Theresa MacPhail’in Alerjik Eseri Üzerine Akademik İnceleme




Bağışıklık Sistemimiz Değişen Dünyaya Nasıl Tepki Veriyor?
Özgün adı: Allergic
Our Irritated Bodies in a Changing World
Çeviri: Duygu Dölek
Yayıma Hazırlayan: Özde Duygu Gürkan
Kapak Tasarımı: Emine Bora
İlk Basım: Ekim 2025
ISBN13 978-605-316-427-2
13x19,5 cm, 360 s.


Theresa MacPhail’in Alerjik Eseri Üzerine Akademik İnceleme

Bağışıklık Sisteminin Evrimi ve Alerjilerin Modern Dünyadaki Artışı

Bağışıklık sistemi milyonlarca yıl boyunca patojenlerle iç içe geçmiş bir ortamda evrimleşmiştir. Atalarımızın yaşadığı avcı-toplayıcı topluluklarda bağışıklık sistemi, sürekli maruz kaldığı mikropları “eski dostlar” (old friends) olarak benimseyerek gelişmiştir. Bu uyumlu ilişki, bağışıklık tolerans mekanizmalarının gelişmesini sağlayarak alerjik tepkilerin minimize edilmesine yardımcı olmuştur. Oysa modern yaşamın hızla değişen çevresel koşullarıyla birlikte bağışıklık sistemiyle temasımız evrimsel beklentilerden sapmıştır. Örneğin, Turke (2017) tarafından öne sürülen “evrimsel uyumsuzluk” hipotezine göre Paleolitik çağda “hamilelik ve bebeklik döneminde alınan antijenlerin, daha sonraki maruziyetlerle örtüşmesi” beklenirken günümüzde bu tutarlılık bozulmuştur. Bu durum bağışıklığın aşırı ya da hatalı tepkiler verme olasılığını artırmış, özellikle gıda alerjilerinde dramatik artışlara yol açmıştır.

Ayrıca bağışıklık sistemimizin ilk anıları çok eskiye, 2641 MÖ’ye kadar uzanır; o dönemde Mısır firavunu Menes arı sokmasına bağlı alerjik şok nedeniyle ölmüştür. Modern bilimde alerjilerin başlangıcı ise 1819’da John Bostock’un saman nezlesini tanımlamasıyla kaydedilmiştir. Buna rağmen son yüzyılda alerji vakalarında görünür bir sıçrama yaşanmıştır. Yüzyıllar boyunca nispeten nadir görülen saman nezlesi, 20. yüzyıl ortalarından itibaren kronik astım ve egzama gibi farklı alerjik rahatsızlıkların yaygınlaşmasına öncülük etmiştir. Bu artışın boyutları büyüktür: Dünya Sağlık Örgütü, alerjik hastalıkları 21. yüzyılda önlenmesi gereken üç ana hastalıktan biri olarak kabul ederken; küresel düzeyde neredeyse 500 milyon kişinin saman nezlesinden, 300 milyon kişinin astımdan muzdarip olduğu tahmin edilmektedir. MacPhail’in de belirttiği gibi, günümüzde milyarlarca insanın en az bir tür alerjik rahatsızlığı bulunmaktadır ve teşhis edilen hasta sayısı son on yılda hızla artmaktadır.

Bu çerçevede, bağışıklık sisteminin atalarımızdan miras kalan tepkime biçimleri ile bugünün çevresel yükünün çatışması, alerji prevalansında patlamaya yol açan temel faktörlerden biri olarak görülmektedir. MacPhail’in holistik bakış açısına göre, modern kentleşme, sanayileşme, beslenme ve yaşam tarzındaki köklü değişiklikler bağışıklık sistemimizi beklenmedik uyaranlarla karşı karşıya bırakmış; bu da “bağışıklık sistemimizin değişen dünyaya nasıl tepki verdiğini” araştırma ihtiyacını doğurmuştur. Sonuçta, günümüzde alerjik reaksiyonların hem şiddeti hem de görülme sıklığı geçmişle kıyaslanamayacak kadar artmıştır.

Hijyen Hipotezi ve Çevresel Faktörlerin Alerji Üzerindeki Etkileri

1989’da David Strachan tarafından ortaya atılan hijyen hipotezi, alerji patogenezinde çevresel maruziyetin azalışını vurgular. Strachan’ın bulgularına göre, “tek çocuklara kıyasla kalabalık ailelerde büyüyen çocuklar saman nezlesi ve egzama geliştirme riskinin daha düşüktü”. Bu hipotez, modern hijyenik yaşam tarzının çocukların mikroplarla daha az karşılaşmasına neden olduğunu ve bağışıklığın düzenlenmesini bozan bir eksikliğe yol açtığını ileri sürer. Zamanla “eski dostlar” (old friends) hipotezi olarak evrilen bu bakış açısı, bağışıklık sistemimizin evrimsel olarak birlikte geliştiği faydalı mikropların önemine dikkat çeker. İnsan bağışıklığı, avcı-toplayıcı dönemlerde toprak, su ve çevresel mikroplarla iç içe büyümüştür; bu bağlamda “körpe bağışıklık sistemi için oral yoldan sürekli maruziyet, bağışıklığın olgunlaşması için elzemdir”. Oysa günümüzde bu mikroplarla karşılaşma düzeyi azalınca bağışıklık kendisine yönelen uyarılara aşırı tepki verebilmekte, alerjik duyarlılık artmaktadır.

Ayrıca modern çevre faktörleri, bağışıklık sistemi üzerindeki baskıyı daha da güçlendirir. Endüstriyel kirlilik, kimyasal etmenler ve çeşitli toksik maruziyetler bilinçli olmayarak alerjik eğilimleri tetikler. Örneğin hava kirliliği ve iklim değişikliği, polen mevsimlerinin uzaması ve alerjen yükünün artması ile bağlantılıdır. Singh ve Kumar (2022) raporuna göre, küresel ısınma sayesinde bitkilerin polen üretimi hem artmakta hem de mevsimler daha uzun sürmektedir; bu da polen kaynaklı rinit ve astım sıklığını yükseltmektedir. MacPhail’in araştırmaları da kirlilik ve iklim değişikliğinin bağışıklık sistemini kronik uyarı halinde tuttuğuna işaret eder; “polen ile dizel partiküllerinin etkileşimi, alerjik durumları daha olası kılar” ve iklim değişikliği, mevsimleri yeniden şekillendirerek yeni alerjenlerin dolaşıma girmesine yol açar.

Diğer önemli çevresel faktörler arasında antibiyotik kullanımı ve modern beslenme sayılabilir. Geniş spektrumlu antibiyotikler, bağırsak mikrobiyotasını bozar; bu da bağışıklığın olgunlaşmasını ve düzenlenmesini engeller. Dipnotski’nin aktardığına göre, MacPhail kitapta “hijyen hipotezi, gıda üretimindeki dönüşümler, çevre kirliliği, mikrobiyomun rolü gibi güncel tartışmaları” ele alarak bağışıklık sistemini etkileyen tüm bu faktörlere kapsamlı bir bakış sunar. Çevresel etmenlerin toplam yükü artarken; sentetik kimyasallara maruz kalma, işlenmiş gıda tüketimi ve şehirleşmenin getirdiği yeni yabancı ajanlar bağışıklığımızın dengesini zorlamaktadır. Tüm bu hususlar, modern çağda alerjilerdeki artışın arkasındaki itici güçler olarak değerlendirilir.

Alerjilerin Biyomedikal, Kültürel ve Toplumsal Boyutları

Alerjiler yalnızca tıbbi bir konu olmayıp, aynı zamanda kültürel ve toplumsal bir fenomendir. MacPhail’in vurguladığı üzere, farklı kültür ve coğrafyalarda alerji tanıları ve tedavi yaklaşımları büyük farklılıklar gösterir. Örneğin Batı ülkelerinde yaygın olarak görülen besin alerjileri, gelişmekte olan ülkelerde o denli sık rastlanan bir durum değildir; bu tür farklılıklar beslenme ve hijyen uygulamalarındaki kültürel değişkenlerle ilişkilidir. Ayrıca sosyoekonomik faktörler de alerji görünümünde etkilidir. Araştırmalar, ailenin geliri, eğitim düzeyi ve hatta etnik kökenin alerji insidansına yansıyabileceğini göstermektedir. Örneğin ABD’de gıda alerjilerinin yaygınlığı etnik gruplar arasında farklılık gösterirken, düşük gelirli nüfus gruplarında astım ve egzama sıklığı daha yüksektir. Bu durum, sağlık hizmetlerine erişim ve farkındalık düzeyi gibi toplumsal koşulların alerji yükünü artırdığını düşündürmektedir.

Makro düzeyde ele alındığında, alerjiler giderek bir halk sağlığı krizi hâline gelmektedir. MacPhail, “alerjilerin giderek artan bir halk sağlığı krizi” olduğunu ve bunun sağlık sistemleri ile eğitim politikaları üzerinde belirgin etkiler yarattığını belirtir. Örneğin sağlık harcamalarında ilaçlara ve tanısal testlere artan bütçe payı, okullarda alerjik öğrencilere yönelik özel düzenlemelerin gerekliliği ve iş yerlerinde önlemler alınması gibi somut sonuçlar söz konusudur. Zira Guardian yazarı Katy Guest’in aktardığına göre, 2030 yılına gelindiğinde “dünyanın nüfusunun yüzde 50’sinin alerjiye sahip olacağı” öngörülmektedir. Bu tahmin, alerjilerin sadece bireysel sorunlardan ibaret olmadığını, toplumun geneline yayılan bir yük haline geldiğini gösterir. İlaç sanayiinin bu alanda büyük bir pazar haline gelmesi de ayrı bir sorundur; hastaların tedavi masraflarını kimlerin karşılayacağı, sigorta sistemlerinin dayanıklılığı gibi siyasal ve ekonomik sorular ortaya çıkmıştır. MacPhail, ABD’de hayatı tehdit eden alerjisi olan hastaların yarısından fazlasının yanlarında adrenalin oto-enjektörü taşımadığını, bunun kimi zaman sigorta kısıtlamalarından kaynaklandığını örnek verir.

Kültürel boyutta ise alerjilere dair algı ve farkındalık çok önemlidir. Alerjisi olan bireyler bazen toplumsal alerji önyargısı veya ilgisizlikle karşılaşır. Örneğin yiyecek alerjileri, bazı kültürlerde yeni bir olgu gibi algılanırken, bazı toplumlarda bu durum komplo teorilerine veya sahte hastalıklara benzetilebilir. MacPhail’in belirttiği gibi, batı dünyasında popülerleşen “glütensiz diyet” gibi trendler bile alerji farkındalığının bir yansımasıdır. Ayrıca toplumsal düzeyde sağlık eğitimi ve alerji farkındalığının artırılması gerekliliği de vurgulanmaktadır. Bütün bunlar, alerjik hastalıkların yalnızca kişisel tedavisi değil; tıp sistemi, eğitim kurumları ve kamu politikalarının da içselleştirmesi gereken çok yönlü bir sorun olduğunu göstermektedir.

Genetik, Epigenetik ve Bağışıklık Sistemindeki Tepkilerin Çeşitlenmesi

Alerjik hastalıklar, biyolojik açıdan karmaşık bir yapıya sahiptir ve hem kalıtımsal hem çevresel faktörlerin etkileşimiyle belirlenir. Son yılların moleküler araştırmaları, astım, egzama ve gıda alerjisi gibi durumların “çok faktörlü” olduğunu ortaya koymuştur. Yapılan çalışmalara göre, bu hastalıkların patogenezinde genetik, epigenetik ve bağışıklık sistemi başta olmak üzere çok sayıda bileşen bir arada rol oynar. Örneğin Wang ve arkadaşları (2023) çalışmasında, alerjik hastalıkların immunopatolojisinin heterojen olduğunu; çok sayıda genetik ve çevresel faktörle birlikte “genetik, epigenetik, çevresel faktörler, mikrobiyota ve bağışıklık işlevi” gibi ögelerin iç içe geçerek rol oynadığını belirtmiştir.

Genetik faktörler alerji eğilimini belirlemede önemli bir yere sahiptir. İkiz çalışmaları ve genom çaplı araştırmalar, birçok alerji tipinin yüksek oranda kalıtılabilir olduğunu göstermiştir. Örneğin gıda alerjilerinde monozigotik (tek yumurta) ikizlerin %82’sinin her ikisinde de alerji gözlenirken, dizigotik (çift yumurta) ikizlerde bu oran yalnızca %20’dir. Benzer şekilde, atopi ile ilişkili genlerde (örneğin HLA bölgeleri ve Filaggrin geni) saptanan polimorfizmler alerji yatkınlığını artırır. Bununla birlikte genetik önyargı, sadece yatkınlık oluşturur; hastalığın ortaya çıkışı için dış çevreyle etkileşim şarttır. Wang vd. (2023), alerji etyolojisinde “kalıtım ve çevrenin birlikte kritik olduğunu; bu iki etmenin bağımsız rollerini ayırt etmenin zor olduğunu” vurgulamıştır. Bu da gösterir ki, genetik duyarlılığa rağmen hangi faktörlerin tetiklediği bağlamında epigenetik düzenlemeler ön plana çıkar.

Epigenetik mekanizmalar bu bağlamda bağışıklık yanıtlarının esnekliğini açıklamaya yardımcı olur. Yapısal DNA değişiklikleri olmayan, ancak gen ifadesini değiştiren metilasyon ya da histon modifikasyonları gibi mekanizmalar, çevresel sinyallere bağışıklık sistemi hücrelerinin yanıt şeklini uzun dönemli etkileyebilir. Örneğin Sigorta kullanımı sırasında geçirilen enfeksiyonlar, beslenme biçimi veya stres gibi çevresel etkenler epigenetik yolaklar üzerinden bağışıklık hücrelerinin gen aktivitesini değiştirebilir. Wang vd. (2023), epigenetik çalışmaların “çevre faktörlerinin alerjik hastalıkları tetiklemedeki rolünü farklı açılardan açıklayabileceğini; alerjilerdeki bağışıklık yanıtı plastisitesini aydınlatabileceğini” belirtmiştir. Yani epigenetik, bağışıklık sisteminin deneyime bağlı yeniden programlanmasında kilit rol oynar. Gerçekte, eğitimli bir bağışıklık sistemi kavramı da bu sayede ortaya çıkmıştır; trene edilmiş bağışıklık (trained immunity) gibi yeni kavramlar, epigenetik değişimlerin tekrar eden maruziyetlere adaptasyonu sağladığını göstermektedir.

Sonuç olarak, genetik yapısı benzer bireylerde dahi alerjik tepkiler değişkenlik gösterir. Modern immünolojide, aynı antijene maruz kalan iki kişide birinin ciddi reaksiyon göstermesi diğerinin nötr kalmasından genetik-Epigenetik farklılıklara kadar pek çok etmen sorumlu tutulur. Wang ve ark. (2023) çalışması da aynı antijene karşı geliştirilen immun yanıtların heterojenliğine dikkat çekmekte, “farklı fenotip ve endotiplerle kendini gösteren heterojenlik”ten bahsetmektedir. Bu çeşitlenme, bireysel tedavi yaklaşımlarının gerekliliğini de vurgular; zira alerji hastalığı bir bütünüyle ele alındığında bile, alt tipleri ve moleküler alt sınıflandırmaları farklılık gösterdiğinden kişiselleştirilmiş stratejiler gerektirir.

MacPhail’in Anlatı-Biyografi ve Bilimsel Yorumlama Yönteminin Değerlendirmesi

Theresa MacPhail’in Alerjik kitabı, hem kişisel deneyimleri hem de kapsamlı bilimsel araştırmaları birleştiren bir anlatı-biyografi üslubu sunar. Kitabın başlangıç bölümlerinde yazarın babasının arı sokması sonucu yaşanan anafilaktik şokun detaylı bir kesiti verilir; bu olay MacPhail’i alerjiler konusunu araştırmaya yönelten itici güç olarak sunulur. Kendi mevsimsel alerji deneyimleri de yazara yakınlık kazandırır ve antropolojik araştırma disiplinindeki birikimiyle kişisel hikâyeyi bilimsel bir incelemeye dönüştürür. Dipnotski’nin belirttiği gibi, MacPhail “hem kişisel bir hikâyeden hem de bilimsel incelemelerden yola çıkar”ak konuya yaklaşır. Bu yöntem, kitabı salt bir popüler tıp kitabı olmaktan çıkarıp hem etnografik hem literatür temelli bir çalışmaya dönüştürmüştür.

MacPhail’in yöntemi birçok açıdan güçlüdür. Öncelikle yazar, alanında uzman yüzlerce bilim insanı, hasta ve savunucuyla görüşerek geniş bir veri havuzuna ulaşmıştır. Bu sayede alerjilerin medikal tarihinden son tedavi yöntemlerine kadar kapsamlı bir çerçeve çizerken, farklı perspektifleri de yansıtabilmektedir. Guardian’dan Katy Guest’e göre MacPhail, “astımla egzama sırasıyla 1960’larda-70’lerde, 1980’lerde ve 90’larda korkunç oranlarda arttığında” gördüğü genel eğilimi “genetik, çevresel ve insan yapımı faktörlerin karmaşık bir birleşimi” ile açıklar. Bu ifadeler, yazarın konuyu çok boyutlu bir biçimde ele aldığını gösterir. Yine Penguin tanıtımında belirtildiği gibi, MacPhail “alerjilerin tarihini ve modern alerji bilimini takip eden ilk kitap” olma iddiasındadır. Kitabın kapsamlılığı, okuyucuya hem tarihsel derinlik sunar hem de güncel bilimsel içgörüleri sindirilebilir bir dille aktarır.

Anlatı-biyografik yaklaşımın okuyucuya sağladığı bir diğer fayda, karmaşık immunoloji kavramlarının kişisel öykülerle somutlaştırılmasıdır. Örneğin babasının ölüm öyküsü, anafilaksinin tıp literatüründeki yeri kadar sosyal ve psikolojik boyutunu da gözler önüne serer. Bu, okuyucunun alerjinin bir istatistik olmadığını, gerçek hayatta karşılaştığı acı verici olaylar olduğunu kavramasını kolaylaştırır. Aynı şekilde, MacPhail’in hastalar ve aktivistlerle yaptığı röportajlar, konuyu salt laboratuvar veya klinik ortamın ötesinde toplumsal bir olgu olarak konumlandırır. Yapılan röportajlarda bazı uzmanların “alerjinin ne olduğu” konusunda dahi net bir tanım getirememesi gibi bulgular aktarılır. Bu tür gözlemler, kitabın sadece teorik bilgiyi değil, saha gerçeklerini de yansıttığını gösterir.

Ancak bu yöntemin sınırlamaları da vardır. MacPhail’in akademik eğitimini yansıttığı halde geniş kitleye ulaşmayı amaçlayan üslubu, kimi zaman detayların yüzeysel kalmasına yol açabilir. Bir Guardian eleştirisine göre, tıpkı kitabın içeriği gibi editörce tanıtılan 2030 öngörüsü gibi (nüfusun %50’sinin alerjik olacağı tahmini) bazı ifadeler abartılı bulunabilir. Ayrıca, anlatı ve bilimsel veri arasında geçişler bazen çok ani olabilir; okuyucu, bilimsel argümanları kurgusal birer hikâye hissiyle iç içe yaşar. Bu da kitabın “bilimsel bir çalışma mı, anı mı” olduğu sorusunu akla getirebilir. Yine de genel kanı, MacPhail’in karmaşık bir konuyu açık ve duygusal bir dille anlattığı yönündedir. The Times Literary Supplement dergisinin belirttiği gibi, MacPhail “bireysel ve sosyal etkileri” derinlemesine kavramaya çalışır ve bu karmaşıklığı “genel okuyucuya muhteşem bir şekilde” iletir.

Sonuçta MacPhail’in anlatı-biografik yöntemi, alerji çalışmalarına insanlar ve hikâyeler ekseninde bir insanlık hali kazandırmıştır. Bu yaklaşım, kitabı sadece bir bilim monografisi olmaktan çıkarıp kamuoyu bilinci oluşturacak, politika yapıcıları uyandıracak bir çağrıya dönüştürür. Makalenin başında değinildiği gibi, bağışıklık sisteminin evrimi ile modern çevrenin çatışması gerçek bir “ökolojik kriz”e işaret etmektedir. MacPhail’in öznel deneyim ile nesnel bilimsel araştırmayı kaynaştıran üslubu, bu kriz üzerinde hem bireysel hem toplumsal bir tartışma başlatması açısından değerlidir.

Kaynakça : 

  • MacPhail, T. (2024). Allergic: How Our Immune System Reacts to a Changing World
  • Penguin. Wang, J. ve ark. (2023). Pathogenesis of allergic diseases and implications for therapeutic interventions. Signal Transduction and Targeted Therapy, 8, 138. 
  • Singh, A. B. ve Kumar, P. (2022). Climate change and allergic diseases: An overview. Frontiers in Allergy, 3, 964987. Guest, K. (2023, 21 Haziran).
  •   Allergic by Theresa MacPhail review – in canaries the coal mine. The Guardian. Turke, P. W. (2017). Childhood food allergies: An evolutionary mismatch hypothesis. Evolution, Medicine, and Public Health, 1, 154–160. 
  • Smith, Y. (2018). Old Friends Hypothesis. News-Medical.


Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.