Erasmus ve Reform Çağı: Johan Huizinga’nın İncelemesi


 


Kitabın Adı:
Feminizm Hayırseverlik ve Vatanseverlik Osmanlı İmparatorluğunda Kadınların Örgütlü Yaşamı 
Yazar             :
Nicole A. N. M. van Os
Çevirmen:
Sayfa:
360 
Cilt:
Ciltsiz 
Boyut:
13,5 X 21 
Son Baskı:
02 Aralık, 2020 
İlk Baskı:
02 Aralık, 2020 
Barkod:
9786254491917 
Kapak Tsr.:
Kapak Türü:
Karton 
Yayın Dili:
Türkçe 
Orijinal Dili:
İngilizce 
Orijinal Adı:
Erasmus and the Age of Reformation  



Erasmus ve Reform Çağı: Johan Huizinga’nın İncelemesi

Giriş

Johan Huizinga’nın Erasmus and the Age of Reformation (1924; tr. Erasmus ve Reform Çağı) adlı yapıtı, 16. yüzyıl Avrupa’sının kültürel ve entelektüel dönüşümünü ünlü hümanist Desiderius Erasmus üzerinden ele alır. Huizinga, Ortaçağ’dan Rönesans’a geçiş dönemini “hayatın biçimleri” üzerinden kavrayan bir kültür tarihçisi olarak bilinir. Eserinde Erasmus’u, hem Ortaçağ’ın sonu hem de modernitenin başlangıcı arasında kalmış “hümanist düşünür” biçiminde resmeder; bu yönüyle çalışması, Erasmus biyografileri arasında hâlâ temel bir eser kabul edilmektedir. Bu incelemede Huizinga’nın Erasmus portresi ele alınacak; 16. yüzyıl Avrupa’sının dinsel, siyasal ve kültürel bağlamı içinde Erasmus’un konumu tartışılacak, Erasmus’un eğitim, barış, hoşgörü ve akılcı düşünce vurgularının Reform hareketlerine etkisi irdelenecek, Huizinga’nın yaklaşımının tarihsel tutarlılığı değerlendirilecek ve Erasmus’un hümanist kimliği çağdaşları (Luther, More, Calvin vb.) ile karşılaştırılacaktır. Analiz, Huizinga metninden ve akademik kaynaklardan alıntılarla desteklenerek yapılacaktır.

Tarihsel Bağlam: Rönesans Hümanizmi ve Reform   

16. yüzyıl Avrupa’sı, yeniden doğuş (Rönesans) ruhunun etkisiyle klasik kültüre geri dönüş ve hümanist düşünce akımlarının yükseldiği bir dönemdir. Bu dönemde eski skolastiğe ve kilise kurumlarına yönelik eleştiriler yaygınlaşmış, insanlar kutsal metinlere dönerek dinî ve dünyevî kurumları yeniden yorumlama çabası içine girmiştir. Desiderius Erasmus, Hollandalı bir hümanist, Katolik rahip ve dilbilimci olarak bu ortamın önde gelen temsilcilerindendir. “Hümanistlerin Prensi” olarak anılan Erasmus, Petrarca ile kıyaslanacak düzeyde bir üne sahipti ve Latinceyi ustaca kullanarak kilisenin biçimsel formalizmine eleştiriler yöneltti. Örneğin Hıristiyan Askerinin El Kitabı (Enchiridion militis Christiani) adlı kısa eserinde dönemin Hıristiyanlarının yaşam biçimini konu alarak ritüellere körü körüne bağlı kalmanın dinî özü nasıl zedelediğini ortaya koymuştur. Huizinga’ya göre Erasmus da tıpkı diğer hümanistler gibi “gerçek/örgün bilgi yerine esnek ve akıcı bir ifade”yi savunmuş, kilisenin gereksiz ritüellerine ve skolastik dogmalara itiraz etmiştir. Örneğin Huizinga, Erasmus’un “gerçeğin dili basittir” ve “gerçeğe giden yol kaynaklara dönmektir” anlayışında olduğunu vurgular; Erasmus’a göre “Çünkü Seneka şöyle diyor: ‘Gerçeğin dili basittir.’ Peki o zaman, İsa’dan daha basit ya da doğru ne olabilir ki?”.

Bu dönemde aynı zamanda Martin Luther önderliğinde Protestan Reformu patlak vermiş; Avrupa’yı sarsan tartışmalar kiliseyi ikiye bölmüş, dinî ve siyasal iktidarlar mücadeleye girişmiştir. Lutheran düşünce, iman kurtarıcılığına (sola fide) dayalı bir reform talep ederken, hümanistler bir yandan kilisenin aksayan yönlerine eleştiri getirse de geleneksel Vakıfsal dinsel yapıya saygılı kalmak istemiştir. Bu bağlamda Erasmus, dinî kurumları ılımlı bir üslupla eleştirirken Luther’den uzak durmuş; Reform’a doğrudan destek vermeyerek Katolik kilise içinde kalmaya devam etmiştir. Örneğin bir tarih kaynağının belirttiği üzere Erasmus, “barışçıl uyumun ve dinî hoşgörünün” gerekliliğini savunan bir teoloji geliştirmiş, kiliseyi içeriden düzeltmeyi hedeflemiş; Luther ve Calvin’in reddettiği monerjik (tek etkenli) değil sinerjik (ortak irade) görüşleri tercih etmiştir. Bütün bu dinî ve entelektüel çatışmalar, Reform hareketlerini şekillendirirken Erasmus’un açık sözlülüğü ve hümanist eleştirileri döneme damgasını vurmuştur.

Erasmus’un Yaşamı ve Düşünsel Gelişimi

Erasmus’un yaşamı, yoksulluk içinde geçen dinî eğitim yılları ve ardından entelektüel birikim peşindeki hareketli yıllarla tanımlanır. 1466 civarında Rotterdam’da doğan Erasmus, babasının zorlamasıyla keşiş olmuş; kısa sürede bu yaşamın kendisine uygun olmadığını anlayarak ayrılıp üniversite öğrenimi için Paris’e gitmiştir. Orada hümanist eğitim almış, Grekçe ve Latince bilimi edinmiştir. Huizinga’nın anlatımına göre, Erasmus daha sonra İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya’yı dolaşarak dönemin en ünlü hümanistleriyle işbirliği yapmıştır. Örneğin 1499’da Londra’da Sir Thomas More’un evine yerleşmiş; burada ağır böbrek ağrılarıyla mücadele ederken, birkaç günde en ünlü eseri Deliliğe Övgü’yü kaleme almıştır. Huizinga, Deliliğe Övgü’nün coşkun ruhunu ve sanatsal mükemmelliğini överken, bu eserin çağdaşlarına nasıl etki ettiğini de gözler önüne serer.

Erasmus’un kitap listesi oldukça kapsamlıdır. Latin ve Yunanca Yeni Ahit’in kritik baskılarını çıkararak Protestan Reformu’na ve Katolik Karşı-Reformu’na doğrudan etki eden Erasmus, aynı zamanda On Free Will (Özgür İrade Üzerine), Handbook of a Christian Knight (Hıristiyan Bir Askerin El Kitabı), In Praise of Folly (Deliliğe Övgü), Copia (Abundans Üslubun Temelleri) gibi başyapıtlarıyla dönemin entelektüel hayatını zenginleştirmiştir. Huizinga da metin boyunca Erasmus’un bu eserlerini detaylıca ele alır; Erasmus’un yayınevleriyle ilişkisini, Thomas More ve John Colet gibi hümanist arkadaşlarıyla beraber yazılarını şekillendirişini ve özellikle Yeni Ahit çevirilerinin önemini vurgular (Erasmus’un Latince-Yunanca Yeni Ahit çalışmaları, dönemin en büyük entelektüel olaylarından biridir).

Erasmus’un düşünsel gelişimi, erken dönem skolastik eğitimden insanî hümanist bakış açısına doğru bir evrilme olarak özetlenebilir. Rönesans hümanizmiyle atbaşı giden bu gelişmede Erasmus, klasik edebiyat ve felsefe eserleri üzerinde çalışarak tutucu dinî yaklaşımları eleştiren entelektüel bir zemine oturmuştur. Huizinga’ya göre Erasmus, antik kaynaklara sıkça başvurarak dinî konularda saf kaynaklara dönülmesi gerektiğini savunmuş; bunun için ilahiyatı “yeniden kaynaklardan suyun berraklığıyla aktarmayı” bir görev saymıştır. Erasmus’un bu bakışı, hem entelektüel hem de etik açıdan hümanist yaklaşımı yansıtır; Huizinga, onun “gerçekliğe sadeliği” arayan bir idealist olarak Tanrı’nın müjdesini en saf halinde yaymayı hedeflediğini belirtir. Öte yandan, Erasmus’un kişiliğinde görülen derin akılcılık ve denge arayışı, onu içinde bulunduğu dini çatışmanın dışında tutmuştur. Huizinga’nın vurguladığı gibi, “Erasmus’un zihni ne tam anlamıyla felsefeciydi ne tam anlamıyla tarihçiydi”; o her zaman eleştirel yöntemleri kullanmaya ve kiliseyi düzeltmeye odaklanmış, aşırılıklardan kaçınmıştır.

Erasmus’un Fikirleri: Hoşgörü, Akılcılık, Eğitim ve Barış

Huizinga’nın Erasmus portresinde öne çıkan temalardan biri, Erasmus’un ılımlılık ve hoşgörüye verdiği önemdir. Erasmus, yüzyıllık savaşlar ve dinsel çekişmeler içinde bile insanlığın iyiliği için eğitim ve anlayışın rolüne inanmıştır. Huizinga, Erasmus’u “ahlak eğitiminin ve genel hoşgörünün insanlığı mutlu kılacağı idealine” inanan biri olarak tanımlar: “insanlık, eğer ahlak eğitimi ve genel hoşgörü idealine hâlâ inanıyorsa, bu büyük ölçüde Erasmus’a borçludur”. Erasmus’un kendi yazılarında da “Katolik Kilisesi içinden içten bir arınma” ve “pastoral hoşgörü” (birbirinden önemsiz konularda dini tahammül) savunduğu belirtilir. Huizinga’ya göre Erasmus her şeye rağmen her zaman uzlaşmayı ve dostluğunu korumaya çalışmıştır: “Barış ve uyum onun en önemli ilkeleri arasındadır, tüm dünyayı bir dost olarak görmek ister; kimseyi dostluğundan gönüllü bırakmazdı”.

Eğitim alanında da Erasmus, hümanist idealleri öngörmüş bir düşünürdür. Huizinga, Erasmus’un çocuk eğitimi konusundaki görüşlerinin 18. yüzyıl düşünce tarzını önceden haber verdiğini yazar. Erasmus’a göre çocuk oynayarak öğrenmeli, öğrenme oyunlar ve resimler aracılığıyla gerçekleşmeli; ceza ve sert disiplin ise eğitim için zararlıdır. “Okuldaki yetiştiricilik ve acımasız öğretmen” ibaresini nefretle anan Erasmus, eğitimi doğumla başlaması gereken kutsal bir görev sayar; Huizinga, bu görüşlerde “naziklik ve akıl hâkimiyetinin” parladığını vurgular. Erasmus’un bu eğitimcil ve ılımlı görüşü, Reform hareketleri üzerindeki etkisini daha çok “bireylerin aydınlanması ve ahlaki gelişim” üzerinden göstermiştir. Modern bir kaynağa göre Erasmus, “barışçıl uyumun ve kilise içi hoşgörünün hem dinî hem sivil gerekliliğini” savunan bir teoloji geliştirmiştir. Bu bakımdan, Reform çağının radikal kesimleri ona “kiliseyi yıktıran” ya da “kiliseyi satan” biri gözüyle baksa da, HarfDevleri itibarıyla her iki taraf da Erasmus’u tam anlamıyla dışlamamıştır.

Huizinga, Erasmus’u pasif bir görüşçü olarak değil, aksine dönemin reform eğilimlerine yanat veren ve bazen onlara zemin hazırlayan bir figür olarak görür. Reformcu liderlerle (örneğin Melanchthon, Sadolet) dostlukları ve uyum çabaları, Huizinga’ya göre “Erasmian ruh”un ürünüdür. Yazar, Hollanda’da ve diğer yerlerde görülen kültürel ılımlılık örneklerine de Erasmus’un etkisi olarak değinir. Örneğin Hollanda aristokrasisindeki “naziklik, iyilik, ölçülülük” gibi niteliklerin, 17. yüzyıldaki barışçı refah ve düzenin Erasmian bir miras olduğu öne sürülür.

Bu düşünceler topluca Erasmus’un Reform hareketlerine olan etkisini gösterir. Erasmus, aktif liderlikten ziyade entelektüel öncülük yapmıştır. Huizinga’nın değerlendirmesiyle, onun gücü “kişileri tutkuları ve çıkarlarıyla yöneten bir lider olmakta değil”, bireylerin vicdanlarına yönelik eserler yazmakta yatmaktadır. Buradan hareketle, Erasmus’un öncelikle entelektüel bir zenginlik yayarak, kilisenin yapısal sorunlarına dikkat çekerek Reform ortamını hazırladığı, ama devrimci bir hareketten ziyade kıyıdan destek verdiği söylenebilir. Neticede Huizinga, “insanlık ona minnettardır” derken, onun hoşgörü, eğitim ve barışa dair ideallerinin yüzyıllar boyunca etkili olduğunu vurgulamıştır.

Huizinga’nın Yaklaşımı ve Tarih Yazımı İçindeki Önemi

Huizinga’nın Erasmus ve Reform Çağı çalışması, yazarın genel metodolojik çizgisiyle örtüşen bir eser olarak dikkat çeker. Huizinga, Orta Çağ’daki harikalar diyarıniteliğini 16. yüzyıla taşıyarak, olaylardan çok zihniyetlere, kültürel biçimlere odaklanır. Bu çalışmada da Erasmus’u çağının ruhunu temsil eden bir figür olarak ele alır; son yüzyılın edebiyat ve zihni hayatının biçimleri üzerine yoğunlaşarak, Erasmus’un düşünce tarzını ve eserlerini dönemin “ruhu”na ayna tutacak şekilde yorumlar.

Huizinga, Erasmus’u iki çağ arasında kalmış bir öncü olarak görür. Ona göre Erasmus, hem Orta Çağ’ın sanatı işlevsel kılan idealizminin izlerini taşır, hem de modernitenin pragmatik dünyasına adım atmıştır. Rutherglen’e göre Huizinga, Erasmus’u “her iki yaşantı tarzının ortasında asılı duran, her ikisinin en iyisini bünyesinde toplayan” bir figür olarak betimler; Erasmus’un gelecek bir “altın çağ” beklentisiyle, geçmiş kültürel kalıplara ve boş formalizme karşı içten bir tepki geliştirdiğini vurgular. Bir başka deyişle, Huizinga Ersamus’u “tinsel angaryalara karşı saf, akla ve ilhama dayalı bir yaşam görüşünün habercisi” olarak sunar. Bu yaklaşım, Huizinga’nın yumuşak anlatım üslubu ve olayı insan merkezli okumayı tercih eden metoduyla da uyumludur.

Eserin tarih yazımı açısından önemi büyüktür. Birçok tarihçi Huizinga’nın bu biyografisini Erasmus alanında temel kaynak olarak kabul eder. Bu, onun tarihsel gerçekleri sentezleme ve geniş bir entelektüel perspektif sunma başarısını gösterir. Aynı zamanda Huizinga, kaynakları dikkatle tarayarak Erasmus’un mektupları, çağdaş metinler ve eserlerinden örnekler verir; portresini hem yazılı malzeme hem de dönemin ruhuyla destekler. Öte yandan, eleştirel gözle baktığımızda Huizinga’nın çalışması biraz idealize edebilir; örneğin Erasmus’un özel yaşamına veya eşcinselliğine dair konulara hiç değinmez (o dönemde “ruhsal dostluk”lar daha ağırlıklı görüldüğü için bu tür soruları gündeme almaz). Ancak genel olarak, Huizinga’nın Erasmus ve Reform Çağı eseri, çağdaş tarihçilikte kültürel ve entelektüel tarih açısından zengin bir model olarak kabul görmüş ve Erasmus’u anlamamızda kilit rol oynamıştır.

Erasmus’un Hümanist Kimliği ve Çağdaşlarıyla Karşılaştırma

Erasmus’un hümanist kimliği Luther, Thomas More, Jean Calvin gibi çağdaşlarıyla kıyaslandığında “ılımlı akılcılık” ekseni üzerinde durur. Huizinga’nın portresine göre Erasmus, içinde bulunduğu dönemin kahramanlık gerektiren marifetlerinden biraz uzaktır. Luther gibi “ağaç kökünden daha sağlam, sapa sağlam” ve cesur bir mücadele adamı değil; ona göre Luther, “kendi doğrularının sonuna kadar savaşan, büyük kavgacı bir peygamber” iken, Erasmus “her şeyin yumuşak, kibar, akılcı ve uzlaşmacı şekilde yapılması gerektiğine inanır”. Huizinga bunu net bir dille ifade eder: XVI. yüzyıl “bakir, sert ve yüksek ölçülerle hareket eden bir nesil”dir ve bu çağın “tırpanı Luther gibi mevsime uygun odundan sert, Calvin gibi çelik kadar keskin, Ignatius gibi kararlı bir heyecan, İspanya enginliğini fethetmiş kara atlılar kadar ilerici ateş getirmiştir”; oysa Erasmus’un “kadife yumuşaklığı” bu sert çağa pek uymamıştır. Aynı paragrafta Huizinga, Erasmus’un “dindarlığının bile onlar için fazla gevşek kaldığını, Enchiridion’un onda dindarlığın ateşini söndürdüğünü” yazar. Özetle Huizinga’ya göre Luther ve Calvin, kilise dışında yeni bir dünya kurmaya hevesliyken, Erasmus içindeki gelenekten kopmayıp dengeli bir arayışı sürdürmüştür.

Thomas More ile ilişkilerinde ise Erasmus hümanizmin uyumcu yüzünü temsil eder. More ile Erasmus arasında yakın bir entelektüel dostluk vardı ve Huizinga bunu vurgular; örneğin Luther’e karşı tartışmaya giren Erasmus, dolaştığı ülkelerde Sir Thomas More’un dostane himayesine güvenebilmiştir. Huizinga’nın metninden aktarılan bir ifade, Erasmus’un Londra’ya varıp hemen More’un evinde bir süre kaldığını, böbrek ağrıları çekerken bile Deliliğe Övgü eserini tamamladığını belirtir. Bu durum, iki hümanistin fikir birliğini ve entelektüel uyumunu gösterir. Ancak More, hem siyasetçi hem de Katolik inanç savunucusu olarak daha politik bir figür idi; Erasmus ise politikadan çok entelektüel çalışmalarla ilgilenmiştir. Erasmus’un More’un Ütopyası gibi ideallerle benzer temaları paylaştığı görülürken, More toplumun düzenine yönelik idealist fikirlerini savunmuş, Erasmus ise daha çok eğitim ve kişisel ahlak düzeyindeki reformlara odaklanmıştır.

Jean Calvin’la karşılaştırıldığında ise farklar daha çok ilahiyat alanındadır. Calvin, Luther gibi monerjik, yani Tanrı’nın mutlak etkinliğini savunan bir doktrine sahipti. Erasmus ise “sinergizm” derdi; hem Tanrı’nın armağanını hem insan iradesini kısmen birlikte işler görüyordu. Bu nedenle Luther ve özellikle Calvin, Erasmus’un iradeye verdiği bu önemi reddetmişlerdir. Calvincilik’in katı önceden belirlenim (predestinasiyon) anlayışıyla Erasmus’un yumuşak ılımlılığı arasında büyük bir uçurum vardır. Huizinga’nın deyişiyle Erasmus, Reform’un yükselişine rağmen “dinî vesikalar yerine uzlaşma ve akılcı reform” peşinde koşan bir ılımlıydı; bu yönüyle ne Luther’in ne de Calvin’in halefi olabilmiştir.

Sonuç

Johan Huizinga’nın Erasmus ve Reform Çağı adlı eseri, Erasmus’un kişiliğini ve düşüncelerini kendi çağı bağlamında derinlemesine inceleyen bir başyapıttır. Bu çalışmada Huizinga, Erasmus’u hem Rönesans hümanizmiyle şekillenen idealist bir aydın hem de Reform rüzgârlarıyla sarsılan bir orta yolcu olarak tasvir eder. Erasmus’un hoşgörü, eğitim, barış ve akılcılık vurguları; Luther gibi radikal isimlerden farklı olarak ılımlı bir tutumu yansıtmış, reform hareketlerinde uzlaşma çabalarına esin kaynağı olmuştur. Huizinga’nın tarihsel yorumuyla, Erasmus yüzyılın olaylarına direkt yön vermese de –hem Katolik hem de Protestan çevrelerin ılımlı kişiliği nedeniyle birleştirici bir figür olarak tuttuğu “ılımlı aydın” rolünü oynamıştır. Akademik anlamda Huizinga’nın çalışması, klasik tarihçilikten ziyade kültürel-düşünsel bir tarih perspektifi sunması, geniş kaynak taraması ve derinlemesine analizleriyle büyük önem taşır. Yazarın Erasmus’a yüklediği idealize yorumlar tartışmaya açılsa da eserin zenginliği ve analiz derinliği, Erasmus ve Reform Çağı eserini Erasmus araştırmalarında vazgeçilmez kılmaktadır.


Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.