Ortaçağ Avrupa’sında Cadılar ve Cadı Avı Kitabı Üzerine Yüksek Lisans Seviyesinde İnceleme
Kitabın Adı:Ortaçağ Avrupa’sında Cadılar ve Cadı AvıYazar :Haydar AkınSayfa:480 Cilt:Ciltsiz Boyut:13,5 X 21 Son Baskı:28 Mart, 2024 İlk Baskı:09 Kasım, 2021 Barkod:9786254493263 Kapak Tsr.:Kapak Türü:Karton Yayın Dili:Türkçe Orijinal Dili:İngilizce Orijinal Adı:
Ortaçağ Avrupa’sında Cadılar ve Cadı Avı Kitabı Üzerine Yüksek Lisans Seviyesinde İnceleme
Giriş
Cadı avı olgusu, Ortaçağ ve Yeniçağ Avrupa’sının en karanlık toplumsal fenomenlerinden biri olarak kabul edilir. Avrupa’nın kültürel belleğinde cadılar; Shakespeare, Dante, Milton gibi edebiyatçılar ile Bosch ve Goya gibi ressamlar tarafından farklı imgelerle işlenmiş, masallara konu olmuş; aynı zamanda on binlerce masum insanın ölümüne neden olan “cadı avı çağı”nın merkezinde yer almıştır. 15. yüzyıldan 17. yüzyıla uzanan bu dönemde Engizisyon mahkemeleri, cadılık suçlamalarıyla çok sayıda kişiyi yargılamış ve cezalandırmıştır. Haydar Akın’ın Ortaçağ Avrupa’sında Cadılar ve Cadı Avı adlı eseri, ortaçağın sonlarıyla yeniçağın başlangıcını kapsayan bu süreçte cadılık ve cadı avcılığı olgusunun kültürel ve sosyolojik arka planını, geniş bir bibliyografya taraması eşliğinde incelemektedir. Akın’ın çalışması, dönem boyunca şekillenen cadı algısı, Kilise doktrinleri, halk inanışları ile hukuki uygulamalar arasındaki ilişkiyi ortaya koyarak bu karmaşık sürece kapsamlı bir bakış açısı kazandırmayı amaçlar.
Cadı avı kavramının tarihsel ve kültürel önemi bakımından baktığımızda, bu fenomenin sadece ortalama bir yaygın hastalık veya menfur bir suç dalgası olmadığı, aynı zamanda Avrupa’da toplumsal yapı ve zihniyetin bir aynası olduğu görülmektedir. Cadılar; dinsel, siyasal ve ekonomik kaygılarla süregelen bir panik atmosferinin parçası olarak görülmüş, cadılık suçlamalarıyla infaz edilenlerin çoğu kadınlardan oluşmuştur. Akın’ın çalışması, bu bağlamları akademik bir üslupla ele alıp derinlemesine sorgulayarak, konuya ilişkin literatürdeki boşlukları doldurmayı hedefler. Kitap, yayınlandığı günden bu yana dil ve yazım dışında içeriğine dair kapsamlı bir güncelleme yapılmayan bir çalışma olarak, alanın tarihsel kimliğini koruyarak yeni kavramsallaştırmalar getirmeyi amaçladığı belirtilmektedir. Akın’ın ifadesiyle, cadılık-cadı avı fenomenine dair “orijinallerinin bir hayli yabancısı olduğumuz kavramlara Türkçe karşılıklar öneren bu çalışmanın kapsamlı bir ‘Giriş’ olarak görülmesini” istediği vurgulanmıştır. Bu çerçevede inceleyeceğimiz yazıda, eserin içeriği, tarihsel bağlamı ve literatürdeki yeri detaylı biçimde ele alınacaktır.
Kitabın yapısı ve bölümleri
Haydar Akın’ın Ortaçağ Avrupa’sında Cadılar ve Cadı Avı başlıklı eseri, konuyu çok boyutlu olarak ele alan kapsamlı bir incelemedir. Kitabın içeriği, öncelikle eski Mısır, Mezopotamya ve İran gibi antik uygarlıklardaki şeytan, büyü ve demon inançlarından yola çıkarak bu inançların Avrupa’daki cadılık ve büyücülük ritüellerine etkilerine uzanan bir çerçeve sunar. Akın, bu bağlamda eski kültürlerdeki demonoloji gelenekleriyle Hristiyan teolojisi arasındaki ilişkiyi inceler; Şeytan’la işbirliği iddiasının nasıl oluştuğu, kilise babalarının büyü ve şeytan kavramlarını nasıl değerlendirdiği detaylı şekilde aktarılır.
Kitapta ayrıca cadılıkla ilişkilendirilen büyü ritüelleri, cadı toplantıları ve “sabbat” inanışı gibi halk inanışları konu edilir. Yazar, Ortaçağ kilisesinin büyücülük karşısındaki tutumunu da ele alır: Hristiyan teolojisi ile yerel demon inançlarının ayrımı, Kilise’nin cadılığı sapkınlık olarak görme süreci ve bu sürecin nasıl kitaplaştırıldığı örneklerle sunulur. Engizisyon mahkemelerinin işleyişi de eserin önemli bir bölümünü oluşturur. Akın, engizisyon mahkemelerinin cadılık testleri, suçlamalara karşı yargı pratikleri, infaz yöntemleri ve mahkeme kayıtlarıyla elde edilen verileri aktarır.
Bunlara ek olarak kitap, cadıların hayvana dönüşerek kötülük yaptıkları inancından yola çıkarak düzenlenen “hayvan davaları”nı ve bu davalarda verilen cezaları ele alır. Osmanlı Avrupa’sındaki kadı adaletinde dahi izleri görülen bu tür yargılama pratikleri, eserde detaylı örneklerle incelenmiştir. Sonuç olarak Akın’ın kitabı, antik demonolojiden Ortaçağ sonu Engizisyon uygulamalarına kadar geniş bir kronoloji ve coğrafyada cadılık fenomenini çok yönlü bir okuma ile sunar. Bu yapısıyla eser, tek bir bakış açısıyla sınırlı kalmadan geniş bir tarihsel derinlik ve kültürel çeşitlilik içermektedir.
Dini yapı, Engizisyon ve halk inanışları
Ortaçağ Avrupası’nın cadı algısını anlamak için dönemin dini yapısını ve Engizisyon uygulamalarını incelemek şarttır. Kilise, ortaçağın sonlarından itibaren cadılığı vahşi sapkınlık olarak nitelendirmiştir. Bu dönemde özellikle Dominiken Engizisyonu aktif rol almıştır. İnsanlık tarihinin en acımasız yargılamaları, Katolik Engizisyon mahkemelerinde gerçekleştirilmiştir. Akla uygun düşmeyen batıl inanışlar ve insanlık dışı sorgu yöntemleriyle yürütülen bu mahkemeler, yüzyıllar boyunca dinî ve devletî inançlar adına birçok kişiye kıyım uygulamıştır. Özellikle 15.–17. yüzyıllar arasındaki İspanyol ve Roma Engizisyonları döneminde, cadılık suçlamasıyla binlerce kişi idam edilmiştir. Akın’ın çalışması, bu tarihsel bağlamda Kilise kurumunun cadılığa yaklaşımını, Engizisyon’a kilise politikalarını ve halk arasında yayılan batıl inanışları kapsamlı biçimde analiz eder.
Ortaçağ Hristiyan teolojisinde cadılığın inkârı dahi sapkınlık olarak görülmüştür. Yücel Aksan’ın belirttiği üzere dönemin demonoloji metinlerinde “Haeresis est maxima, oper s maleficarum non credere” (Cadılığın varlığını inkâr etmenin en büyük zındıklık olduğu) kuralı temel ilkeler arasında sayılmıştır. Bu anlayış çerçevesinde, bir sanık cadı olduğunu inkar etse bile onun için kurtuluş yolu yoktu; inkar, zaten suçu kabul etmek anlamına gelecekti. Dolayısıyla cadılar genellikle “itiraf etmeye zorlanan” suçlular olmuş, büyük çoğunluğu canlı canlı yakılarak idam edilmiştir. Gerçekten de Ortaçağ dönemi kaynakları, yakma cezasının cadılıkla suçlananların infazında yaygın olduğunu ortaya koymaktadır. Zira engizisyon mahkemelerinde suçlu bulunan cadıların çoğunluğu ateşe verilmiş, özellikle Engizisyon yargılamalarında idam yöntemi olarak yakma rutin bir uygulama haline gelmiştir.
Öte yandan, kilise otoritesi ile halk inanışları arasında karmaşık bir etkileşim vardır. 1486’da yayınlanan Cadı Çekici (Malleus Maleficarum), Heinrich Kramer ve Johann Sprenger tarafından kaleme alınmış ve yerel cadı inançlarını kilise doktrinine uyarlayan bir demonoloji başyapıtıdır. Bu eser, Avrupa’daki cadı davalarında otorite kabul edilmiş, gün batımı sonrasında kadınların cadı toplantılarına katıldıkları gibi halk inançları bu kitapta sistemli olarak formüle edilmiştir. Akın’ın eseri, Malleus gibi demonoloji kaynaklarının yanı sıra dinî düşünce tarihinden alıntılar da içererek, Ortaçağ Hristiyanlığının cadılığı nasıl gördüğünü aydınlatır. Örneğin Batlamyus, Augustinus ve Aquinas gibi Kilise babalarının büyücülük ve şeytan anlayışına dair görüşleri, eserde yer verilen birikimle aktarılmıştır. Sonuç olarak, Akın bu bölümde Ortaçağ Kilisesi’nin cadılık karşısındaki taktiğini, Engizisyon mahkemelerinin uygulamalarını ve halkın batıl inanışlarının bu süreçteki rollerini bütüncül bir çerçevede sunar.
Cinsiyet meselesi
Ortaçağ Avrupa’sında cadılıkla ilgili kadın figürü, bu olgunun temel unsurlarındandır. Kadınların cadılıkla suçlanmasında hem toplumsal hem de ideolojik nedenler vardır. Araştırmalar, cadı avının mağdurları arasında kadınların sayısının açıkça baskın olduğunu göstermektedir. Örneğin İngiltere Essex bölgesindeki cadılık davalarında 291 kişiden 268’i kadındır; New England’daki Salem mahkemelerinde ise 162 sanıktan 120’si kadın olarak kaydedilmiştir. Yine de azınlıkta da olsa erkek kurbanlar görülse de bu istatistikler, cadılık suçlamasının neredeyse %80-90 oranında kadınlara yöneldiğini ortaya koyar. Akın da eserinde bu durumu vurgular; Ortaçağ’da cadı olarak tanımlanan figürün genellikle “yaşlı, köylü, bekâr veya dul kadın” prototipi üzerine inşa edildiğine dikkat çeker.
Hedef alınan kadınların ortak özellikleri de belirgindir. Genellikle elli ile yetmiş yaşları arasında, kocalarını kaybetmiş veya yalnız yaşayan, “sivri dilli” sayılan, geleneksel ev içi rollerin dışında bir özgürlük alanına sahip kadınlar cadı avının öncelikli hedefini oluşturmuştur. Bu kadınlar, aile koruyucusundan yoksun oldukları için toplumdan daha savunmasız sayılmıştır. Aynı zamanda bitkiler konusunda bilgili olan ebeler ve şifacı kadınlar da ilk kurbanlar arasındadır. Nitekim Akın’ın aktardığı araştırmalara göre, cadı avlarının ilk mağdurları genellikle ebeler ve köylü şifacılardır; bu kadınların hastalara bitkisel ilaçlar yapmaları büyücülükle açıklanmış ve tek bir ihbarla tutuklanıp işkenceye maruz bırakılmışlardır.
Cadı imgesinin kültürel temsili de genellikle olumsuz bir kadın stereotipi ile örtüşür. Onu temsil eden gravür ve tasvirlerde kırışmış yüzlü, bitmeyen gözlü, ince sesli, çirkin bir ihtiyar kadın figürü öne çıkar. Bu imge günümüzde bile filmler ve popüler kültürde kullanılmaya devam etmektedir. Neden olarak ise ataerkil düzenin kadını “tehlikeli” görme eğilimi, cinselliğe yüklediği olumsuz anlamlar ve sosyal ilişkilerdeki güç dengeleri gösterilmektedir. Dolayısıyla kadınların hedef alınması, sadece geleneksel cinsiyet rollerinin ihlaliyle açıklanamaz; aynı zamanda toplumun marjinaline itilmiş zayıf gruplara odaklanma eğilimi de işin içindedir. Akın’ın kitabı, bu bağlamda cadılığın “kadın avı” olduğu tezini farklı açılardan tartışır ve dönemin hukuk doktrinlerinde cinsiyetin nasıl kodlandığını ortaya koyar. Araştırmalar ayrıca, bir topluluğun içinde dışlanmış olan yaşlı veya yoksul kadınların cadı suçlamalarına daha açık hale geldiğini göstermektedir. Bu yönleriyle cinsiyet meselesi, Ortaçağ cadı avcılığının anlaşılmasında önemli bir başlıktır.
Toplumsal, siyasal ve hukuki bağlam
Cadı avları, salt bireysel cinayetler ya da dinî sapkınlık kovuşturmaları değil; aynı zamanda dönemin toplumsal ve siyasal yapısı ile yakından ilişkili bir olgudur. Ortaçağ sonu Avrupa’sında şiddetli iklim ve sosyal bunalımların yaşandığı, savaşların, kıtlıkların ve veba gibi salgınların toplumları gerdiği dönemlerdir. Bu tür kriz anlarında cadı korkusu kitleleri etkisi altına almış, küçük düşmanlardan çok toplumsal gerginliklerin yansıması olarak “cadı” kavramı öne çıkmıştır. Özellikle sınıf ve mülkiyet ilişkilerindeki değişimler de cadı avına zemin hazırlamıştır. Dönemin adalet sistemi, Roma Hukuku’nun etkisiyle şekillenirken cadılık, mahkeme belgelerinde sistematik olarak suç tanımı haline gelmiştir.
Sosyo-ekonomik açıdan bakıldığında da belirgin bir tablo vardır. Araştırmalar, cadı olarak suçlananların büyük çoğunluğunun yoksul ve alt sınıfa mensup kadınlar olduğunu ortaya koyar. Yüksek soylu ailelerin kadın üyelerine nadiren cadı suçlaması yöneltilirken, miras, mülk ve vergi konularında sıkıntı yaşayan köylüler bu yükün altına girmiştir. Cansu Koç Başar’ın çalışmasına göre cadı avı vahşetinin en büyük mağdurları “yoksul ve alt sınıfa mensup kadınlardır”. Bu durum, kadının o dönemdeki ekonomik konumunu ve aile yapısını da yansıtır; zira üst sınıftan kadınlara yönelik iddialar genellikle siyasi tasfiyelerle ilgilidir ve istisnadır. Reform hareketlerinin etkisinde de kadınlar aile kurumu ve çocuk doğurmaya teşvik edilmiş; Cadı avı ise kadın cinselliğini dizginleme aracı olarak yorumlanmıştır.
Hukuki bağlamda ise Cadı Çekici gibi kilise destekli metinler, cadılık suçlamalarına resmî bir örtü sağlarken, dönemin mahkeme uygulamaları İncil dışı tanıklıklara, işkenceye ve zorla itirafa dayalı bir sürece izin vermiştir. Akın’ın kitabı bu sürece dair dönemin kayıtlarından aldığı örneklerle, cadılığın toplumsal bir suçlandırma biçimi olarak nasıl şekillendiğini gösterir. Ortaçağ toplumunun hukuk normları açısından cadılığın cevabı; kanıta dayalı değil, şüphe ve korkuya dayalı olmuş, bu da cadı avını bir hukuk cinayetleri serisi haline getirmiştir. Sonuç olarak cadı avı, dönemin siyasal ve toplumsal gerilimlerinin bir tezahürü olmuş, alt sınıf kadınları hedef alınarak hem ataerkil düzeni koruma hem de yerel otoritelerin otorite gösterisi amacı güden bir kampanya biçimine dönüşmüştür.
Eserin Avrupa cadı avı literatüründeki yeri
Haydar Akın’ın eseri, Türkçe araştırma literatüründe cadılık konusunu birinci elden inceleyen nadir kapsamlı çalışmalardandır. Uluslararası alanda cadılık araştırmalarında klasik yapıtlar arasında sayılan Brian P. Levack’ın The Witch-Hunt in Early Modern Europe (İlk baskısı 1960) daha çok 15.–18. yüzyıllar arası dönemi odaklarken, Carlo Ginzburg’ın The Night Battles (1966) gibi mikro tarih yöntemini kullanan incelemeleri İtalya örnekleri üzerinden cadı imgesini sorgulamıştır. Silvia Federici’nin Caliban and the Witch (2004) adlı eseri ise cadı avını kapitalistleşme bağlamında yorumlamıştır. Akın’ın çalışması bu literatürle paralel bir genel çerçeve sunar ancak bir ilk olarak Ortaçağ’a vurgu yapmasıyla dikkat çeker. Örneğin cadı avının köklerini antik inançlara kadar izleyerek, demonolojik metinlerin kapsamını ortaya koyması açısından eserin özgün tarafları vardır. Malleus Maleficarum gibi temel demonoloji yapıtlarının, yerel inanışları nasıl sentezlediği Akın tarafından aktarılırken, böylece eserin literatürdeki doldurduğu boşluk anlaşılır. Ayrıca Akın, Osmanlı ve Doğu Avrupa’daki benzer batıl inanış ve hukuk uygulamalarına da değinerek kıta Avrupası dışındaki kaynaklarla ilişkilendirmeler yapar.
Bu yönleriyle Akın’ın kitabı, Levack veya Ginzburg gibi isimlerin eserlerine Türkiye perspektifi katan özgün bir katkıdır. Eser, diğer çalışmalarda genel hatlarıyla verilen Ortaçağ tablosunu hem Türkçe literatürde ilk kez ayrıntılı olarak sunmuş hem de geleneksel Batı merkezli kaynaklara halk geleneği araştırmalarını eklemiştir. Akın’ın kullandığı çok sayıda Arşiv belgesi ve yerel kaynak da, kitabı sadece derleme değil bir veri zenginliği örneği kılar. Özellikle Akın’ın kendisinin belirttiği gibi çalışması, “demonik büyü, cadılık ve cadı avı fenomeni”ne dair kavramlara Türkçe karşılıklar getirerek kapsamlı bir giriş mahiyetindedir. Bu nedenle eser, hem akademik hem de genel okur nezdinde Ortaçağ toplumsal yapısını anlamaya yönelik önemli bir kaynak olarak görülmektedir.
Sonuç
Haydar Akın’ın Ortaçağ Avrupa’sında Cadılar ve Cadı Avı adlı eseri, cadı avı olgusunu Ortaçağ’dan itibaren kökleriyle irdeleyen titiz bir çalışmadır. Kitap, antik inanç dünyasından Ortaçağ’ın sonundaki Engizisyon mahkemelerine kadar uzanan geniş bir perspektif sunarak dönem insanının zihin dünyasını ve toplumsal yapısını kavramamızda önemli veriler sağlar. Akın, zengin bir literatür taraması ve dönemin mahkeme kayıtları gibi birincil kaynaklarla Ortaçağ Avrupası toplumunda cadılık fenomeninin nasıl algılandığını ayrıntılı biçimde ortaya koymuştur. Özellikle dini metinler ve halk inanışları arasında kurduğu bağlar, demolojik terminolojiyi Türkçe literatüre kazandırması bakımından değerlidir. Kitap boyunca Kadınların üstlenilen roller ile cadı krizlerinin ilişkisini, kilise odaklı arketiplerle köylü inançlarını çarpıştırarak tartışan yazar, Ortaçağ toplumsal dinamiklerinin canlı bir panoramasını çizer.
Sonuç olarak Akın’ın eseri, Ortaçağ’da cadılar ve cadı avı konusunda yapılmış uluslararası çalışmaları tamamlayacak nitelikte, Türkiye araştırmalarında bir mihenk taşıdır. Kitabın sunduğu tarihsel derinlik ve kaynak zenginliği, dönem analizlerimizin güvenilirliğini arttırır. Çalışma, Ortaçağ Avrupası’nın toplumsal, cinsiyet ve din yapılarını anlamada referans gösterilecek bir inceleme olmasının yanı sıra Haydar Akın’ın tarih yazımına getirdiği özgün perspektifi de ortaya koyar. Bu sayede cadı avı olgusunu sadece bir folklorik sapkınlık olarak değil, Ortaçağ toplumunun kollektif bilinçaltının ve güç ilişkilerinin bir ürünü olarak okumamıza büyük katkı sunmaktadır.
Leave a Comment