Şiddet ve Kutsal Kitabı Üzerine Akademik Tez İncelemesi


 

Kitabın Adı:
Şiddet ve Kutsal  
Yazar             :
Rene Girard
Çevirmen:
Sayfa:
480 
Cilt:
Ciltsiz 
Boyut:
14 X 21 
Son Baskı:
02 Nisan, 2024 
İlk Baskı:
22 Şubat, 2019 
Barkod:
9786051717524 
Kapak Tsr.:
Kapak Türü:
Karton 
Yayın Dili:
Türkçe 
 
 
 
 
Orijinal Dili:
İngilizce 
Orijinal Adı:
La Violence et le Sacré 



Şiddet ve Kutsal Kitabı Üzerine Akademik Tez İncelemesi

Giriş

René Girard (1923–2015), Fransa doğumlu bir beşeri bilimler kuramcısıdır. Orta Çağ tarihçisi olarak École des Chartes’da eğitim görmüş, 1950’lerde Amerika Birleşik Devletleri’ne geçerek edebiyat eleştirisi ve antropoloji alanlarında çalışmalar yapmıştı. 1961’de yayımlanan Mensonge romantique et vérité romanesque (modern yayımlarda Deceit, Desire, and the Novel) adlı eserinde kuramsal olarak tanıttığı taklitçi arzu (mimesis) kavramını geliştirmiştir. Girard’ın 1972’de Fransızca orijinali yayımlanan La Violence et le Sacré (Şiddet ve Kutsal), birikimli çalışmalarının kültürel antropolojiye uzanan bir sentezidir. Bu eser, on yılı aşkın araştırmanın ürünü olarak SUNY Buffalo’da öğretim üyesiyken kaleme alınmış ve 1977’de İngilizceye çevrilmiştir. Girard, söz konusu kitapta antik kültürlerdeki kurban ve ayin pratiklerini inceleyerek “tüm antik toplumların temelinde, kriz ve bunun şiddetli kurbanla çözümlenmesi”nin yattığını öne sürerimitatio.org. Eser, antropoloji, edebiyat eleştirisi ve teoloji çevrelerinde önemli yankı bulmuş; Fransa’da Académie Française Ödülü’nü alarak Girard’ın başyapıtı sayılmıştır. Girard’ın bu çalışmadaki temel amacı, insan topluluklarında şiddet ve kutsallık arasındaki gizli bağı açıklığa kavuşturmak, kurban ritüellerinin toplumsal düzen ve kültür oluşumundaki rolünü ortaya koymaktır.

Taklitçi Arzu Teorisi (Mimesis)

Girard’ın görüşüne göre, insan arzusu özgün bir iç güçten değil başkalarının arzularının taklidinden beslenir. Bir bireyin herhangi bir nesneyi ya da statüyü arzulaması, o nesneyi arzulayan bir modelin varlığına dayanır. “İsteklerimizi başkalarından ödünç alırız” ifadesiyle özetlenen bu mekanizma, öznenin doğrudan nesneyle ilişkisi yerine özne–model–nesne üçgenini tanımlar. Bu dışsal aracılı arzu (external mediation) durumu, model ile öznün farklı düzlemlerde olduğu durumlarda çatışmaya yol açmaz. Örneğin, kimliğimizin çok dışında olan ünlüler veya kurmaca kahramanlar taklit edildiğinde (örneğin çocukların ünlü bir sporcu veya roman karakterini model alması gibi), model ve özne arasındaki arzu çatışması doğrudan ortaya çıkmaz.

Ancak modelin özneyle aynı sosyal ortamda bulunması (içsel aracılı arzu, internal mediation) durumunda, model aynanda hem öznenin arzusunu şekillendiren hem de aynı hedefe ulaşmaya çalışan bir rakip konumuna dönüşür. İki kişi aynı nesneyi ya da sosyal konumu arzulamaya başladığında, aralarındaki ilişki zamanla çatışmacı bir hâl alır. Girard’a göre bu durumda model-özne ikilisi “elini uzatan iki elin aynı anda aynı nesneye doğru uzanması” gibi çakışır; burada model artık hedeflediği nesnenin kaynağı değil, aynı zamanda bir engel konumuna gelir. Bu olumsuz mimesis (acquisitive ya da appropriative mimesis) süreci, Augustinus’un concupiscentia kavramına benzer biçimde, çatışmacı bir dinamiğe yol açar.

Girard’a göre bu dinamik, bireysel arzulardan toplumsal çatışmalara doğru tehlikeli bir spiralleşme meydana getirir. Bir rekabet veya kıskançlık durumu kimi zaman içinden çıkılamaz gerilimlere dönüşür; bu gerilim dinamik olarak başkalarını da içine çeker, mimetik krize dönüşür. Böylece, bir objeyi veya statüyü arzularken görünen rekabet giderek herkesin dikkati aynı kişiye veya gruba yoğunlaştığında kolektif bir çatışmaya (kitleci düşmanlaştırmaya) evrilir. Neticede, Girard’ın tabiriyle “arzulardaki farklılıkları silip süpüren” bu süreç, bir süre sonra “arkada kalan tek düşmanı yok etmeyi amaçlayan bir toplu şiddet” biçimine bürünür. Özetle, Girard’da taklitçi arzu teorisi insan davranışını anlamlandırmak için kavramsal bir temel oluşturur: Bireyler arzuladıkları nesnenin kendisini değil, onu arzulayan başkalarının statüsünü talep eder; ancak bu durum, benzer arzular taşıyan insanlar arasında içkin rekabet ve nihayetinde şiddetli çatışmalar doğurur.

Günah Keçisi Mekanizması

Girard, taklitçi arzu dinamiğinin uç bir aşamasında toplumu şiddet krizine sürüklediğini, bu krizi yönetmek için ortaya çıkan ana mekanizmayı ise günah keçisi (scapegoat) mekanizması olarak adlandırır. Birbirleriyle korkunç bir çatışma hâline gelen topluluğun üyeleri, çözümü tek bir sorumlu belirleyip ona yıkmakta bulurlar. İki kişi veya grup bir nesneyi arzularken başlayan rekabet, kısa sürede toplu bir düşmanlık hâlini alır; bu noktada “iki elin göğe yükselmesiyle” her el öbürünün engeli olur. İkili çatışma, bir süre sonra topluluğun geri kalanına bulaşır; herkes aynı kişiyi ya da grubu rakip olarak görmeye başlar. Bir kriz düzeyine ulaşan bu durum, topluluğun tamamında “herkesin herkese düşman olduğu” eksikliği yaşayan bir tehlikeyle sonuçlanır. Bu tehlikeyi önlemenin tek yolu, şiddetin odağını bir kurbana yöneltmektir.

Günah keçisi mekanizmasında aranan kişi genellikle toplumsal ötekidir; örneğin, hastalık, kuraklık, çatışma gibi krizlerin sorumluluğu bir topluluk üyesine (eski çağlarda tanrıya kul olmuş birine) haksız biçimde yüklenir. Topluluk, bu kişiyi önce tecrit edip ardından öldürecek veya dışlayacak bir toplu şiddet eylemi düzenler. Kurban gerçekte kasıtlı bir suç işlemiş olmasa da, toplum onunta suçluluğuna inanır; bu inanç giderek keskinleşir ve kurbanın ölümüyle toplumsal kriz bir anlamda (yanlış bir meşruiyetle) sona erer. Kitle halinde gerçekleşen bu lynç, topluluğa kısa süreli bir sükûnet getirir: katılımcılar kurbanın ölümü üzerinden bir arada bulunmanın dayanışmasını ve düzeni yeniden deneyimler. Kurbanın bedenine dökülen kinlerin, katliamın ardından geçici bir barışa dönüştüğü hissi oluşur; böylece hem kurban hem de öldürme eylemi kutsallaştırılır. Kurban kişi öteki olarak suçlanmış, ama ölümü topluluğu yeniden birleştirmiştir.

Girard’a göre arkeik (ilkel) dinler ve kültür bu ilkel kurban deneyiminden doğmuştur. İnsanoğlu, kontrolsüz şiddet sarmalından kendini kurtarmak için, zararsız gibi görünen bir nesne veya kişiyi (ilkel dinlerde bazen hayvan, bazen hasta bir birey) günah keçisi ilan etmiş; onun törenle öldürülmesi, ardından bu eylemin ritüellerle sonsuzca tekrarıyla toplumu şiddet krizlerinden korumayı amaçlamıştır. Böylece kurbanın öldürülmesi, onur kırıcı birer ayin haline gelerek “kutsal” bir değere bürünmüştür. İlk mitler ise, bu kurbanın bir ibadet nesnesine dönüşüm hikâyesini “Tanrı’nın isteği” olarak kurgular: kurban edilen kişinin aslında suçsuz olduğu, topluluk içindeki öfkenin tesadüfen ona yöneldiği anlatılır. Kısaca, Girard’a göre kollektiv şiddetin yönlendirildiği kurbanlaştırma süreci toplumsal denge sağlar; bu mekanizma “kurban ayini” ve mitler aracılığıyla meşrulaştırılır.

Mit ve Ritüelin İşlevi

Girard’ın antropolojisinde mit ve ritüel, toplum içindeki şiddet krizini düzenleyen kilit unsurlardır. Arkaik toplumlarda kutsal, kolektif bir kurban eylemiyle birlikte ortaya çıkar ve şiddeti geçici olarak ortadan kaldırdığına inanılır. İlk insanların temel kurumları olan ritüeller, o ilk toplu cinayetin ritüelleştirilmiş tekrarlarıdır: Kurbanın öldürülmesini sembolik düzeyde canlandırarak her seferinde bir arada birlik arayışına işaret eder. Bu ayinlerde katılımcılar toplu cinayet anını “taklit” ederek bir tür kolektif bağ kurar; aynı zamanda topluluk içindeki süreğen şiddeti “kültürel kontrollü bir ortamda” bastırır. Yani ritüeller, dışarıdan bakıldığında şiddet eylemi gibi gözükmesine rağmen iç işleviyle toplumsal bir katarsis yaratır: Tek bir kurbanla saldırgan enerjinin tasfiyesini sağlar. Böylece kurban töreni, aralıklarla tekrar edilerek yeni bir mimetik krizin çıkmasını önlemeye yönelik bir “emniyet valfi” işlevi görür.

Mitoloji ise bu süreci kolektif bilince kazıyan hikâyelerdir. Girard’a göre mit, geçmişte yaşanmış ilk cinayeti anlatan “zulüm metnidir”; topluluğun bakış açısından kurban eylemi kutsal bir düzen yaratma aracı olarak yeniden kurgulanır. Mitos, öldürülen kurbanı suçlu göstererek olayı Tanrı’nın yasal iradesi gibi sunar, topluluğun suçu ya da gerçek kışkırtıcısı olarak kendisiyle yüzleşmesini engeller. Bir anlamda mit, şiddet eylemini maskeleyen ve “kaynak” topluluk yerine kurbana yükleyen bir yanılsama (méconnaissance) yaratır. Girard şu tespitte bulunur: “İlk kültürel sembol bir mezardır; o da kurbanın, bir kurucu tanrının mezarıdır. [Topluluk] cinayetiyle yarattığı düzenin meşru ancak yıkıcı olduğunu bilmese bile, kurbanı kutsal kabul eder” Böylece mit ve ritüeller toplumu şiddetin eşiğinde bir arada tutar: İlkel dinler şiddeti kurala bağlayıp ehlileştirir, düzen altına alır ve barışı görece kalıcı kılar. Özetle, Girard’a göre mit ve ritüelin işlevi, toplumsal şiddeti belirli “sembolik” kişilere veya eylemlere kanalize edip kontrol ederek kaosu önlemek ve düzeni sağlamaktır.

Din, Toplum ve Simgesellik

Girard’ın kuramında din, toplumsal düzenin taşıyıcısıdır ancak bu düzenin maliyeti kurbanın kanına dayanır. İlkel toplumlar kutsalı, toplu kurban ayiniyle yaratır; kutsal nesne olarak kabul edilen her şey şiddetin ürünü olarak algılanır. Durkheim’ın fikirlerini takip eden Girard’a göre din; topluluğu bir arada tutan normlar sistemi olup kökeni kurban törenine gider. Zaman içinde Hristiyanlık, Girard’ın literatüründe özel bir yer tutar: Hristiyan kutsal metinleri, tüm diğer dinlerin aksine günah keçisi mekanizmasını ifşa eden bir “metinsel çerçeve” olarak görülür. Gerçekten de Girard, İsa’nın çarmıha gerilmesini tarihte kurban ilan etme mekanizmasının zirve noktası sayar. Bu bağlamda İsa, masum bir kurban olarak sunulur; arkasındaki topluluk bu vahşi törenin gerçekleştirenidir. Girard’a göre Yahudi-Hıristiyan geleneğin ayırt edici özelliği, tam da bu tarihsel sürecin şeffaflaşmasıdır: İncil metinleri, günah keçiliğinin rastgeleliğini ve vahşetini adım adım açığa vurur. İncil, kolektif şiddeti anlatarak “düzeni şiddet yoluyla yeniden kurma” fikrine karşı uyarıda bulunur. Böylece Yeni Ahit, ilkel kurbanın yanlışlığını ortaya koyar; kurbanın masumiyeti ilan edilir ve “başkalarının kurtuluşunu uman” bir öğreti haline dönüşür.

Modern toplumlarda ise Girard’ın kavramsal çerçevesi, dinin seküler versiyonlarına uygulanır. Örneğin spor müsabakaları, tiyatro, halk oyunları gibi toplumsal etkinlikler “kutsal şiddet” kökenlerine işaret eder. Bu etkinlikler, gerçekte daha küçük ölçekte bir kurbanlaştırma ritüelidir: Bir taraftar grubu yenilen rakip takım ya da simge üzerinden kolektif bir uyum ve zafer duygusu yaşar. Aynı şekilde milliyetçilik, ideoloji veya toplumsal günah keçisi (örn. belirli bir etnik gruba) inancı da modern toplumda benzer işlev görür. Girard’ın fikirleri günümüzde siyaset biliminde ve çatışma çözümünde de yankı bulur; özellikle toplumsal gerilimlerin öfkenin “uzak bir düşmana” yöneltilmesiyle yatıştırılması şeklindeki olguları açıklamada kullanılır. Özetle, Girard’a göre din bir toplumun “özgücü sembolleri”ni yapılandıran sistemdir; kutsalın evrimi antik kurbanlardan modern seküler ritüellere kadar uzanır ve toplumsal düzenin simgesel olarak yeniden üretiminde işlev görür.

Eleştiriler ve Kuramsal Tartışmalar

Girard’ın taklitçi arzu ve günah keçisi modelleri, geniş bir etki alanı yaratsa da pek çok eleştiriyle karşılaşmıştır. Örneğin bazı eleştirel yorumcular, Girard’ın tarihteki büyük edebi eserlerde fark ettiği üçgenli arzu dinamiğini kullanan ilk kişi olduğunu öne sürmesine rağmen, bu düşüncenin Gabriel Tarde, Baruch Spinoza veya Alexis de Tocqueville gibi erken örnekleri bulunduğunu belirtir. Ancak asıl yoğun eleştiriler Girard’ın antropolojik genellemelerine yöneliktir. René Pommier gibi eleştirmenler, Girard’ın mitoloji ve İncil metinleri okumalarının çoğu zaman tek taraflı olduğunu iddia eder. Örneğin Pommier, Girard’ın İncil’de İsa’nın kurban edilişini salt insanların eylemiymiş gibi sunmasının (özellikle Matta 20:28 gibi ayetleri görmezden gelmesinin) tartışmalı olduğunu ileri sürer. Benzer biçimde Girard’ın Shakespeare veya Cervantes analizlerindeki deterministik yorumlar da bazı edebiyat uzmanları tarafından sorgulanmıştır.

Antropoloji ve din biliminde de eleştiriler vardır. Jean-Luc Marion gibi bazı teologlar, Girard’ı “şiddetin monizmi” yapmakla suçlamış; yani bütün dinî ve toplumsal olguları şiddet eksenine indirgediğini söylemişlerdir. Sarah Coakley ise Girard’ı Freudçu ve karamsar bir perspektife sahip olmakla eleştirerek, onun Hristiyan kutsallaştırmasının aslında çok daha karmaşık olan fedakarlık anlayışını basitleştirdiğini iddia etmiştir. Radikal Ortodoksi geleneğinden John Milbank ise Girard’ın teorisini seküler antropolojinin bir devamı olarak görüp, dinin kutsallığını bilimsel açıklamaya açma çabası nedeniyle onun yaklaşımını şüpheyle karşılamıştır. Milbank’a göre Girard, “bilime şiddete meşruiyet kazandırma” imkânı tanırken (şeyh Girard bunu reddetse de) teolojinin özerkliğine zarar verebilir.

Bunun yanında metodolojik düzeyde de tartışmalar vardır. Bazı eleştirmenler, Girard’ın kitle kültüründen edebiyata, Afrikalı şaman ritüellerinden antik Yunan trajedilerine uzanan geniş veri derlemesinin sistematik olmadığını söyler. Eleştirmen Wolfgang Palaver, Girard’ın devasa sentezinin aslında bir metafizik önerme olarak kalmaya daha yakın olduğunu, bilimsel ampirik temellendirmeden uzak olduğunu öne sürer. Ayrıca mimetik arzu kuramının istisnasız genellemesi de eleştirilir: Örneğin homoseksüel arzular gibi kendi başına ortaya çıkan istekler karşısında Girard teorisinde açık bir açıklık bulunmadığı, “ilk arzunun” kaynağını açıklamanın zor olduğu iddia edilir.

Özetle, Girard’ın modeli toplumsal şiddet ve din karşısında öncü bir bakış sunsa da sayısalcı antropologlar bazı tarihsel ve etnografik verileri eksik saymakla, dinbilimciler ise Hristiyanlığın yenilikçi yönlerini olması gerektiği gibi vurgulamadığını iddia ederek eleştirmiştir. Bu eleştiriler doğrultusunda mimetik kuramı hem başka beşeri bilimciler tarafından düzeltilmiş hem de Girard sonrası bir araştırma ekolü (Colloquium on Violence & Religion gibi oluşumlar) gelişmiştir.

Sonuç

René Girard’ın La Violence et le Sacré adlı eseri, mimetik arzu ve günah keçisi fikirlerini antik kültürlerin ritüel ve mitleri bağlamında kapsamlı biçimde birleştirmesi bakımından kültürel kuramlar arasında özgün bir yer tutar. Girard, dinin ve şiddetin kökenine dair üç ana paradoksa (imitasyon, kurban, vahiy) tek bir anlatı ile yaklaşmayı denemiştir. Bugün, Girard’ın bu teorik çabası antropoloji, edebiyat kuramı, sosyoloji ve din bilimi alanlarında hâlâ yankı bulmaktadır. Eseri, arkaik toplumların kültürel kökenlerini kavramada yeni bir çerçeve sunması ve günümüzdeki toplumsal şiddet olgularına (örneğin etnik gruplara veya göçmenlere yönelik günah keçileştirme süreçlerine) dair iç görü sağlaması bakımından değerli görülür. Örneğin Brombert’in de işaret ettiği gibi, Şiddet ve Kutsal modern toplumlarda bile “kaybolmuş ritüelin etkisini yeniden sağlamak adına gittikçe artan kurbanlar” arayan bir eğilime dikkat çeker. Girard, böylece günümüz şiddet ve dışlayıcılık tartışmalarına antropolojik ve ahlaki boyutta katkıda bulunmuştur. Sonuç olarak Girard, kültürel teoride (sistemik antropoloji, dinsel mitlerin çözümlemesi) kendine özgü bir duruşa sahiptir ve ideolojilerin arkasındaki şiddet döngüsünü açığa çıkarma çabası, günümüz çatışma çözümüne de ışık tutmaktadır.

Kaynakça (APA biçiminde)

  • Girard, R. (1972). La violence et le sacré. Paris: Éditions Grasset.
  • Girard, R. (1977). Violence and the Sacred (P. Gregory, Çev.). Baltimore: Johns Hopkins University Press. (Yayınlanmış ilk dil: 1972)
  • Girard, R. (1978). Des choses cachées depuis la fondation du monde. Paris: Éditions Grasset.
  • Girard, R. (1986). The Scapegoat (Y. Freccero, Çev.). Baltimore: Johns Hopkins University Press. (Yayınlanmış ilk dil: 1982)
  • Girard, R. (1999). I See Satan Fall Like Lightning (J. G. Williams, Çev.). New York: Orbis Books. (Yayınlanmış ilk dil: 1999)
  • Şahin, B. (2023). Kurban ve Öteki: René Girard’da Mimetik Arzu, Şiddet ve Günah Keçisi Mekanizması. Veche, 2(2), 76–88.
  • Traylor, A. D. (2014). Violence has its reasons: Girard and Bataille. Contagion: Journal of Violence, Mimesis, and Culture, 21, 131–156.
  • Milbank, J. (1996). The Word Made Strange: Theology, Language, Culture. Oxford: Blackwell.
  • Coakley, S. (2012). God, Sexuality, and the Self: An Essay ‘On the Trinity’. Cambridge: Cambridge University Press.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.