Fedakârlığın Evrimi ve Merhametin Bilimi: Nigel Barber’ın Perspektifinden İnsan Ahlakı
Kitabın Adı:Acımasız Bir Dünyada Merhamet Fedakârlığın Evrimi Yazar :Nigel BarberÇevirmen:Sayfa:480 Cilt:Ciltsiz Boyut:13,5 X 21 Son Baskı:13 Temmuz, 2023 İlk Baskı:13 Temmuz, 2023 Barkod:9786254498008 Kapak Tsr.:Editör:Kapak Türü:Karton Yayın Dili:Türkçe
Orijinal Dili:İngilizce Orijinal Adı:The Science of Good and Evil: Why People Cheat, Gossip, Care, Share, and Follow the Golden Rule
Fedakârlığın Evrimi ve Merhametin Bilimi: Nigel Barber’ın Perspektifinden İnsan Ahlakı
Ahlaki Davranışların Evrimsel Kökenleri ve Nigel Barber’ın Fedakârlık Yorumu
İnsan toplumlarında her dönemde merhamet, adalet duygusu, işbirliği ve fedakârlık gibi ahlaki eğilimler gözlemlenmiştir. Evrimsel biyoloji ve psikolojinin bakış açısına göre bu tür davranışların kökenini anlayabilmek için klasik “en güçlü hayatta kalır” anlayışı genişletilmiştir. Örneğin Darwin, İnsanın Türeyişi (1871) adlı eserinde tür içinde özgeci davranışları grubun yararı açısından yorumlama olasılığını gündeme getirmiştir. Ancak 20. yüzyılda sosyal davranışların evrimi konusunda bilim insanları, hem genetik hem de kültürel faktörleri içeren daha kapsamlı kuramlar geliştirmiştir. Bu yazıda, Nigel Barber’ın Acımasız Bir Dünyada Merhamet: Fedakârlığın Evrimi adlı eserine dayanarak, insan davranışındaki ahlaki eğilimler (fedakârlık, işbirliği, dedikodu, yalan söyleme ve Altın Kural) ele alınacak; bu davranışların biyolojik seçilim, akraba seçilimi, karşılıklı (ödüllü) fedakârlık gibi evrimsel mekanizmalarla nasıl açıklanabileceği incelenecektir. Ayrıca Barber’ın argümanları üzerinden günümüz toplumsal koşullarında merhamet ve işbirliğinin sürdürülebilirliği değerlendirilecektir.
Kuramsal Çerçeve
Evrimsel kuramlar, bireylerin kendileri için dezavantajlı gibi görünen fedakar davranışların nasıl seçilebileceğini açıklamaya yöneliktir. Doğal seçilim ilkesi gereği, gen havuzunda daha fazla çoğalan bireylerin özellikleri yaygınlaşır. Bu durumda bir bireyin kendi üremesini azaltan bir yardım davranışı ilk bakışta paradoks yaratır. Hamilton’un akraba seçilimi kuramı bu paradoksu çözmüştür: Bir birey akrabasına yardım ettiğinde, aralarında paylaştıkları genlerin devamını dolaylı yoldan sağlamış olur. Özellikle yakın akrabaya (örneğin kardeşe veya yavruya) yapılan yardım, kendi yavrusunu yetiştirmeye eşdeğer genetik yarar sağlayabilir. Bu mantıkla davranışın “maliyeti” (c) ile “yararı” (b) arasındaki fark, aralarında paylaşılan gen oranıyla (r) çarpılarak formüle edilen Hamilton kuralı (c < b·r) ile açıklanır. Coğrafi ve sosyal izolasyon koşullarında görülen kooperatif üreme gibi davranışlar bu sayede, grup düzeyinde seçilim gerekmeden, akraba seçilimi mekanizmasıyla evrilebilir.
Akraba bağı olmayan bireyler arasındaki işbirliği için karşılıklı fedakarlık (reciprocal altruism) kuramı öne sürülmüştür. Robert Trivers (1971) bu yaklaşımı, bir bireyin başkalarına (örneğin yiyecek veya yardım) destek verip, karşılığında ileride benzer bir yardım beklentisi içinde olması olarak tanımlar. Tekrarlayan etkileşim (iterated oyunlar) bağlamında, “tit-for-tat” gibi stratejiler evrimsel olarak avantajlıdır; çünkü iki taraf da sırasıyla işbirliği yaptığında karşılıklı kazanç sağlanır. Öte yandan hilekârlık ve aldatma durumlarına karşı toplum içinde gelişen ahlaki duygular (suçluluk, utanma, kıskançlık, öfke, gurur vb.) bu düzeni korumaya hizmet eder. Nigel Barber’ın vurguladığı gibi, karşılıklı düzenlemeler güvene dayanır ve bu güveni zedeleyecek aldatma eğilimlerini gidermek için suçluluk veya utanma duyguları evrimleşmiştir. Örneğin Barber, sıradan trafik kurallarını bile sosyal bir sözleşme olarak niteleyerek, bireylerin karşılıklı olarak birbirlerinin kurallara uymasına güvenen düzenlemeler geliştirdiğini belirtir.
Bunlara ek olarak, dolaylı karşılıklılık mekanizması dolaylı takasları ve itibar temelli işbirliğini açıklar. Sosyal gruplarda bireylerin geçmiş davranışları (itibarı) başkaları tarafından bilindiğinde, kötü niyetlilerin dışlanması ve iyilik yapanların ödüllendirilmesi için uygun koşullar oluşur. Bu bağlamda dedikodu ve söylenti, itibar bilgisinin yayılmasını sağlayarak grup içinde güveni pekiştirir (Bu konuya tematik bölümde değinilecektir). Ayrıca, kültürel evrim (örn. Boyd ve Richerson’un belirttiği gibi) büyük ölçekli işbirliğini mümkün kılan hızlı adaptasyon mekanizmaları sunar. Kültürel normlar, sosyal yaptırımlar ve toplumsal değerler, biyolojik miras üzerine inşa edilen bu duyguların ve davranışların pekişmesini sağlar.
Sonuç olarak, biyolojik seçilim ve beraberindeki mekanizmalar (akraba seçilimi, karşılıklı fedakarlık, dolaylı karşılıklılık vb.), insan topluluklarında fedakârlık ve işbirliği eğilimlerini anlamada temel çerçeveyi oluşturur. Barber’ın çalışması da bu çerçeveyi kullanarak fedakârlığa dair çok çeşitli örnekleri birleştirir. Örneğin Barber, işbirliğinin evrimsel örneklerini arı ve yarasa davranışlarında görebileceğimizi belirtir: Arı kolonilerindeki işçiler üreyemez hale gelmiş ve yalnızca kraliçe için çalışırlar, benzer şekilde yarasalar yiyecek buldukça birbirlerine regürjitasyonla besin aktararak karşılıklı dayanışma içindedir. Bu tür davranışlar, bireysel üreme yerine dolaylı olarak gen aktarımına hizmet eden “fedakar” stratejilerdir. Ayrıca Barber, insanlar arasındaki işbirlikçi düzenlemelerin tarihsel örneği olarak avcı-toplayıcı gruplarda yiyecek paylaşımını ve bugünkü trafik kurallarına uyumu gösterir.
Tematik Analiz
Fedakârlık ve İşbirliği
Fedakârlık (özgecilik), kendi faydasından fedakârlık ederek başkalarına yararlı olan davranışları ifade eder. Biyolojik açıdan, özgün bir fedakâr davranışın bireyin kendi üreme başarısını azalttığı durumda evrimsel açıklaması zor görünür. Ancak yukarıda belirtildiği gibi akraba seçilimi bu davranışları gözler önüne seren bir çözüm sunar. Örneğin insanlar da dahil olmak üzere birçok türde ebeveynlerin yavrularına yaptığı yiyecek desteği veya bakım, doğrudan bir fedakârlık olarak tanımlanmasa da Hamilton’un kuralına göre açıklanabilir. Barber, geniş bir tanım kullanarak fedakârlığı hemen hemen tüm sosyal işbirliği biçimlerinde görebileceğimizi söyler; hatta askerlerin arkadaşlarını korumak için el bombasının üzerine atlamasını, ebeveynlerin çocuklarını doyurmasını ve doktorların hastalarını kurtarmasını aynı çatı altında ele alır. Bu tür örneklerde, yardım eden birey ya genetik akrabalık yolu ile paylaşılan genlerini korur ya da karşılıklı düzenlemeler içinde ileride benzer bir karşılık beklentisinde bulunur.
Barber’a göre insan türündeki işbirliği arzusu, evrimsel mirasımızın temel taşıdır. Birleşmiş devletler ya da ilkeller fark etmeksizin, insanlar tarih boyunca ortak çıkarlara dayalı sosyal sözleşmeler geliştirmiştir: avcı-toplayıcı gruplarda yiyecek paylaşımı, modern toplumlarda trafiğin ortak kurallarını gözleme gibi. Örneğin, Barber şu yorumu yapar: “İnsanlar tarih boyunca yiyecek paylaşımından günümüz trafik kurallarına kadar çok sayıda sosyal anlaşma geliştirmiştir”. Ancak tüm bu karşılıklı yardım ve işbirliği düzenlemeleri güven temellidir. Herhangi bir bireyin çıkarcı davranışı, bu güven üzerine kurulu sistemi zayıflatır. Bu yüzden, Barber insanlarda suçluluk, utanma ve gurur gibi ahlaki duyguların evrimleştiğini belirtir. Bu duygular bireyin hile yapma veya yalan söyleme isteğini engelleyerek, uzun vadede tüm tarafların kazançlı olduğu bir dengeyi korur. Yani fedakârlık ve işbirliği, yalnızca toplumu ayakta tutan sosyal kontratlar değil, aynı zamanda bu kontratları sürdürmek için geliştirilen içsel mekanizmalarla da desteklenir.
Barber’ın karşılıklı fedakarlık mekanizmasına dayanan açıklamaları, arı ve yarasa örnekleri dışında insan topluluğunda da görülür. İnsanlar arasında iş paylaşımı, cömert bağışlar ve fedakâr davranışların tarih boyunca görülmesi, Barber’a göre evrimsel bir kalıtımın göstergesidir. “Kindness in a Cruel World” adlı eserinde Barber, insanlarda işbirliğinin ve diğerlerine yardım etme eğiliminin, “insan evrimimizin temel bir parçası” olduğunu ileri sürer. Başka bir deyişle, sadece hayatta kalabilmek için değil, aynı zamanda sosyal bağları güçlendirmek için de evrim sürecinde merhametli davranışlar seçilmiş olabilir. Nitekim Barber’ın kitabı, kilit argüman olarak “birlikte başarma arzusunun ve işbirliği ruhunun insan evriminin ayrılmaz bir parçası” olduğunu vurgulareurekalert.org.
Dedikodu ve Sosyal Denetim
İnsanın sosyalliği sadece yardımlaşma üzerine kurulmaz; grup içinde normların oluşması ve korunması da hayati önemdedir. Bu bağlamda dedikodu, grup içi işbirliğini dengeleyen bir mekanizma olarak ele alınır. Modern araştırmalar dedikodunun temel işlevini, bireylerin itibar bilgilerini yaymak ve işbirliği yapanları ödüllendirmek, hilekârları cezalandırmak olarak tanımlıyor. Yakın tarihte PNAS’da yayımlanan bir makaleye göre, dedikodu insan toplumlarında binlerce yıldır var olan bir sosyalleşme biçimidir ve aslında evrimsel bir işlevi vardır: Dedikodu yapan kişiler, diğer bireyler tarafından daha güvenilir kabul edilir ve onlara karşı daha işbirlikçi davranılır; dolayısıyla dedikodunun yaygınlığı artar. Makalenin bulgularına göre, toplum içinde bir kişiye dair duyumların yayılması (“itibar yayılımı”), dolaylı karşılıklılığı destekler. Bireyler, sosyal itibarını korumak adına işbirliği yapanlara destek verir, hile yapanlardan uzak durur. Bu sayede dedikodu, grup içinde dürüst davranışı ödüllendirir ve yalancılığı caydırır.
Nigel Barber’ın kitabı dedikoduyu ayrıntılı incelemese de, bu kavram aslında genelde karşılıklılık sisteminin bir parçası olarak görülebilir. Yani dedikodu, kişilerin geçmiş davranışlarına göre sosyal ilişkiler kurmalarını ve gruptaki normların sürdürülmesini sağlar. Modern toplumlar için bu, sosyal medya ve iletişim ağları üzerinden hızlı itibar yönetimi örnekleriyle de paraleldir. Dolayısıyla evrimsel bir bakış açısıyla dedikodu, sadece çirkin bir olgu değil, işbirliği ve dürüstlüğü güvence altına alan eski bir sosyal denetim aracıdır.
Yalan ve Aldatma
Her ne kadar işbirliği ve güven ön planda olsa da, insan topluluklarında aldatma ve hile de mevcuttur. Evrimsel açıdan yalan söylemek, bireye kısa vadede avantaj sağlayabilir (örneğin rekabet ortamında öne geçme), ancak uzun vadeli güven ilişkilerini zedelediği için türün genel refahına olumsuz etki eder. Bu nedenle birçok kuramcı, yalan söyleme yeteneğinin bireyler arası düzeyde tespit edilmesini ve cezalandırılmasını sağlayan özelliklerin evrimleştiğini öne sürer. Örneğin Barber, daha önce değindiğimiz suçluluk ve utanma duygularının birer evrimsel mekanizma olduğunu hatırlatır; birey yalan söylerken bu duygular devreye girerek onu pişmanlık duymaya zorlar, grup içi itibarının zarar görmesini önlemeye çalışır.
Bunun yanı sıra rekabetçi stratejiler de ortaya çıkmıştır. Bazı evrimsel modeller, fedakar işaretler veya pahalı sinyaller yoluyla aldatmayı zorlaştıran mekanizmalar önerir. Zahavi’nin “handikap ilkesi” gibi fikirler, çok pahalı eylemlerin ancak dürüst bireylerce sürdürülebileceğini söyler. Bu bağlamda, güvenilmez bir bireyin aşırı maliyetli “fedakâr” işaretleri göstermesi onun için sürdürülemez hale gelir. Günümüzde de yalan ve aldatmayı azaltmak için hukuk, etik kuralları, toplumsal yaptırımlar devrededir. Kısacası, evrimsel mekanizmalar yalan söylemeye zemin hazırlar ama bireyleri dürüst davranmaya teşvik eden duygular ve normlar da eş zamanlı olarak gelişir. Özetle, yalan söyleme birey düzeyinde uyum sağlayabilirken, toplumsal işbirliğinin zarar görmemesi için bunu engelleyen psikolojik mekanizmalar bariz şekilde evrimleşmiştir.
Altın Kural ve Evrensel Ahlaki Normlar
“Başkalarına kendine davranılmasını istediğin gibi davran” prensibi olarak bilinen Altın Kural, hemen hemen tüm kültürlerde benzer ifadelerle var olan ahlaki bir normdur. Evrimsel olarak bu kural, toplum içinde karşılıklılık mantığını ifade eder. Altruizm biyolojisi bağlamında yapılan bir tanımlama, “Karşındakine iyilik yaparsam, sen de bana yaparsın” şeklindeki basit karşılıklılık ilkesinin, Altın Kural’ın özüne denk düştüğünü not eder. Yani bir maymunun diğerine iyilik yapıp iyilik görmesi gibi, insanlar da eşler arası veya sosyal normlar çerçevesinde bu kurala uyar. Bu durum, tit-for-tat (aynı ile cevap verme) gibi oyun teorisi stratejilerinin evrimsel modeline benzer; olumlu bir eylem karşılığında olumlu eylem beklemek, kurumsal ve bireysel işbirliğinin sürmesinde hayati önemdedir. Barber’ın kitabı spesifik olarak Altın Kural’a odaklanmasa da, anlattığı sosyal sözleşmeler ve karşılıklı yardım örnekleri, bu kuralın evrenselliğine işaret eder. Zira tarih boyunca insanlar –dinler veya felsefi sistemler yoluyla– Altın Kural’ı rehber kabul etmişlerdir; bu, karşılıklılık stratejilerinin kültürel bir yansımasıdır.
Altın Kural’ın sürdürülebilirliği, evrimsel süreçlerin toplumsal normlarla birleşmesiyle güçlenir. Akraba seçilimi ve karşılıklı fedakarlık gibi biyolojik temellerin yanında, Altın Kural benzeri etik ilkeler kültürel evrimde pekiştirilmiştir. Boyd ve Richerson’un vurguladığı gibi, insanların toplumları birbirinden farklı kılan kültürel adaptasyonlar evrimsel işbirliğini sağlamıştır. Zorunlu olmasa da, birçok ahlaki sistem Altın Kural yaklaşımını destekler; yasal düzenlemeler, eğitim ve aile yapısı bu ilkeyi pekiştirir. Dolayısıyla Altın Kural, evrimsel psikolojide tanımlanan içgüdüler ve stratejilerle tutarlı bir norm olarak, hem gruplar arası hem de birey içi ilişkilerde işbirliğinin teminatlarından biridir.
Sonuç
Nigel Barber’ın Acımasız Bir Dünyada Merhamet adlı eserinden yola çıkarak ele aldığımızda, insanlarda görülen fedakârlık ve işbirliği eğilimlerinin evrimsel temelleri oldukça güçlüdür. Akraba seçilimi, karşılıklı fedakarlık ve itibar temelli mekanizmalar, genetik ve kültürel evrim süreçlerinin kesiştiği noktalarda bu davranışları açıklar. Barber da iddialı bir şekilde, diğerlerine yardım etme arzusunun ve işbirliği ruhunun insan evriminin temel mirası olduğunu savunur. Bu perspektif, iyilik yapmanın sadece romantik bir ideal değil, aynı zamanda insanın biyolojik mirasına kök salmış bir özellik olduğunu gösterir.
Ancak evrimsel geçmiş ne kadar işbirliğine meyilli olsak da, modern toplumların karmaşıklığı sürdürülebilirliği sınamaktadır. Büyük ölçekli toplumlarda anonimleşme, rekabetçi ekonomi ve bireysel çıkar odaklı değerler, işbirliğini baltalayabilir. Öte yandan günümüzde hukuki düzenlemeler, etik kurallar ve kültürel normlar, evrimle bize miras kalan merhamet güdülerini desteklemektedir. Boyd ve Richerson’un belirttiği gibi, ahlaki sistemler ve sosyal yaptırımlar işbirliğini ödüllendirir, bencilce davrananları cezalandırır; böylece empati ve utanma gibi duyguların evrimsel olarak kalıcı olmasına zemin hazırlar.
Sonuç olarak, Barber’ın görüşüne göre insan doğası hem rekabetçi hem dayanışmacıdır. Evrimsel mirasımızda merhamet ve işbirliği kapasitesi açıkça mevcuttur. Günümüzde bu kapasitenin sürdürülebilirliği; eğitim, kurumlar ve kültürel değerlerin bu içgüdüleri nasıl desteklediğine bağlıdır. Evrimsel açıdan, insan toplumları tarih boyunca bu dengeyi korumayı başarmıştır; gelecekte de benzer biçimde davranmamız beklenebilir. Nitekim Barber, insan doğasının mükemmel olmamakla birlikte işbirliğine yatkın olduğuna işaret eder. Kritik olan, merhamet ve işbirliği eğilimlerimize uygun toplumsal koşulları koruyabilmektir. Zira bu eğilimler evrim yoluyla kazanılmış ve uygun ortam sağlandığında toplumun refahını artıracak bir potansiyel taşımaktadır.
Leave a Comment