Lacan, dilin gösteren (signifier) ve gösterilen (signified) arasındaki ilişkilerle, bilinçdışındaki arzuların ve bastırmaların nasıl işlediğini açıklamaktadır. Bu süreç, bilinçdışının görünür hale gelmesi, ancak yine de tamamen anlaşılmaması anlamına gelir. Çünkü dilin sembolik yapısı, her zaman eksik ve kaygan bir yapıdır.
Ayna Evresi: Benlik ve Öznenin Doğuşu
Lacan’ın psikanalitik teorisinin temel kavramlarından biri olan ayna evresi (Stade du miroir), bireyin benlik algısının nasıl oluştuğunu ve bu algının gerçeklikten ne kadar uzaklaştığını açıklar. Ayna evresi, bireyin kendisini bir aynada görmekle başladığı, ancak bu ilk benlik algısının yanılsamalı olduğu bir süreçtir. Lacan’a göre, çocuklar 6-18 aylıkken aynada kendilerini gördüklerinde bir bütünlük duygusu geliştirirler. Bu, çocuğun öznenin dışarıdan bir yansıma olarak kendini algılamaya başlamasıdır. Ancak, bu algı, öznenin kendisini gerçek bir bütünlük içinde görme isteğiyle birlikte, aslında dışsal bir imgeye dayalı bir yanılgıdır. Bu evre, öznenin kimliğini şekillendiren temel bir psikolojik yapıdır, fakat birey her zaman benliğinin gerçekliğiyle uyumsuz bir şekilde, sürekli bir eksiklik ve ayrışma yaşar.
Malcolm Bowie, Lacan’ın bu düşüncesini detaylandırarak, ayna evresinin nasıl hem bireysel kimlik inşasının hem de toplumsal kimliğin oluşumunun temellerini attığını tartışır. Ayna evresi, öznenin narsistik bir şekilde kendini imgesel düzeyde tamamlanmış bir varlık olarak görme sürecini içerir. Ancak, bu imgeler yalnızca bir illüzyondur ve özne kendini asla tam olarak “bütün” olarak deneyimlemez. Bu bağlamda Lacan, kimlik oluşumunun daima bir eksiklik ve yabancılaşma ile iç içe geçtiğini savunur.
Bowie, Lacan’ın ayna evresi kavramını, çağdaş kimlik teorileri ile karşılaştırarak, postmodern kimlik anlayışlarını da tartışır. Kimlik, Lacan’a göre, hiç de sabit ya da statik bir şey değildir. Aksine, kimlik, sürekli olarak yeniden inşa edilen ve her zaman eksik kalan bir yapıdır. Bu durum, kimliğin hem bireysel hem de toplumsal bağlamdaki oluşum süreçlerine dair önemli bir içgörü sunar.
Gerçek, İmgesel ve Simgesel Düzenler: Lacan’ın Üç Düzeni
Lacan’ın teorilerinde, öznenin dünya ile kurduğu ilişkiler üç farklı düzeyde işler: Gerçek, İmgesel ve Simgesel. Bu üç düzey, Lacan’ın psikanaliz anlayışının temel yapı taşlarıdır ve öznenin toplumsal, dilsel ve psikolojik yapılarla nasıl etkileşime girdiğini açıklamaya çalışır.
- Gerçek (Real): Gerçek, Lacan’a göre, dilin ve sembolizmin ötesindeki bir alandır. Bu alan, temsil edilemez ve öznenin deneyimleyemediği bir alan olarak tanımlanır. Gerçek, öznenin fark edemediği, ancak onun tüm deneyimlerine sızan bir unsurdur. Lacan’a göre, Gerçek, insanın her zaman ulaşamayacağı, bilinçdışında hep bir eksiklik olarak kalan bir düzlemdir. Gerçek, öznenin arzularını ve bastırmalarını sürekli olarak şekillendiren bir şeydir.
- İmgesel (Imaginary): İmgesel, öznenin benlik algısını ve kimliğini oluşturduğu düzlemdir. Burada, özne kendisini tamamlanmış bir bütün olarak algılar, ancak bu algı yalnızca bir yanılsamadır. Lacan’a göre, imgesel düzen, öznenin dışsal dünyayı algılama biçiminden kaynaklanır ve öznenin narsistik özdeşleşmelerini ifade eder. İmgesel düzeydeki imajlar, benliğin dışsal bir yansımasıdır ve bu yansıma her zaman eksik ve yanıltıcıdır.
- Simgesel (Symbolic): Simgesel düzey, dilin, yasaların ve toplumsal düzenin işlerlik kazandığı alandır. Bu düzeyde özne, toplumsal ve dilsel normlar aracılığıyla kimlik kazanır ve kendisini toplumsal bağlamda tanımlar. Lacan’a göre, simgesel düzey, öznenin dil aracılığıyla varlık kazanmasını ve kendisini temsil etmesini sağlayan düzlemdir. Bu düzeyde, özne kendisini yalnızca dil aracılığıyla ifade edebilir ve kimliğini ancak simgesel düzenin kurallarıyla oluşturabilir.
Arzu, Eksiklik ve Nesne a (objet petit a)
Lacan’ın arzu anlayışı, onun psikanalizinin merkezinde yer alır. Arzu, öznenin eksikliğiyle doğrudan ilişkilidir. Her birey, tamamlanma arzusuyla doğar, ancak bu tamamlanma asla tam anlamıyla gerçekleşmez. Arzunun kaynağı, Lacan’a göre, eksikliktir. Öznenin eksiklik duygusu, sürekli bir arayışa yol açar ve bu arayış öznenin kimliğini oluşturur.
Lacan, bu arzu sürecini açıklarken, nesne a (objet petit a) kavramını kullanır. Nesne a, öznenin ulaşmaya çalıştığı ama asla tam anlamıyla erişemediği bir ideal nesnedir. Nesne a, her türlü arzunun kaynağıdır ve öznenin eksikliğini sürekli olarak sürdürür. Bu kavram, Lacan’ın arzuyu nasıl bir sonsuz arayış olarak tanımladığının temelini atar.
Sonuç
Jacques Lacan’ın teorileri, psikanaliz, felsefe ve dil teorisi gibi çeşitli alanlarda derin etkiler yaratmış ve geniş bir düşünsel alanda tartışılmaya devam etmektedir. Lacan’ın kuramlarının merkezinde, dilin, arzunun, benlik algısının ve toplumsal yapıların karmaşık ilişkileri yer almaktadır. Malcolm Bowie’nin Lacan adlı eseri, Lacan’ın bu derin ve karmaşık teorilerini anlaşılır bir şekilde sunmakta önemli bir rol oynamaktadır. Bowie, Lacan’ın düşüncelerini açıklarken, onun psikanalitik ve felsefi perspektiflerini birbirine bağlamış, Lacan’ın eserinin hem psikolojik hem de toplumsal düzeydeki etkilerini vurgulamıştır. Lacan’ın çalışmalarının anlamı, insanın kimliği, arzuları ve toplumsal ilişkileri üzerine yeniden düşünmeyi teşvik eder ve bu nedenle onun teorileri çağdaş düşüncenin önemli bir parçası olmaya devam etmektedir.
Leave a Comment