Bergsonculuk: Yaşamsal Hareketi Anlamanın Araçları



Kitabın Adı:
Bergsonculuk Yaşamsal Hareketi Anlamanın Araçları 
Yazar             :
Gilles Deleuze

Çevirmen:
Sayfa:
192 
Cilt:
Ciltsiz 
Boyut:
13,5 X 19,5 
Son Baskı:
01 Ekim, 2021 
İlk Baskı:
01 Ekim, 2021 
Barkod:
9786254494017 
Kapak Tsr.:
Kapak Türü:
Karton 
Orijinal Dili:
Fransızca    
Orijinal Adı:
Psychanalyse et sciences humaines 


Bergsonculuk: Yaşamsal Hareketi Anlamanın Araçları

Gilles Deleuze ve Bergsonculuğun Felsefi Derinliği

Giriş
Henri Bergson, 20. yüzyıl felsefesinin en önemli isimlerinden biri olarak, düşüncenin zaman, hareket ve yaşam anlayışlarını derinden şekillendirmiştir. Felsefesinin merkezine koyduğu yaşamı ve hareketi, geleneksel metafiziksel anlayışların ötesine geçerek insan bilincini, doğayı ve evreni anlamaya dair yeni bir perspektif geliştirmiştir. Bergson’un felsefesine dair modern yorumlardan biri de Gilles Deleuze’un Bergsonisme (Bergsonculuk) adlı eserinde karşımıza çıkar. Deleuze, Bergson’un felsefesine dair bir yeniden okumaya girişmiş, yaşamın ve hareketin doğasını anlamanın araçlarını, özellikle Bergson’un élan vital (yaşamsal dürtü) kavramı üzerinden incelemiştir. Bu yazıda, Bergsonculuğun Deleuze tarafından nasıl yeniden yorumlandığı, yaşamın ve hareketin anlaşılmasında nasıl bir felsefi yöntem sunduğu, Bergson’un felsefesinin modern düşünceye katkıları ve Deleuze’ün bu düşünceleri nasıl bir adım öteye taşıdığı tartışılacaktır.

1. Henri Bergson’un Felsefesinin Temelleri

Henri Bergson, 1859-1941 yılları arasında yaşamış Fransız filozofudur ve felsefesinde zaman, hareket ve yaşamın doğası gibi temalar üzerinde yoğunlaşmıştır. Bergson’un felsefesinin temelinde, insanın bilincinin, doğanın ve hareketin geleneksel bilimsel anlayışlardan farklı şekilde anlaşılması gerektiği yer alır. Felsefesinin en temel ayrım noktası, mekanik bir dünyaya ve maddeye dayalı bilimsel anlayışlardan farklı olarak, yaşamı ve hareketi organik bir bağlamda ele almasıdır. Bergson’a göre, zaman ve hareket, sadece sayısal ve ölçülebilir bir olgu değil, aynı zamanda canlı ve sürekli bir değişim sürecidir. Bu anlayış, onu özellikle 20. yüzyılda metafizik ve ontolojik düşünceye dair önemli bir isim yapmıştır.

Zaman ve Hareket: Düşüncenin Doğasına Dair Bir Eleştiri

Bergson, zamanın iki farklı biçimde algılanabileceğini savunur: mekanik zaman (saatlerle ölçülen, sayı ile belirlenen zaman) ve yaşamsal zaman (daha içsel, öznel bir deneyim olarak algılanan zaman). Mekanik zaman, klasik fiziğin izlediği bir anlayışı ifade ederken, yaşamsal zaman, içsel bir akış olarak deneyimlenen zamanın ta kendisidir. Bu iki zaman anlayışı arasındaki ayrım, Bergson’un felsefesinde en kritik noktalardan biridir. Mekanik zaman, doğadaki hareketi anlamada yeterli bir araç sunmaz çünkü yaşamın ve hareketin dinamiğini ve sürekliliğini kavrayamaz. Bergson, bu nedenle, doğanın ve hayatın anlamının sadece dışsal gözlemlerle anlaşılabileceğine karşı çıkar ve bir içsel deneyim gerektirdiğini savunur. Bu içsel deneyim ise, “yaşamsal dürtü” (élan vital) kavramıyla açıklanır.

Yaşamsal Dürtü (Élan Vital)

Yaşamsal dürtü, Bergson’un felsefesinin merkezine yerleşen bir kavramdır. Bu kavram, yaşamın kendisini, sürekli bir yaratım ve hareket içinde var olma biçimini temsil eder. Bergson’a göre, yaşam yalnızca biyolojik bir süreçten ibaret değildir; bir yaratım ve yenilenme hareketidir. Yaşamsal dürtü, her bireyi ve her türü farklı bir şekilde yönlendiren, ama aynı zamanda evrimsel süreçlerde sürekli bir yenilik ve yaratıcılık barındıran bir enerjidir. Bu kavram, yaşamın akışkan doğasına dair Bergson’un felsefi yaklaşımını anlamada kritik bir rol oynar.

2. Gilles Deleuze ve Bergsonculuğun Yeniden Yorumlanması

Gilles Deleuze, Bergson’un felsefesini modern felsefe perspektifinden yeniden okuyan önemli bir filozoftur. Deleuze, Bergsonisme adlı eserinde, Bergson’un düşüncelerinin özellikle zaman, hareket ve yaşamın yaratıcı doğası üzerine nasıl derinlemesine bir düşünme biçimi sunduğunu ortaya koyar. Deleuze’e göre, Bergson, zamanın doğasını anlama konusunda radikal bir değişim önerir. Zamanın sadece matematiksel bir ölçüm değil, aynı zamanda bir yaratım gücü olduğunu vurgular. Deleuze, Bergsonculuk’ta hareketin ve zamanın sadece birer nesne olarak ele alınamayacağını, aksine onlar ile birlikte düşünmenin bir yolunun bulunması gerektiğini savunur.

Zamanın ve Hareketin Yeniden Kavranması

Deleuze, Bergson’un zaman ve hareket anlayışını, Heidegger’in varlık anlayışıyla karşılaştırarak geliştirir. Bergson’a göre zaman, bir lineer süreçten ibaret değildir; aksine zaman, kesintisiz bir yaratım ve dönüşüm içinde olan bir gerçekliktir. Deleuze, Bergsonculuk’ta bu “kesintisiz yaratım” anlayışını alır ve bu fikri hem metafizik hem de estetik bağlamlarda genişletir. Zaman ve hareket, bir bütün olarak anlaşılmalıdır, ancak bu bir bütünlük, bir tür farklılık ve tekrarlar içerir. Bu, Deleuze’ün düşüncesinde, hayatın sürekli bir yaratım ve yenilik ile şekillenen bir süreç olarak tasarlanmasına yol açar. Bergson’un zaman anlayışını, Deleuze, evrim ve yenilik gibi kavramlar üzerinden modern düşünceye entegre etmeye çalışır.

Yaşamsal Dürtü ve Yaratıcılığın Felsefesi

Deleuze, Bergson’un yaşamsal dürtü (élan vital) kavramını, yaratıcı gücün bir aracı olarak yorumlar. Deleuze’e göre, yaşamsal dürtü, bir tür yaratıcı ilke olarak evrende sürekli bir yenilik ve çeşitlilik üretir. Yaşamın yalnızca biyolojik değil, aynı zamanda ontolojik bir yaratım olduğunu vurgular. Yaşamın dinamik doğası, insan düşüncesinin ve toplumsal yapılarının evrimini de belirler. Bergson’un bu düşüncesi, Deleuze’ün felsefesinde çok önemli bir yere sahiptir çünkü bu yaratıcı evrim anlayışı, Deleuze’ün toplumsal, kültürel ve bireysel düzeydeki düşüncelerine etki eder.

3. Bergsonculuğun Felsefi Yöntemi ve Modern Düşüncedeki Yeri

Bergsonculuk, geleneksel felsefi yöntemlerin ötesine geçerek, bir tür deneysel ve yaratıcı felsefi yöntemi benimser. Bergson’un düşüncesi, modern felsefede birçok farklı alanda etki yaratmıştır. Özellikle Deleuze’ün yaratıcı evrim anlayışı, sanat, politika, psikoloji ve sosyoloji gibi alanlarda yeni bir bakış açısı geliştirilmesine olanak tanımıştır.

Felsefi Yöntem: Hareketin ve Zamanın Yeniden Tasavvuru

Bergson’un felsefi yöntemi, düşünmeyi bir hareket ve zaman anlayışı olarak ele almakla ilgilidir. Bu, felsefenin kavramlar yoluyla durağanlaştırılmasından ziyade, sürekli bir yaratım ve akış içinde düşünmeyi gerektirir. Bu nedenle, Bergsonculuk, bir durumu ya da olayı sadece bir gözlem olarak değil, o anın bir parçası olarak düşünme gerekliliği üzerine kuruludur. Deleuze de bu yaklaşımı benimseyerek, felsefeyi dinamik ve sürekli gelişen bir süreç olarak ele alır. Bu, onun “felsefi düşünce”yi sürekli bir yaratım ve farklılık içinde görmek istemesinin temelidir.

Bergsonculuk ve Modern Felsefe

Bergsonculuk, özellikle fenomenoloji, varlık felsefesi ve post-yapısalcılık gibi modern felsefi akımlarla etkileşim içinde gelişmiştir. Deleuze, Bergson’un düşüncelerini, Nietzsche ve Spinoza gibi filozoflarla birleştirerek, yaşamın ve hareketin felsefi doğasına dair daha geniş bir perspektif sunar. Bergsonculuk, aynı zamanda sanat, edebiyat ve politika alanlarında da etkili olmuştur. Deleuze’ün yaratıcı evrim anlayışı, toplumsal yapıları, bireysel varlıkları ve kültürel normları yeniden şekillendirme gücüne sahip olmuştur.

4. Bergsonculuğun Estetik Yansımaları ve Sanata Katkıları

Bergsonculuk, sadece felsefi bir düşünce tarzı olmakla kalmaz, aynı zamanda sanatsal üretimin ve yaratımın dinamik doğasını anlamak için de önemli bir araçtır. Deleuze, özellikle film ve edebiyat üzerine yaptığı analizlerle Bergson’un yaratıcı evrim anlayışını sanatla birleştirir. Sanat, Deleuze’ün felsefesinde, bir düşünme biçimi olarak kabul edilir ve sürekli yenilik üretme gücüne sahiptir. Bergsonculuk, sanatı bir yaratım süreci olarak ele alır ve sanatsal ifadenin yaratıcı evrimle nasıl bir bağlantı kurduğunu açıklar.

Sonuç

Bergsonculuk, yaşamın, zamanın ve hareketin felsefi doğasını anlamada, özellikle Deleuze’ün yorumları ile modern düşünceye önemli katkılarda bulunmuş bir akımdır. Bergson’un yaşamsal dürtü ve zaman anlayışı, Deleuze tarafından yaratıcı evrim ve yenilik anlayışlarına dönüştürülmüş, felsefi düşüncenin farklı alanlarında devrim niteliğinde bir bakış açısı sunulmuştur. Bergsonculuk, sadece felsefi bir yöntem olarak kalmayıp, aynı zamanda sanattan topluma kadar geniş bir etki alanına sahip bir düşünce tarzıdır. Bu felsefi bakış açısı, yaşamın ve hareketin yaratıcı doğasını anlama noktasında insanın düşünme biçimini derinden değiştiren bir güç taşır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.