Sartre ve Kurmaca Üzerine Akademik İnceleme
Çevirmen:Sayfa:200 Cilt:Ciltsiz Boyut:12 X 20 Son Baskı:02 Ocak, 2025 İlk Baskı:02 Ocak, 2025 Barkod:9786253891879 Kapak Tsr.:Editör:Kapak Türü:Karton Yayın Dili:Türkçe Yayın Dili:Türkçe Orijinal Dili:İngilizce Orijinal Adı:Sartre and Fiction
Sartre ve Kurmaca Üzerine Akademik İnceleme
Jean-Paul Sartre’ın Kurmaca Eserleri ile Felsefi Görüşleri Arasındaki İlişki (Garry Cox’un Sartre and Fiction Eseri Üzerine)
Sartre’ın Varoluşçuluğunun Temel İlkeleri: Özgürlük, Sorumluluk, Kötü İnanç
Jean-Paul Sartre’ın varoluşçu felsefesi, insanın dünyaya anlamsızlıkla dolu bir ortamda atılmış bir varlık olarak doğduğunu; dolayısıyla özü önceden belirlenmiş bir “doğa”dan önce gelmediğini savunur. Yani insan, “özgürlüğünü kendi seçimleriyle sürekli yaratan” bir varlıktır. Bu fikir varoluşçuluğun ünlü ilkesidir: “Varoluş, özden önce gelir” (İng. existence precedes essence). Böylece Sartre için insan en başta mutlak bir özgürlüğe sahiptir; her zaman seçim yapma şansına zorunlu olarak maruz kalmış durumdadır. Bu mutlak özgürlük aynı zamanda sorgulama ve eylem demektir. Çünkü insan hiçbir konuda başkasının zaten yazılmış değerlerini veya “özünü” satın alamaz; her tercihiyle kendi benliğini inşa eder. Sartre bu nedenle “insan, o yaptığı şeyden başka bir şey değildir” demiştir (ve dolayısıyla yaptığı seçimler insanlığı da şekillendirir). Bir başka deyişle, özgürlük ile sorumluluk iç içedir: Özgür olduğumuz için yaptığımız her seçim, hem bizi hem insanlık topluluğunu bağlar. Sartre’ın ünlü sözüyle “seçerek insan sadece kendisini değil, tüm insanlığı taahhüt eder”. Bu bağlamda kişi, bir seçim yaptığında bunun sonuçlarından öznelerarası bir boyutta da sorumludur.
Bu radikal özgürlük yükümlülük beraberinde “sorumluluk” kavramını getirir. Seçimlerimizden kaçma veya onları başkasına yıkma imkânımız yoktur; biz, özgürlüğümüzü inkar etmeden hareket ettiğimizde otantik bir varoluşa erişiriz. Sartre’a göre özgürlüğün yüklediği sorumluluğu reddetmek ise kötü-inanç (Fr. mauvaise foi) olarak adlandırılır. Kötü-inanç, kişinin “kaçınılmaz özgürlüğünü reddetme” iradesiyle kendini aldatmasıdır. Mesela Sartre’ın ünlü garson örneğinde, bir kafe garsonu tüm benliğini “önceden belirlenmiş bir nesne” gibi davranmaya zorlar; aslında özgür bir bilinç olmasına rağmen kendini salt bir garson rolüne indirger. Bu durum, onun “benlik olarak aslında aslında insan olma özgürlüğünden kaçış”ıdır. Kısacası Sartre’a göre özgürlük vardır ve bunun felç edilemeyeceğini kavramak, insanın temel varoluş şartıdır. Seçim yapmamak ya da rol keserek içinde bulunduğu gerçekliği inkâr etmek ise, kötü-inanç yoluyla kendini kandırmak demektir.
Sartre’ın Kurmaca Eserlerinde Bu İlkelerin Temsili
Sartre’ın felsefi kavramları, kurmaca eserlerinde somut hikâyeler yoluyla işlenmiştir. Kendi beyanına göre, yazdıklarını “felsefi fikirlerini geliştirmek ve zenginleştirmek” için kaleme almıştır. Örneğin 1938 tarihli Bulantı (La Nausée) romanında, başkahraman Antoine Roquentin sıradan nesnelere karşı duyduğu derin bulanıklık ve tiksinme sayesinde dünyadaki anlamsızlığı keşfeder. Roquentin nesnelerin önceden belirlenmiş bir “anlamı” olmadığını sezerek özgürlüğüyle yüzleşir. Yalnızca değişken bir bilince sahip olduğunu kavrayan Roquentin’in yaşadığı gerçek “bulantı” ve varoluşsal sancı, kişiyi eyleme geçmeye zorlar; Sartre’ın deyimiyle, kendini kandırmadan (yani kötü-inanç göstermeden) yaşanan bu bulantı, onu eyleme ve nihayetinde özgürleşmeye götürür. Başka bir deyişle Bulantı, varoluşçuluğun “özgürlük ve sorumluluk” ile “varoluş özden önce gelir” ilkelerini edebi metaforlarla deneyimler kılar. Roquentin’in bulantısı, varlığın temsiliyetine göre yalnızca “karton dekorlar” şeklinde somutlaştığı ortamda bile, ona gerçekliğin ağırlığını ve kendi özgürlüğünün farkındalığını verir. Tez çalışmalarında belirtildiği gibi, Roquentin’in çektiği acılı süreç onu varoluşsal bunalım yerine özgürlüğe ulaştırmıştır.
Sartre’ın kısa öykü koleksiyonu Duvar (Le Mur, 1939) da benzer temaları işler. İç Savaş’ında İspanya’da hapiste olan Pablo Ibbieta’nın anlatıldığı “Duvar” öyküsünde, idamları bekleyen bir grubun içinde, Pablo’ya ölmekten kurtulma vaadi sunulur. Pablo, son anda verilen bu “özgürlük” fırsatı karşısında benliğinin sınırlarını keşfeder: Ne kendisini kurtarmaya ne de ihanete meyilli halde iken, gerçekte sevgisini kanıtlayacak tuhaf bir tercih yapar. Hikâyenin absürt sonucu, Sartre’ın “varoluşun anlamdan önce gelmesi” görüşüne edebi bir örnektir; Pablo’nun inançları ya da idealleri ne olursa olsun, olan biten hiçbir şekilde anlamlandırılamaz olur, ancak varoluşuna bunu kat etmiş olmaktan kurtulamaz. Bu durum, Pablo’nun kendi inançlarının sonuçta hiçbir önemi olmadığını ve “varolmanın anlam arayışından önce geldiğini” gösterir. Kısacası Duvar, özgürlüğün kaçınılmazlığı ve sorumluluğun uç noktalarını dramatize eden, aynı varoluşçu temaları işleyen bir eserdir.
Sartre’ın en geniş kurmaca projesi sayılan Özgürlüğün Yolları üçlemesi (1945–1949) da benzer düşünceleri savaş ve siyasi kriz öncesinde geçip giden karakterlerle ele alır. Üçlemenin kahramanları (Mathieu, Ivich, Boris vb.) II. Dünya Savaşı öncesi Fransa’sında özgür iradeyle verilen kararlara zorlanır. Örneğin Mathieu karakteri, askeri kaçak durumdan kaçarak özgürlüğüne ulaşmaya çalışırken, aynı zamanda seçimlerinin tüm insanlık üzerindeki etkisini hisseder. Sartre bu romanlarda bireyin “çaresiz bir durumda bile özgür olduğu ve bu özgürlüğün yükünü omuzlaması gerektiği” temasını işler. Üçlemeye Bulantı’dan Kirli Eller’e kadar birçok eserinden aşina olduğumuz, sorumluluk ve seçim zorunluluğu motifleri hakimdir. Özellikle savaş koşullarında ahlaki seçimler üzerinden yürüyen hikâyeler, Sartre’ın “özgürlük, yalnızca soyut bir kavram değil, zorlayıcı kararlarla örülmüş bir deneyimdir” fikrini somutlar.
Son olarak Sartre’ın politik temalı oyunlarından Kirli Eller (Les Mains Sales, 1948), varoluşçu ilkelerin dramatik yorumu gibidir. Oyun, bir komünist militan Hugo’nun, parti liderini öldürme planını konu alır. Hugo, seçim yapmaya zorlandığı bu çatışmada, idealleri ile eylemlerinin sonuçları arasında kalır. Cox’un belirttiği üzere, Kirli Eller’de bireyin zorlayıcı siyasal koşullarda bile sorumluluğu ve özgürlüğünü koruması gerektiği vurgulanır. Hugo’nun tercihleri, Sartre’ın “özgürlüğün anlamı zor bir seçim yapabilmektir” görüşünü dramatize eder; Cox’a göre bu oyunda, özgür irade en nihayetinde bireyin değerlerini ve ideallerini gerçekleştirme cesaretiyle ölçülür.
Garry Cox’un Analizlerinin Özgünlüğü ve Eleştirel Değerlendirmesi
Garry Cox’un 2009 tarihli Sartre and Fiction adlı eseri, Sartre’ın kurmaca yapıtlarını bütüncül bir bakışla inceleyen ilk kapsamlı çalışmalardan biridir. Cox, önsözünde Sartre’ın felsefi eserleri ile kurmacaları arasındaki örtüşen temaların –özgürlük, sorumluluk, kötü inanç, otantiklik vb.– altını çizer. Amacı, Sartre’ın roman ve oyunları ile filozof kimliğinin ayrılmaz olduğunu göstermektir. Cox’un yaklaşımı erişilebilir bir dille yazılmış, genellikle yeni okurlar için yönlendiricidir ve Sartre’ın kurgusal külliyatını felsefi eserlerinin bağlamında ele alır.
Analizlerinde Cox’un özgünlüğü, Sartre’ın yazdığı her bir eserin hem entelektüel hem de tarihsel/kişisel boyutunu ortaya koymasında yatar. Yazar, her yapıtın yazılış koşullarını, Sartre’ın o dönemdeki yaşam öyküsü ile ilişkilendirerek detaylandırır. Örneğin, Cox bu kitabı yazarken Sartre’ın günlüğü ve anıları gibi kaynaklardan yararlanmış; her kurmacayı, yazarın psikolojik ve tarihsel bağlamıyla birlikte incelemiştir. Bu yönüyle Cox’un çalışması “yarı-biyografik” nitelik taşır. Cox’un ifadesiyle, her kurmaca eser Sartre’ın “kişisel ve psikolojik bağlamıyla ilişkili” olarak değerlendirilmiştir; daha sonraki dönemlerde de siyasi ve tarihsel bağlamlar katılarak yorumlanmıştır. Bu yaklaşım, Sartre’ın edebi eserlerini felsefi bir proje kapsamında ele almanın ötesinde, yazarın hayatıyla edebiyatını da bütünleştirir.
Cox’un kitabının özgün bir yanı da, varoluşçuluğun temel kavramlarını ayrı temalar yerine eserlere göre gruplayarak incelemesidir. Prefasındaki açıklamaya göre, kurguların ana başlıklarını “hikâyeler, romanlar ve oyunlar” olarak ayırmış; böylece her bir bölümde ilgili eserleri detaylıca değerlendirmiştir. Yani Cox, özgürlük veya kötü-inanç gibi tematik bir anlatıdan ziyade, her kurmacayı kendi bağlamında irdelemeyi seçmiştir. Bu yöntem, okuyucuya her eserin bütünselliğini sunarken, bir eleştiri yönünden kitaba getirilebilecek tekinsiz bir durum ise belki de kapsamın geniş oluşudur. Bazı eleştirmenler, Cox’un bu biyografik yaklaşıma odaklanmasının felsefi analizi gölgede bırakabileceğini düşünebilir. Nitekim Cox’un kendisi de kitabının “yarı-biyografik” olduğunu kabul eder; eserlerinin yorumunu yazarın yaşam öyküsüyle sıkı sıkıya ilişkilendirmek, eleştirel literatürde tartışma konusu olabilmektedir. Buna rağmen Cox, Sartre’ın düşünce ve kurmacasını sentezleyerek önceki örneklerden farklı bir bütünlük getirmiştir. Yazarın amacı, Sartre’ın “büyük felsefi projesini tam olarak anlayabilmek için yazarın kendisini ve yaşadığı zorlu dönemi de anlamak gerektiğini” göstermektirb. Bu hedef, Cox’un analizlerini hem özgün hem de açıklayıcı kılar.
Felsefi Düşünce ile Edebi Anlatımın Sentezi Olarak Sartre’ın Kurmaca Anlayışı
Sonuç olarak Cox, Sartre’ın kurgusunu felsefi düşüncesinin ayrılmaz bir parçası olarak ele alır. Prefasında belirttiği gibi, Sartre’ın felsefi eserlerindeki ana temalar –özgürlük, sorumluluk, kötü-inanç, otantiklik vb.– kurmaca eserlerinde de ısrarlı biçimde tekrar eder. Bu nedenle Cox’a göre Sartre’ın felsefesini tek başına okumak, kurgusunu anlamaya yardımcı olur, ve kurgusunu okumak da felsefesinin derinliğini kavramak için gereklidir. Sartre’ın yaşamına dair bulgulara dayanan Cox’un çalışması, kurmaca ile felsefe arasındaki bu diyalektiği sergiler.
Gerçekten de, Sartre kurguyu fikirlerini deneyimsel düzeyde açığa vurduğu bir araç olarak görmüştür. Cox’un ifadesiyle, Sartre “felsefi düşüncelerini geliştirmek ve zenginleştirmek” amacıyla kurmaca yazmıştır. Bu bakımdan, Bulantı’nın yalnızca bir roman değil felsefi bir bildirge olması; Kötü Eller’in yalnızca bir oyun değil özgürlük sorumluluğunu dramatize eden bir ders olması kaçınılmazdır. Sartre’ın kurmacaları, sıradan bireylerin ve tarihi koşulların içinde varoluşsal gerçeklikleri gösterirken, aynı anda felsefi düşüncenin somut örnekleri haline gelir. Cox’un çalışması da bu bakış açısını yansıtır: Sartre’ın kurmaca eserleri, onun entelektüel vizyonunun edebi izdüşümleridir. Böylece Cox, Sartre’ın “sadece bir filozof değil, filozof kimliğini edebiyatında da yaşayan bir yazar” olduğunu gözler önüne sermiştir.
Kaynakça (APA 7):
- Cox, G. (2009). Sartre and Fiction. London: Continuum.
- Crowell, S. (2023). Existentialism. In E. N. Zalta (Ed.), The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Fall 2024 ed.). Stanford University.
- Karaefe, S. (2019). Sartre’da özgürlük ve sorumluluk ilişkisi (Yüksek lisans tezi). Uludağ Üniversitesi, Bursa.
- Reynolds, J. & Renaudie, P.-J. (2024). Jean-Paul Sartre. In E. N. Zalta (Ed.), The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Fall 2024 ed.). Stanford University.
Leave a Comment