İnsan, Tanrı ve Ölümsüzlük: James George Frazer’in Eseri Üzerine Tez Düzeyinde İnceleme
Kitabın Adı:İnsan, Tanrı ve Ölümsüzlük İnsan İlerleyişi Üzerine DüşüncelerYazar :James George FrazerÇevirmen:Sayfa:360 Cilt:Ciltsiz Boyut:13,5 X 21 Son Baskı:15 Şubat, 2023 İlk Baskı:15 Şubat, 2023 Barkod:9786254494468 Kapak Tsr.:Editör:Kapak Türü:Karton Yayın Dili:Türkçe Orijinal Dili:İtalyanca Orijinal Adı: Man, God and Immortality: Thoughts on Human Progress
İnsan, Tanrı ve Ölümsüzlük: James George Frazer’in Eseri Üzerine Tez Düzeyinde İnceleme
Giriş
James George Frazer (1854–1941), modern din bilim ve antropolojinin öncülerinden biridir. Man, God and Immortality: Thoughts on Human Progress (1927) adlı eseri, Frazer’ın dinî inançların evrimine ilişkin genel sonuçlarını derlediği önemli bir çalışmadır. Bu eser, yazarın önceki çalışmaları (örneğin The Golden Bough – Altın Dal) üzerinden insanın mit, büyü, din ve bilim aşamalarından geçerek geliştiği görüşünü kapsamlı biçimde ortaya koyar. Frazer’a göre insan düşüncesi zamanla “vahşetten uygarlığa” doğru sürekli bir ilerleme içindedir; insanlık hâlâ bu uzun yolculuğunu sürdürmekte ve nihai hedefi hâlâ bilinmemektedir. Bu yazıda Frazer’ın Tanrı kavrayışı, ölümsüzlük inancı ve ilerleme ideali üzerindeki düşünceleri, karşılaştırmalı din tarihi ve antropoloji perspektifinden ele alınacaktır. Ayrıca Altın Dal ile İnsan, Tanrı ve Ölümsüzlük arasındaki kuramsal bağlantılar irdelenecek ve ölümsüzlük fikrinin antik çağlardan modern döneme antropolojik örneklerle nasıl dönüştüğü tartışılacaktır.
Teorik Çerçeve: Frazer’ın Evrimci Modeli
Frazer’ın çalışmaları, insan toplumlarının evrimci bir şema içinde geliştiği fikrine dayanır. Ona göre kültür, büyüden dine, oradan bilime doğru üç ana aşamada ilerler. Yani önceleri doğa olayları sihirli ritüellerle etki etmeye çalışılarak açıklanır; daha sonra ruhsal güce dayalı dinî inançlar ön plana çıkar; son aşamada ise deney ve akılla ilerleyen bilimsel düşünce devreye girer. Frazer büyüyü “ilk teknolojik çözümler” olarak görür ve bunu “ilkel teknoloji” adını takarak açıklar. Ona göre büyü, insanın geçmişten miras aldığı gizemli güçlerle doğayı denetleme çabasıdır; ilkel insan, dualarla, muskalarla veya ritüellerle doğa olaylarını kontrol edebileceğini sanmıştır. Bu bakımdan sihir, tarih öncesinin pratik çözüm aracı; ilerleyen çağlarda ise bilim buna devreder. Frazer’ın bu evrimci ilerleme anlayışı, döneminin entelektüel iklimindeki evrimci düşünceye paraleldir. Nitekim Alıcı’nın vurguladığı gibi, Frazer’ın “büyü, din ve bilim” üçlemesini evrimci ardışık bir süreç içinde açıklama çabası hâlen önemsenmektedir. Dolayısıyla Frazer’ın metodolojisi, çok geniş coğrafi ve tarihî karşılaştırmalar yaparak genel ilkeler çıkarmaya yöneliktir.
Frazer’ın din tanımında da bu evrimci yaklaşım hakimdir. Erken dönemde (animizm aşamasında) insanlar canlı cisimlerin, hayvanların, bitkilerin ve hatta cansız varlıkların ruhları olduğuna inanırlar. Şöyle der: “İnsanlar her şeyde kendi yaşamına benzer bir hayat ilkesi, yani ruh olduğunu varsayıp bitkiler ve cansız nesneler de dahil olmak üzere her şeye ruh atfetme eğilimindedir; bu ‘animizm’ adı verilen ilkel bir evren görüşüdür”. Bu animist evrede doğa olayları ruhsal güçlerle açıklanır. Zamanla düşünce basitleşmiş ve daha az ruh üzerinden açıklama arayışı başlamıştır: Birden çok ruh fikrinden hareketle, orman veya rüzgar gibi geniş sınıflar için tek tanrılar uydurulmuştur. Frazer’ın ifadesiyle “animizm çok tanrılı inanca dönüştürülmüştür” ve böylece panteonlar doğmuştur. Sonraki aşamada ise bu çoklu tanrılar ideali bir tek tanrı kavramına indirgenir. Frazer, “çok sayıda tanrı, bir tek yalnız tanrı lehine yerinden indirilmiştir” diye yazar. Bu şekilde politeist inançtan monoteizme geçiş, tıpkı maddeyi tek bir elemente indirgeme sürecine benzer: “maddenin çok biçimi bir elemana, ruhların çokluğu da bir Tanrı’ya indirgenmiştir”. Bu anlatım, Frazer’ın doğaüstü inançları evrimsel olarak sadeleştirdiğini gösterir.
Frazer’a göre bu evrimci model toplumsal gelişime de paralel gider. İlk topluluklarda totemizm hâkimken, klan ve kabile yapıları içinde ruhlar önemliyken; tarımsal toplumlarla birlikte bu inançlar antropomorfik tanrılara dönüşür. Örneğin Polynesya’da Frazer, kabile totemlerinin zamanla antropomorfik tanrılara dönüşümüne tanıklık eder. Samoalı örneklerde, bir tanrı “kertenkele, baykuş, kıskaçlı denizkestanesi” gibi çeşitli canlılarda tezahür eder ve nihayetinde bu kabilesel totemler “antropomorfik bir tanrıya dönüşme eğilimi” gösterir. Yine de Frazer, bu aşamaları katı sınırlarla ayırmaz; farklı topluluklarda çeşitli inanç biçimlerinin iç içe geçebileceğini vurgular. Tüm bu noktalar, Frazer’ın tarihsel karşilaştırmalı yönteminin birer parçasıdır: Amaç, insanlığın genel eğilimlerini ortaya koymaktır.
Tanrı Kavrayışı ve Dinî İnançlar
Frazer’ın din anlayışı, Tanrı kavramının evrimine dair simetriği de içerir. İlk insanların doğaya kutsallık atfetmesi, Frazer’a göre ruh inancı (animizm) ile başlar. Bu animistik evrede insanlar kaya, nehir, rüzgâr gibi doğa güçlerinde ruhlar görürler. Zamanla bu ruhlar arasından belirginleştirme ihtiyacı doğmuş ve sınıflandırma başlamıştır: Hayatın çeşitli yönlerini yöneten birden çok tanrı icat edilerek evren açıklanmıştır. Burada Frazer, “til bu çok tanrılar, bir tek yalnız tanrı lehine elinden alınmıştır” derken, politeizmden monoteizme geçişi özetler. Örneğin Musevilik’te tektanrılılık ortaya çıktığında, Tanrı’nın dünya işlerini tek tek iradeyle düzenlediği düşünülürdü; ancak bilim ilerledikçe Tanrı “evrenin mimarı” konumuna yükseltilmiş, doğa olayları fiziksel güçlere (yerçekimi, elektirik) devredilmiştir. Frazer şöyle der: “Maddenin çok biçimini bir tek madde (hidrojen) haline indiren materyalist görüşe benzer şekilde, ruhların çokluğu da bir Tanrı’ya indirgendi.”. Bu bağlamda Frazer’a göre Tanrı kavramı da basitleşmiş ve insan zihnindeki soyutlama derecesi artmıştır.
Frazer ayrıca Tanrı’nın antropomorfik biçimlenmesini de vurgular. Örneğin uzun ömürlü bir geleneğe göre ilk tanrılar, öldükten sonra kutsallaştırılan kralların “hayaletleri”dir. Bir önsözünde bile “Ademle Havva’nın sıradan bir çiftçi” değil, göksel “eşdeğerleri” olarak resmedilebileceğini ima eder. Frazer böylece insan ve Tanrı arasındaki mesafenin kültürel olarak kurulduğunu belirtir. Sonuçta insanın dini hayal gücü, ortak semboller ve mitler aracılığıyla Tanrı fikrini şekillendirmiştir. Altın Dal’daki ölüp yeniden dirilen tanrı mitleri (Osiris, Attis, Adonis vb.) ile İnsan, Tanrı ve Ölümsüzlük’teki Tanrı ve ölüm temaları tutarlıdır. Örneğin eserin ilgili bölümleri, Musa Tanrısı’nın Meryem’e dönüşümü gibi Antik Mısır ve Hıristiyanlık karşılaştırmalarını inceler (bkz. Altın Dal IV. Bölüm, ‘Isis ve Madonna’). Bu bağlamda, Frazer’ın Altın Dal’daki mit ve ritüel çözümlemeleri, Man, God and Immortality’nin varsayımlarının temelini oluşturur. Her iki eser de, insanın dinî deneyimini evrimci ve mitolojik bir çerçevede anlamaya çalışır.
Ölümsüzlük İnancı ve Antropolojik Örnekler
Frazer’ın din antropolojisinde en kapsamlı olarak incelediği konulardan biri, insanın ölüm ve ölümsüzlük inancıdır. İnsan, Tanrı ve Ölümsüzlük eserinde Frazer, ölüye tapınışın temelinde “ölümden sonra bilinç ve kişiliğin korunacağı” inancının yattığını belirtir. Yazar, bu varsayımları açıklar: “Ölenlerin bilinci ve kişiliği sürer, ve o çağdışı halde yaşayanlar, yaşayanların kaderini etkileyebilir” diye yazarak ruhun ölümden sonra da varolduğunu ifade eder. O nedenle ölüye duyulan saygı ve kurban törenleri, bu “ölümlülerin hayatta kalma” inancını canlı tutan merkezi ritüellerdir. Frazer “ölümsüzlük inancını” doğa dinlerinin en kapsamlı unsuru sayar; yaşamı yıldızlardan daha uzun sürdürme arzusuyla övünme ya da bu çabayı “boşa harcanmış bir emek” olarak anma ikileminde değerlendirirgutenberg.org. Özetle, insanın “ölümsüzlüğe” ilişkin evrensel arayışını, hem umut verici bir özlem hem de sorgulanması gereken bir yanılgı olarak görür.
Bu konudaki antropolojik veriler de Frazer’ı destekler niteliktedir. Tarihin en eski uygarlıklarından itibaren ölümden sonra yaşam inancına ilişkin zengin kaynaklar vardır. Örneğin Antik Mısır’da Osiris mitinde ve Mezopotamya’da İştar’ın yeraltına iniş öyküsünde ölümden sonraki hayatın gerçek olduğu inancı ön plandadır. Bu inanışlar, Eski Çağ toplumlarının ölüm korkusunu aşma ve kaderi kavrama arzusunu gösterir. Benzer şekilde Hindistan’da reenkarnasyon, azteklerde kurban töreniyle ölümsüzlüğün sembolik kazanımı, uzakdoğuda mistik canlandırma ritüelleri gibi farklı kültürlerde çeşitli biçimler görürüz. Varisco’nun belirttiği gibi, antropologlar Tylor’ın animizm varsayımını destekleyerek ruhun ölümden sonra varlığını sürdürdüğünü; Nitekim etnografik araştırmalar ruh inancının evrensel olduğunu, ancak herkesin tek-tanrılı inanca sahip olmadığını ortaya koymuştur. Bu bağlamda birçok ilkel kültürde “ruhların dünyanın her yanına yayıldığı” ve bazı tanrıların aslında kabile önderlerinin ruhları olarak görüldüğü kayıtlıdır. Örneğin Frazer, eski miti incelerken (tezine göre) Putlaşmış ilk insanların, ölen şeflerine ya da kahramanlarına taptıklarını; hatta bunların zamanla doğa kuvvetlerine hükmeden ilahlara dönüştüğünü savunur.
Günümüzde ise ölümsüzlük fikri daha çok sembolik veya metaforik boyutlar kazanmıştır. Modern düşüncede bireyler artık genellikle fiziksel olarak “ölümsüz” olmayı değil, fikirlerini, eserlerini veya genlerini gelecek nesillere aktarmayı (örneğin bilimsel kalıcılık, genetik miras) kutsallaştırır. Ayrıca bilimsel ve hümanist yaklaşımlar ölümün nihai olduğunu ve gerçek hayata dönüşün mümkün olmadığını vurgular. Buna karşın kimi kişiler için “teknolojik ölümsüzlük” (örneğin beyin dondurma, yapay zeka bilinci) gibi fikirler popüler kültürde yer bulmuştur. Antropolojik açıdan bakıldığında, modern toplumlarda ölüleri anma törenleri (mezar ziyaretleri, anıtlar, hatırlama ritüelleri) da insanların ölümsüzlüğe dair atalar kültünü sürdürdüğüne işaret eder. Sonuç olarak, ölümsüzlük inancı biçim değiştirerek insanlık tarihinde sürekli var olmuş; Frazer’ın da vurguladığı gibi bu inanç “hayatın büyük muammâsını çözmeye yönelik eski bir çaba” olarak kalmıştırgutenberg.org.
İlerleme İdeali ve Bilim
Frazer’ın entelektüel dünyasında insanlığın ilerlemesi önemli bir tema oluşturur. Frazer, bilimsel yöntemin yükselişini ve dinî anlatıların yerini almasını bekler. Kendi sözleriyle “insanlığın vahşetten uygarlığa doğru uzun yürüyüşü” hâlâ devam etmektedir. 1927 tarihli eserinin önsözünde “çalışmalarımın sonuçlarını, insanlığın vahşetten uygarlığa yükselen uzun yolculuğunu anlık bir bakışla görebilmesi için bir dürbün teşkil etmek” amacıyla derlediğini belirtir. Bu “optik dürbün” metaforuyla Frazer, teorilerin geçici olduğunu ama geride bırakılan bilimsel veri ve gözlemlerin kalıcı olacağını vurgular.
Frazer’a göre ilerleme, öznel ve nesnel olarak paralel gider. Toplumsal açıdan, eski gelenekler aydınlanma ile aşınır; örneğin Orta Çağ’da araya tanrılar konularak açıklanan her olgu, Rönesans sonrası doğa yasaları ile açıkça anlaşılacaktır. Örneğin, yukarıda Monoteizm kısmında olduğu gibi, doğa olaylarının düzenli işleyişi tanrının tekdüze iradesinden ziyade bir “yaratıcı mimar” konumuna çekilmesiyle açıklanır. Frazer bu noktada bilimle din arasındaki paralelliğe dikkat çeker: “Maddenin biçimlerini tek bir maddeye indiren materyalist bakış açısının analogisi olarak, ruhsal görüş de ruhlar çokluğunu bir Tanrı’da toplamıştır”. Yani bilimdeki basitleştirme Tanrı tasavvuruna da yansımış, doğa yasaları keşfedildikçe Tanrı’nın müdahaleci vasfı azalmıştır.
Frazer’ın bu ilerleme ideali, 19. yüzyılın evrimci ruhuna uygundur ancak günümüz dinbilim ve antropolojisinde sorgulanır. Örneğin günümüz araştırmacıları, farklı kültürlerde eşit bir lineer ilerleme yerine çoklu evrimsel ve kültürel yollar bulunduğunu vurgular. Yine de Frazer’ın “ilerlemenin ölçüsü sadece bilimsel gelişme” yaklaşımı, modernizasyon kuramlarının erken dönemlerinde etkili olmuştur. Özellikle Colin’i metinde savunan gibi, Frazer son tahlilde dinî inancın bir “ateistleşme öyküsü” içinde olduğunu düşünür; dinî dünyaların sonunda bilimle yer değiştirip çözülmesi gerektiğini öngörür. Bu bağlamda yazarlara göre, büyüden dinden bilime geçiş evresinde hızlanan ilimsel yöntem, insanı ileriye taşıyan güç olarak görülür.
Altın Dal ve İnsan, Tanrı ve Ölümsüzlük Arasındaki Bağ
Frazer’ın Altın Dal ve İnsan, Tanrı ve Ölümsüzlük eserleri tematik olarak birbirini tamamlar. Altın Dal, mit, tören ve kraliyet kültleri üzerinden spesifik örnekler verirken; İnsan, Tanrı ve Ölümsüzlük bu gözlemlerden çıkarılan genel ilkeleri derler. Örneğin Altın Dal’daki “ölüp yeniden doğan tanrılar” döngüsü (Kutsal Yıl Kralı, Scapegoat gibi bölümler) ölümsüzlük inancına dair ayrıntılı içerik sunar. İnsan, Tanrı ve Ölümsüzlük ise bu inançları “devamlı insan gelişimi” tezine bağlayarak özetler. MG&I’nin içindekiler kısmında bile Altın Dal referansları görülür; örneğin “İsis ve Madonna” bölümünde Altın Dal IV. Kitaptan (Attis, Osiris vb.) alıntılar yapıldığına işaret eden dipnotlar vardır. Dolayısıyla MG&I, Altın Dal’daki karşılaştırmalı mit analiziyle kuramsal olarak bütündür. Her iki çalışmada da Frazer, kutsal ve dünyevi arasındaki ilişkileri, insanın doğa karşısındaki bilme çabasını araştırır. MG&I bu nedenle Altın Dal’ın “sonuç kutusu” gibi düşünülebilir; evrimsel tarih perspektifiyle insanın inançlarını genel hatlarıyla özetler. Bu yönüyle, hem Altın Dal’daki zengin vaka analizlerine hem de Frazer’ın diğer eserlerinde sunduğu antropolojik gözlemlere atıf yapar.
Sonuç
Frazer’ın İnsan, Tanrı ve Ölümsüzlük eseri, insan düşüncesinin gelişimini evrimsel bir hikâye içinde ele alır. Frazer’a göre insanlığın kolektif zihni, animist ritüellerden başlayarak çok tanrılı dinlere, oradan da tek tanrılı dine ve nihayet seküler bilimsel bakışa doğru bir evrim geçirmiştir. Bu sürecin merkezinde, insanın Tanrı ve ölüm kavramına yüklediği anlamlar vardır. Tanrı kavrayışı, bir yanıyla doğanın ruhlarına dayanan basit ilk formlarından insan biçimli bir varlığa, ardından tek kutsal varlığa dönüşür. Ölümsüzlük inancı ise her kültürde farklı görünümler alsa da, evrensel bir ihtiyaç olarak devam eder. Frazer’ın “ilerleme idealinde” ise bilim, insanın gizemleri çözme arzusunun son basamağıdır; insanlık hâlâ kendi “yolculuğu”nu sürdürmektedir.
Nihayetinde Frazer’ın yaklaşımları, günümüz antropolojisinde eleştiriye açıktır. Eserlerinde temel aldığı evrimci kademelenme modelinin tek doğruluğu bulunmamaktadır. Modern araştırmalar, kültürel gelişmenin çok daha karmaşık ve çevrimsel olabileceğini, büyü ve din inançlarının her zaman yerleşmiş toplumlarda da kaldığını göstermiştir. Yine de Frazer’ın incelikli gözlem ve karşılaştırmaları, dinler tarihi ve antropolojisinde tarihsel bir dönem bilinci sunar. Altın Dal ile İnsan, Tanrı ve Ölümsüzlük, insan aklının tarihî serüvenine dair miras kalan önemli çalışmalardır ve bu eserlerin varsaydığı model ve bulgular, dinî ve kültürel evrimi anlamaya yönelik araştırmalarda hâlen referans alınmaktadır.
Kaynakça
-
Frazer, J. G. (1927). Man, God, and Immortality: Thoughts on Human Progress. Macmillan.
-
Frazer, J. G. (1913). The Belief in Immortality and the Worship of the Dead, Cilt I. (St. Andrews Gifford Dersleri). Cambridge University Press.
-
Varisco, D. M. (2011). “The End of Life, The Ends of Life: An Anthropological View.” Journal of the International Medical Association, 43(3), s.203-207. (dx.doi.org/10.5915/43-7037)
-
Alıcı, M. (2010). “Din Antropolojisinin Kurucularından James George Frazer.” Cumhuriyet Ünv. İlahiyat Fak. Dergisi, Cilt 14, Sayı 2, s.139-157. (Frazer’ın çalışmaları özetlenmektedir.)
-
Golden Bough – Wisdom eBooks (Elizabeth Frances Frazer editörlüğünde, 1922 yılında yayımlanan özet basım).
Leave a Comment