Turgut Özakman'ın 'Dr. Rıza Nur Dosyası' Kitabı Üzerine Akademik İnceleme


Dr. Rıza Nur Dosyası 


Turgut Özakman'ın 'Dr. Rıza Nur Dosyası' Kitabı Üzerine Akademik İnceleme

Turgut Özakman’ın Dr. Rıza Nur Dosyası Kitabının Tarihsel ve Akademik İncelemesi

Giriş

Turgut Özakman’ın Dr. Rıza Nur Dosyası adlı eseri, Cumhuriyet’in ilk döneminde önemli görevlerde bulunmuş hekim-siyasetçi Dr. Rıza Nur’un hayatı ve özellikle yayımlanan hatıratı üzerine odaklanan kapsamlı bir incelemedir. Özakman bu kitapta, Rıza Nur’un 1967’de yayınlanan Hayat ve Hatıratım adlı anılarında ileri sürdüğü iddiaları tarihî belgeler ışığında sorgular. Kitabın sunuş yazısında da belirtildiği gibi, bazı çevrelere göre Rıza Nur’un anıları “hezeyan” olarak nitelendirilirken; bazıları yakın tarihimiz üzerine ışık tutan önemli belgeler olarak görmektedir. Özakman, “kim haklı?” sorusunu Rıza Nur’la birlikte tartışmayı amaçlar. Bu yaklaşım, kitabın amacını ve yazarın tutumunu özetler niteliktedir.

Dr. Rıza Nur (1879–1942), Osmanlı döneminden Cumhuriyet’in kuruluşuna geçişte aktif rol oynamış bir siyasetçi ve yazardır. Sinop’tan İttihat ve Terakki mebusu olarak girdiği Meclis-i Mebusan’da, ardından Ankara’daki Milli Mücadele hükümetlerinde ilk Maarif (Eğitim) Vekili ve 1921–1923 arasında Sağlık Bakanı (Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiyye Vekili) olarak görev yapmıştır. Ayrıca Moskova Antlaşması’na (1921) uzak elçi, Lozan Konferansı’na (1922–23) ise Türkiye heyetinde ikinci delegedir Bu dönemde saltanatın kaldırılmasına ilişkin kanun tasarısını kaleme almış, sonraki yıllarda on iki ciltlik Türk Tarihi gibi milliyetçi yayınlar ortaya koymuştur. 1926’da Mustafa Kemal ile anlaşmazlık sonucunda yurt dışına çıkan Nur, Paris ve İskenderiye’de yaşamış, burada da yazılarına devam etmiştir.

Tarihî bağlamı oluşturmak gerekirse, Rıza Nur 1935’te hatıralarını birincil kaynak olarak British Museum’a teslim etmiştir. Bu anılar 1967’de Altındağ Yayınevi tarafından 4 cilt halinde basılmış fakat kısa süre sonra sansürlenerek toplatılmıştır. Özakman’ın eseri, bu yayın serüveni çerçevesinde Rıza Nur’un iddialarının doğruluğunu tarihî belgelerle karşılaştıran bir analiz sunar. Yazar, Osmanlı’nın son döneminden Lozan’a, Cumhuriyet’in ilk on yıllarına uzanan dönemde Rıza Nur’un siyasi kimliğini, milliyetçilik anlayışını ve icraatlarını değerlendirirken, aynı zamanda anılarının güvenilirliğini ve tarihçiler açısından taşıdığı değeri tartışmaya açar.

Rıza Nur’un Siyasi Kişiliği ve Milliyetçilik Anlayışı

Rıza Nur’un siyasal yaşamı II. Meşrutiyet sonrası döneme rastlar. Askerî tıp fakültesinden mezun olup cerrahi profesörü olan Nur, 1909’da genç yaşta Sinop mebusu olarak Meclis-i Mebusan’a girmiştir. İttihat ve Terakki’den ayrıldıktan sonra Prens Sabahattin’in Ahrar Cemiyeti’ne katılmış, meşrutiyet sonrası dönemde İttihat aleyhinde faaliyetlerde bulunmuştur. Bu süreç, onun yenilikçi fikirlerle Osmanlı elitlerinden uzaklaştığını göstermektedir. İnönü Üniversitesi tarihçisi Ali Birinci’ye göre, Rıza Nur, “Türkçü söylemlere sahip” ve kendisini “katıksız Türk” sayan biridir. Bu vurgu, onun siyasal kimliğinin merkezinde etnik milliyetçiliğin yer aldığını ortaya koyar. Gerçekten de, Nur milliyetçilik ideolojisine derinlemesine bağlı olup ünlü Ülkücü düşünür Hüseyin Nihal Atsız’ın manevi babası sayılmıştır. Zengin bir entelektüel kişiliğe sahip olan Nur, yazı ve tarih çalışmalarıyla da öne çıkmıştır. Örneğin 1924–26 yıllarında milliyetçi bir perspektifle kaleme aldığı 12 ciltlik Türk Tarihi eserinde, Türk tarihini yaygın bir kesime anlatmayı amaçlamış; eser birincil bilimsel değerden çok “millî terbiye” gözetilerek halk için yazılmıştır. Ancak Ansiklopedi notlarına göre bu tür çalışmaların ilmî değer taşımadığı kabul edilir.

Rıza Nur’un milliyetçilik anlayışının bir yansıması olarak, eğitim alanında ve kamu kültüründe Türk kimliğini pekiştirmeye yönelik adımlar attığı görülür. TBMM Maarif Vekili (Eğitim Bakanı) iken Türkiye’de Türk kültürü ve diline yönelik çeşitli teşebbüslerde bulunmuştur. Örneğin atasözlerinin ve halk şiirlerinin derlenmesi için Umûmî Hars (Kültür) Müdürlüğü’nü kurmuş, halk oyunları ve mimari eserlerin tespitine öncülük etmiştir. Okullardaki seviyelendirmeyi Türkçeleştirerek “ilkokul, ortaokul, lise” terimlerini önermiş; bürokratik yazışma dilini sadeleştirecek düzenlemeyi meclis kararıyla yürürlüğe koymuştur. Sinop’ta kurduğu kütüphaneyi geliriyle Maarif Vekâleti’ne bağışlaması ve bu vakfa binlerce kitap kazandırması da (örneğin “Türklüğü yükseltmek” amacını güden 4.000 kitaplık vakıf) onun milli kültüre katkısı olarak kayda geçmiştir. Eğitim ve kültür politikalarındaki bu girişimler, Nur’un millî kültürü geliştirme çabasının somut örnekleridir.

Sağlık alanında ise Nur, hem cerrah olarak hem de Sağlık Bakanı olarak hizmet etmiştir. Sakarya Meydan Muharebesi sırasında görev yapan bir doktor olan Nur, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Bakanlığı yapmış. O dönemde sağlık hizmetleri ve hastane altyapısına ilişkin özel bir reform kaydı bulunmasa da, Rıza Nur’un kendi mesleki geçmişi cerrah olarak ön plana çıkar. Ayrıca Fenni Sünnet konulu ilk kitabını 1905’te yazarak sağlık-kültür alanında örnek eserler de vermiştir. Özetle, Rıza Nur’un siyasi kişiliği yenilikçi düşüncelerle harmanlanmış ve kökleri milliyetçilikte olan bir kimliktir; eğitim ve kültür politikalarında Türkçülüğü destekleyen düzenlemeler yapmış, sağlık hizmetlerinde ise doktor olarak katıldığı mücadelelerle sivrilmiştir.

Lozan’daki Rolü ve Uluslararası İlişkilerdeki Etkisi

Rıza Nur’un uluslararası platformlardaki en önemli görevi 1922–23 Lozan Antlaşması görüşmeleri sırasında Türk heyetinde ikinci delege sıfatıyla yer almasıdır. Lozan’da Mondros ve Sevr sonrası sorunların çözümlenmesi amaçlanmış; kapitülasyonların kaldırılması, azınlık hakları, Musul sorunu gibi kritik konular görüşülmüştür. TBMM Zabıtları ve Nutuk kaydında geçen bir diyalogda da ele alındığı üzere, Rıza Nur Lozan sürecinde aktif bir katılımcıdır. Ancak hatıratında kendisi bu konferanstaki rolünü abartarak İsmet Paşa’nın nutuklarını kendisinin kaleme aldığını, azınlık ve mübadele sorunlarını kendisinin yönettiğini iddia eder. Bu iddialar, resmi kayıtlarla çelişir. Örneğin Nutuk’ta yer alan bir bölümde Meclis Reis Vekili Rıza Nur’un “altı yıldır mutaassıp bir milliyetçi” olduğu vurgulanmış ve Arnavutluk’ta isyancılarla birlikte hareket ettiği suçlaması gündeme getirilmiştir. Özakman da kitabında bu tür belgeleri işaret ederek, Nur’un Lozan’da milli heyetin tüm kararlarını kendisinin yönettiği iddialarının asılsız olduğunu göstermeye çalışır.

Nur’un uluslararası alandaki bir diğer görevi 1921 Moskova Konferansı’nda Türkiye’nin Afganistan ile yapılan antlaşma metnini kaleme almasıdır. Ayrıca Cumhuriyet’in ilk iç işleri bakımından dönüm noktası olan saltanatın kaldırılmasına ilişkin kanun tasarısını 5 Ağustos 1921’de Meclis’e sunanlardan biridir. Bu tarz diplomatik ve kanun çalışmaları, onun Lozan sonrası dönemde de dış politikada söz sahibi olduğunu gösterir. Örneğin 1931’de Leiden’deki oryantalist kongreye Türkiye’yi temsil etmek üzere gönderilmiştir. Ancak 1926’dan itibaren yurttaşlık görevini bırakıp Fransa’ya yerleşmesi, Lozan’da başlayan anlaşmazlıkların ve kendisiyle yeni rejimin uyumsuzluğunun devamı olarak değerlendirilebilir. Özetle, Rıza Nur Lozan’da ikinci Türk delegesi olarak yer almış ve hem bu konferansta hem de Moskova’da aktif diplomat olarak görev almıştır; fakat sonraki anılarında Lozan’da ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında etkili aktör olduğunu iddia etmesi tarihî kayıtlara dayanmamaktadır.

Rıza Nur’un Atatürk ve Cumhuriyet Rejimine Yönelik Görüşleri

Hatıratında öne çıkan bir başka konu da Rıza Nur’un Mustafa Kemal Atatürk ve kurduğu Cumhuriyet’e dair görüşleridir. Bu anılarda Nur, çoğu kez sert bir üslupla Atatürk ve dönemin hükümet kadrosunu eleştirir. Saltanatın kaldırılması ile hilafetin kaldırılması konularında bile kendi katkılarını öne çıkarır. Örneğin hatıratında saltanatın kaldırılmasının tamamen kendi önerisi olduğunu, hatta Cumhuriyet ilânının dahi esasen kendisinin fikri olduğunu savunur. Aynı şekilde, 1924 yılında son halifeliğin kaldırılması sırasında da Atatürk’ü eleştirerek “aslında halifeliğin cumhuriyet beklemeksizin muhafaza edilmesinin milletin yararına olacağı” görüşünü ileri sürmüştür. Ansiklopedik kaynaklar Nur’un bu tutumunu “hilafeti Türk milleti için üstün bir kurum” olarak görmesi ve din-devlet ayrımının “nâsûtî” terimiyle düzenlenmesini önermesiyle açıklamıştır. Bu yaklaşım, Kemalist laiklik anlayışından farklı düşen bir perspektiftir.

Atatürk’e olan kişisel kızgınlığına ve kıskançlığına dair ipuçları da mevcuttur. Örneğin Ankara’da bir konuşmasında, Nutuk’u okuduktan sonra buna öfkelenerek hatıralarını kaleme almaya karar verdiğini açıkça ifade etmiştir. Bu durum, Ozakman’ın da vurguladığı gibi Nur’un hatıratını giderek artan bir “kin, kıskançlık ve gazap” duygusuyla yazdığını göstermektedir. Yine kendi anlatımında, Cumhuriyet yönetimini oluştururken Şer‘iyye Vekâleti’nin yeniden ihdasını önermiş ve bu yönde sert bir tavır almıştır. İnönü ve Fevzi Çakmak gibi dönemin devlet adamlarını etnik sıfatlarla betimleyerek küçümser; Karabekir ve Mustafa Kemal’e yönelik hakaret ve iftiralarda bulunmuştur. Kısacası, Rıza Nur’un hatıratındaki Anıtkabir’e karşı tutum ve Atatürk’e yönelttiği suçlamalar, Cumhuriyet’in ilk dönemine dönük bir düşmanlık söylemidir. Bunun aksine, eserlerinin başkaları tarafından verilen önemle de tutarsızlıklar mevcuttur: Örneğin Türk Tarihi adlı eserinde Atatürk’ü övüp büyük lider olarak tanımlarken, daha sonra Atatürk karşıtı görüşler ileri sürmesi tutarsız bulunur.

Yayınevi tarafından hatıratın önsözünde vurgulanan uyarı da Nur’un tutumunu gösterir. Yayıncı, “hayatî hatıralarda asıl olan şahsi duygu ve düşünceler değil, müşahedelerdir” diyerek, Rıza Nur’un Atatürk hakkındaki alışılmadık görüşlerinin güvenilmez olabileceğini ima eder. Yayınevi ayrıca Nur’un portresini “hatalara düşebilen insani yönleriyle” çizerek gözlemlerinin eksik veya yanlış olabileceğini belirtir. Bu değerlendirmeler, Nur’un Atatürk ve Cumhuriyet’e yönelik sert ithamlarının tarafsız bir tarih anlatımı olarak görülmemesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Turgut Özakman’ın Eleştirileri ve Tarihî Belgeler Üzerine Analizleri

Özakman, Rıza Nur’un iddialarını değerlendirirken sıkça bir tarihçi titizliğiyle belgelerden hareket eder. Kitapta, hatıratta yer alan çarpıcı iftiraların doğruluk derecesi, TBMM tutanakları ve Nutuk gibi birincil kaynaklarla karşılaştırılır. Örneğin, Ankara’daki bir Meclis tartışmasında Rıza Nur hakkında konuşan Maliye Vekili Abdülhalik Renda’nın sözleri, Nur’un Meclis’te Arnavut kökenlileri savunarak millî mücadeleyi zorlaştırdığını ortaya koyar. Özakman bu olaya detaylı yer verir ve Nur’un anlatısını doğrudan çürütür. Aynı şekilde Nutuk’taki bu bölüm öne çıkarılarak, Nur’un “Türklüğü kuşkuya düşürücü sözleri” eleştirilmiştir.

Özakman’ın dikkat çektiği bir nokta da Rıza Nur’un hatırat yazımındaki amacıdır. Yazar, hatıratın bugünkü formatına ulaşmasının rastlantısal değil, kasıtlı bir süreç olduğunu ileri sürer. Nutuk’u okumasının ardından yazmaya niyetlendiğini, kaleme alırken “gittikçe artan kin, kıskançlık ve gazap” hissettiğini ifade eder. Özakman, Nur’un aslında iki amaç güttüğünü belirtir: Kendini yüceltmek ve özellikle Atatürk ile kurtuluş mücadelesinin kadrosunu itibarsızlaştırarak “sahte bir tarih” yaratmak. İlginç bir nokta olarak, hatıratın yayımlanmaması için 1960 yılına kadar bekleme şartı koyması, Özakman’a göre Nur’un amacının tarihe hizmet etmek değil, kişisel intikamını almak olduğunu göstermektedir.

Bu analizler gösteriyor ki Özakman, tarihî belgeler üzerinden Nur’un hatıratındaki iddiaları sorgular. Nutuk’taki ifadelerden alıntılar yaparak Nur’un meclis konuşmalarını nasıl çarpıttığını ortaya koyar; TBMM arşivine dayanarak Nur’un hangi yasal teklifleri kendisinin sunduğunu belgeler. Bu sayede hatırattaki pek çok tutarsızlık belgelenmiş olur. Örneğin “Cumhuriyet ilânı benim fikrimdir” şeklindeki iddiasına yönelik, gerçekte bu teklifin TBMM tarafından Genelkurmay Başkanlığı adına (Taarruz Kanunu ile birlikte) sunulduğu gösterilir. Ayrıca Özakman, Rıza Nur’un anılarının güvenilirliğine dair özel değerlendirmeler yapar. Tanrıdağ Dergisi’ndeki bir makaleye atıfla, Nur’un hatıratının gün-olay örgüsünü net sunamadığını, belge eklemediğini ve bu haliyle “birinci elden tarihi kaynak olma değerini yitirdiğini” vurgular. Benzer biçimde, bu anıların ağırlıklı olarak Nur’un hafızasına dayandığı, usul ve metot yetersizliği içerdiği ifade edilir. Bu eleştiriler, kitabın tarihçi bakış açısını ortaya koyar.

Hatıratlarının Güvenilirliği ve Kaynak Eleştirisi

Rıza Nur’un Hayat ve Hatıratım’ı, tartışmalı birikimi ve saldırgan üslubuyla uzun yıllardır “yakın tarihimize ışık tutan belgelere” bir örnek olarak ya da “tezvir dolu hezeyana” bir kaynak olarak gösterilmiştir. Ancak tarih bilimine göre hatıratlar tek başına güvenilir sayılmaz; mutlaka belge ve kaynaklarla desteklenmeleri gerekir. Nur’un anılarında ileri sürdüğü pek çok iddiayı doğrulayacak bağımsız bir belge henüz bulunamamıştır. Bu durum, Özakman’ın da işaret ettiği gibi eleştiri konusu edilmiştir. Özakman, hatıratta yer yer görülen çelişkileri, duygusal ve öznel ifadeleri göz önüne alarak Nur’un anılarının birinci elden kaynak değerini önemli ölçüde kaybettiğini belirtir. Örneğin kişisel nefret ifadeleri (Hatice Hanım’a ve İnönü’ye vs. yapılan ağır ithamlar) bu öznel ifadelerdir ve tarihsel kanıt oluşturmaz.

Hatıratın güvenilirliğine dair yayınevinin önsözü de önemlidir. Rıza Nur’un hatıratı ilk yayımlayan Altındağ Yayınevi, önsözde Nur’un görüşlerinin “kısmen eksik veya yanlış” olabileceği uyarısını yapar ve anıyı “tarihi bir fikir malzemesi” olarak görür. Özetle yayınevi, Nur’un şahsi değerlendirmelerinin birincil belge olarak görülmemesi gerektiğini vurgular. Özakman da benzer bir yaklaşım benimser: Hatıratın bilimsel değeri olmadığı, daha çok o dönemin düşünce yapısını yansıtan bir doküman olduğu söylenebilir. Tanrıdağ Dergisi’ndeki değerlendirme, Nur’un her olayın merkezine kendisini alması ve belgeleri arka planda tutarak anılarını oluşturduğunu vurgular. Bu tür eleştiriler, tarih yazımında dikkate alınması gereken unsurları ortaya koyar.

Tüm bu eleştiriler ışığında Rıza Nur’un hatıratı, tarihçilere birinci el kaynak olarak değil, taraflı bir anlatı olarak değerlendirilmelidir. Özellikle Atatürk ve Cumhuriyet dönemine ilişkin kısımlar, dönemin diğer tanık ve belgeleriyle çelişki arz eder. Bu bağlamda Özakman’ın eserinde yaptığı kaynak gösterimi ve belgelerle karşılaştırma çalışmaları, hatıratın güvenilirliğini sorgulayan önemli katkılardır. Ancak Özakman’ın kendi yaklaşımının da tamamen nesnel olup olmadığı tartışmaya açıktır; zira kitapta kullanılan birincil belgelerin seçimi ve yorumunda yazarın perspektifi kendini hissettirmektedir. Yine de, eserin kaynak eleştirisi kısmı, hatıratın tarihçilik değerini sorgulamak için yararlı gözlemler içerir.

Kitabın Tarihçilik Açısından Değeri ve Diğer Anlatılarla Karşılaştırılması

Özakman’ın eseri, Rıza Nur üzerine yazılmış az sayıdaki kaynak arasında özel bir yere sahiptir. Bu konuda daha önce Cavit Orhan Tütengil (1963-1965) ve A. Okçuoğlu (1956) gibi araştırmacıların makaleleri ve küçük kitapları mevcuttur. Örneğin Tütengil, hatıratların Türk kamuoyuna girişini sağlamış, Okçuoğlu ise Dr. Rıza Nur’un Hayatından Notlar adlı çalışmada biyografik malzeme sunmuştur. Ancak bu önceki eserlerin hiçbiri hatırat iddialarını tarihî belgeler ışığında sistematik biçimde tartışmayı amaçlamamıştır. Özakman’ın çalışması, bu açıdan benzersizdir: O, hatırattaki itirazları ele alırken belge temelli bir analiz getirmeyi hedefler.

Kitabın tarihçiliği, döneme ilişkin farkındalığı artırmada olumlu katkılar sunar. Özakman’ın tartışmalı alıntıları yazarın kendi metniyle karşılaştırması, okura döneme dair başka bir bakış açısı kazandırır. Örneğin hatıratın Lozan, Harf Devrimi gibi meseleler hakkında söylediklerini başka belgelerle kıyaslayarak “gerçek tarih” ile Nur’un anlatısını yan yana getirir. Böylece okur, yakın döneme ilişkin tartışmaları daha eleştirel görebilir. Kaynakça kullanımında hatırı sayılır bir çaba gösterilmiş, Nutuk, TBMM Zabıtları, belge derlemeleri gibi orijinal metinler kitabın ana referansları olmuştur.

Diğer yandan, eserin akademik tutarlılığı konusunda bazı eleştiriler de mümkündür. Özakman’ın üslubu ve vurguları yer yer olayları dramatize eder niteliktedir. Yazar, Rıza Nur’un ifadelerini hemen eleştiri bombardımanına tutar; bu da tarihsel nesnellikten ziyade taraflı bir bakış algısı yaratabilir. Ayrıca kaynak seçimi daha da çeşitlendirilebilirdi. Örneğin, Rıza Nur’un kendi basılan eserleri, dönemin yabancı arşiv belgeleri veya benzeri akademik çalışmalar (örneğin Tosun Beşe oğlu, Nur ile mektuplaşmalar) kitabın analizine eklenebilirdi. Diğer biyografik anlatılarla doğrudan bir karşılaştırma yapılmamış olsa da, Özakman’ın çalışması genellikle hatırat temelli anlatımlara sert eleştiriler yönelten bir külliyatın parçası olarak okunabilir. Sonuç olarak, Dr. Rıza Nur Dosyası tarih bilincine katkı sağlayan ama mutlaka diğer kaynaklarla beraber değerlendirilmesi gereken bir eserdir.

Sonuç

Özetle, Turgut Özakman’ın Dr. Rıza Nur Dosyası kitabı, yüksek lisans düzeyinde bir inceleme gereksinimini büyük ölçüde karşılayacak derinlikte bir çalışmadır. Yazar, tarihi materyalleri titizlikle inceleyerek Rıza Nur’un hayatı ve yazdıkları üzerine kapsamlı bir değerlendirme sunar. Kitap, Rıza Nur’un milliyetçilik anlayışı, eğitim ve sağlık alanındaki icraatları, Lozan’daki rolü ve Atatürk’e yönelik görüşleri konularında zengin bilgiler verir. Bu bilgiler büyük oranda Özakman’ın ve diğerlerinin aktardığı tarihî kayıtlara dayandırılır. Bununla birlikte, eserin bazı bölümlerinde retorik ağırlık ve yazarın önceden kabullenmiş olduğu görüşler dikkat çekebilir. Örneğin kitabın başlığı altındaki “dosya” incelemesi, çoğu yerde Rıza Nur’un hatıratındaki ifadeleri çürütmekle sınırlıdır ve yazarın Rıza Nur’un hatıratını hiçbir şekilde aklamadığı, tarafsızlıktan ziyade eleştirisel bir tutum sergilediği görülür.

Tarihsel bilinç açısından bakıldığında, Dr. Rıza Nur Dosyası, hem önemli olay ve figürleri yeniden gündeme taşıması hem de tarih yazımında kaynak eleştirisinin önemini vurgulamasıyla değerlidir. Özellikle hatırat gibi tartışmalı metinlerin nasıl değerlendirilmesi gerektiğini gösteren vurguları, okuyucuya yöntemsel bir farkındalık kazandırır. Akademik tutarlılık bakımından ise, eserin kanıt sunma çabası güçlü olmakla birlikte, argümanlar bazen yazarın önkabulüne yaslanır. Sonuç olarak, Özakman’ın çalışması tarihsel malzeme ile diyaloğa geçen bir eleştirel inceleme olarak düşünülmelidir. Kitabın tarihsel bilinç ve kaynak kullanımı açılarından sağladığı katkılar önemlidir, ancak bu katkılar genelleştirilmiş bir anlatı hâlinde kabul edilmemeli; mutlaka başka birincil ve ikincil kaynaklarla desteklenmelidir.

Kaynakça

  • Avşar, Z. (2018). Dr. Rıza Nur and Tanrıdağ Magazine. Uluslararası Medeniyet Çalışmaları Dergisi, 3(1), 45–77.
  • Birinci, A. (2008). Rıza Nur. TDV İslâm Ansiklopedisi.
  • Doğan, Ü. (2021, 16 Şubat). Atatürk düşmanlarının bir yalanı daha çöktü: Rıza Nur Hatıratı gerçekleri!. Aykırı.
  • Özakman, T. (2019). Dr. Rıza Nur Dosyası. Bilgi Yayınevi.
  • Orköylü, M. (2005). Türkiye Siyasi Tarih Kronolojisi. ISBN 9789756804865. (Not: Rıza Nur dönemi için yararlanılabilir.)
  • Tütengil, C. O. (1965). Dr. Rıza Nur Üzerine Üç Yazı. Ankara: Üçler Fikir ve Kültür. (Hatıratın ilk kamuoyuna tanıtıldığı metinler.)


Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.