Ian Hodder'ın Dolanıklık Kuramı Üzerine Arkeolojik ve Teorik Bir İnceleme

 



Kitabın Adı:
Dolanıklık İnsanlar ile Şeyler Arasındaki İlişkilerin Arkeolojisi  
Yazar             :
Ian Hodder
Çevirmen:
Sayfa:
422 
Cilt:
Ciltsiz 
Boyut:
13,5 X 21 
Son Baskı:
07 Şubat, 2018 
İlk Baskı:
07 Şubat, 2018 
Barkod:
9786051712598 
Kapak Tsr.:
Editör:
Kapak Türü:
Karton 
Yayın Dili:
Türkçe 
 
Orijinal Dili:
İngilizce 
Orijinal Adı:
Entangled: An Archaeology of the Relationships between Humans and Things   


Ian Hodder'ın Dolanıklık Kuramı Üzerine Arkeolojik ve Teorik Bir İnceleme

Giriş

Ian Richard Hodder, İngiliz kökenli bir arkeolog ve post-prosesüel arkeoloji akımının kurucularından biridir. 1948 doğumlu Hodder, Stanford Üniversitesi’nde antropoloji profesörü olarak çalışmakta; özellikle Neolitik Çağ yerleşimi Çatalhöyük üzerine 25 yılı aşkın süredir saha araştırması yürütmektedir. Hodder’ın entelektüel kariyeri, 1980–90’larda öğrencileriyle geliştirdiği post-prosesüel yaklaşım sayesinde şekillenmiş, nesnelerin ve sembollerin kültürel anlamdaki rolüne vurgu yapmıştır. Entangled: An Archaeology of the Relationships between Humans and Things (2012) başlıklı kitabında Hodder, insanlarla onlara ait nesneler arasındaki karşılıklı bağımlılığı merkeze alan yeni bir kuramsal çerçeve sunar. Kitabın temel amacı, insan-nesne ilişkilerini insan merkezli okumadan çıkarıp, nesnelerin perspektifinden analiz etmektir. Hodder’ın ifadesiyle, bu kitap “nesnelere dair ilişkileri, insanlardan ziyade nesnelerin bakış açısından ele almayı” hedeflemektedir. Giriş bölümünde Hodder, insanların malzemeye bağımlılığının, insanlık tarihinin karakteristik bir özelliği olduğunu vurgular. Örneğin Hodder’a göre ilkel aletlerin icadının ardından 2,5 milyon yıldır süren “insanların şeylere olan bağımlılığı” insanlık tarihinin merkezinde yer almakta ve günümüz iklim değişikliğinde de belirleyicidir. Bu çerçevede Entangled kitabı, arkeoloji, sosyal bilimler ve biyoloji alanlarındaki çeşitli kuramsal yaklaşımları kaynaştırarak insan ve nesnelerin tarihsel ilişkilerini yeniden yorumlama iddiasındadır.

Literatür Arka Planı

Hodder’ın entanglement (dolanıklık) kuramı, 1970’lerden beri arkeolojideki paradigmatik değişimi yansıtan bir literatür arka planına dayanır. Öncelikle, post-prosesüel arkeoloji akımı, Hodder’ın kuramsal geçmişinin temelini oluşturur. Post-prosesüel yaklaşım, 1970-80’li yıllarda İngiltere merkezli olarak gelişmiş ve Hodder gibi arkeologlar tarafından öncülük edilmiştir. Bu akım, arkeolojik verileri salt bilimsel sürece indirgemek yerine, aktörlerin öznel yorumlarını, sembolik bağlamları ve güç ilişkilerini ön plana çıkarır. Dolayısıyla Hodder, meslektaşlarıyla birlikte, nesnelerin madde olarak kendine özgü etkilerini ve anlamlarını vurgulamıştır.

Hodder’ın düşüncesi, eşzamanlı olarak ‘şey kuramları’ (thing theories) ve yeni dönemin materyalist/nesnellik yaklaşımları ile de etkileşim içindedir. Amerikalı edebiyat eleştirmeni Bill Brown’ın “thing theory” girişimi (nesne kuramı) ve Fransız antropolog Maurice Godelier’in “pisikürler” (nesne-ruhun karışması) gibi antropolojik kavramlar bu alana katkı sağlamıştır. Yeni malzeme çalışmaları (new materialism) da bilimsel felsefe ve fenomenolojiyle kesişerek, nesnelerin etkinliğini vurgular. Örneğin Elizabeth Grosz’ün “maddenin hayat üretmesi” sözü, Hodder tarafından eserinde atıf alır. Bütün bu yaklaşımlar, insan-toplum-merkezli açıklamalardan çıkıp, insan-nesne karşılıklı etkileşimini ön plana koymayı amaçlar.

Bu arka planda Aktör-Ağ Teorisi (ANT) önemli bir yer tutar. Bruno Latour, John Law ve Karin Knorr-Cetina gibi düşünürler, sosyal ilişkilerin yalnızca insanlar arasında değil, motorlar, ölçüm cihazları, bilgisayarlar gibi nesnelerin de katılımıyla örüldüğünü vurgulamışlardır. Özellikle Latour, insan ve nesne aktörler arasında ontolojik simetri kurarak, ağlardaki tüm bileşenleri eşit derecede etken kabul eder. Hodder da benzer biçimde, şeması içerisinde insan-şey ve şey-şey ilişkilerine yer verir. ANT’nin amacı “ilişkiselliğe” odaklanmak, doğa-kültür ikiliğini aşmaktır.

Ayrıca teknoloji felsefesi ve bilişsel arkeoloji gibi disiplinler de literatür haritasında yer alır. Don Ihde gibi teknoloji filozofları, aletlerin insanların algı ve eylemlerini nasıl yorumladığına; Robin Dunbar, Merleau-Ponty gibi fenomenologlar ise nesnelerin algısal boyutuna odaklanır. Hodder, entanglement teorisinde bunları kapsayıcı bir biçimde ele alırken, geleneksel neden-sonuç kuramlarından ziyade daha bütüncül ve tarihsel bir bakış açısını benimser. Özetle, Hodder’ın çalışması post-prosesüel arkeoloji, nesne kuramı ve aktör-ağ teorisi gibi yaklaşımlarla güçlü bir etkileşim içindedir.

Ana Temaların İncelenmesi

Dolanıklık Kavramı ve Bileşenleri

Hodder’ın dolanıklık kavramı, insan-nesne ilişkilerini tek taraflı bir bağımlılık hâlinden çok bir çift yönlü etkileşim ve tuzak döngüsü olarak ele alır. Hodder, entanglement’ı “insan-insan, insan-şey, şey-insan ve şey-şey olmak üzere dört tür ilişkinin toplamı” olarak tanımlar. Bir başka deyişle insan-şey bağımlılığı (HT), şey-şey bağımlılığı (TT), şey-insan bağımlılığı (TH) ve insan-insan bağımlılığı (HH) birlikte entanglement’ı oluşturur. Bu tanıma göre insan ve nesne birbirini karşılıklı olarak üretir; ancak Hodder, esas vurgu olarak bağımlılık ilişkileri üzerinden insanın şeylere “dolanmasını” ön plana çıkarır.

  • Bağımlılık: Hodder’a göre insanlar eylemlerinde nesnelere dayanır. Nesnelerin sağladığı araçlar sayesinde yaşar, sosyalleşir, yiyecek toplar, düşünür ve dünyayı kavrar. Örneğin bir insan, barınma için yapılmış bir eve, gıda toplamak için bir bıçağa ya da sosyal statü göstergesi olarak takıya bağımlıdır. Bu anlamda “insan-şey bağımlılığı”, insanları eylemlerini gerçekleştirmeye açar ve olanak tanır.
  • Zorunluluk/Kopılma: Ancak bu bağımlılık bazen bir zorunluluk veya bağımlılık haline dönüşebilir. Hodder, insanın nesne kullanımıyla kurduğu güven ilişkisinin “kompülsif, hatta bağımlı” boyutlara ulaşabileceğini belirtir. Sürekli yenilenmesi gereken eşyalar veya teknolojiler, insanı onlara bağımlı kılarak davranışlarında bir zorunluluk oluşturur. Bir eşyanın kırılması veya bozulması durumunda ortaya çıkan ihtiyaç, aynı eşya tarafından insanı yeniden bağımlılık döngüsüne sokar.
  • Yönlendirme: Nesneler, kullanıcılarını eyleme “yönlendirebilir”. Günümüzde cep telefonları, bilgisayarlar gibi teknolojiler hayatımızı şekillendiren araçlar haline gelmiştir. Hodder buna dikkat çekerek, dijital teknolojilerle kurduğumuz ilişkinin asimetrik hale geldiğini yazar: “Nesneler bizden üstün görünmeye başladı… Telefonlar ve internet, belki de bırakmamızın zor olduğu şeyler; bize bağımlıyız”. Bu ifadeyle Hodder, modern teknolojinin bizlere biçtiği rolü ve günlük rutinlerimizi nasıl yönlendirdiğini vurgular. Örneğin bir arabanın trafik altyapısını, akıllı telefonun bildirim sistemini düşünün: bu nesneler, insan eylemlerini belirli yollara kanalize eder.
  • Sınırlama (Kısıtlama): Hodder’a göre bağımlılık ilişkileri aynı zamanda kısıtlayıcıdır. Nesnelerle kurulan ortak yaşantıda, eşitsiz güç ilişkileri ortaya çıkabilir ve bu, hem insanları hem de nesneleri belirli sınırların içine hapseder. Hodder, özellikle bağımlılık (dependency) kavramıyla bu sınırlamayı vurgular. İnsanların nesnelere bağlılığı, bir noktada “bir bağımlılık ilişkisine dönüşür” ve tarafların yeteneklerini sınırlar. Örneğin bir grup insan belirli bir teknolojik altyapıya bağlıysa, o teknolojinin ömrü ve bakımı onların hayatını kısıtlar; aynı şekilde teknolojik sistemler de insanlar tarafından sürdürüldüğü için nesneler de sınırlanmış olur.

Hodder’ın tanımıyla entanglement, bu iki yönlü bağımlılık ve bağımlılığın yarattığı “çelişkili çekişme”nin diyalektiğidir. Yani bir yandan insanların nesneleri kullanması onları özgürleştirir, ancak öte yandan bu bağımlılık giderek iç içe geçerek tutuklayıcı bir kısır döngü yaratır. Hodder, bu durumu “insanların kendi ürettikleri nesnelere bağımlı olmaları ve bu nesnelerin de insanlara bağımlı olduğu çift yönlü bir paradoks” olarak niteler. Sonuçta entanglement, insanları ve nesneleri bir arada tutan bu kilitli ağın ve artan dinamizmin adıdır.

İnsan-Şey Etkileşiminin Karşılıklı Niteliği

Entanglement yaklaşımının bir diğer ana teması, insan ve nesne arasında aktörlük (agency) konseptidir. Geleneksel bakışta nesneler pasif kabul edilirken, Hodder ve benzeri kuramcılar nesnelere de etkin roller atfeder. Bu bakış açısı, Latour’un da savunduğu şeylerin eyleyici olarak görülebileceği fikriyle örtüşür. Latour’a göre motorlar, bilgisayar programları veya pilleri bile toplumsal ilişkileri düzenleyen aktörlerdir; insan ve nesne arasındaki ontolojik ayrımın aşılması amaçlanır.

Hodder da benzer bir simetriye vurgu yapar. JRAI dergisinde yazdığı bir makalede, “insanlar ile nesneler simetrik bir biçimde ilişkilidir” ifadesini kullanır. Yani insan eylemleri nesnelere ve nesneler insanlara karşılıklı olarak geri dönüş sağlar. Örneğin bir ev inşa edilirken hem insan işgücü hem de kullandığı tuğla malzeme birlikte süreci oluşturur. Hodder’a göre hem insan hem de nesne bu etkileşimde kendi düzeyinde “ajans” sahibidir. Bir nesneye bağlılık (örneğin bir silahı taşımak), insan davranışlarını şekillendirirken; aynı zamanda o silah, insanların ona gösterdiği ilgiden etkilenir ve varlığını sürdürebilmek için bakıma muhtaç olur. Böylece ant-akılcı bir bağ kurulur; tıpkı Latour’un “simetri ilkesi” önerisinde olduğu gibi, insan ve nesne arasında ortak bir ağ bulunmaktadır.

Bu karşılıklı etkileşim perspektifi, Hodder’ın entanglement’ı çokaktörlü bir sürece dönüştürmesini sağlar. Nesneler pasif objeler değil, süreğen ilişkiler içerisinde kendine özgü varoluş sürelerine, fiziksel gereksinimlere ve beklenmedik sonuçlara sahiptir. Hodder’ın ifadesiyle, nesneler “hidra gibi” çoğalıp insanları kısıtlar. Dolayısıyla entanglement’ta insan eylemi, nesnenin “hayatı” ve insan-nesne çift yönlü bağı eşanlı olarak incelenir. Bu bakış, entanglement kuramını insan odaklı anlatım kalıplarının ötesine taşır ve insan-merkezci olmayan bir analiz zemini oluşturur.

Çatalhöyük Örnekleri

Hodder’ın entanglement kuramı, somut olarak Çatalhöyük kazı verileriyle de desteklenir. Çatalhöyük, merkezi Türkiye’deki Neolitik döneme ait büyük bir höyüktür ve Hodder’ın uzun süreli projesine ev sahipliği yapmıştır. Buradan elde ettiği bulgular entanglement fikrini şekillendirmiştir.

Örneğin Çatalhöyük halkı, bölgelerinde bol miktarda bulunan suya duyarlı smektit kiline dayanarak evler, çanak çömlek, heykeller ve hemen her eşyasını yapıyordu. Yani yerleşim hemen her yönüyle bu kil materyaline bağımlı hâle gelmişti. Ancak bu kil yağmur sularıyla hızla genleştiğinden, hafif bir yağmurda bile ev duvarları çatlayıp yıkılıyordu. Çatalhöyük insanları bu sorunu çözmek için pek çok yol denedi: Evlerin ahşap çerçevelerle güçlendirilmesi, duvarların birbirine dayanacak şekilde daha sık inşa edilmesi gibi stratejiler geliştirdiler. Nihayetinde kili kumla karıştırmak akıllarına geldi. Kum elde etmek için yaşadıkları düz ovayı derin hendekler kazarak sulandırdılar. Ancak bu da ekolojik bir etkiye yol açtı: Daha fazla su toplayan hendekler saz istilasına neden oldu, sazlar ise koyun otlatma alanlarını kapladığı için kırılarak beslenmek ve kesilmek zorunda kaldı. Sonuçta ilk bakışta önemsiz görülen bir tuğla çatlağı, Çatalhöyük insanlarını yaşam biçimlerini ve çevrelerini değiştiren çok sayıda önlem almaya zorladı. Hodder’ın ifadesiyle, “kil tuğlaları iyi olmadığı için başlayan küçük bir sorun, nihayetinde insanların yaşantısını ve çevreyi etkileyecek çok sayıda insan çabasına yol açar”. Bu örnek, entanglement’ın karakteristik bir göstergesidir: insan çabaları nesneyle iç içe geçer ve giderek geri dönüşü zor sonuçlar üretir.

Bir diğer Çatalhöyük örneği, ev duvarlarının düzenli olarak ince kireçli sıva ile kaplanmasıdır. Kazılarda tespit edilen iç duvar katmanlarından bazılarında, bir evin ana odaları ayda bir yenilenmiş olabileceği hesaplanan 450 kat ince sıva biriktiği belirlenmiştir. Her yeniden sıvalama operasyonu toprağın uzaktaki ocaklardan getirilip duvara sürülmesini, oradan yine ağzı açık bırakılmasını gerektiriyordu. Bu durum ev halkına sosyal bir disiplin dayattı: sıvanın kirlenmesini önlemek, sıva katmanlarını yenilemek için düzen oluşturmak zorunlu hâle geldi. Yani sürekli bakım gerektiren bir nesne (beyaz sıva katmanları), ev sakinlerinin gündelik yaşamını yeniden düzenledi.

Ayrıca Çatalhöyük’te tekerleğin ilk kez kullanımı da dolanıklığı gösteren bir örnektir. Hodder’ın tanımladığına göre tekerlek, başlangıçta yük taşımayı kolaylaştıran bir icattı ama kendisi de yeni zorunluluklar yarattı. “Tekerleklerin icadı, yolların yapılmasını, arabaları çekecek hayvanlar için yem yetiştirilmesini gerekli kıldı”. Yani tekerlek, daha geniş bir altyapı ve ekolojik düzenlemeyi zorunlu kılmış, insanları uzun vadeli bir bakıma bağlamıştır. Bu örnekler, Çatalhöyük verilerinin entanglement teorisiyle nasıl örtüştüğünü somutlar: insan ve nesne faaliyetlerinin birbirini besleyen zincirlerini gözler önüne serer.

Günümüzde Teknolojik Bağımlılık ve Kültürel Dolanıklıklar

Entanglement kuramı, tarihsel örneklerin ötesinde günümüz dünyasında da giderek artan bir bağımlılık döngüsüne işaret eder. Hodder’a göre endüstri sonrası toplumda insanlar çevrelerindeki teknolojik nesnelere her zamankinden çok bağımlıdır. Örneğin bilgisayarlar, akıllı telefonlar, internet altyapısı, araçlar, enerji santralleri gibi modern sistemler, yaşamımızı bir ağ gibi sarmıştır. Hodder, bu durumu incelerken teknolojik nesnelerin yarattığı “gizli” etkileri vurgular.

Güncel dünyadaki örneklerden biri, dijital altyapının çevresel maliyetleridir. Hodder’a göre “bulut” ve “internet” terimleri hafif anlamlar taşısa da arka planda devasa endüstriyel faaliyetler vardır. Örneğin bir iPhone’un yıllık enerji tüketimi, kullanıcısının farkında olmadan onun yanında çalışan veri merkezleri, kablolama, üretim tesisleri gibi ek yükler nedeniyle 361 kilovatsaat düzeyindedir. Aynı dönemde bir buzdolabı 322 kWh civarı enerji kullanırken, iPhone’lar buzdolabından daha fazla enerji tüketmektedir. Tüm bunlar, internete ve akıllı cihazlara bağlılarımızın arkasında milyonlarca kilometre fiber optik kablo, uçucu madencilik süreçleri ve yirmi dört saat çalışan merkezler bulunduğunu göstermektedir. Hodder, küresel bilişim-komünikasyon teknolojileri ekosisteminin yılda 1500 teravat-saat enerji kullandığını, bunun da Japonya ve Almanya’nın toplam elektrik üretimine eşdeğer olduğunu aktarır.

Hodder’a göre bu yoğun entanglement insanları küresel ısınma ve eşitsizlik tuzaklarına çekmektedir. “Şeyler –akıllı telefonlar, internet gibi– bizi ele geçirmiş görünüyor: onlara bağımlıyız” demesi bu durumu özetler. Gerçekten de modern teknolojiler bize yaşam kolaylığı sağlamakla birlikte, vazgeçilmez oldukları için bizi kendi dinamiklerinin kurbanı hâline getirmektedir. Örneğin, günümüzde akıllı telefonlar olmadan sosyal hayat ve iş akışı neredeyse düşünülemez hale gelmiştir. Bu araçlar, dünya çapında malzeme akışı, emek dağılımı ve bilgi üretimi ağlarını merkezileştirmiş, insana dair pek çok faaliyeti teknoloji eksenli yeniden yapılandırmıştır. Hodder’ın vurguladığı gibi “dijital şeylerle ilişkimiz asimetrikleşti, onlara bağımlıyız; bu da giderek daha fazla küresel eşitsizlik ve iklim değişikliği getirdi”.

Günümüzde otomotiv, uçak, elektronik gibi ürünlerin küresel tedarik zincirleri de dolanıklığın başka yüzünü oluşturur. Örneğin otomobiller, dünya çapında binlerce parça ve bileşen içerir; her parça için başka üretim tesisleri, yollar ve malzemeler gerekir. Hodder’ın da belirttiği üzere, otomobil gibi nesneler insanları bir ağın parçası kılar: “Bir araç, parçaları üretenlerden montajını yapanlara, yolları inşa edenlerden yakıt üretenlere dek uzanan bir bağımlılık döngüsü” oluşturur. Dolayısıyla son teknoloji aletlerimiz ve altyapımız, bizi birbirine geçirmiş büyük bir «insan-nesne ekosisteminin» unsurları haline getirmiştir.

Eleştirel Değerlendirme

Hodder’ın entanglement yaklaşımının en yenilikçi yanı, çok disiplinli bir sentez ortaya koymasıdır. O, arkeoloji, antropoloji, felsefe ve doğal bilimlerden çeşitli yaklaşımları entegre ederek insan-nesne ilişkilerine geniş bir bakış sunar. Kitapta, aktör-ağ teorisinden evrimsel arkeolojiye, davranışsal arkeolojiden bilişsel arkeolojiye kadar pek çok kuramsal perspektif özetlenir ve karşılaştırılırian-hodder.com. Böylece Hodder, uzun dönemli insanlık tarihindeki malzeme döngülerini anlamada karmaşık bir yol haritası çizer. Metodolojik olarak Hodder, Çatalhöyük gibi arkeolojik alanlardaki verileri detaylıca analiz edip şemalarla gösterirken, aynı zamanda kavramsal olarak da “dolaymış etkileşimlerin” önemini vurgular. Örneğin Çatalhöyük’teki sıva katmanlarının sayısını çizelgelere dökerek, insanların maddi çevreyle oluşturduğu disiplin ilişkilerini görselleştirir.

Bu yaklaşımın güçlü yanları, insan-merkezci bakışı kırması ve nesneleri etkin kılmasıdır. Hodder, Thomas Kuhn’un paradigması gibi kuramsal çeşitliliği bir araya getirerek, arkeolojiyi daha kapsayıcı hale getirmiştir. Felsefi açıdan bakıldığında, entanglement kuramı materyalizm ile sosyal teori arasında bir köprü vazifesi görür. Latour’un simetri ilkesine benzer şekilde eşitlikçi bir bakış sunarken, aynı zamanda şeylerin nesnel olarak da etkileri olduğunu kabul eder. Örneğin William Hempel’den alıntı yaparak aktardığı üzere, entanglement “maddenin hayat ürettiği” bir süreçtir. Bu yönüyle Hodder, salt söylem çözümlemelerine değil, maddesel gerçekliğin de gücüne vurgu yapar.

Buna karşılık eleştirilere de açıktır. Bazı akademisyenler, entanglement kavramının çok genel ve metaforik kalabileceğini, yöntemsel açıdan belirsizlik taşıdığını ileri sürer. Örneğin entrapment (dolanma) ve entanglement kavramları arasındaki sınır kesin değildir, bu da yorum farklılıklarına neden olabilir. Ayrıca bazı eleştirmenler, Hodder’ın sürekli “bağımlılık” ve “kapanmışlık” vurgusunun kaçınılmaz deterministik bir anlatı kurduğunu iddia etmiş; insanların sınırlı tarihsel örneklerden bağımsız olarak her yerde benzer şekilde sürüklendiği izlenimi verebileceğini belirtmiştir. Aslında çeşitli kaynaklar, insan topluluklarının bazen aktif olarak bu tür bağlardan kurtulmaya çaba gösterdiğini de ortaya koymaktadır. Örneğin bazı tarihsel örnekler, nüfusun bir kısmının büyük kentlerden kaçıp daha göçebe veya marjinal yaşama geçerek devlet ve teknoloji bağımlılığından ‘kısmen kurtulduklarını’ göstermektedir. Bu, Hodder’ın entanglement’ı evrensel kabul eden anlatısına alternatif bir bakış sunar.

Alternatif kuramlarla karşılaştırıldığında, Hodder’ın entanglement yaklaşımı Aktör-Ağ Teorisi (ANT) ile benzerlik taşımakla birlikte farklılıklar gösterir. Latour gibi ANT savunucuları tüm aktörleri yalnızca ağ bağlantılarıyla tanımlarken (öylesi bir yorum, Graham Harman’a göre değişimin nedenini açıklamada yetersiz kalır), Hodder nesnelerin süreğen etkilerini dikkate alır. Yani ANT’nin radikal göreceliği yerine, Hodder materyal birikimi ve tarihsel sürekliliği vurgular. Ayrıca, diğer güncel yaklaşımlardan da farkı vardır: Örneğin post-yapısalcı Dilbilim veya klasik kültürel materyalizm insan-nesne ilişkilerini daha sembolik veya ekonomik açıdan ele alırken, Hodder bunu çok daha eklektik bir formda yorumlar. Yeni malzeme kuramı bağlamında “canlı madde” (Bennett) gibi daha köktenci görüşlerle karşılaştırıldığında, Hodder insanın ve toplumun çevresiyle uzun vadeli karşılıklı bağlarının tarihsel seyrine odaklanır.

Metodolojik olarak Hodder’ın eseri betimleyici ve sentezleyicidir; buna bağlı olarak bazı çevreler, onun hipotezlerini deneysel olarak test etme veya nicel analizlerle sınama konusunda eksik kaldığını belirtebilir. Bununla birlikte entanglement yaklaşımı, arkeolojiyi genişletici bir amaç güder; insan-merkezli alternatifler arayan çağdaş teorilere katkı yapar. Örneğin feminist posthümanist düşünce ve “dünyasız fenomenoloji” gibi insan-olmayan odaklı yaklaşımlarla uyumlu yönleri vardır.

Sonuç

Ian Hodder’ın Dolanıklık kuramı, arkeolojide insan-nesne etkileşimini merkeze alan kapsamlı bir perspektif sunar. Hodder, insanlık tarihinin başından beri insanın şeylerle iç içe geçmiş olduğunu; bu iç içe geçişin bir yandan toplumsal örgütlenmeye olanak tanırken bir yandan da sürükleyici bir bağımlılık döngüsü yarattığını göstermiştir. Kitap, arkeolojiyi geniş bir teorik bağlama yerleştirerek, insan-merkezli dünya görüşünden kopmamızın önemini vurgular. Örneğin entanglement’ın “insanların kendi yaptıkları nesnelere bağlı, bu nesnelerin başka nesnelere ve sonunda insanların kendilerine bağımlı olduğu bir döngü” olduğunu ifade etmesi, tarih boyunca çevresel değişimlere ve eşitsizliğe yol açtığını ortaya koyar.

Hodder’ın yaklaşımı, arkeolojiyi ve başka disiplinleri, nesnelerin maddi gücünü ve maddesiz unsurlarla birlikte çalışma biçimlerini hesaba katarak yeniden şekillendirmiştir. Entanglement kuramı, insan topluluklarının yalnızca birbirleriyle değil, etraflarındaki nesnelerle de devingen ilişkiler içinde olduğunu göstererek antropolojik analizde yeni ufuklar açmıştır. Sonuçta Hodder, insanların yalnızca toplumsal ya da zihinsel aktörler olarak değil, aynı zamanda geniş bir malzeme dünyasının parçası olarak anlamlandırılması gerektiğini savunur . Bu tavır, arkeolojiye ve sosyal bilimlere insan-merkezli olmayan, bütünsel bir bakış kazandırarak, nesneleri geçmişten geleceğe uzanan dinamik ilişkilerin öznesi kılar.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.