Rus Çarlığı ve Türkler: Misyoner Kaynaklarına Göre 1552-1917 Arası İlişkiler
Rus Misyoner Kaynaklarına Göre 1552-1917Rus Çarlığı ve Türkler
Rus Çarlığı ve Türkler: Misyoner Kaynaklarına Göre 1552-1917 Arası İlişkiler
Rus Misyoner Kaynaklarına Göre 1552–1917: Akademik İnceleme
Giriş: Kitabın Tarihsel Bağlamı, Kapsamı ve Kaynak Türleri
İlyas Topsakal’ın Rus Misyoner Kaynaklarına Göre 1552-1917: Rus Çarlığı ve Türkler çalışması, 1552 Kazan’ın işgali ile 1917 Rus Devrimi arasında İdil-Ural bölgesinde yürütülen Ortodoks misyonerlik faaliyetlerini tarihî kronoloji içinde ele alır. Çalışma, özellikle Kazan bölgesi başta olmak üzere Müslüman Tatar ve Başkurt nüfus ile Hristiyan-Eski Türk dinine mensup Kreşin ve Çuvaşlar üzerinde yoğunlaşmıştır. Topsakal, incelenen dönemde Rus Çarlığı’nın Türk topraklarındaki yayılma sürecini ve Ortodoks misyoner harekâtının gelişimini, kilise yöneticilerinin atanmaları ve faaliyetler sırasına göre tanımlayarak aktarmıştır. Kitap, esas olarak Rus arşiv belgelerine dayanan bir araştırma olup, Kazan Hanlığı’nın fethi sonrası bölge Türklerinin Hristiyanlaştırılması gibi konuları “birinci elden kaynaklarla” ortaya koymayı amaçlamaktadır. Kullanılan başlıca kaynaklar arasında Rus Ortodoks Misyoner Cemiyeti’nin raporları, Pravoslavnıi Blagovestnik dergisi yazıları, sinodal kararlar, çar fermanları ile dönemin gazeteleri ve misyoner anıları sayılabilir.
1552’den Sonra Rus Yayılmacılığının Türk Toplulukları Üzerindeki Etkisi
1552’de İvan IV (Korkunç) komutasındaki Rus orduları Kazan’ı işgal ederek Tatar hâkimiyetine son verdi. Ivan’ın istilası sırasında Orta Volga’daki yerli Müslüman nüfus, tarihe “yıkım ve vahşet” olarak geçen büyük bir baskıya maruz kaldı; Kazan yakınındaki köy ve kasabalar yakıldı, halk üzerindeki zorla Hristiyanlaştırma girişimleri sertçe cezalandırıldı. Rus yönetimi ilk yıllarda dinî hoşgörü göstermedi; İslam’ı terk etmeyenlere ağır vergiler konuldu, toprakları ellerinden alındı, sürgüne gönderildiler ve cami yapımına izin verilmedi. Örneğin Sobornoe Ulojenie (1649) gibi kanunlar, Müslümanları “zor kullanarak ve hile ile” dinden çıkarmayı suç saydı; bu yasayı ihlal edenler ağır cezalarla karşılaştı. Dolayısıyla XVI–XVII. yüzyıllarda Müslüman Türk topluluklarının çoğu kapanmış bir döneme girmiş, direniş hareketlerine (örn. 1600’lerde kasıtlı kıtlık baskısı gibi olağanüstü hâller) sahne olmuştur.
Rus yayılmacılığına karşı yerel topluluklardan da tepkiler geldi. XVIII. yüzyılın ortalarında 1755 Başkurt ve 1733–75 Pugaçev ayaklanmaları, Türk Müslüman nüfusun savunma refleksi olarak öne çıktı. Bu ayaklanmaların bastırılamaması sonucunda Rus yönetimi 1762 sonrası dinî baskıları bir ölçüde hafifletmek zorunda kaldı; II. Katerina döneminde Sibirya, Başkurt ve Kazak bölgelerinde camilerin yeniden açılmasına izin verildi (ancak açılan camiler “Hıristiyan bölgeler dışında” gibi kısıtlamalarla). Bu gelişme, Müslüman topluluklarda eski zorlama politikalarının gevşemesi olarak algılanmış, ancak halen 1917’ye kadar Osmanlı ve Rusya sınırları içinde İslâmî kurumlar üzerinde çeşitli kısıtlamalar sürdü. Sonuç olarak, Rus İmparatorluğu’nun Kazan sonrası yayılması Tatar ve diğer Türk topluluklarını etnik ve dinsel baskılarla karşı karşıya bırakmış; bazı Müslüman gruplar içe kapanmış, bazıları coğrafî olarak kaçmak zorunda kalmış, kültürel kimlikleri ise ağır darbelere uğramıştır.
Ortodoks Misyonerlik Faaliyetlerinin Amaçları, Yöntemleri ve Etkileri
Rus Çarlığı ve Rus Ortodoks Kilisesi, yeni ele geçirdiği Türk topraklarını “ideal tebaa” haline getirmek üzere misyonerlik faaliyetlerine hız verdi. Buna göre amaç, bölgedeki gayri-Rus unsurları samimi Ortodoks Hristiyanlara dönüştürmek, onları Rus kültür alanına katıp homojen bir yapı kurmaktı. Elde edilen Hristiyanları da yeniden Müslüman Tatar etkisinden korumak, yani “Hristiyanlaştırılan halkları Tatar etkisinden kurtarmak” stratejisi benimsenmişti. Bu dönüşüm sürecinde, Rus hükümeti ile kilise arasında hiyerarşik bir işbirliği vardı; çar devlet otoritesiyle zorla asimilasyonu simgeleyen “kötü polis” rolünü oynarken, kiliseler misyoner faaliyetleriyle “iyi polis” gibi davranmaktaydı. Örneğin, Hıristiyanlığa geçen Müslümanlara çeşitli ödüller, toprak imkânları ve sosyal ayrıcalıklar sağlanırken, inancını koruyanlara devlet eliyle şiddet ve baskı uygulanması bu iki kutuplu yöntemin tipik göstergesiydi.
Misyonerler çeşitli araçlardan yararlandı: Rus Ortodoks Misyoner Cemiyeti tarafından kurulan okullar, eğitim seferberliği, yerel dilde vaaz ve kitaplar dağıtma gibi yumuşak yöntemlerin yanı sıra, savaş sonrası köy taramaları ve cebri vaftiz kampanyaları da uygulandı. XVII–XVIII. yüzyıllarda ayrı ayrı guberniyalarda “Novokreşin Bürosu” gibi kuruluşlar kurularak vaftiz edilen Türklerle (kreşinler) özel ilgilenildi; ancak bu politikaların Tatarlı köylere ulaşması sınırlı kaldı. XIX. yüzyılın ikinci yarısında, özellikle Nikolay İ. İlminskiy önderliğinde misyon stratejisi daha kurumsal ve sistematik hale geldi. İlminskiy, Ortodokslaştırma ile birlikte açıkça Ruslaştırma fikrini de uygulamış, “Ortodoks Rusluk şuurunu” güçlendirerek Müslüman toplulukları içselleştirme-kültürleşme sürecine tabi tutmayı hedeflemiştirr sonuç olarak gelişecektir; bu sayede yerel inanç ve kültür kurumları zamanla eriyecektir. Bu politikaların sonucu olarak Rusya’nın Türkî topluluklarında Kiril alfabesine geçiş hızlandırıldı, ana dilde kitaplar Roman harfleri yerine Kiril ile yayımlandı ve kiliseler hem Rusça hem yerel dillerde vaaz vererek yeni sinoptik bir kimlik oluşturmaya çalıştı. Bu süreç, bölge halklarının kültürel ve dinsel kimliklerinde köklü dönüşümler başlattı; bazı Müslüman gruplar resmi din değişimine razı olurken diğerleri derin sosyal travma ve kimlik mücadelesine sürüklendi.
Misyoner Raporlarının İçeriği, Güvenilirliği ve Tarihsel Analizleri
Ortodoks misyonerler, faaliyetlerini ayrıntılı şekilde kayıt altına almış, rapor ve mektuplarında çalışmalarının bilançosunu tutmuştur. Dönemin Pravoslavnıi Blagovestnik gibi misyonerlik dergileri ve sinod raporları, vaftiz edilenlerin sayısından eğitim çalışmalarına, kilise kurma faaliyetlerinden “yeniden İslam’a dönen” vakalara kadar geniş konu başlıklarını içerir. Özsoy’un analizi, bu belgelerin misyoner hedeflerini yansıttığını vurgular; örneğin kaynaklar Kreşin Tatarlar (vaftiz edilmiş yerli halk) üzerinde yoğunlaşır, Müslümanlar kreşinlere “mekruh”, “mürtet” gibi küçümseyici sıfatlarla yaklaşır. Bununla birlikte bu raporlar kendi ideolojileri içinde düzenlendiği için eleştirel değerlendirme gerektirir. Misyonerler başarılarını abartma, direnişi gizleme veya İslam propagandasını olduğundan zayıf gösterme eğiliminde olmuştur. Araştırmacılar, misyon raporlarını değerlendirirken içeriklerinin yanı sıra yazarlarının niyet ve koşullarını da göz önünde tutar. Örneğin Özsoy’a göre Çarlık misyon kadrosunun yazışmaları, her dönemin idarecilerinin misyondaki eksikliklerini ve görevli misyonerlerin deneyim yetersizliklerini de açığa vurur. Dolayısıyla bu kaynaklar Türk tarih yazımı için son derece değerli olmakla birlikte, sağladıkları bilgilerin “misyonerin gözüyle” yazıldığını unutmamak gerekir. Karşılaştırmalı çalışmalar, misyoner kayıtları ile yerli arşivler ve Osmanlı belgelerini dengeleyerek daha objektif sonuçlar elde etmeye çalışır.
19. Yüzyılda Ruslaştırma Politikalarının Kurumsallaşması ve Okullaşma Süreci
XIX. yüzyılın ikinci yarısında Ruslaştırma politikaları devlet düzeyinde sistematikleşti. En dikkat çekeni İlminskiy öncülüğünde Kazan’da Kreşin-Tatar Okulu adıyla açılan misyoner eğitim merkezidir (1864–1908). Bu okulda eğitim ana dille yapılırken aynı zamanda Rusça öğretiliyor, ders kitapları Kiril alfabesiyle hazırlanıyordu. Hedef, Kazan, Ufa, Vyatka, Samara gibi vilayetlerdeki vaftiz edilmiş Tatar çocuklarını ‘samimi Ortodoks’ misyonerler olarak yetiştirmekti. İlminskiy’nin önerisiyle kurulan komisyon kararına göre açılan okullarda din eğitimi yanısıra Rusça da temel ders olarak konulmuş, öğretim görenlere Rus edebiyatı ve tarihin yanı sıra bölge halklarının gelenekleri Kiril alfabesiyle öğretilmiştir.
Bu dönemde Rus-Tatar okulları ve misyoner kursları da yaygınlaştı. 1870’lerde vaftiz edilmiş Müslüman çocuklara yönelik Tatarca eğitim veren okullar kurma önerileri kabul gördü. 1889’da Kazan İlahiyat Akademisi’nde müftülük görevlilerine bölge halklarının tarihi, etnografyası ve dinî durumu hakkında dersler veren misyoner kursları açıldı. Devletin ve Rus Kilisesi’nin bu adımları, yerel eğitim ağına yeni okullar eklenmesini sağladıysa da başarı sınırlı kaldı. İlminskiy bile 1882 değerlendirmesinde, Kreşin, Çuvaş ve diğer bölge halklarının hâlâ Müslüman etkisi altında olduğunu teslim etmek zorunda kalmıştı. Ayrıca imparatorluğun diğer bölgelerinde de (Özbek, Kazak vs.) benzer “Ruslaştırma” programları uygulansa da, İdil-Ural’daki yerli aydın katmanının artan direnci ve Jâdidî (yenilikçi) hareketler bu politikaları kısmen frenledi. Sonuç olarak, 19. yüzyılda kilise-okul işbirliğiyle yürütülen bu eğitim seferberliği Türk topluluklarında kültürel bir asimilasyon çabası olarak kalıcı etkiler bıraktı.
1917 Devrimi Öncesi Türk-Rus İlişkilerinin Son Durumu
19. yüzyılın son çeyreğinde millî uyanış hareketleri güçlendiği halde, Rus yönetimi hâlâ bölgedeki hâkimiyetini korumaya çalışıyordu. 1905 Devrimi sonrasında ilan edilen dinî özgürlük kanunu (17 Nisan 1905) İdil-Ural’daki gayri-Rus halklar üzerinde karmaşık etkiler doğurdu. Misyoner raporları, bu kanunla birlikte Tatar zenginlerin vaftiz olmuş topluluğa (Kreşinlere) maddi destek sağladığını, hatta dini bayramlarda yardımda bulunduklarını; bunun da Müslüman nüfusun İslam’a yönelimini güçlendirdiğini kaydetmiştir. Aynı dönemde 17 Ekim 1905 Manifestosu ile daha açık dinî faaliyet hakkı elde eden Çuvaş bir misyoner, bu siyasi değişikliğin İdil bölgesindeki gayri-Rusların gizli İslam’a geçişlerini arttırdığını vurgulamıştır. Yani sözde hoşgörü politikaları bölgedeki Müslüman toplumun yeniden örgütlenmesine ve dinî-sosyal faaliyetlerin canlanmasına yol açtı. Öte yandan 1900’lerin başında Rus yönetimi, parlamenter düzeyde Müslüman temsilcilerle (örneğin seçilen Tatarlar ve Başkurtlar) temas kurdu, sınırlı özerklik taleplerini değerlendirdi. Ancak I. Dünya Savaşı’nın getirdiği toplumsal gerginlikler ve imparatorluğun zor durumu 1917 öncesi ilişkilerin istikrarsız kalmasına neden oldu. İdil-Ural’da 1905 sonrası kurulan bazı Türk cemiyetleri ve okul komiteleri, Jâdidî aydınlar aracılığıyla kültürel kimliği korumaya çalışırken, Çarlık rejimi son yıllarda daha çok bekle-gör politikası izledi. Sonuçta 1917 yılına gelindiğinde Türk kökenli halklarla Rus merkezi yönetimi arasındaki ilişkiler, Batı’dan gelen milliyetçilik akımları ve iç karışıklıklarla iyice karmaşıklaşmıştır.
Sonuç: Misyoner Kaynakların Türk Tarih Yazımı Açısından Önemi ve Eleştirel Değerlendirme
İlyas Topsakal’ın eseri, Türk dünyasının geçmişine Rus arşiv belgeleri ve misyoner kaynakları aracılığıyla bakan nadir çalışmalardandır. Misyoner raporları, dönemin ortodoks ideolojisini yansıttığı kadar, Türkiye’de pek işlenmemiş bir saha hakkındaki eşsiz bilgileri de içerir. Çalışmanın önsözünde vurgulandığı üzere, bu eser “Hıristiyanlaştırılan Türklerin izini sürmek bakımından” ve Ortodoks misyonerlik faaliyetlerini anlamak açısından büyük önem taşımaktadır. Örneğin Türkî topluluklara Kiril alfabesinin zorunlu kılındığı, milli kültürel kurumların tasfiye edildiği detaylar bu çalışma sayesinde gün ışığına çıkmıştır. Aynı zamanda Topsakal’ın çalışması, yerel tarih bilincini aydınlatacak ve zorunlu Hıristiyanlaştırılmış halkların torunları için kaynak teşkil edecek niteliktedir.
Ancak misyoner kaynaklar, kuramsal yanlılıkları nedeniyle eleştirel bir süzgeçten geçirilmelidir. Bu kaynaklar genellikle Rus idaresine uygun biçimde düzenlenmiş, Müslüman muhalefetini küçümseyen veya Hıristiyanlaştırma başarılarını abartan anlatılar barındırır. Topsakal gibi araştırmacılar, bu belgeleri diğer arşiv materyalleri ve yerli kaynaklarla karşılaştırarak tarihsel gerçeğe yaklaşma gayreti içindedir. Nitekim Özsoy da Çarlık misyonerliğinin karnesini değerlendirirken Pravoslavnıi Blagovestnik’teki raporların hem kilise hem devlet eksikliklerini sergilediğine işaret etmektedir. Sonuçta misyoner kaynaklar, Osmanlı kaynakları ve yerel arşivlerle birlikte değerlendirildiğinde, Türk tarih yazımında yeni bakış açıları sağlayacak zengin bir bilgi kaynağıdır. Ancak bu bilgiler, kayıtların imparatorluk ideolojisine gölge düşürmediği sürece muhtemelen sistematik bir önyargıyla sunulduğunu unutmadan kullanılmalıdır.
Kaynakça (APA):
- Topsakal, İ. (2021). Rus Çarlığı ve Türkler: Rus Misyoner Kaynaklarına Göre 1552-1917. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
- Özsoy, E. (2025). İdil-Ural’a Çarlık misyoner matbuatı gözünden bakmak: Pravoslavnıi Blagovestnik dergisi ve Rus-Tatar rekabeti. Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, 25(1), 169–188.
- Ross, D. (2020). Tatar Empire: Kazan’s Muslims and the Making of Imperial Russia. Bloomington: Indiana University Press.

Leave a Comment