Babür ve Büyük Moğollar Tarihi Üzerine Akademik İnceleme
- Seri:Tarih
- Ebat:13,5 x 21
- Sayfa Sayısı:452
- ISBN:978-975-995-885-5
- Basım Yılı:Haziran 2018
- Çevirmen:Lale Özcan
Babür ve Büyük Moğollar Tarihi Üzerine Akademik İnceleme
Jean-Paul Roux’un Babür: Büyük Moğollar Tarihi Eserine Dair İnceleme
Jean-Paul Roux’un Babür: Büyük Moğollar Tarihi (1986) adlı çalışması, XV–XVI. yüzyıl Timurlu ve Babür hükümdarlarını kapsamlı bir şekilde ele alan önemli bir eserdir. Bu incelemede Roux’un kitabına dayanarak Zahirüddin Muhammed Babür’ün hayatı, siyasî-milî stratejileri, edebî mirası, Hindistan’da kurduğu imparatorluğun yapısı, Moğol kökeninin İslamlaşma süreci ve Jean-Paul Roux’un tarihî analiz üslubu ele alınacaktır. Her bölümde ilgili literatürden ve tarih kaynaklarından elde edilen bulgular aktarılacak, bilgi gerektikçe bağlam sağlanacaktır.
Babür’ün Tarihsel Arka Planı ve Yükselişi
Zahirüddin Muhammed Babür (1483-1530), Timur’un beşinci göbekten torunu ve Cengiz Han soyundan gelen bir hükümdardı. Babür, 14 Şubat 1483’te Farghana’da doğdu; babası Ömer Şeyh Mirza’nın 1494’te ölümü üzerine 11–12 yaşındayken Fergana tahtına çıktı. Henüz on iki yaşında tahta geçen Babür, babasından miras kalan Semerkant tutkusu nedeniyle erken yaşta güç mücadelelerine girişti. Genç hükümdar, amcası Sultan Ahmed Mirza ve Tashkent hükümdarı Mehmet’in saldırılarına rağmen ilk zaferlerini çoğunlukla annesi ve sadık devlet adamlarının desteğiyle kazandı.
Babür’ün ilk büyük hedefi onun atalarının payitahtı olan Semerkant’ın ele geçirilmesiydi. Henüz on üç yaşındayken Semerkant’a sefer düzenleyip şehri ele geçirdi. Fakat Semerkant’ın ekonomik açıdan zengin olmasına rağmen uzun bir kuşatmanın ardından Babür şehri teslim aldı ve çok zor şartlarda korumaya çalışsa da eninde sonunda şehri tutamadı. Bu başarısızlığın ardından Horasan’da gözünü güçlendiren Özbek Şeybani Hanegitlerin rekabetine ve Safevilerin yükselişine çevirdi. Babür, 1504’te Horasan’daki mücadelesini sürdürürken Kazvin ve Beyazıt’ta Safevi padişahı Şah İsmail’in dikkatini çekti; Şah İsmail’in Safevi ordusu, 1510-1511’de Şeybani Han’ın kalesi Hocend yakınında Fetih Alişah ile birlikte Özbekleri bozgun durumuna düşürdü. Bu zafer sonucu Safeviler, Babür’ün hizmetine girerken Babür, o dönemde zayıflamış olan Semerkant rejimini geçici olarak canlandırdı. Ancak Şah İsmail’in geri çekildiği Merv Savaşı’nda Şeybani Han ölüp Şah İsmail galip gelince, Safevi desteği Ortadoğu’ya yöneldi ve Babür Horasan’ı elde edemedi. Bu yenilgi Babür’ü kavimler göçü itibarıyla Hindistan’a yönelmeye zorladı. Babür, elindeki en kalıcı iktidar olan Kâbil’i merkez edindi; 1504’te Kâbil’i kuşatıp ele geçirdi ve burayı başkent yaptı.
1510’lar boyunca Kâbil merkezli olarak güçlenen Babür, defalarca Hindistan seferlerine çıktı. 1519’da ilk kez Hindistan içlerine, özellikle Pencap’a geçerek baskınlar düzenledi. 1524’te Babür, Delhi Sultanı II. İbrahim Lüddî’yi mağlup ederek Lahor’a girdi ve 1526’da büyük bir sefer düzenleyerek Delhi önlerine ulaştı. Nisan 1526’da İbrahim Lüddî’nin 100.000 askerlik ordusunu yaklaşık 13.500 kişilik sınırlı bir kuvvetle Panipat’ta yenen Babür, Kuzey Hindistan’ı kontrol altına alıp 1526’da Delhi Sultanlığı’na son vererek Babür İmparatorluğu’nu kurdu. Bu zafer, İbrahim Lüddî’nin büyük ordusu üzerindeki büyük bozgunuyla tarihî bir dönüm noktası oldu; İbrahim Lüddî savaşa katılan askerlerinin yarısından fazlasını kaybetti. Babür’ün tarihsel yükselişi, Türko-Moğol kökenli babasının bıraktığı taşra mirası, Safevi ittifakı gibi stratejik hamleler, ve özellikle Hindistan’daki siyasi kargaşadan yararlanması sayesinde mümkün oldu. Bu süreçte güçlü bir sekizden fazla hanedanla çevrili olan Hindistan, Babür için istila edilecek bir coğrafya olmaktan çıkıp kendi hanedanına bir yurt oldu.
Siyasi ve Askerî Stratejileri
Babür’ün fetihlerde ve iktidar mücadelesinde kullandığı siyasî ve askerî stratejiler, dönemin koşullarıyla uyumlu bir şekilde çeşitlilik gösterdi. Sâbık Timurlu dönemin kaotik mirasını ele alarak güçlenen Babür, iç çekişmeleri ustalıkla yönetip gerekirse esnek ittifaklar kurdu. Örneğin, Horasan mücadelesinde Safevi Şah İsmail ile yaptığı geçici ittifak sayesinde 1511’de Emir Timur’un eski başkenti Semerkant ve Buhara bir süre için Babür’ün eline geçebilmişti. Ancak Safeviler Şeybani Han’a tamamen yenik düşüp bölgeden ayrılınca Babür, Özbek yenilgisi sonrasında güç kazanma ümidiyle Horasan yerine Hindistan’a yöneldi. Babür aynı zamanda Hindistan’daki yerel güç dengelerini de hesaplı kullandı. Hindistan seferlerinde zaman zaman bölge hükümdarlarıyla diplomatik mektuplar yazıştı, Hint hükümdarlarına karşı zaferlerinden sonra üstünlük sağladığını bildirir beyitler gönderdi, bu da psikolojik bir üstünlük stratejisiydi. İttifak ve diplomasi açısından Babür’ün Lüddî hükümdarlığına karşı savaşı da önemlidir: Ona göre Babür, “Delhi İmparatorluğu’nun kuzey Hindistan’da Afganların elinde olduğunu” belirterek Lüddîleri meşru bir biçimde devirme gerekçesi buluyordu.
Babür’ün askerî stratejileri ise yenilikçi silah ve taktik kullanımını içeriyordu. 1526 Panipat Savaşı’ndaki zaferi, Osmanlı usulü topçuluk ve ateşli silah kullanan birliklere dayanıyordu. Özellikle Mustafa Rumi adlı Osmanlı topçu subayının komutasındaki topçu birliğinin etkili kullanımı, Lüddî ordusunu on saatten kısa bir sürede hezimete uğrattı. Bu dönemde Hindistan ordularının hiçbiri topçu birliklerine sahip değildi; Babür’ün ordusu ise toplar sayesinde önemli bir üstünlük sağladı. Hındu-raştî güçlerle yaptığı Haunava Savaşı (15 Şubat 1527) gibi çatışmalarda da ateşli silahlar ve etkin taktik gücü öne çıktı. Bu savaşta Babür’ün on misli rakip (Rajput) ordusunu yenmesinin ana unsuru, üstün ateşli silahlar ve taktiksel düzenlemelerdi. Babür, çok sayıda savaş fili ve piyadeye karşı atlı okçularını ve toplarını etkili biçimde kullanmış, böylece daha az sayıda süvari ile büyük orduları mağlup etti.
Askerî teşkilatlanma bakımından Babür, geleneksel Türk-Moğol süvari düzenini benimsedi. Babür döneminde ordu düzeni, merkezi bir kayıt sistemine dayanmıyor; askerlerin çoğunu mansabdâr denilen görevliler (beyler) topluyordu. Orduda sabit alay yoktu ve imparator doğrudan er kazanmadı; bunun yerine soylular mansab adı verilen rütbe ve at kotası (hissesi) karşılığında kendi birliklerini derleyip orduya sunuyordu. Bu atlı birlikler Babür’ün karakteristik askeri gücünü oluştururken, piyade ve filleri nispeten az kullanıyordu. Babür, geleneksel Türk-Moğol süvari kuvvetlerine barutlu silahları da entegre ederek devrimsel bir silahlı çatışma tarzı sergiledi. Kullanımı nispeten yeni olan topların harbin seyrini değiştirmesi Babür’ün en büyük stratejik başarılarından biri oldu.
Özetle, Babür siyasi stratejilerinde tarihî meşruiyet (Timurlu ve Cengizî soyu üzerinden hak iddiası) ile diplomasiyi, askerî stratejilerinde ise geleneksel süvari taktiklerini ateşli silah avantajıyla birleştiren pragmatik bir yaklaşım benimsedi. Hem Orta Asya’daki güçlü komşularıyla denge politikası güttü (örneğin Şah İsmail ittifakı) hem Hindistan’daki rakip kabile ve sultanlıklara karşı sert askeri yöntemler kullandı. Bu karışım, Babür’ün küçük kaynaklarla büyük fetihler gerçekleştirmesini sağladı.
Babürname ve Edebi/Kültürel Mirası
Babür’ün en önemli edebî eseri kendi otobiyografisi **“Babürnâme”**dir. Çağatay Türkçesiyle yazdığı bu eser, onun çocukluktan hayatının sonuna dek tüm maceralarını, gördüğü şehirleri, tanıştığı kişileri ve coğrafyaları ayrıntılı biçimde anlatır. Babürnâme, Türk dilinin nesir geleneğinin başyapıtlarından biri kabul edilir. Babür kendisini Ali Şir Nevai’den sonraki en önemli Çağatay şairi olarak gören bir edebiyatçıdır; divanında pek çok gazel ve rubai biriktirmiştir. Divanında 119 gazel, 18 mesnevi, 210 rubâî gibi şiirler, aynı zamanda Farsça gazel ve rubâîler de bulunmaktadır. Şiirlerinde aşk, doğa, sosyal yaşam, ahlak ve tasavvuf gibi konuları işlemiş; seküler aynı zamanda dinî temaları şiirleştirmiştir.
Babür, edebiyatın yanı sıra hat ve alfabe konusunda da özgün katkılarda bulundu. Kendi icadı olan Hatt-ı Baburî adındaki yazı stili, Arap ve Uygur alfabelerinin karışımı bir yazı sistemidir. Babür, bu hatla resmi yazışmalarını yapmış, hatta Kur’ân-ı Kerîm’in bir nüshasını bu alfabe ile yazdırmıştır. Hatt-ı Baburî, İran ve Çin tarzı kitap sanatından farklı yeni bir üslup olarak I. Süleyman’ın hat eğitimine de girmiştir. Dolayısıyla Babür, hem edebî hem de kültürel alanda yenilikçi bir figür olarak anılır.
Babürnâme’nin Hindistan’a getirdiği eserivâri miras ise büyük oldu. Babür’nâme’nin Farsçaya Akbar Şah döneminde çevirisi yapılmış, 20. yüzyılda İngilizce, Rusça, Japonca gibi dillere çevrilmiş; 1940’larda kusursuz bir Türkçe meali üretilerek Türkiye’de yayımlanmıştır. Babürnâme, doğrudan bir tarih kaynağı olmasının ötesinde edebiyat ve kültür tarihi açısından da zengin bir belge niteliğindedir. Babür, hayatını gözlemci bir yazar olarak kaydettiği bu eserde Hint coğrafyasının kültürünü de yansıtır; eser, çağlar arası kültürel sentezin önemli bir örneğidir.
Karizmatik şahsiyeti ve entelektüel kimliğiyle Babür, sanat ve kültüre destek veren bir hükümdardı. Divanına ek olarak “Aruz Risalesi” adlı aruz vezni üzerine ince bir eser telif etmiş, Hanefi fıkhıyla ilgili eserler de kaleme almıştır. Babür’ün medeniyetler arası etkisi, Hindistan’da özellikle mimari alanda da hissedilir. Onun döneminde saray bahçeleri (çahâr-bâğ) geleneği oturtulmuş, ilerleyen Babürlü hükümdarlar Hindistan’da Persian tarzı eserleri geliştirmiştir. Örneğin Tac Mahal’in temeli Akbar dönemine dayanır ve Babür’ün İran kültürünü Hindistan’a taşıma çabalarının bir sonucu sayılabilir. Genelde Babürlü Devleti, Babür’ün kurduğu cömert kültür ve sanat hamisi geleneği sayesinde Hindistan’da Islamî sanatların gelişmesini sağlamış; yazma eserler, kitap sanatı (tezhip, minyatür) ve mimarîde kalıcı izler bırakmıştır.
Kısaca belirtmek gerekirse, Babür Babürnâme ile edebiyatta eşsiz bir miras bırakmış, şair kimliği ve inovatif hat sanatıyla kültürel bir öncü olmuştur. Aynı zamanda kurduğu imparatorluğun resmî kültürel dili olan Farsçanın Hindistan’da yaygınlaşmasına büyük katkıda bulunmuştur. Divan ve hat eserleri, sonraki Babürlü hükümdarları üzerinde derin etki yaratarak alt kültürel zenginlikler yaratmıştır.
Hindistan’da Kurulan Babür İmparatorluğu’nun Yapısı
Babür’ün 1526’da Delhi’yi ele geçirerek kurduğu Babür İmparatorluğu, kısa sürede Hindistan alt kıtasının kuzey kesimini hâkimiyeti altına alan yeni bir siyasi yapıyı temsil etti. Babür İmparatorluğu, erken döneminde merkezî bir otorite altında topladığı uçuruma kuşağı ülküsel bir sefer hattı gibi yönetilen bir devletti. Babür, fetihlerinin ardından kazandığı stratejik şehirleri idari merkez haline getirdi. 1519’da Pencap’ı ele geçirmiş, 1524’te Delhi Sultanı’nı yendikten sonra Lahore’a ve nihayet Delhi’ye ilerleyerek 1526’da Agra’yı başkent olarak belirledi. Böylece Hindistan’ın zengin kuzeyi, Babürlü yönetimine dahil oldu.
Babür İmparatorluğu’nun erken yapısı tam yerleşik bir merkezi hiyerarşiyle değil, büyük ölçüde Babür’ün şahsî otoritesi ve hanedanın soy hakkına dayanıyordu. İmparator, merkezî Saray çevresinde küçük bir daimi kuvvet ve hazine kurmuş, ülke çapında askerî ve mülki görevleri hanedana yakın vezirlere bırakmıştır. Orta Asya kökenli teşkilât modelinden gelen Babür, Hindistan’da henüz gelişmemiş tam bir eyalet sistemini ana ilkelerle temellendirdi. Babür dönemi merkezî yönetiminde eşlerinden ve yakın komutanlarından oluşan naibler önemli rol oynadı, ancak Babür şahsî liderliği her alanda belirleyiciydi.
Hindistan’da Babür İmparatorluğu, geniş bir coğrafî çeşitliliğe sahipti. Yönetim, esas olarak fethedilen bölgelere atanmış vali benzeri figürlerle yürütüldü. Tarihsel belgelerde ilk döneme ait sınırlı verilere göre, Lahore (Pencap) ve Kâbil gibi bölgeler kronolojik olarak daha erken birimledir; zamanla Suba adı verilen eyaletler oluşturuldu. Örneğin Akbar döneminde resmî hale getirilen eyalet sistemi benzeri bir yapılanma Babür sonrasında yaygınlaştı. Tarihî çalışmalar, Babür İmparatorluğu’nun eyalet yönetimi anlayışını çok kültürlü bir yaklaşım üzerine kurduğunu belirtir: İmparatorluğa bağlı bölgelerdeki subedar adı verilen yöneticiler merkeze bağlı kalmakla birlikte, yönetimde yerel geleneklere de esneklik tanımışlardır. Örneğin farklı bölgelerdeki yöneticilerin etnik ve dinî kimliğe göre sorumluluk tanımlaması, halkı yönetime dahil etme gayesini yansıtır; tarihî kaynaklara göre merkezî hükümet, güvenliği sağlamak ve vergilendirmeyi düzenlemek için subedarların inisiyatifine belirli özerklikler bırakmıştır.
Babür İmparatorluğu’nda idarî yapı tamamen merkeziyetçi değildi. Büyük uzaklıklara yayılan devletin hakimiyet alanı, imparatorun yanı sıra birçok yerel bey ve komutana bağlı bölümlerden oluşuyordu. Babür kendi atlı kuvvetlerinin yanı sıra bölge liderlerini kendi safına çekerek onları önemli birer yardımcısı kıldı. Buna karşılık, merkezî yönetimin koyduğu esaslar çerçevesinde bu yerel yöneticiler üzerindeki otorite zaman zaman yeniden düzenlendi. Sonuçta Babür İmparatorluğu’nun yapısı, başlangıçta çözülen Timurlu mirasının esnek bir devamıydı.
Ordu bakımından da Babür’ün kurduğu sistem, Mansabî bir anlayışa dayanıyordu. Babür’ün kişisel otoritesi altında toplanan birliklere, ek olarak kendisine bağlı alt düzey emirler mansab denilen rütbelerle asker temin ederdi. Subah (eyalet) sistemi Babür zamanında tam anlamıyla kurumlaşmamış olsa da, yönetim birimleri zamanla genişleyip merkezî kontrol altına giren idari yapılar hâlini aldı. Örneğin Hindistan’ın kuzeyine ilk giren Babür, Delhi merkezli İmparatorluğa önce Pencap alt yönetimlerini kattı; sonradan Nahavand’daki Akhal fermanıyla Lahor, Kâbil ve diğer vilayetlerle donattığı başkent Agra arasında sıkı ilişkiler kurdu. Babür’ün ölümünden sonra imparatorluğun tam yapısı oğlu Hümayun ve torunu Ekber döneminde şekillendi.
Özetle, Babür’ün Hindistan’da kurduğu imparatorluk, geleneksel bir monarşi olup merkezde hükümdar, taşra yönetiminde atanmış komutan ve beylerin yer aldığı karma bir örgütlenmeyle varlığını sürdürdü. İlk aşamada fethedilen topraklar Babür’ün şahsı etrafında toplandı; daha sonra yerel hukuk ve gelenekleri gözeten suba sistemleri üzerinde yükseldi. Yönetimin dayandığı temel güç, imparatorun soyadı hakkı ve Timurlu-Moğol meşruiyeti olduğu için resmî kurumlar zayıf kalmış, ama bölgesel idarecilerle kurulan ittifaklarla Hindistan’ın kuzeyinde kalıcı bir yapı tesis edilmiştir.
Moğol Mirasının İslamlaşması ve Kültürel Sentez
Babür İmparatorluğu’nun Müslüman bir Türk hanedanı olarak kökeni, doğrudan Moğol hanedanlığı mirasını Islamî kimlikle birleştiriyordu. Roux’un da vurguladığı gibi, Babür’ün anne tarafından gelen atası Çağatay Han’ın soyundan gelen hükümdarlar 13. yüzyılda İslamiyet’i benimseyerek Türkleşmişti. Öyle ki Çağatay Hanlığı’nın kurucusu Algu ve ardından tahta geçen oğlu Mübarek Şah, İslam’a girip “Gıyaseddin” unvanını almış; Hükümdarlığı sırasında İslamiyet hızla Orta Asya’da yayıldı. Babür’ün babası Timur ve annesi Kutluğ Nigar Hatun’un soyları, bu geçmişin devamı olarak Türk-Moğol kökenli ancak kökünden Müslüman hanedanlardı. Yani Babür, Orta Asya’daki İslamlaşmış Timurlu-Moğol geleneğinin bir temsilcisiydi.
Babür döneminde kültürel sentez, Pers-İslamî unsurların Orta Asya Türk mirası ile kaynaşması şeklinde gerçekleşti. Babür, sarayında Çağatay Türkçesi yanında Farsçaya büyük önem verdi. 16. yüzyıl Hint kültüründe Farsça, Babür döneminde yükselmeye başladı ve akıcı bir entelektüel dil hâline geldi. Roux’un işaret ettiği üzere, Babür’den sonra doğu Timurlu sarayında Fars etki giderek ağır bastı; Hint Babürlüleri de kültürlerini bu yönde gelişmeye itti. Nitekim Babür, şiirlerinde hem Çağatay Türkçesi hem de Farsça kullanmış, iki geleneği uzlaştıran bir figürdü. Özellikle halefleri Humayun ve Ekber zamanında sarayda Farsî dil ve Eşkal-i Osmanî üslubu yaygınlaştı.
İslam dininin Moğol toplulukları üzerindeki etkisi Babür öncesi dönemlerde yüzyıllar içinde gerçekleşti. Yukarıda bahsedildiği gibi Çağatay Hanlığı’nın temel hanedanları İslam ile barışık hale gelmişti; Kebek Han zamanında (1309-1326) bile İslamiyet Moğollar arasında geniş ölçüde yayılarak “Kebekî gümüş paraları” üzerinde İslami kayıtlar oluşmuştu. Bu eski miras Babür’e İslamî bir hükümdar kimliği sundu. Babür, şahsî inanç ve tasavvufi eğilimlerini yazılarında açıkça yansıttı; örneğin risalelerinde İslamî tasavvufî ahlak vurgusu vardır. Babür, Hindistan’a gelerek Tibet ve Hint kaynaklı Vajrayana Budizmden uzaklaştı ve Müslüman inançlarına sıkı bağlılık gösterdi. Bu anlamda Babürlü yönetim, Orta Asya’nın İslamlaşmış Türkmen-Moğol geleneğini Hindistan’a taşıdı.
Babürlü İmparatorluğu döneminde kültürel senteze, İslam ile yerli Hint öğelerinin kaynaşması şeklinde de baktığımızda, dönem mimarisi, müziği, plastik sanatları dikkat çekicidir. Örneğin Babürlü devri saray mimarisinde, İran’daki bahçe düzenleri Hindistan’a adapte edildi (“Çahar Bāgh” bahçe düzeni). Ekonomi ve vergi gibi idari konularda ise Babürlüler, Hindu nüfusla uzlaşmayı sürdürerek Hindu kredilendiricileri ve bölgesel toprak ağalarını yeni düzen içinde kalmaya ikna ettiler. Böylece Moğol-İslam mirası Hindistan’da, yerel Hint ve İranlı unsurlarla harmanlanarak ortaya çıktı. Yani Babürlüler İmparatorluğu’nda Türk-Moğol mirası İslami inanç ve kültürel geleneklerle kaynaşırken, yerel Hint-etkiler de bu bileşime eklendi. Özetle, Babür’ün kişiliğinde ve kurduğu imparatorlukta eski Moğol kökenli bir yönetici sınıfı, İslam’ı benimseyen bir medeniyet yarattı. Bu sentez, Persçe dilinin yayılması, yeni hat tekniklerinin kullanımı ve imparatorluk bürokrasisinde tasavvufi öğelerin ön plana çıkması gibi çok yönlü şekillerde gerçekleşti.
Jean-Paul Roux’un Yöntemi, Analiz Tarzı ve Özgünlüğü
Jean-Paul Roux (1925-2009), Fransız bir oryantalist, Türkolog ve din tarihçisiydi. Louvre Müzesi İslamî Sanatlar Küratörlüğü ve CNRS’te araştırma direktörlüğü yapmış olan Roux, Orta Doğu ve Asya kültürleri ile karşılaştırmalı din tarihi alanlarında çok sayıda eser verdi. Babür’ü konu edinen Histoire des Grands Moghols, Babur kitabıyla da Türk-Moğol dünyası üzerine önemli bir çalışma sundu. Roux’un tarih yazım tarzı, siyasî ve askerî olayların anlatımını sanat, din ve kültür analiziyle zenginleştirmesiyle bilinir. Örneğin Stephen Frederic Dale’ın belirttiği gibi, Roux’un Babür biyografisindeki “Timurlu Rönesansı” başlıklı geniş bölümü, dönemin kültürel akımlarını ayrıntılı ve etkileyici bir biçimde ele alır. Bu bölümde Roux, Horasan’ın edebî ve sanatsal canlanmasını detaylandırarak Babür’ün kişisel gelişimini o dönemin Rönesansı bağlamında sunar.
Roux’un yaklaşımı, politik tarih kadar antropoloji, sanat ve din tarihine ağırlık verir. Eser listesinde “Dinlerin Çarpışması” ve “Türklerin ve Moğolların Eski Dini” gibi dinî konularda çalışmaları bulunan Roux, Babür üzerinden de İslamî inançların ve Sufizmin rolünü ele alır. Örneğin Babürnâme’yi değerlendirirken içindeki tasavvufi bölümlere dikkat çeker. Roux’un yöntemi, çok disiplinli bir perspektifle sentezlemeye dayanır; tarihî anlatısını edebiyat, mitoloji ve sanat tarihine ilişkin referanslarla zenginleştirir.
Dil ve üslup bakımından Roux’un anlatımı akıcı ve söylemsel bir nitelik taşır. Babür’ün portresini çizerken hem şair yönüne hem devlet adamlığına değer verir. Roux, Babür’ü “dâhiyane bir prens” olarak tanıtır. ve onu Moğol geleneklerinin ötesinde bir şahsiyet olarak resmeder. Karakter incelemelerinde çoğu zaman Babür’ün kişisel mektuplarına, hatıratına ve eserlerine dayanan detaylara yer verir. Örneğin Babürnâme’den alıntılar yaparak İslamî ibareler veya lirik ifadeler üzerine yorum getirir. Roux’un çalışması, tipik oryantalist monografilerden farklı olarak kültürel psikoloji unsurları içerir. Bu, onun tarihî kişilikleri sanatçı ve Müslüman özneler olarak da görmesinden kaynaklanır. Aynı zamanda Roux’un dindarlık-tahakküm ilişkisi üzerine kuramsal bakışı, Babür gibi hükümdarlar için dinî meşruiyetin nasıl inşa edildiğini vurgular.
Jean-Paul Roux’un özgün yaklaşımı, geniş kaynak taramasına ve çok sayıda birincil kaynağın yorumuna dayanır. Roux, Çağatay edebiyatına ve İslamî sanatlara hâkimiyeti sayesinde Babürnâme gibi eserleri tarihten bağımsız estetik metinler olarak da ele aldı. Bu sayede sadece bir hanedan tarihçisi değil, aynı zamanda kültür tarihçisi kimliğiyle Babür çalıştı. Onun eserinde Babür sadece fetihleriyle değil bir medeniyet taşıyıcısı olarak görülür. Örneğin Babürnâme yazınının alfabetik dönüşümü üzerinde duran Roux, İslam sanatı ve hat geleneği içindeki yenilikleri vurgular. Böylece Roux’un analizi, tarihi olayları büyük resim içine yerleştirdiği için hem siyaset tarihi hem de toplumsal kültür tarihi açısından aydınlatıcıdır.
Roux’un eserinde ayrıca nüktedan bir anlatım tarzı fark edilir. Tarihî verileri kullanırken akıcı üslûbu okumayı kolaylaştırır. Tıpkı Roux’un Türklerin Tarihi (1996) ve Çağatayca Çağdaşlaştırma Projesi gibi eserlerinde olduğu gibi, Babür kitabında da Çin’den Balkanlar’a uzanan geniş bir perspektif sunulur. Yöntemsel olarak Batı merkezli olmayan bakış açısıyla Babür ve Babürlüleri ele alır. Eseri, Hindistan tarihini Asya tarihinin bir parçası olarak kavrayan bir bütüncül tasnif örneğidir.
Kısacası, Jean-Paul Roux’un yöntemi kültürlerarası senteze dayanır. Babür’ü anlatırken Moğol-Türk geleneklerini, Islamî inancı ve Pers-Çağatay kültürünü birleştirir. Bu nedenle Roux’un Babür: Büyük Moğollar Tarihi’ni bir tarih kitabı olmanın ötesinde kültürler arası bir analiz olarak okumak mümkündür. Onun bu özelliği, eserin akademik çevrelerde de saygınlık kazanmasını sağlamıştır.
Kaynakça
-
Babür. (2025). Vikipedi. Erişim adresi: https://tr.wikipedia.org/wiki/Babür Babürlüler. (2025). Vikipedi. Erişim adresi: https://tr.wikipedia.org/wiki/Babürlüler
-
Bâbür. (2003). TDV İslâm Ansiklopedisi. Erişim adresi: https://islamansiklopedisi.org.tr/babur Çağatay Hanlığı. (1993). TDV İslâm Ansiklopedisi. Erişim adresi: https://islamansiklopedisi.org.tr/cagatay-hanligi
-
İlim ve Medeniyet. (2018, 25 Nisan). Babürlüler – Zâhirüddin Muhammed Babür. Erişim adresi: https://www.ilimvemedeniyet.com/baburluler-zahiruddin-muhammed-babur Tarih Oku. (2025, 5 Şubat). Babür İmparatorluğu’nun Bölgesel Yönetim Politikaları. Erişim adresi: https://tarihoku.com/babur-imparatorlugunun-bolgesel-yonetim-politikalari/
-
Jean-Paul Roux: Babür (1986) Kitap Tanıtımı. Dergah Yayınları. Erişim adresi: https://www.dergah.com.tr/kitap/yeni-cikan/babur-buyuk-mogollarin-tarihi
-
Dale, S. F. (1998). The Legacy of the Timurids. Journal of the Royal Asiatic Society, 8(1), 43–58.
-
Clio. (t.y.). L'empire éblouissant des Grands Moghols – Jean-Paul Roux. Erişim adresi: https://www.clio.fr/bibliotheque/.../lempire_eblouissant_des_grands_moghols.php
Leave a Comment