Kültür-Sanat ve Sermaye-İktidar: Heterodoks Bir Yaklaşım Üzerine İnceleme


 

Kitabın Adı:
Kültür-Sanat ve Sermaye-İktidar Heterodoks Bir Yaklaşım  
Yazar             :
Sacit Hadi Akdede
Çevirmen:
Sayfa:
288 
Cilt:
Ciltsiz 
Boyut:
13,5 X 21 
Son Baskı:
28 Şubat, 2023 
İlk Baskı:
28 Şubat, 2023 
Barkod:
9786254497629 
Kapak Tsr.:
Editör:
Kapak Türü:
Karton 
Yayın Dili:
Türkçe 
 
 
Orijinal Dili:
 
Orijinal Adı:
  



Kültür-Sanat ve Sermaye-İktidar: Heterodoks Bir Yaklaşım Üzerine İnceleme

Giriş

 Sacit Hadi Akdede’nin Kültür-Sanat ve Sermaye-İktidar: Heterodoks Bir Yaklaşım başlıklı derleme eseri, kültür ve sanatın ekonomik ve siyasal güçle etkileşimini politik iktisat çerçevesinde inceleyen önemli bir çalışmadır. Akdede’ye göre kültür ve sanat, arkasında yeterli iktisadi ve siyasi güç yoksa ayakta kalamaz; üretimi ve dağıtımı iktisadi-siyasal kurumların varlığını gerektirir. Hem piyasa mekanizması hem de devlet müdahalesi, sanatçı gelirlerinden sanatsal ürünlerin propagandaya dönüştürülmesine kadar çok sayıda sonucu belirler. Heterodoks yaklaşım, kapitalizmin doğasını örten neoklasik iktisada karşıt bir yöntem olarak, bu etkileşimleri açığa çıkarmayı amaçlar. Bu incelemede, Akdede’nin heterodoks çerçevesinden hareketle kültür-san at üretiminin sermaye ilişkileri, ideolojik tahakküm, kültür politikaları ve iktidar yapılarıyla olan çelişkili ilişkileri derinlemesine tartışacağız. Çalışma boyunca kültürel ekonomi, yaratıcı endüstriler, devlet müdahalesi ve neoliberal düzen gibi kavramlar ele alınacak; sanatın piyasalaşması ile kültürün kamusal fayda boyutu, toplumsal eşitsizliklere dair bakış açılarıyla irdelenecektir.

Heterodoks İktisada Göre Kültür-Sanat

Heterodoks iktisat, kapitalizmi tek boyutlu piyasa yaklaşımından ibaret görmeyen ve toplumsal-siyasal güçleri ön plana çıkaran bir paradigma olarak öne çıkar. Akdede’nin vurguladığı gibi, kültür-sanat politik iktisatının amacı, piyasa ve devletin kültür üzerindeki etkilerini irdeliyerek iktidar ilişkilerini görünür kılmaktır. Frankfurt Okulu’ndan Adorno ve Horkheimer’in işaret ettiği gibi, “kültür endüstrisi” kavramı, sanatı kitlelerin ideolojik iknası için propaganda aracı olarak ele alır. Bu eleştirel perspektife göre, kitle iletişimi ve eğlence kültürü, sermayenin ideolojik hegemonya aracı haline gelir. Kültür-san at üretimi, bu bağlamda, sadece ekonomik bir faaliyet değil aynı zamanda hegemonik ideolojilerin yeniden üretim mekanizmasıdır. Dolayısıyla Akdede’nin heterodoks yaklaşımı, Althusserci ideolojik devlet aygıtları ya da Gramsci’nin kültürel hegemonya kavramı gibi düşünceleri içselleştirerek kültürü toplumsal iktidarın bir alanı olarak görür. Bu çerçevede, kültür-sanat ürünlerinin kimler tarafından ve nasıl üretildiği, hangi toplumsal tabakala rın yararına kullanıldığı soruları politik ekonomi açısından büyük önem taşır.

Kültürel Ekonomi ve Yaratıcı Endüstriler

Kültürel ekonomi, sanat ve kültür ürünlerinin üretim, dağıtım ve tüketim süreçlerini iktisadi süreçlerle irdeleyen bir alt alandır. Sanatçının hem üretici hem tüketici hem de finansör olarak farklı aktörlerle etkileşimi bu alanın konusunu oluşturur. 1990’lardan itibaren öne çıkan “yaratıcı endüstriler” kavramı ise, kültürel ve yaratıcı emek ile ekonomiyi bir araya getiren bir çerçeve sunar. Örneğin NOIE tarafından yapılan bir tanıma göre, reklamcılıktan yazılıma, filmden tasarıma kadar geniş bir spektrumu kapsayan bu sektörler “genellikle yaratıcı öznenin emek girdisi ile karakterize edilen” faaliyet alanlarıdır. Ayrıca Turok’un vurguladığı gibi, yaratıcı endüstriler “sanatsal ve entelektüel çabaların birleşmesiyle hayat bulan ürün ve hizmetleri” içeren, kültürel ve ticari aktivitelerin kesiştiği bir alan olarak tanımlanır.

Devletler ve uluslararası kurumlar, kültür-sanatın ekonomik getirilerini fark ederek kültürel sektörleri kalkınma politikalarına dahil etmiştir. Örneğin Hartley’e göre, televizyon, müzik, film gibi kitle iletişim araçları “kültürel endüstriler” olarak markalaştırılarak devlet kültür politikalarının temelini oluşturmuştur. Benzer şekilde Garnham, Avrupa Birliği’nin bilgi ekonomisi söylemleri sonucunda kültür endüstrilerinin yerini yaratıcı endüstrilere bıraktığını ve böylece Avrupa ekonomisinin rekabet edebilirliğinin bu yolla güvence altına alındığını belirtir. Bu süreçte yaratıcı endüstriler kavramı, “sanat-kültür endüstrileri” ile “özgürlük-konformite” gibi ikilikler arasındaki bulanıklığı kullanarak postmodern bir diyalektiğin parçası olmuştur. Ancak eleştirmenler, yaratıcı endüstriler söyleminin yaratıcılığı piyasanın hizmetine sokan üst yapısal bir araç olduğunu, sanatçıların ve kültürün kitlesel ve ticarileşmiş bir zemine sıkıştırıldığını vurgular. David Harvey ise kreatif sektörde yükselen bu yaklaşıma karşı çıkarak, kültürün artık kapitalizmin sattığı maddi malların ayrıcalık işaretlerini ürettiğini vurgulamıştır. Böylece şehir ölçeğinde gayrimenkul piyasasının bilgi ekonomisi güdümlü rant üretimine dönüştüğü gözlenir; sanat ve kültür bu süreçte kentsel dönüşüm projelerinin ve mülk spekülasyonunun tetikleyicisi haline gelir.

Devlet Müdahalesi ve Kültür Politikaları

Kültür-sanat alanında devlet müdahalesi, yasalarla koruma sağlamaktan doğrudan destek programlarına kadar değişken bir yelpazede gerçekleşir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 64. maddesi “Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur” hükmünü içerir. Bu hüküm, kültürü kamusal bir görev olarak devlet politikalarının odağına yerleştirir. Ancak çağdaş neoliberal dönüşümde devlet, kamusal hizmetleri giderek piyasaya bırakma eğilimindedir. Heterodoks bakış açısıyla, devlet destekleri sadece sanatçıları beslemek değil aynı zamanda egemen ideolojiyi pekiştirmekle de ilişkilidir. Örneğin Akdede’nin belirttiği gibi, iktidar partileri sanat üzerinden kendi bakış açısını yaymaya çalışabilir; sanat eserleri propaganda aracına dönüşebilir veya “kapitalist vitrin” olarak kullanılabilir. Bu bağlamda, hangi tür sanatın ödüllendirileceği, hangi geçmişlerin sahiplenileceği iktidar tercihlerini yansıtır. Öte yandan, devletin sanat ve kültür kurumlarına sağladığı kaynaklar gelir dağılımındaki eşitsizlikleri artırabilir. Parasal kaynaklar genellikle büyük şehirlere, kurumsallaşmış sanat dallarına ve tanınmış isimlere akar; kırsal kesim ve alternatif sanat mekânları ise ihmal edilebilir. Dolayısıyla kültür politikaları eşitlikçi vaadelerine karşın, hiyerarşik bir alan yaratabilir. Buna rağmen, demokratikleşme perspektifinden bakıldığında, devletin sağladığı destek sanatçıların emek sömürüsünü hafifletebilir, ortak kamusal kültür projeleri yoluyla geniş kitleleri sanata katabilir. Heterodoks analiz, devlet desteğinin bu çelişkili etkilerini kavramlaştırarak, kimin kime hizmet ettiğini sorgulamayı amaçlar.

Neoliberal Kültürel Düzen ve Sanatın Piyasalaşması

Post-Fordist birikim rejimine geçişle birlikte neoliberalizm, kültür-sanat alanını da piyasa mantığına tabi kıldı. Şahin’in vurguladığı gibi, son 30-40 yılda küreselleşmenin en önemli özelliği yaşamın her alanının “piyasalaş(tırıl)masıdır” ve sanat alanı da bu sürecin önemli bir parçasıdır. Sanat faaliyetleri giderek daha fazla metalaşmakta, kamusal yönleri geri plana atılmaktadır. Bu bağlamda piyasa mekanizmaları sanat yapıtının estetize edici veya manevi değerini geri plana iter; estetik yerine mübadele değeri ön plana çıkarılıri. Sanat eserleri galeri, müzayede, fuar gibi ortamlarda alınıp satılan ticarî meta konumuna indirgenir; tasarım, markalaşma, reklam gibi alanlarla iç içe geçer. Gerçekten de Şahin’in belirttiği gibi “sanatın manevi yanının zayıflaması, piyasalaşarak daha çok meta niteliğinin ön plana çıkması” günümüz sanatının en belirgin özelliğidir. Bu süreçte sanatçılar yoğun rekabetin içine çekilir, eser üretiminden ziyade pazarlanabilirlik öncelik kazanır. Eserlerin eşsizliği ve eleştirel değeri, piyasa stratejileri tarafından aşındırılabilir; sanatçıların arka plan desteği (sponsorluk, devlet sübvansiyonu vb.) olmadığı sürece yenilikçi fikirlerini koruması zorlaşır.

Neoliberal düzen, sanatçıları “girişimci birey” konumuna sokar. Sanatçının esnek, belirsiz çalışma koşulları öne çıkar; birçok sanatçı, düşük ücretlerle kısa süreli projelerde çalışır veya ikincil işler yapmak zorunda kalır. Bu da sınıfsal farklılıkları derinleştirir. Yatırımcılar, yaratıcı isimleri ve fikirleri kendi kârları için kullanırken, sanatçı emeğinin büyük bölümü değersizleştirilir. Başka bir ifadeyle sermaye, kültür üretiminin sınırlarını genişleterek her yaratıcı ürünü ticarî bir meta haline dönüştürmeye çalışır. Eleştirel literatürde sıklıkla vurgulandığı üzere, sanat çoğu zaman sermayenin lüks tüketim ihtiyaçlarına hizmet eder; evrensel bir deneyim yerine statü işareti olarak işlev görür. Şehir ölçeğinde bu süreç, örneğin soylulaştırma (gentrification) dalgalarıyla kendini gösterir: Yoksul mahallelere açılan yeni sanat kurumları kira bedellerini yükselterek kültürün kolektif yönünü baltalar.

Kültürün Kamusal Fayda Boyutu

Kültür genellikle toplumsal fayda ve dışsallık kavramları üzerinden değerlendirilen bir alandır. Kamu otoriteleri, kültürün eğitim, kimlik gelişimi, toplumsal bütünleşme gibi olumlu sonuçları olduğu varsayımıyla destek verme eğilimindedir. Bununla birlikte, neoliberal rüzgarlar altında devlet giderek “kamusal nitelikli” faaliyetlerden elini çekmekte, kültürün sunumunu piyasaya terk etmektedir. Şahin’in analizi, sanatın kamusallık boyutunun piyasa süreçlerinde geri plana atıldığını ancak gerçek dünyada sanat ve sanatçının hala birçok yönden kamusal mal özellikleri taşıdığını vurgular. Oysa ticaret ekonomisinin temel sorunu, kamu mallarının yeterince sunulmamasıdır. Sanatın tam bir kamu malı olup olmadığı tartışmalıdır; çoğu sanatsal ürün rekabetli ve dışlanabilir özellikte olsa da, toplumsal değerleri artırıcı bir nitelik de taşır. Bu nedenle bazı eserler “erdemli mal” veya yararlı mal kategorisine girer; bu durumda devlet müdahalesinin gerekçesi güçlenir. Öte yandan, küreselleşme süreciyle birlikte devletin kültür politikalarında piyasayı öncelikle etkin kılması, sivil toplum kuruluşlarının ve kamu-özel ortaklıklarının daha aktif rol almasına yol açmıştır. Kültür-sanat alanındaki reformcular, sanatçıları sadece tüketici değil vatandaş olarak görmenin önemini vurgular; müze ve festivallerde “kamusal alan” deneyimi demokratik katılımın bir parçası sayılır. Ancak neoliberal yaklaşımla sanat sektörü tüketim paradigmasının içine girmiş, kültürel etkinlikler giderek müşteri odaklı bir hizmet mantığıyla düzenlenir hale gelmiştir. Bu noktada Akdede’nin heterodoks eleştirisi, sanatın kamusal fayda boyutu ile metalaşma eğilimi arasındaki gerilimi ortaya koyar.

Kültürel Üretimde Toplumsal Eşitsizlikler

Kültür-san at üretiminin sosyal ilişkilerden bağımsız olmadığı heterodoks perspektifle öne sürülür. Sanatçıların sınıfsal kökeni, etnisitesi veya cinsiyeti, sektöre giriş ve yükselme olanaklarını etkiler. Araştırmalar, sanatçıların çoğunlukla düzensiz ve aralıklı çalıştığını; gelirlerinin belirsiz ve genellikle yetersiz olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla birçok sanatçı ek işlerde çalışmak zorunda kalır, benzer eğitim düzeyindeki diğer mesleklerden daha düşük kazanç sağlar. Aynı zamanda sanatçıların kendi arasında da ciddi bir gelir eşitsizliği vardır. Heterodoks analiz açısından, bu durum sermayenin yarattığı kâr makasından bağımsız değildir. Büyük galeri sahipleri, yayıncılar ve koleksiyonerler sanat piyasasında tekelci konumlar elde edebilir; popüler veya resmi takdir gören sanatçılar seçkici kaynaklara ulaşırken, bağımsız veya marjinal sanatçılar yoksullaşır.

Tüketici cephesinde de kültürel eşitsizlikler belirgindir. Bourdieu’nün de gösterdiği gibi, kültürel sermaye aileden miras yoluyla geçer: Kültür-sanata erişim, sosyoekonomik statü ile yakından bağlantılıdır. Örneğin büyük kentlerdeki sanatsal etkinlikler, elit kesim tarafından yoğun ilgi görürken, işçi ve kırsal sınıflar bu olanaklardan büyük ölçüde dışlanır. Pasquinelli’nin yorumladığı Harvey analizi de, kültürel etkinliklerin “ayrıcalık işaretleri” yaratarak sınıfsal hiyerarşileri yeniden ürettiğini belirtir. Burada önemli bir çelişki vardır: Kültür-kitleselleştikçe tüketim için ulaşılır hale gelirken, etkin bir şekilde “satılabilir” olabilmesi için eşsizliğini yitirir. Bu durum, hem sermaye birikimi stratejisinin bir parçası (tekel rantı sağlamak için kültürel mirası ticarileştirme) hem de toplumsal adalet açısından bir sorundur. Sonuçta heterodoks bir bakışla, kültür-sanat üretiminde görülen eşitsizlikler, kapitalist düzenin sınıf dinamiklerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Kültürel üretim süreçleri, gelir adaletsizliği, bilgiye erişim ve güç ilişkileri üzerinden şekillenir ve bu süreçler ancak bütünlüklü bir politik iktisat analiziyle anlaşılabilir.

Sonuç

Akdede’nin Kültür-Sanat ve Sermaye-İktidar eseri, kültür-sanat üretiminin sermaye ilişkileri ve iktidarla nasıl iç içe geçtiğini heterodoks bir perspektifle ortaya koyar. İncelenen konular –kültürel ekonomi, yaratıcı endüstriler, devlet müdahalesi, neoliberal piyasa düzeni, sanatın metalaşması, kamusal fayda ve toplumsal eşitsizlikler–, sanatın sadece estetik bir faaliyet değil aynı zamanda toplumsal bir üretim olduğunu gösterir. Bu yaklaşım, kültür-sanat alanındaki iktidar yapılarını görünür kılarak, sanatın üzerindeki ideolojik baskılar ile sermayenin hakimiyetini analiz etmemize imkân tanır. Örneğin Akdede’nin işaret ettiği gibi, kültür politikaları her zaman tarafsız değildir; kimi zaman demokratikleşme iddiası altında hegemonik düşünceyi yeniden üretir. Diğer yandan piyasalaşma eğilimi, sanatı toplumsal faydadan koparıp özel kazanç araçlarına dönüştürürken, eşitsizlikleri derinleştirir. Sonuç olarak, heterodoks bakış açısı sanatın ekonomi-politik kodlarını çözmeyi ve alternatif kültür politikalarının nasıl geliştirilebileceğini sorgulamayı amaçlar. Bu süreçte Akdede’nin çalışması, kültür-sanat eleştirisinin ekonomi politiğe dayanması gerektiğini savunur ve Türkiye’deki araştırmacılar için kapsamlı bir çerçeve sunar.

Kaynakça (APA):

  • Akdede, S. H. (Ed.). (2023). Kültür, Sanat ve Sermaye-İktidar: Heterodoks Bir Yaklaşım. Alfa Yayınevi.
  • Aslan, G. (2017). Yaratıcı endüstrilerin yükselişi: Geçmiş, bugün ve gelecek. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 17(2), 139-155.
  • Erdoğan, G. (2008). Sosyal devlette sanat ve sanatçının korunması. Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 74, 192-205.
  • Harvey, D. (2000). Rant Art. New Economics Foundation.
  • Kaymas, S. (2019). Küreselleşme, neoliberalizm ve yaratıcı endüstriler: Alternatif bir yönetişim önerisi üzerine bir not. Amme İdaresi Dergisi, 52(2), 79-114.
  • Peksan, S., & Tosun, F. (2014). Sanatçıların sosyal haklara ulaşımındaki güçlükler. Çalışma ve Toplum, (3), 207-224.
  • Şahin, M. (2013). Sanata yönelik devlet desteklerinin ekonomik rasyonalitesi. Marmara Üniversitesi İ.İ.B. Dergisi, 34(1), 253-268.
  • Pasquinelli, M. (2017). Rant sanatı ve yaratıcı sınıf (D. Yılmaz, Çev.). E-Dergi (Çeviri).
  • Küçüktaş, İ. (2019). Metalaşan sanat sanatsallaşan meta. Bilim Dergisi, 7(10), 1177-1195.


Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.