Jacqueline Rose’un Anneler Kitabı Üzerine Yüksek Lisans Düzeyinde Tez İncelemesi
Kitabın Adı:Anneler
Sevgi ve Zulüm Üzerine Bir Deneme Yazar :Jacqueline RoseÇevirmen:Sayfa:208 Cilt:Ciltsiz Boyut:13,5 X 21 Son Baskı:08 Kasım, 2022 İlk Baskı:08 Kasım, 2022 Barkod:9786254496585 Kapak Tsr.:Editör:Kapak Türü:Karton Yayın Dili:Türkçe Orijinal Dili:İngilizce Orijinal Adı:Mothers: An Essay on Love and Cruelty
Jacqueline Rose’un Anneler Kitabı Üzerine Yüksek Lisans Düzeyinde Tez İncelemesi
Giriş
Jacqueline Rose’un Mothers: An Essay on Love and Cruelty (Türkçe çevirisi Anneler: Sevgi ve Zulüm Üzerine Bir Deneme) adlı eseri, anneliğin hem romantize edildiği hem de cezalandırıldığı kültürel dinamikleri derinlemesine irdeler. Rose’a göre Batı kültüründe annelik, “kendi çatışmalarımızı gömdüğümüz” bir alan haline gelmiş, anneler ise bireysel ve toplumsal hatalarımızın günah keçileri olarak görülmektedir. Bu incelemede Rose’un annelik üzerine geliştirdiği iddialar psikanalitik kuram, feminist teori ve toplumsal cinsiyet çalışmaları ekseninde değerlendirilip, Julia Kristeva, Adrienne Rich ve Sara Ruddick gibi düşünürlerin benzer veya farklı yorumlarıyla karşılaştırılacaktır. Yazının ilerleyen bölümlerinde annelik miti, kadına bakım emeği yüklenmesi, anne-çocuk ilişkisini kuşatan suçluluk ve sevgi/şiddet ikiliği gibi temalar ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Giriş bölümünde, annelik kavramına ilişkin temel kuramsal çerçeve özetlenecek; ana tartışma bölümlerinde ise Rose’un ve diğer düşünürlerin görüşleri karşılaştırmalı şekilde sunulacaktır.
Teorik Çerçeve
Anneliğin analizi çok katmanlı bir kuramsal arka plan gerektirir. Psikanalitik kuram açısından annelik, çocuğun gelişiminde ilk sevgi nesnesi olarak hem koruyucu hem de kaygı uyandıran bir öğedir. Freud ve Klein gibi kuramcılar, anneliği çocuğun Oedipus süreçleri ve ana-baba dengesi bağlamında ele almış, annede idealize edilmiş sevgi ile bastırılmış öfke arasındaki karmaşık etkileşime dikkat çekmiştir. Örneğin Winnicott, “iyi anne” kavramı üzerinden anneliğin mükemmel olmayan ama yeterli sevgi ve bakım ilişkisini vurgulamıştır. Feminist kuramlar ise anneliğin hem kişisel deneyim hem de toplumsal kurum olarak iki yönünü inceler. Adrienne Rich gibi yazarlar anneliği “hem deneyim, hem kurum” olarak tanımlar; Rich’e göre patriarkal sistem anneliği kadın üzerinde baskıyı artıran bir kurum haline getirmiştir. Sara Ruddick ise Maternal Thinking (1989) adlı çalışmasında, anneliği içgüdüsel bir bilgi birikimi değil, çocukların korunması, büyümesi ve toplumsal kabulü üzerine kurulu bir düşünce pratiği olarak görür. Toplumsal cinsiyet çalışmalarında ise bakım emeği kavramı öne çıkar. Feminist Bellek sitesinde belirtildiği gibi, bakım işleri toplumsal yeniden üretimin temelidir; buna rağmen patriarka ve kapitalizm işbirliğiyle bu işler kadınlara **“doğal görev”**muş gibi yüklenir ve görünmezleştirilir. Kadınların bedeni ve zamanı, tekrarlayan bakım-emek süreciyle ele geçirilirken, erkeklerle kadınlar arasındaki boş zaman farkı derinleşir. Bu yaklaşımlar, Rose’un ele alacağı annelik anlatıları ve annelerin yükümlülükleri hakkında fikir verir.
Ana Tartışma
Jacqueline Rose’un Anneler kitabında işlenen annelik miti, bakım emeği, suçluluk, sevgi/şiddet temaları birbirine bağlı biçimde ele alınır. Aşağıda her bir tema derinlemesine tartışılacak ve Rose’un görüşleri Kristeva, Rich ve Ruddick ile karşılaştırılacaktır.
- Annelik Miti ve Toplumsal Beklentiler: Rose, annelerin tüm toplumsal problemlerin müsebbibi sayılarak, üzerlerine akıl almaz beklentiler yüklendiğini vurgular. “Anneliğin, bireysel ve politik başarısızlıklarımızın yıkıp geçilmesi gereken kederi gömerken gömüldüğü yer” olduğu fikrini ileri sürer. Diğer bir deyişle, aileye ve çocuklarına adanmış annelik ideali, suçluluk duygusuyla ilişkili efsanevi bir norm halini alır. Adrienne Rich de annelikteki bu idealizasyona dikkat çeker: çocukların “24 saat kesintisiz sevgi ve ilgi”yle beslenmesini sağlayamamanın imkânsızlığına rağmen, toplumun annelere tam kusursuzluk talep ettiğini söyler. Bu yönüyle Rich, anneliğin “bir boyut” olduğunu, kadının yalnızca annelik kimliğiyle tanımlanmaması gerektiğini vurgular. Rich, anneliğin kutsallığına dair mitleri sarsarken, Rose da “annelere her şeyin yüklenmesinin” toplumsal ve politik bir sınır aşımı olduğunu öne sürer. Julia Kristeva ise anneliği eleştirirken müthiş bir dengesizlikten söz eder. Kristeva’ya göre annelikte “tutkulu ve travmatik” bir ikilik vardır: anne çocuğunu hem çok sevip hem onunla çatışır; bu nedenle annelik ne romantik bir düş, ne de tekdüze bir görevdir. Kristeva’nın “Anneler bazen: ‘Onu seviyorum, nefret ediyorum ama birlikte yaşayacağız’ der” örneği, Rose’un annelikte sevgi ile öfke arasındaki sıklıkla örtüşen gerilimiyle örtüşür.
- Bakım Emeği ve Kadına Yüklenen Roller: Toplumsal cinsiyet perspektifinde annelik, erkek egemen yapının kadınlardan beklediği ücretsiz bakım emeği ile yakından bağlantılıdır. Birçok feminist, bakım işlerinin “kadının görevi” addedilmesini eleştirir. Rose da neoliberalizm bağlamında mükemmel anne normunun artan yükünü tartışır; örneğin bir yazar Angela McRobbie’den alıntı yaparak, “mükemmel ebeveyn” ütopyasının kadınları hem çocuğun bakımını hem de kariyer ve görünüşünü kusursuz sürdürmek zorunda bıraktığını belirtir. Nitekim Rose, günümüzde kadınların doğurganlık kararlarını bu “çözülmesi zor işbölümü” nedeniyle yeniden değerlendirdiklerini gözlemler. Ruddick’in de işaret ettiği gibi annelik, yalnızca içgüdüsel değil, aynı zamanda toplumsal koşullara göre şekillenen bir pratiktir. Ruddick’te “anneyi koruma, büyütme ve kabul etme” ilkeleri yönlendirirken, sınıfsal ve etnik eşitsizlikler bu pratikleri sekteye uğratır. Feminist Bellek’in vurguladığı üzere, patriarka ve kapitalizm işbirliği içinde, bakım emeğini doğal bir kadın rolüymüş gibi sunar ve bu emeğin görünmezliğini sürdürür. Care economy analizleri, bakım emeğinin duygusal zenginliğinin değersizleştirildiğini, neoklasik ekonomik söylemlerinse düşük ücreti “sevgi telafisi” ile gerekçelendirdiğini ortaya koymuştur. Rose’un eleştirisi de bakım emeğinin üzerindeki bu ideolojik örtüyü hedef alır: Annelerin toplumsal hizmet yükünü taşıyarak aslında dünyanın zorluklarını bizlerden gizlediğini öne sürer. Böylece Rose, bakım emeğinin kadına yüklenen görünmez bir sorumluluk olduğunu sergiler.
- Suçluluk Duygusu ve Anne-Çocuk İlişkisi: Rose’un en güçlü tespitlerinden biri de annelerin suçluluk duygusuyla kuşatılmasıdır. O, sevgi ve suçluluk arasındaki bağı vurgulayarak “suçluluk, anneleri çocuklarına bağlar” der. Yani çocuklarını koşulsuz sevmesi beklenen anneler, başarısızlık veya öfke duygusu hissettiklerinde derin suçluluk yaşar. Rose, bu durumu aşırı sevgi baskısıyla bağlantılı görür ve aşkın içine gizlenmiş bir nefret unsuruna dikkat çeker. Örneğin Winnicott’tan aktardığı bir görüşte, anne çocuğunu haksız yere sevmek zorunda bırakılırsa sinirini kendine dönüştürür ve sonuçta bir tür oto-masokizm yaşar. Rose, “nefreti sevginin bir parçası olarak kabul etmek” gerektiğini savunur. Bu vurgu, anne-çocuk bağındaki ikiliği açıklar: Uçsuz bucaksız sevgi beklentisi, annelerin kendilerine ve çocuklarına zarar verebilecek bir baskıya dönüşür. Julia Kristeva da benzer biçimde, annelerin sevgi dozajının sürekli yüksek tutulmasının kendiliğinden gerilimler ürettiğini belirtir; tıpkı Rose’un işaret ettiği gibi, annenin hem sevmesi hem de kızabilmesi doğal bir parça olarak görülmelidir. Rich ise annelerin bu duygusal yüküne feminist bakış açısıyla yaklaştığında, annelik kurumunun “her şeye katlanmak” biçimindeki kültürel beklentisini eleştirir; Rich’in tanımladığı gibi, kadınlar 1950’lerden itibaren bu “her şey”i tek başlarına yapmaları istenen tek role indirgenmiştir.
- Anne Figüründeki Sevgi ve Şiddet İkilemi: Rose’un çalışmasında öne çıkan bir başka tema da annede sevgi ile şiddetin iç içe geçtiği ikilemdir. Rose, aşk ve nefreti aynı anda barındıran bir anne figürü çizer. Yukarıdaki vurguya ek olarak, ona göre “şiddet, insanın yüreğine kazınmıştır” ve sürekli sevgi gösterilmeye zorlanan anne aslında kırılmış, parçalanmış olabilir. Bu bağlamda, Rose hem edebiyat ve mitolojiden örnekler (örneğin Medea figürü) hem de güncel vakalar üzerinden, zaman zaman anne rolünün dramatik çatışmaları nasıl doğurduğunu gösterir. Julia Kristeva’nın psikanalitik bakışı da annelikte patlayıcı bir gerilim olduğunu ortaya koyar: Kristeva’ya göre anne, hem cinsel arzularını bastırıp hem de çocuğunu içgüdüsel olarak sahiplenmek zorundadır; bu iç çatışma anne-çocuk ilişkisinin merkezinde yatar. Öte yandan Sara Ruddick, annede var olabilecek öfke ve muhalefeti de düşünsel bir sürece dönüştürmenin yollarını vurgular; Ruddick’in “koruma, büyütme, kabul” ilkeleri, doğası gereği mücadeleyi de içine alır. Bu yönleriyle Rose ve Kristeva, annede hem sevgi hem de baskı olabileceğini gösterirken, Rich de annelerin “yanlışlıkla ihmalci” ya da “tecavüzcü anne” gibi damgalamalara maruz kalmasını eleştirir. Özetle Rose, annelik deneyiminin huzur verici mitlerinin yanı sıra karanlık, yıkıcı yönlerini de ortaya çıkarmak ister; onun için “sevmek ve sevilmek” sahneleri kadar, bu duyguların gölgesinde yaşanan şiddet ve öfke halleri de anlatılması gereken hakikatlerdir.
Jacqueline Rose’un anneyi scapegoat (günah keçisi) yapma eleştirisi, bu dört düşünür arasında bazı benzerlikler taşır. Örneğin Rose’un “annelerin her şeyi onarması” gereken beklentisi, Rich’in annelik kurumunun derin toplumsal baskılarla şekillendiği yönündeki söylemiyle örtüşür. Ruddick’la kıyaslandığında ise Rose’un altını çizdiği toplumsal suçluluk ve öfke boyutu, Ruddick’in maternal düşünceye daha yapıcı bir ton getirmesiyle dengelenir. Kristeva’nın annede gördüğü tutku ve çatışma unsurları, Rose’u tamamlayan bir psikanalitik derinlik sunarken, Rose’un politik vurguları Kristeva’nın felsefi yaklaşımını toplumsal bağlama çeker.
Sonuç
Jacqueline Rose’un Anneler: Sevgi ve Zulüm Üzerine Bir Deneme adlı eseri, anneliği kutsallaştıran ideolojileri sorgularken, annelere yönelik toplumsal haksızlıkları da gözler önüne serer. Bu incelemede görüldüğü üzere Rose, anneliğin kültürel mitlerini çözümleyerek annelerin üstlendiği görünmez bakım emeğini ve taşıdığı derin suçluluk yükünü açığa çıkarmıştır. Rose’un eleştirileri, Adrienne Rich’in anneye yüklenen mükemmellik beklentisini reddetmesi, Sara Ruddick’in anneliği akıllı ve amaçlı bir pratik olarak tanımlaması, Julia Kristeva’nın ise annelikteki karanlık tutku ve çatışma yapısını ortaya koyması gibi görüşlerle paralellik taşır. Sonuç olarak, Rose’un çalışması, feminist kuram ve toplumsal cinsiyet perspektifinden bize anneliğin karmaşıklığını hatırlatır. Beklentileri, mitleri ve suçlamaları bir kenara bırakarak annelerin sesini duyurmak; toplumsal desteği güçlendirmek ve patriarkal normları yeniden sorgulamak, Rose’un önerdiği başlıca çıkış yollarıdır.
Kaynakça
- Rose, J. (2018). Mothers: An Essay on Love and Cruelty. Faber & Faber.
- Rich, A. (1976). Of Woman Born: Motherhood as Experience and Institution. Norton.
- Ruddick, S. (1989). Maternal Thinking: Toward a Politics of Peace. Beacon Press.
- Kristeva, J. (2019). “Julia Kristeva on Motherhood.” (Interview by O. Taranova). Medium.
- Moore, S. (2018, 8 Nisan). Jacqueline Rose’s book offers a clear-sighted analysis of what it means to be a mother. New Statesman.
- Bennett, C. (2018, 20 Nisan). Mothers by Jacqueline Rose review – an indignant defence. The Guardian.
- Feminist Bellek. (s.y.). “Bakım Emeği.” feministbellek.org.
- Napikoski, L. (2019, 6 Şubat). Adrienne Rich's 'Of Woman Born'. ThoughtCo.
- Jenny N. (s.y.). “Reflections on Maternal Thinking.” Museum of Motherhood
Leave a Comment