Delilik, Melankoli, Cinlenme Kitabı Üzerine Yüksek Lisans Seviyesinde İnceleme



Kitabın Adı:
Tarihsel Sosyoloji Bloch’tan Wallerstein’a Görüşler ve Yöntemler 
Yazar             :
Haydar Akın
Sayfa:
808 
Cilt:
Ciltsiz 
Boyut:
13,5 X 21 
Son Baskı:
30 Nisan, 2024 
İlk Baskı:
30 Nisan, 2024 
Barkod:
9786254498916 
Kapak Tsr.:
Editör:
Kapak Türü:
Karton 
Yayın Dili:
Türkçe 
 
 
 
Orijinal Dili:
 
 
Orijinal Adı: 


Delilik, Melankoli, Cinlenme Kitabı Üzerine Yüksek Lisans Seviyesinde İnceleme

Giriş

Akıl hastalığı, melankoli ve cinlenme kavramları, tarih boyunca hem tıp hem de dinî ve toplumsal söylemlerde öne çıkan temalardır. Batı düşüncesinde akılın ya da akıl dışı davranışların neyi ifade ettiği, bilincin sınırlarının ne zaman aşıldığı, toplumsal düzen için “akıllı” ile “deli” arasındaki farklılığın nasıl belirlendiği konusu, antikçağdan beri tartışma konusu olmuştur. Haydar Akın bu çalışmasında, delilik, melankoli ve cinlenme gibi, insanı “ötekileştiren”, “farklılık/aykırılık yaratan hâller” olarak tanımladığı durumları ele almıştır. Akın’a göre bu kavramlar zaman zaman hastalık olarak görülseler de, kendilerine özgü sosyokültürel süreçlerin ürünüdür. Eserin girişinde belirtildiği üzere, yazar bu “aykırı hâller”i Avrupa tarihinde izlemiş ve yaklaşık 2500 yıllık tıp-tanrı ilişkisine uyum/kaos ikiliği bağlamında yaklaşmıştır. Ayrıca, Akın bu alanın — özellikle Türk tarihçiliğinde — hâlâ keşfedilmemiş bir “terra incognita” olduğunu vurgular; kitabın genç araştırmacılara yol göstermesini umut eder. Böylece Akın, zihniyetler tarihi ile tıp tarihini buluşturan yeni bir bakış açısı ortaya koymayı hedeflemektedir.

Kitabın Yapısı ve Bölümlerinin Tanıtımı

Akın’ın kitabı kronolojik bir düzen izler. Yazarın doktora tezinin özetinde belirttiği gibi, eser toplam 11 ana bölümden oluşur. İlk bölümlerde antikçağda tıp geleneği ve beden anlayışı incelenir; tıp tarihinin başlangıcı sayılan Hipokratik geleneğe yer verilerek beden sıvıları öğretisi, fenike döneminden Roma’ya kadar hastalık kavramları ele alınır. Örneğin “Corpus Hippocraticum”da phrenitis, lethargus, mania gibi akıl hastalıkları ilk kez tanımlanırken, melankoli kara safra fazlalığına bağlanmıştır.

Sonraki bölümlerde Hristiyanlık dünyasının bakışı irdelenir. Dördüncü-altıncı bölümlerde, erken Hristiyanlığın beden-tin ilişkisinden çıkardığı dersler ele alınır. Azizlerin “acı çeken beden” tasavvuru ve kilise öğretisi içinde acedia (keşiş melankolisi) günahı, cinlenme (exorcism) uygulamaları ve manastır tıbbı gibi konular detaylandırılır. Yedinci bölümde toplumsal bir patoloji örneği olarak veba salgınları incelenir. Sekizinci bölümde ise Ortaçağ melankolisi anlatılırken, İslam dünyasındaki çeviri hareketleri ve tıp-bilim mirası üzerinde durulur. Son üç bölümde ise Rönesans’tan Aydınlanma dönemi 18. yüzyıla uzanan süreç ele alınır: Melankoli fikrinin yeniden şekillenişi (örneğin Satürn mitolojisi, Agrippa vb.), Marsilio Ficino ve Robert Burton gibi figürlerin anatomisi, hayvanlar ve folklor ile ilişkili demonoloji ve cin çıkarma ritüelleri incelenir. Özetle, Akın’ın eseri antikçağdan yeniçağa uzanan geniş bir perspektifte delilik, melankoli ve cinlenme konularını derinlemesine kapsar.

Antik Çağ’dan Ortaçağ’a Delilik Anlayışları ve Melankoli Kavramı

Antik dönemde akıl hastalıkları, magi ya da tanrı cezaları olarak değil, büyük ölçüde doğa ve tıp kavramları çerçevesinde açıklanmıştır. Eski Yunan’da Hipokratik tıp anlayışı, hastalıkları beden sıvılarındaki (humor) dengesizliklere dayandırdı. Örneğin Hipokratik derlemelerde melankoli (melas kholé) kara safra fazlalığına, histeri kadınlarda rahim kaynaklı rahatsızlığa bağlanırken, phrenitis, lethargus ve mania gibi terimler günümüzdeki şizofreni, epilepsi veya bipolar benzeri durumlara karşılık gelecek biçimde ele alınmıştır. Yazarın da belirttiği gibi, Hipokrat’tan itibaren melankolik mizacın insan ruhu üzerindeki hâkimiyeti yaklaşık iki bin beş yüz yıl sürmüş, genel olarak “derin hüzün, endişe ve yalnızlık altında kararmış bir ruh hali” olarak tanımlanmıştır. Antikçağ tıbbında delilik ve melankoli organik sebeplere dayandırılmış; akıl hastalığı olarak görülen durumlar Corpus Hippocraticum’daki somatik belirtilerle açıklanmıştır. Bu metinlerde, “beden dışından doğaüstü güçlerin hastalık yaptığı” inancı reddedilmiş, her hastalığın hava, su, beslenme gibi doğal nedenlere atfedilmesi gerektiği savunulmuştur.

Akıl hastalıklarının doğaüstü açıklamalarının hakim olduğu düşünce, erken Hristiyanlık döneminde kısmen değişti. Antikçağ filozofları arasında da farklı yaklaşanlar vardı: Plato ve Aristoteles deliliği zaman zaman ilahi kökenli manik ruh halleriyle ilişkilendirmiş, Aristoteles melankoliyi de bir tür doğal mizacın eseri saymıştı. Ortaçağ’a gelindiğinde ise Hristiyan algısı belirleyici oldu. Azizlerin çileci yaşamı ve Hz. İsa’nın “acı çeken kutsal bedeni” modeli sayesinde, acı çekmek bir erdem haline dönüşmüş, melankoli acedia (asılılık, ümitsizlik) ile özdeşleştirilerek hem dinsel bir terbiye hem de günah kavramı olarak görüldü. Bu süreçte, delilik hem şiddetli günah işi hem de sabır göstergesi gibi çelişkili bir statü kazandı. Avrupa’da akıl hastalığı kavramı, Batı’da 16-18. yüzyılda modern psikiyatrinin filizlenmesine kadar, büyük ölçüde Hipokratik ve Scholastic etkilerle şekillendi.

İslam Tıbbı ve Osmanlı Döneminde Delilik, Melankoli ve Cinlenme

İslam dünyasında bu konulara yaklaşım, hem antik tıp mirasını sürdürme hem de dini boyutları bünyesinde barındırma açısından zengindi. Abbasi dönemindeki Bağdat’taki Beytül Hikmet (Hikmet Evi) gibi kurumlar aracılığıyla Hipokratik ve Yunan tıbbı Arapçaya çevrildi. İslam tıbbı, antik geleneği sürdürerek delilik ve melankoliye somatik yaklaştı; önemli hekimler Ebû Bekir Er-Râzî (Razi), İbn Sînâ (Avicenna) ve İbn Nefîs gibi isimler bu sorunları eserlerinde ele almışlardır. Selçuklu ve Osmanlılar’da kurulan dârüşşifâ (bimarhane, şifahane) adı verilen hastaneler, ruhsal hastalıklara da tahsis edilmiştir. Örneğin Selçuklu-Osmanlı geleneğinde, bu şifahânelerde akıl hastalığı gibi ruhsal sorunlar ‘ilaç, koku, su ve mûsiki’ gibi yöntemlerle tedavi edilmiştir; Avrupa’da akıl hastaları dışlanıp ölüme terk edilirken, İslam dünyasında hoşgörüyle tedavi sunulmuştur. Bu dönemde “delilik”, “mecnunluk”, “meczupluk” gibi kavramlar kullanılmış, ancak hastaların bakım ve tedavisi vakıflar vasıtasıyla örgütlenmiştir.

Buna karşın halk inançları çeşitli ikili yaklaşımlar sergilemiştir. Resmi tıp geleneği deliliği genellikle doğal veya biyolojik nedenlerle açıklar, cin-benzeri doğaüstü etkenlerin hastalık yapıcı rolünü reddeder. Öte yandan halk arasında cinlenme (jinn musallatı) yaygın bir inanıştır. Tekke ve dergâh gibi İslamî şifa merkezlerinde, cin musallatı kabul edilen kimselere Kur’ân’dan ayetler okunarak, üfleyerek yapılan rukye tedavisi uygulanmıştır. “Cinlenmiş” sayılan kişilerin kötülüklerden kurtulması için dua ve zikirle şifa arayışları, halk hekimliği ve tasavvufî uygulamalar içinde yer almıştır. Sonuçta, Osmanlı toplumunda tıbbi ve halkî yaklaşımlar çatışabileceği gibi birbirini de beslemiştir: Resmî hekimler hastalığı tedavi ederken, halk genellikle tedavi ile dua ve musiki gibi yöntemleri bir arada kullanmıştır.

Tıbbi Söylem ile Halk İnançları Arasındaki İlişkiler ve Çatışmalar

Akın’ın çalışmasında öne çıkan noktalardan biri, tıbbi söylem ile mistik/folk inançlar arasındaki gerilimdir. Bu ikili, tarih boyunca delilik ve cinlenme gibi fenomenler söz konusu olduğunda belirginleşmiştir. Bir yanda tabipler, hekimevleri ve dinî otoriteler, “sapkın” görülen hallerin tedavisinde bilimsel veya teolojik yöntemlere başvurmuş; öte yanda halk, cin çıkarma, musallat bulunduğuna inanılan kişilere dualarla yardım etme gibi geleneksel ritüelleri sürdürmüştür. Örneğin Osmanlı kayıtlarında mecnun sayılan bazı kişiler “terkib-i edviye” (ilaç tedavisi) ve musikiyle iyileştirilmeye çalışılırken, pek çoğu halk arasında büyü veya cin işareti olarak algılanmıştır. Benzer biçimde Ortaçağ Avrupa’sında cadılık ve büyücülük ile akıl hastalığı iç içe geçmiştir. Öyle ki, hem İslam dünyası hem de Hristiyan Avrupa’da, akıl hastaları zaman zaman “cinlenmiş”, “cadı” veya “heretik” damgası yiyerek ötekileştirilmiştir. Akın’ın tahlili, bu çatışmalı alanın iki uçtaki tedavi paradigmasını göstermektedir: Bir tarafta antik-helenistik tıbbın kalıntıları ve İslami tıp kurumları, diğer tarafta dinî ritüeller ve halk inançları arasındaki geçişken sınırlardır.

Michel Foucault ve Delilik Tarihi Yaklaşımlarıyla Kıyaslama

Akın’ın eseri, Michel Foucault gibi çağdaş düşünürlerin delilik tarihi perspektifiyle karşılaştırıldığında belirgin farklılıklar taşır. Foucault, Deliliğin Tarihi adlı eserinde (1961) Batı’nın deliyi nasıl “deli” konumuna soktuğunu ve aklın sınırlarını nasıl çizdiğini sorgulamıştır. Foucault’ya göre, tarihsel süreçte akıl ancak deliliğin zıddında tanımlanabilmiş; dolayısıyla delilik, toplumsal düzenin varlığı için gerekli bir negatif öteki olarak ortaya çıkar. Yani Foucault, delinin aklın tarihi içindeki rolünü ve onu damgalayan toplumsal haritayı göstermiştir. Akın ise bu kuramsal çerçeveye ek olarak arşivsel ve karşılaştırmalı bir perspektif sunar. O, Foucault’nun Batı merkezli analizini genişleterek hem antik hem İslamî kaynakları da incelemiş, “farklılık yaratan haller”i çokuluslu bir ufukta ele almıştır. Foucault’nun “delinin toplumsal işlevi” vurgusuyla paralellik kuran Akın, bunun ötesinde sömürge öncesi ve İslami medeniyetleri de kapsayan ayrıntılı bir kronolojiyi sunar. Bu açıdan Akın’ın yaklaşımı, deliliğin tarihini kısıtlı bir Avrupa ya da modern çerçevesinde değil, çok katmanlı bir olaylar dizisi olarak ortaya koyar. Özetle, Foucault’nun “delilik toplumsal dışlanmanın bir aracı” tezini desteklerken, onu tarihî kanıtlar ve kültürlerarası karşılaştırmalar ışığında daha geniş bir zemine taşımıştır.

Sonuç

Haydar Akın’ın Delilik, Melankoli, Cinlenme çalışması, Batı medeniyetinde sapkınlık kavramlarının tarihini Türkçe literatürde kapsamlı bir biçimde ele alan öncü bir eserdir. Yazarın kronolojik ve disiplinlerarası yaklaşımı, zihinsel hastalıklar ile dinî-mitolojik inanışlar arasındaki etkileşimleri detaylı biçimde açığa çıkarmıştır. Bölümler boyunca kitaptan yapılan alıntılar ve belge analizi, okuyucuya antik çağdan yeniçağa kadar akıl sağlığı söylemlerinin dönüşümünü göstermektedir. Akın, eseriyle alanı henüz “keşfedilmemiş topraklar” olarak tanımlayarak, bu konudaki bilgilerimizi zenginleştirmiştir. Günümüz zihinsel sağlık anlayışına da dolaylı bir katkıda bulunur nitelikte olan eser, ruhsal rahatsızlıkların tarihsel ve kültürel kodlarını ortaya koyarak modern tıbbın kavramlarını sorgulamaya davet eder. Sonuç olarak, Delilik, Melankoli, Cinlenme, tarih yazımına yaptığı derinlikli katkı ve zengin kaynak kullanımıyla hem akademik çevrelerde hem de zihinsel sağlık tarihine ilgi duyanlarda önemli bir boşluğu doldurmaktadır


 


Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.