Elizabeth Kolbert’in Beyaz Bir Gökyüzü Altında Eseri Üzerine Yüksek Lisans Düzeyinde Bir İnceleme
Beyaz Bir Gökyüzü Altında – Dünyayı Geç Olmadan Kurtarabilir miyiz?
Yazar: Elizabeth Kolbert
ISBN :9786256461444
Kategori : Araştırma / İnceleme, Kurgudışı
Yayınevi : Minotor Kitap
Çevirmen: Hasan Can Utku
Orijinal Adı: Under a White Sky – The Nature of the Future
Yayın Tarihi: Ekim 2025
ISBN: 9786256461444
Sayfa Sayısı: 256
Ölçüleri: 13,5 x 21 cm
Çıkış Tarihi: 16 Ekim 2025
Kapak Tipi: Karton Kapak
Elizabeth Kolbert’in Beyaz Bir Gökyüzü Altında Eseri Üzerine Yüksek Lisans Düzeyinde Bir İnceleme
Giriş
Elizabeth Kolbert, Pulitzer ödüllü bir çevre gazetecisi olarak küresel çevre sorunlarına kapsamlı bir bakış açısıyla yaklaşır. Beyaz Bir Gökyüzü Altında adlı kitabında, insan uygarlığının çevre üzerindeki on bin yıllık yıkıcı etkisini, içinde bulunduğumuz “Antroposen” dönemi temel alarak inceler. Kolbert’e göre Antroposen, insanlığın karasal ve okyanusal sistemler üzerinde belirleyici bir güç haline geldiği yeni bir jeolojik çağdır. İnsan etkisinin boyutları öylesine büyümüştür ki, gezegenin geleceği, artık insan kaynaklı bu etkilere müdahale edip etmeme veya nasıl müdahale edeceğimiz sorularına bağlıdır. Kolbert, bu durumun paradoksunu “aynı insanlar tarafından yaratılan sorunları çözmeye çalışan insanların hikâyesi” olarak özetler.
Kitap, çözülmemiş çevre krizlerinin üstesinden gelmek için geliştirilen yenilikçi ve çoğu zaman tartışmalı teknikleri konu alır. Bu bağlamda, iklim mühendisliği ve jeomühendislik uygulamalarının riskleri ile bu müdahalelerin doğa ve insanlık üzerinde ahlaki ve pratik sonuçları derinlemesine incelenir. Kolbert, vaka çalışmalarında (örneğin Avustralya mercan resifleri, rapel kurbağaları, Mississippi Nehri mühendislik projeleri) bilim insanları ve mühendislerle yüz yüze görüşmeler yaparak hikâyelerini anlatır. Bu vaka bazlı analizler, çevrenin geri kazanımı için planlanan çözümler ile bu çözümlerin beklenmeyen ve kaygı verici yan etkilerini ortaya koyar.
Yazımızda, Kolbert’in Beyaz Bir Gökyüzü Altında kitabındaki gözlemler, savunduğu gelecek senaryoları ve insan müdahalesine dair etik değerlendirmesi detaylı olarak ele alınacaktır. Öncelikle konuya ilişkin kuramsal bağlam sunularak Antroposen kavramı ve iklim mühendisliği tanımları üzerinden genel bir çerçeve çizilecektir. Ardından seçili vaka çalışmaları (Mississippi Nehri’nin düzenlenmesi, mercan resifleri için genetik müdahaleler, CRISPR teknolojisinin Sapanca kurbağalarına uygulanması vb.) üzerinden Kolbert’in bilimsel-gazetecilik yaklaşımını değerlendiren analizlere yer verilecektir. Son olarak, Kolbert’in sunduğu çözüm önerileri ve geleceğe yönelik bakış açıları özetlenerek sonuç bölümüyle yazı tamamlanacaktır.
Kuramsal Bağlam: Antroposen ve İklim/Jeomühendislik
Antroposen kavramı, insanlığın gezegen üzerindeki etkisini vurgulayan temel bir çerçeve sunar. Kolbert de Beyaz Bir Gökyüzü Altında’da, insanların “Antroposen” adı verilen jeolojik bir döneme girdiğini belirtir. Bu dönemde, iklim değişikliğinden biyoçeşitlilik kaybına, toprak erozyonundan ozon tabakası yıpranmasına kadar sayısız çevresel sorun, büyük oranda insan müdahalesinin sonucudur. İnsanların doğaya karşı gerçekleştirdiği bu büyük ölçekli müdahaleler, aynı zamanda yeni sorunların kaynağı haline gelmiştir. Kolbert, kitaba dair yaptığı röportajda bu durumu “mücadele ettiği bir mücadelenin çözümlerini çözmeye çalışan insanların hikâyesi” olarak tanımlar.
Bu çerçevede iklim mühendisliği (climate engineering) ve jeomühendislik (geoengineering) kavramları önem kazanır. Jeomühendislik, gezegenin iklimini yapay yollarla düzenleme amaçlı teknolojiler bütününü ifade eder. Örneğin Oomen’a göre iklim mühendisliği, “tarımcı iklim değişikliğini tersine çevirmek amacıyla gezegenin ortamını büyük ölçekli olarak manipüle etmek” şeklinde tanımlanır. İklim mühendisliği uygulamalarının başlıca kategorileri; atmosferdeki karbondioksiti yakalama ve depolama teknolojileri (NETs), biyokütle enerjisi ve karbon yakalama (BECCS) gibi negatif emisyon teknikleri; ve güneş jeomühendisliği (stratosfere aerosol püskürtme vb.) yöntemleridir.
Kolbert kitabında bu teknolojilere hem teknik hem de etik açılardan yaklaşır. Bir yandan negatif emisyon teknikleri gibi umut vadeden yöntemleri nesnel bir dille açıklar. Öte yandan, özellikle güneş jeomühendisliği gibi tartışmalı çözümlere yönelik “derin bir kaygı” dile getirir. Güneş jeomühendisliği, atmosfere sülfat aerosolleri gibi partiküller enjekte ederek güneş ışınlarını yansıtma fikridir. Ancak Kolbert, bilim insanlarının bu yöntemi “inanılması güç derecede tehlikeli”, “cehenneme giden geniş bir otoyol” ve “kaçınılmaz” gibi ifadelerle nitelendirdiğini aktarır. Ayrıca, bu tür bir müdahalenin doğuracağı en somut sonuçlardan biri kitaba adını veren “gökyüzünün beyazlaşması” ihtimalidir. Dünya’nın atmosferine yeterince yansıtıcı partikül enjekte edilirse mavi gökyüzü soluk bir beyaza dönebilir.
Kuramsal çerçevenin bir diğer boyutu da Antroposen’in geri dönüşümsel mantığıdır. Kolbert, problemleri çözmenin aslında yeni problemler yarattığı bir sarmaldan bahseder: Bizler, geçmişte doğaya verdiğimiz zararı düzeltmek için “kontrolü kontrol etmek” zorunda kalıyoruz. Örneğin Mississippi Nehri’ni havza projeleriyle düzenlemek, “nehrin kontrolünü kontrol etmek” gibi bir duruma yol açmıştır. Bilim insanı Jeroen Oomen’a göre, güneş jeomühendisliğinde “Ani ve kasıtlı bir müdahale (deliberative intentionality)” içeren yaklaşım, Antroposen’in “insancı” yaklaşımlarıyla yakından ilişkilidir. Yani iklim mühendisliği önerileri, küresel iklimi teknik modellerle kavrayabileceğimiz varsayımına dayanır ancak bu yaklaşım, bazı eleştirmenlerce antroposênik sorumluluk ve kontrol kavramlarıyla sınırlanmış olarak değerlendirilir.
Bu kuramsal zeminde, Kolbert’in sorguladığı temel sorular ortaya çıkar: İnsanlık doğayı kurtarmak için ne kadar ileri gidebilir ve gitmeli? Onarıcı müdahaleler bizi beklenmedik sonuçlara sürüklerken, başka seçeneğimiz var mı? Bu sorular etrafında şekillenen kitap, kesin bir yanıt vermektense okuru düşünmeye sevk eden bir yapıdadır.
Vaka Çalışmaları Üzerine Çözümleme
Mississippi Nehri ve Su Yönetimi
Kolbert’in Under a White Sky’daki “Down the River” bölümü, Mississippi Nehri havzasındaki mühendislik projelerini ele alır. Kitapta açıklanan vakalardan biri, ABD İç Savaş döneminden beri yüz binlerce kilometre uzunluğundaki savunma kanallarının Missisippi’yi nasıl “terbiyeleştirdiği” ve bunun nehir deltalarını çürüterek nasıl geniş bir arazi kaybına yol açtığıdı. New Yorker makalesinde belirttiği gibi, ordunun kurduğu “setler, taş duvarlar, taş döşemeleri” nehrin kıyılarını korumayı amaçladı ancak aynı zamanda deltaya gitmesi gereken milyonlarca ton tortuyu sekteye uğrattı. Kolbert’in ifadelerine göre, bu mühendislik harikası ideal iklim arayışının tam tersine çalışarak Louisiana kıyılarının “ayakkabı tabanı gibi pul pul dökülmesine” sebep olmuştur.
Bu noktada Kolbert, Antroposen mantığının paradoksunu vurgular: Eğer geçmişteki kontrol müdahaleleri kıyıları kaybettirdiyse, o halde çözüm yine kontrollü müdahalede yatmalıdır. Bu nedenle, devlet mühendisleri 2010’lardan itibaren Mississippi’yi kasıtlı olarak selaletle doldurarak yeniden tortu biriktirmeyi planlamıştır. Örneğin Plaquemines Parish bölgesine inşa edilecek dev su kanalları, ırmak suyunu kıyı bataklıklarına aktarıp (asal işlevi taşkın koruma değil) delta oluşumunu destekleyecektir. Kolbert’in deyimiyle, “control sorunsa, çözüm yine kontrol olmalı” anlayışıyla yürütülen bu proje, bir yandan su kaynaklarını yeniden kururken diğer yandan ekosistemdeki riski barındırır.
Benzer şekilde, Chicago Şehirlerarası Dairesi kanalı ve bağlı su yolları örneği de kitapta anlatılır. Burada su yönetimi amacıyla bağlantı kanalları inşa edilmesi, ırklı balık türlerinin yayılmasına yol açmıştır. 1960’larda sualtı bitkilerini temizlemek için Asya sazan balıkları (Asian carp) Mississippi’den Göller Bölgesi’ne taşınmış, ancak kanallar sayesinde Great Lakes (Büyük Göller) ekosistemine sızmışlardır. Şu anda, bu istilacı balıkları durdurmak için donanma mühendisleri elektrikli bariyerler inşa etmektedir. Bu örnekte de Kolbert, bir müdahaleyi durdurmak için başka bir müdahaleye başvurmanın ikili doğasını gösterir.
Bu vaka çalışmalarında Kolbert’in bilimsel-gazetecilik yöntemi dikkat çeker: Sorunları yere giderek gözlemler, mühendislerle ve halkla konuşur, tarihi ve nicel verileri harmanlayarak okura sunar. Mississippi örneğinde havadan yaptığı uçuş ve arazi analizi, Jeff Speck gibi mühendislerle röportajları, ve tarihî belgelerin kritik incelemesi, okuyucuya durumu bütüncül aktarmaya hizmet eder. Ancak Kolbert tarafsız kalmayı sürdürür; örneğin “Levees ve yeni yapılar arası çözüm çelişkisini” sorduğunda, okura kendi yargısını oluşturma fırsatı verir. Nitekim Strayer’ın not ettiği gibi, Kolbert çözümler arasında *“kesin bir tavır takınmaktan kaçınır” ve nesnel sunumu kitabın güçlü yönlerinden biri sayılır. Bu yaklaşım, okuyucuyu durumu “iyi/kötü” ötesinde ikna etmeye zorlar, her müdaheleyi kendi bağlamında tartışmaya teşvik eder.
Mercan Resifleri ve Biyolojik Müdahaleler
Kitapta öne çıkan başka bir vaka, Avustralya’nın Büyük Set Resifi ve diğer mercan ekosistemlerinde yaşanan krizlere getirilen biyoteknolojik çözümlerdir. Mercan resifleri, okyanus sıcaklıklarının artması ve asitlenmesiyle büyük kirlilik riski altındadır. Kolbert, ABD Hawaii’sinde ve Avustralya’da “süper mercan” deneyleri yürüten laboratuvarlarda bilim insanlarını takip eder. Bu laboratuvarlarda mercanların biraz daha sıcak sulara dayanıklı hale gelmesi için kontrollü ortamda “ölçülen stres” uygulanır, erken nesil genetik çeşitlendirme yapılır. Örneğin Hawaii’deki çalışmada iki farklı mercan türünün spermaları karıştırılarak daha dayanıklı hibrit mercan yaratılmaya çalışılırken, Avustralya’da sıcaklık toleransı geliştirmek üzere seleksiyon uygulanır. Kolbert bu deneyleri, laboratuvar atmosferindeki “aşırı güzellikte stok” ortamlar olarak betimler.
Kolbert’in gözlemlerine göre bu çalışmalar hem umut verici hem de endişe uyandırıcıdır. Bir yandan bilim insanlarının olağanüstü emekleri ve yaratıcı yöntemleri takdire şayandır, zira doğayı eski haline döndürmenin belki de tek yolu biyo-mühendisliktir. Öte yandan Kolbert, bu müdahalelerin doğaya müdahalenin başka bir biçimi olduğunu vurgular. Kendisi, insanlığın koral resifleri kurtarmak için “gemileri yarıya indirmeye” (dünyayı soğutmaya) çalışırken mercanları da dönüştürmesinin, ikincil bir müdahale olduğunu belirtir. Grist ile röportajında “daha sıcak bir gezegende mercan resiflerinin devamını istiyorsak, onları daha sıcak koşullara dayanır hale getirmemiz gerekiyor” diye ifade eder. Bu ifade, çevremize yaptığımız birinci müdahalenin (sera gazı salımı ve su ısınması) ardından başka bir müdahale ile telafi edici bir müdahale yapma fikrini vurgular.
Mercan vakasında Kolbert’in yaklaşımı hem teknik hem de insancıl boyut içerir. Teknik olarak, mercan laboratuvarlarını detaylı biçimde betimler, bilim insanlarının kullandığı yöntemleri (laboratuvar dizaynı, genetik teknikler, drone kullanımı, gölgelendirme filmleri vb.) açıklar. Insanî olarak ise araştırmacılarla empati kurar; motivasyonlarını, umutlarını ve endişelerini dile getirir. Örneğin biyolog Ruth Gates’in anlatımı üzerinden, “Antroposen’in karmaşık ilişkileri içinde yeni bir dönemin yazılışını” gösterir. Yine Strayer’in not ettiği üzere, Kolbert bu bölümlerde teknolojiyi özlü ve anlaşılır biçimde izah etmekte başarılıdır; okuyucuya karmaşık biyolojik süreçleri anlaşılır kılar.
Ancak bu vaka çalışması Kolbert’in eleştirel yaklaşımını da yansıtır. Kitabın ilerleyen bölümlerinde yazar, genetik müdahaleler üzerine etik sorulara dair kısa tartışmalar sunar. Örneğin “nelerin değiştirileceği değil, ne amaçla değiştirileceği” sorusunu gündeme getirir. Genetik mühendisliğin doğaya “sınır aşırı” bir müdahale olduğunu vurgular, ancak alternatif yoksa durumu kabullenmek gerektiğine işaret eder. Bu yönüyle mercan örneği, insan eliyle hayatta kalmaya zorlanan bir türün kaderini şekillendirme ihtiyacının getirdiği ikilemi somutlaştırır. Kolbert, bu konuda karar vermenin bilimsel değil politik olduğu ve etik seçimin gelecek kuşaklar ile diğer türler dikkate alınarak adilce yapılması gerektiği üzerinde de durur. Kısacası, mercan resifleri vakası, Kolbert’in teknolojik çözümlerin hem bilimsel fizibilitesini hem de arkasındaki etik sorgulamayı ele alış biçimini ortaya koyar.
Genetik Mühendislik ve İstilacı Türler
Kitabın bir diğer önemli dersi, CRISPR gibi yeni gen düzenleme teknolojilerinin çevre korumadaki rolüdür. Kolbert, Avustralya’da zararlı hale gelmiş cane toad (şeker kamışı kurbağası) popülasyonuna uygulanan genetik projeyi anlatır. Cane toad’lar 1930’larda Avustralya’ya zararlı böcekleri yok etmek için getirildi, ancak biyoçeşitliliğe büyük zarar verdiler. Kolbert, Geelong yakınlarındaki bir yüksek güvenlik laboratuvarında, bu kurbağalara özgü zehri etkisizleştirmek veya popülasyonlarını kontrol altına almak üzere CRISPR kullanan bilim insanlarıyla görüşür.
Bu konu üzerine Kolbert’in vurguladığı merkezi tartışma: Genetik müdahalenin meşruiyeti ve zorunluluğudur. Kendisi “doğa geri gelmeyecekse neden bu teknolojileri reddedelim?” sorusunu gündeme getirir (seri aktarılmasa da benzer bir içerikte). Gerçekten de Kolbert, “kurbağalar, fareler ve sıçanlar gen düzenleme için düpedüz zehirleyici bileşiklere sahip” olabileceğini yazmıştır. Kısacası, ana argüman şudur: İstilacı bir türü doğal yolla kontrol etmek mümkün değilse, genetik müdahale meşru bir seçenek olabilir. Bu sorgulamada yazar, “nihai alternatif nedir” sorusunu sorar ve teknolojiyi reddetmenin sorunu çözmeyeceğini vurgular. Bu yönüyle, Kolbert pragmatik bir yaklaşımı savunur; ancak tonlaması kaygılıdır, okuyucuda kaygı uyandırmayı amaçlar.
Bu çalışmada Kolbert’in tarzı dikkat çekicidir. Bilimsel detayları, laboratuvar altyapısını, böcek bilimi uzmanlarının alan kayıtlarını ayrıntılı biçimde anlatırken; aynı zamanda teknolojiye dair etik kaygıları yumuşak bir dille irdeler. Gates gibi bazı yorumcular Kolbert’in “dayanılmaz etkilerle ilgili riskleri anımsatıcı” bir üslubu olduğunu vurgular. Gerçekten de Kolbert, sonuçta laboratuvardaki enjekte edilen genetik modifikasyonlar bir gün vahşi doğaya dönüp dolaşır mı sorusunu gözeterek, insansal sorumluluğun altını çizer. Buna karşın, Kolbert herhangi bir çözümü kesinlikle reddetmez; bilim insanlarının “yenilenemez olanları yavaşlatmak veya ekosistem çöküşünü engellemek için” jeomühendisliği bile düşünmeye değer bulduğunu belirterek çok yönlü bir değerlendirme yaparr.
Geleceğe Yönelik Teknoloji ve Senaryolar
Kolbert’in kitapta sunduğu vaka çalışmalarını birleştiren temel tema, gelecekte daha da artacak teknolojik müdahalelere dair senaryolardır. Bu senaryolar genellikle üç ana grupta toplanabilir: (1) Karbon yakalama ve negatif emisyon teknolojileri, (2) Güneş jeomühendisliği, (3) Biyolojik ve genetik müdahaleler.
- Karbon Yakalama ve Negatif Emisyon: Kolbert, havadan CO₂ temizleyen teknolojileri açıklar. Bunların arasında havayı süzme ve karbonu derin yeraltına enjekte etme yöntemleri, BECCS (biyokütle-enerji + karbon yakalama) gibi karma modeller bulunur. Yazar, IPCC raporlarının sıkça desteklediği BECCS’i özellikle “doğası gereği bedavayı yemeye zorlayan bir düzen” olarak nitelendirir, çünkü hem enerji üretimi hem de negatif emisyon sunar. Bu teknolojilerin pratikte uygulanması ise hâlâ sınırlıdır ve geniş ölçekli etkileri belirsizdir. Kolbert, bu yöntemlere temkinli bir umutla bakmakta; “gezegenin negatif emisyonlu bir hale bürünebileceği” ihtimalinin üzerine eğilir fakat yan etkilerine dair açık ifadeler kullanmamaktadır.
- Güneş Jeomühendisliği: Kitabın en çarpıcı kısmı, yukarıda da anlatıldığı üzere, Güneş ışığını azaltmaya yönelik önerilerdir. Özellikle atmosferin üst katmanına sülfat aerosolleri bırakma fikri ele alınır. Kolbert, bu alana dair bilimsel tartışmaların yaratacağı gökyüzü beyazlaşması gibi fenomenleri anlatırken, çoğu bilim insanının bu yöntemi “nihayetinde kaçınılmaz” olarak gördüğünü kaydeder. Ancak aynı zamanda “teknolojik ölümcül bir risk” taşıdığını da vurgular. Böyle bir müdahalenin belirsiz ve geri dönüşsüz sonuçlar doğurabileceği konusunda okuru uyarmakta, iyimser ve kötümser senaryoları dengeli biçimde sunmaktadır.
- Biyolojik ve Genetik Müdahaleler: Daha önce bahsedilen süper mercan ve kurbağa örneklerinin dışında, Kolbert biyolojik çözümler spektrumunda “insan eliyle yeniden yapılandırılan ekosistemler” fikrini işler. Bu çerçevede “assisted evolution” (yardımlı evrim), gen sürü (gene drive) projeleri, böcek popülasyonlarını değiştirme gibi yaklaşımlar da yer alır. Örneğin kitaptaki “Into the Wild” bölümünde, nadir balık türlerinin yapay tanklarda beslenmesi ve orman ekosistemine yeni ağrı oluşturan bitki türlerinin yerlerine başka türler dikilmesi gibi çeşitli müdahalelerden bahsedilir. Kolbert, bu projelerin amacını “kendi yarattığımız krizden çıkış yolları aramak” olarak tanımlar, ancak her müdahalenin beraberinde yeni bir etik tartışma ve beklenmedik sonuçlar getirdiğine dikkat çeker.
Kolbert, tüm bu teknolojilere objektif bir mercekten bakmaya özen gösterir. Strayer’ın da belirttiği gibi, kitabın sonunda bilim insanlarının çalışmalarına duyduğu “hevesin kuşkuyla yumuşatıldığını” gözlemler ve çözümler arasında bir iyimserlikten çok, bir “teknofatalizm” eğilimi olduğunu yansıtır. Bu, çözümlerin geçmiştekilerin sadece daha iyi versiyonları değil, içinde bulunduğumuz koşullarda yapılabileceklerin en iyisi olduğu çıkarımına götürür. Sonuç bölümünde Kolbert net bir tavır koymak yerine okura sorar: Doğayı kurtarmak için daha fazla kontrol mü uygulamalıyız, yoksa teknolojik müdahalelerden olabildiğince kaçınmalı mıyız?.
Kolbert’in öne sürdüğü gelecek senaryolar, umut ile endişe arasında gidip gelen karmaşık bir tablo çizer. Bir yandan, bu teknolojilerin uygulanabilirliği bize umut verebilir (örneğin Grönland buzul tabakasının erimesini yavaşlatabilme ihtimali). Diğer yandan, bu tür girişimlerin sonuçları önceden tahmin edilemediği için ekolojik felaketlere neden olma riski de vardır. Yazar, kitabı boyunca hiçbir çözümü temize çıkarmadan “mecburiyetî bir müdahale” ya da “teknolojik macera” olarak sunar; temel vurgusu, ne tür bir dünyada yaşayacağımızı şekillendirecek bu kararların artık kaçınılmaz olduğudur.
Geleceğe Yönelik Çözümler ve Senaryolar
- Karbon Yakalama ve BECCS: Atmosferden CO₂ çekme ve yeraltına depo etme teknikleri (NETs, BECCS). IPCC tarafından savunulan bu yöntemlerde biyokütle yakıt üretilirken çıkan CO₂ yeniden toprak altına hapsedilir.
- Güneş Jeomühendisliği: Stratosfere sülfat aerosolü veya elmas tozu gibi partiküller enjekte ederek güneş ışığını yansıttırma. En bilinen örnek aerosol püskürtme ile mavi gökyüzünün beyazlaşması (kitabın adının kaynağı).
- Genetik Müdahaleler: Türlere yeni genler ekleyerek özelliklerini değiştirme (gen sürü, CRISPR uygulamaları). Örneğin şeker kamışı kurbağalarını toksin üretmeyen hale getirme.
- Assisted Evolution: Mercanları ya da diğer canlıları iklim değişikliğine adapte etme girişimleri (melezleştirme, gen aktarımı).
- Diğer Radikal Çözümler: Buzulların korunması için atmosferi kasıtlı olarak soğutma, milyonlarca ağaç defalarca dikerek karbon yığınları oluşturma gibi senaryolar.
Bu listede yer alan çözümler, Kolbert’e göre imperfect world dünyasında yapılabilecekler listesinden ibarettir. Yazar, hiçbiri “mükemmel” olmasa da, şimdi elimizdeki koşullarda insanlığın işine yarayabilecek en iyi seçenekler olarak sunar. Okuyucuyu da şu soruyu düşünmeye davet eder: Bu çözümleri hayatımıza geçirmeli miyiz, yoksa doğaya müdahale etmeden eski haline dönmesini beklemeliyiz? Sonunda Kolbert, “Uzun vadede kehanetler yapmak mümkün değil” der, fakat bugün mevcut çözümlerin nasıl daha sorumlu kullanılabileceğine odaklanır.
Sonuç
Elizabeth Kolbert’in Beyaz Bir Gökyüzü Altında kitabı, Antroposen dönemiyle birlikte doğa üzerindeki insan müdahalelerinin kaçınılmaz sonuçları ve olası çözümleri arasında köprü kurar. Kolbert’in gözlemleri, çevresel yıkımın boyutlarını ve buna karşı geliştirilen teknolojik müdahalelerin hem umut hem risk barındırdığını göstermektedir. Vaka çalışmaları (Mississippi deltası, mercan resifleri, sucul ve karasal ekosistemler) üzerinden yürüttüğü bilimsel-gazetecilik, teknik detayları anlaşılır kılarak okuyucuyu bilgilendirir. Bir yandan mühendislik ve biyoteknoloji alanındaki en güncel projeleri aktarırken, diğer yandan bu müdahalelerin etik boyutunu sorunsallaştırır. Örneğin “kontrolün kontrolü” paradoksunu gündeme getirerek insanlığın artık doğayı eski haline döndürmek için yeni kontrol mekanizmaları kurduğunu vurgular.
Kolbert’in çalışması, insan müdahalesinin ahlaki yükünü de tartışmaya açar. Gen düzenleme ve jeomühendislik gibi alanlarda, “alternatif yoksa zorunlu müdahale mi yoksa doğaya müdahale etmemek mi?” ikilemi sürekli tekrarlanır. Bu çerçevede yazar, kesin bir reçete sunmaktan kaçınır. Strayer’ın işaret ettiği gibi, kitabın sonuna doğru Kolbert’in tavrı nesnel temelde kalır ve çözümlerin iyi-kötü ayrımını okura bırakır. Bu tutum, eseri sıradan bir bilimsel rapordan çok keskin sorular soran bir bakış açısına dönüştürür.
Bilimsel-gazetecilik yaklaşımı açısından Kolbert’in yöntemi güçlü bulunabilir. Gates’in belirttiği gibi, yazar “akıcı ve ilgi çekici” bir dille karmaşık konuları aktarmakta ustadır. Araştırmacılarla derinlemesine röportajlar yapması ve okur dostu bir üslup tercih etmesi, okuyucunun teknik ayrıntıları kavramasını kolaylaştırır. Aynı zamanda, Kolbert farklı teknolojilere dair tarafsız bir analiz sunar; uzmanların görüşlerini eşit derecede ele alır ve çözümlerin olumlu-olumsuz yönlerini dengeli biçimde aktarır. Bu yaklaşım, okuyucunun sorgulayıcı bir bakış geliştirmesine olanak tanır. Öte yandan bazı eleştirmenler, yazarın karamsar tonunun ümit kırıcı olabileceğini veya alternatif çözümleri yeterince tartışmadığını öne sürmüşlerdir. Gates’in yorumunda belirttiği gibi, Kolbert risklere dikkat çekerken “ne yapmamız gerektiği” veya alternatif yollar üzerinde daha az durmaktadır. Bu, kitabın eleştirel bir eksikliği olarak görülebilir.
Sonuç olarak, Beyaz Bir Gökyüzü Altında, gezegenimizi bekleyen belirsizlikleri ve bunlara karşı geliştirilen teknolojik stratejileri detaylı bir şekilde gözler önüne sermektedir. Kolbert’in sunduğu senaryolar, gelecek kuşakların karşılaşacağı ikilemleri ve insan müdahalesinin sınırlarını sorgular niteliktedir. Yazar, ikna edici anlatımı ve vaka analizleriyle, “doğayı kurtarmak için ne kadar ileri gidebiliriz?” sorusunu hem teknik hem de etik açılardan derinlemesine düşündürür. Bu çalışmada ele alınan çözümler ve yöntemler, insanlık olarak karşılaştığımız çevresel krizlerde ne ölçüde aktif rol oynamamız gerektiği yönünde kapsamlı bir aydınlanma sağlama çabasının parçasıdır.
Kaynakça (APA stili)
- Bove, T. (2021). Review: Under a White Sky by Elizabeth Kolbert. Earth.Org.
- Gates, B. (2021, 14 Haziran). I really enjoyed reading “Under a White Sky”. GatesNotes.
- Kolbert, E. (2019, 25 Mart). Louisiana’s Disappearing Coast. The New Yorker.
- Kolbert, E. (2021, 11 Ocak). CRISPR and the Splice to Survive. The New Yorker.
- Kolbert, E. (2021). Under a White Sky: The Nature of the Future. Henry Holt & Co. (Orijinal yayın Ocak 2021).
- Osaka, S. (2021, 8 Şubat). Interview: Elizabeth Kolbert on why we’ll never stop messing with nature. Grist.
- Oomen, J. (2019). Anthropocenic Limitations to Climate Engineering. Humanities, 8(4), 186.
- Utku, H. C. (Çev.). (2025). Beyaz Bir Gökyüzü Altında – Dünyayı Geç Olmadan Kurtarabilir miyiz? (E. Kolbert, Orij.). Minotor Kitap. (Orijinal çalışma 2021).

Leave a Comment