Osmanlı İmparatorluğu’nda Kadınların Örgütlü Yaşamı: Feminizm, Hayırseverlik ve Vatanseverlik
Kitabın Adı:Feminizm Hayırseverlik ve Vatanseverlik
Osmanlı İmparatorluğunda Kadınların Örgütlü Yaşamı Yazar :Nicole A. N. M. van OsÇevirmen:Sayfa:616 Cilt:Ciltsiz Boyut:13,5 X 21 Son Baskı:11 Mayıs, 2023 İlk Baskı:11 Mayıs, 2023 Barkod:9786254497193 Kapak Tsr.:Editör:Kapak Türü:Karton Yayın Dili:Türkçe Orijinal Dili:İngilizce Orijinal Adı:Feminism, Philanthropy and Patriotism: Female Associational Life in the Ottoman Empire
Osmanlı İmparatorluğu’nda Kadınların Örgütlü Yaşamı: Feminizm, Hayırseverlik ve Vatanseverlik
Giriş
Nicole A. N. M. van Os’un Feminizm, Hayırseverlik ve Vatanseverlik adlı çalışması, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki Müslüman kadınların örgütlü yaşamını üç kavram –feminizm, hayırseverlik ve vatanseverlik– ekseninde ele alır. Yazar, özellikle II. Meşrutiyet dönemi (1908 sonrası) kadın hareketini inceleyerek, kadınların milliyetçi söylemin inşasındaki rollerini “hem özne hem nesne” olarak ortaya koymayı amaçlamaktadır. Osmanlı’da kadınların kamusal alana girişi, Tanzimat ve Islahat Fermanları ile başlayan süreçte yavaş yavaş şekillenmiş; özellikle II. Meşrutiyet’ten itibaren “yerli feminizm” adı verilen kendi koşullarına uygun bir kadın hareketi belirginleşmiştir. Bu çalışmada, Van Os’un kitabından yola çıkarak Osmanlı’da Müslüman kadınların örgütlü dernek yaşam biçimleri tarihsel bir çerçevede ele alınacak; hayır dernekleri ve cemiyetleri, kadınların kamu alanındaki yeni rolleri, yerel feminizmin dinamikleri ile vatanseverlik duygusunun toplumsal sorumluluğa dönüşümü incelenecektir. Ayrıca, bu derneklerin milliyetçilik, modernleşme ve sosyal reform süreçlerine etkisi tartışılacak, Van Os’un perspektifi bağlamında kadın temsilleri ve sivil toplum gelişimi irdelenecektir.
Tarihsel Çerçeve
Osmanlı Devleti’nde kadınların örgütlü sosyal yaşamının ilk kıvılcımları Kırım Savaşı (1854–1856) sırasında ortaya çıkmıştır. Kırım Savaşı yıllarında Batılı ülkelerden gelen kadınlar cephede yaralılara yardım ederken, Osmanlı’da Müslüman kadınlar geleneksel roller gereği evlerinde kalmıştır. Bu örnek, dönemin kültürel çatışmasını göstermektedir: Batı’daki kadınlar toplumun çeşitli katmanlarına müdahil olmaya başlarken Osmanlı’da ilk dernekleşme hareketleri ancak savaşın yarattığı ihtiyaçlar sonucu yavaş yavaş gündeme gelmiştir. Tanzimat Dönemi ve 1876 Anayasası ile beraber Osmanlı toplumunda anayasal ve sivil kurumlar hız kazanmış, aynı dönemde kadın aydınlar da eğitim, basın ve dernekleşme yoluyla kadının toplumsal yaşamda yerini sorgulamaya başlamıştır. Bu süreç, Osmanlı kadınlarının sivil toplum örgütlerine katılımını kolaylaştırmış ve zaman içinde kendi cemiyetlerini kurmalarına imkan vermiştir. I. Meşrutiyet’in ilanı (1876) bu bağlamda anayasal faaliyetleri ve cemiyetleşmeyi olumlu etkilemiş, Meclis-i Mebusan’ın açılmasıyla birlikte halkın söz sahibi olduğu yeni bir dönemin yolu açılmıştır. Öte yandan, II. Abdülhamid döneminde uygulanan bazı politikalar kadın derneklerini sınırlı kılmış, bu nedenle faaliyetler çoğunlukla yurt dışına taşınmıştır.
Ancak 1908 Jön Türk Devrimi ile başlayan II. Meşrutiyet’ten itibaren kadınların örgütlü yaşamı büyük bir ivme kazanmıştır. Bu dönemde resmî ideolojinin de desteklediği bir biçimde yeni derneklerin kurulmasına izin verilmiş, 1909 yılında yürürlüğe giren Cemiyetler Kanunu ile dernekleşmeye yasal çerçeve kazandırılmıştır. Tanzimat sonrası yapılan reformlarla kız çocuklarının eğitimi devlet tarafından önemsenmeye başlamış, kız okulları açılmış ve 1871’de Darü'l-Muallimat (Kız Öğretmen Okulu) gibi kurumlar kurulmuştur. Gülşan İkbal İsmet ve Emine Semiye gibi isimler, İstanbul Amerikan Kız Koleji’nden mezun olarak cemiyet toplantılarında erkek dinleyicilere konuşmalar yapmış; bu sayede kadınların toplumsal konumu ve hakları gündeme getirilmiştir. Van Os’un da belirttiği gibi, II. Meşrutiyet’in ardından on yıl içinde kadınların örgütlü yaşamında merkezî bir yer tutacak olan “feminizm, hayırseverlik ve vatanseverlik” faaliyetleri çerçevesi çizilmiştir. Yani bu dönemde milliyetçi hareket, kadının toplumsal katılımını teşvik eden üçlü bir paradigma etrafında gelişmiştir.
Analiz
Kadın Dernekleri ve Hayırseverlik
Osmanlı’da kadınların kurduğu dernekler çoğunlukla şehirli, elit kesimden ve gönüllülük esasına göre örgütlenmiştir. En üst düzey bürokrat ailelerinin kadınları, Mithat Paşa’nın eşi ve Ahmed Cevdet Paşa’nın kızı (Fatma Aliye’nin kardeşi) gibi isimler öncülük etmiştir. Bu ailelerin fertleri ve modern eğitimli memur, asker eşleri-kızları, derneklerin kuruluşunda aktif rol almış; kadınlar erkek akrabalarından destek alarak faaliyet yürütmüştür. İlk dönem derneklerinin çoğu hayır kurumu niteliğindeydi; örneğin Sultan’ın annesi, kızları veya paşa eşleri tarafından kurulan ilk kadın dernekleri tıbbi yardım ve eğitim projeleri üzerine odaklanmıştır. Öte yandan, İstanbul’dan bağımsız olarak Anadolu’da da cemiyetleşme görülmüştür: Melek Toparlar Şahin’in Kastamonu örneğinde aktardığı gibi, ilk kadın cemiyet girişimleri 1876 öncesinde başlamış ve Balkan Savaşları döneminde Kastamonu’da da kadınlar yaralılara yardım ve asker ailelerine destek amacıyla dernekler kurmuştur.
Balkan Savaşları (1912–13) ve I. Dünya Savaşı ile birlikte, Osmanlı’daki kadın derneklerinin sayısı hızla arttı. Bu dönemde kurulan birçok dernek barış zamanında kurulanlardan farklı olarak doğrudan savaş ihtiyaçlarına yönelmiştir: Fukaraperver Hanımlar Cemiyeti, Himâye-i Etfâl Cemiyeti, Şehit Ailelerine Yardım Cemiyeti, Asker Ailelerine Yardım Cemiyeti ve Osmanlı Kadınları Esirgeme Cemiyeti gibi kuruluşlar asker aileleri ve savaş mağdurlarına destek için çalışmıştır. Ayrıca mevcut kuruluşların kadın kolları aktifleşmiş, Hilâl-i Ahmer (Kızılay) Kadın Merkezî Şubesi açılmış, Donanma-yı Osmanî Cemiyeti’nin (Deniz Kuvvetleri Derneği) kadın kolu da yardımlaşma kampanyaları düzenlemiştir. Bu dernekler aracılığıyla kadınlar, serbest piyasa dışında yeni bir üretim ve yardım ağı yarattı; cephenin gerisinde hastaneler için kıyafet, yatak takımı, tıbbi malzeme toplanması gibi lojistik görevleri üstlenmiş, şehirlerden kırsala asker destek kampları kurulmuştur. Sonuç olarak, 19. yüzyılın sonlarında başlayan kadın dernekleşmesi, kadınların sokaktaki görünürlüğünü ve etkinliğini artırmakla kalmamış, sınırlı imkanlarla da olsa Osmanlı toplumsal dayanışmasının bir parçası haline gelmiştir.
Kamusal Alandaki Rol ve Feminizmin Yerel Dinamikleri
Osmanlı kadınının kamusal alana girişi, dönemin sosyal yapısının etkisiyle Batı’daki radikal feminizmden farklı bir görünüm sergilemiştir. Van Os’un işaret ettiği üzere, Osmanlı’da ortaya çıkan ilk dalga feminizm daha çok “aileci feminist” (familial feminist) bir karaktere sahiptir. Yani kadın ve erkek arasındaki temelde farklı, tamamlayıcı statü korunurken, kadınların durumunun iyileştirilmesinin tüm toplumun (milletin) faydasına olacağı vurgulanmıştır. Bu anlayışta, kadınlar siyasal hak taleplerini öne çıkarmamış, aile ve eğitim konularına odaklanmış; eşitlik yerine “farklılıklar içinde eşitlik” şeklinde bir norm öngörülmüştür. Nitekim kadınlara oy hakkı gibi radikal talepler yerine, kız çocuklarının eğitilmesi, kadın hastanelerinin açılması, mahkeme huzurunda vekalet verebilme hakkı gibi adımlar talep edilmiş, medyada da bu konular tartışılmıştır.
Bu dönemin Osmanlı kadın entelektüelleri, yazı ve örgütlenme yoluyla devrimci değişimin savunucuları oldular. 1869’da yayımlanan Terakki-i Muhadderât dergisi, Osmanlı kadınlarının ilk kurumsal sesi oldu. Van Os’un kitabında da vurgulandığı gibi, bu süreçte kadın dergileri (Hanımlara Mahsus Gazete, Kadınlar Dünyası vb.) ve gazete ekleri, dünya kadın hareketleri ve Osmanlı kadınının hakları konusunda farkındalık yaratmıştır. Ünlü eğitimcilerden Münevver Ayaşlı ve Halide Edip Adıvar gibi aydınlar, İstanbul’da açılan kız yüksekokullarında ders vermiş; pek çok kadın okuryazar olmuş, çeviri, makale ve kısa öykülerle kamuoyuna katılmıştır. 19. yüzyılın son çeyreğinde yetişen bu eğitimli kadınlar, önce kendi cemiyetlerini kurmuş ve erkeklerin denetiminde olmayan bağımsız dernekler aracılığıyla kamusal yaşamın parçası olmuşlardır. Özellikle, Türk Kadınlar Birliği’nin kurulacağı 1935 yılına kadar süren I. dalga Osmanlı kadın hareketi, yerel koşullarla biçimlenmiş; hem geleneksel değerleri gözetip hem de Batı’dan gelen hak taleplerine uyum sağlayacak bir formüller aramıştır.
Vatanseverlik ve Toplumsal Sorumluluğa Dönüşüm
Özellikle 20. yüzyılın başında Osmanlı milliyetçiliğinin güçlenmesiyle birlikte kadın hareketi doğrudan vatanseverlik söylemiyle iç içe geçmiştir. Jön Türk hükümeti, savaş hazırlıkları ve nüfus seferberliği aşamasında kadın derneklerini de mobilize etmeyi hedeflemişti. Örneğin 1908’den hemen sonra Donanma Cemiyeti (Navy League) kurulmuş, 1911’de resmen kurulan Hilâl-i Ahmer Cemiyeti tıbbi yardım, 1913’te kurulan Müdafaa-i Milliye Cemiyeti ise ulusal savunma ve asker ailelerine destek için çalışmıştır. Bu üç yarı-resmî cemiyet, ülkedeki kadın teşkilatlanmasını da örgütlemiş, Mart 1912’den itibaren Hilâl-i Ahmer ve Nisan 1913’te Müdafaa-i Milliye bünyesinde Kadın Komiteleri oluşturulmuştur Dolayısıyla Osmanlı yönetimi, kadınların enerjisini ulusal seferberlik ekseninde kullanmak istemiş; halkın bağış ve gönüllülük temelli katılımını, bu yarı-resmî kurumlar aracılığıyla yönlendirmiştir. Van Os’un ifadesiyle, merkezi yöneticiler yerel yetkililerle iş birliği yaparak bu dernekleri “kamuoyunda farkındalık yaratmak, milli gurur duygularını yerleştirmek ve toplumsal bir hassasiyet yaratmak” için kullanmaktan çekinmemiştir. Osmanlı resmi tarih anlatısı için kadınların görünürlüğü yeni bir durum olmamakla birlikte, bu dernekler devletin kültürel milliyetçilik politikasına hizmet eden birer kanal görevi görmüştür.
Savaş yıllarında Anadolu’da da kadınlar vatan savunmasına aktif biçimde katıldı. Kadınlar, kırsalda açlıkla mücadele eden askerlere yiyecek teminini, cephe gerisinde ise yeni doğan bebekler ve yaşlılar için yardım kampanyalarını yürüttü. Büyük kentlerde açılan terzi atölyeleri, kadın işçi konfeksiyon kursları aracılığıyla “Milli Kıyafet” üretim çalışmaları başlatıldı. Van Os’un da örnek verdiği üzere, Türk Kadınları Biçki Yurdu (1913) Müslüman Türk kadınları terziliğe hazırlarken, Osmanlı ve Türk Hanımları Esirgeme Derneği Balkan Savaşları’nda kadınlara yerli ekonomiye katkıda bulunmayı öğretiyor; Mamulat-ı Dahiliye İstihlâk Kadınlar Cemiyyesi ise yerli malı tüketimini sağlamak üzere asker için bağış kampanyaları düzenliyordu. Bu atölye ve ticari projelerde üretilen kışlık giyecekler, battaniyeler, ısı yelekleri vb. askerlere ulaştırılırken dernek mensubu kadınlar kendi cemiyet ağlarında örgütlenmişti. Ayrıca çeşitli hasta bakıcı kursları açılmış, bunların kursiyerleri arasında üst düzey bürokrat eşleri ve kızları da yer almıştır. Kadınlar aynı zamanda yaralı askerler için kurulan seyyar hastanelere gönüllü refakatçi olarak katılmış, cephe gerisindeki evlerde gıda, giysi toplama kampanyaları düzenlemişlerdir.
Tüm bu faaliyetlerde Osmanlı kadınlarının ortak paydası, hem bir “vatan görevi” duygusuyla hem de geleneksel yardımseverlik anlayışıyla organize olmalarıydı. Van Os, Osmanlı kadın derneklerinin bu dönemki eylemlerini “milliyetçi ve hayırsever” hedeflerin kesiştiği bir saha olarak tanımlar. Devlet ise savaş sırasında bu oluşumları kontrol ederek özverili çabaları kendi politikaları yönünde kanalize etmiştir. Özetle, kadınların vatanseverlik duygusu pratikte sosyal sorumluluk projelerine dönüşmüş; bu sayede kadın cemiyetleri milliyetçi seferberlikte önemli bir araç haline gelmiştir.
Modernleşme, Milliyetçilik ve Sosyal Reformlar
Osmanlı modernleşme programı içinde kadınların rolü oldukça karmaşıktır. Van Os’a göre, Jön Türk aydınları kadınları toplumsal kalkınmanın hem sembolü hem de kaynağı olarak görmüştür. Kadın dernekleri, 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başında hem eğitim hem sağlık hem de çalışma hayatı reformlarında fiilen yer almıştır. Örneğin İstanbul Üniversitesi’nin kadın öğrenci almasına öncülük eden Darülfünun’a Kızlar Şubesi mensupları, bu kurumun kürsülerinde ilk Türk kadın mezunları adına konuşmalar yapmıştır. Eğitimli kadınların işgücüne katılımı da artmıştır. Van Os, esaret derneklerinden milli tüketim cemiyetlerine, terzi ve atölye projelerinden hemşirelik kurslarına kadar çeşitli mekanizmalarla kadınların ekonomik rollerde görünür hale geldiğini vurgular. Böylece millî ekonominin geliştirilmesi çabası içinde Müslüman kadınların iş yaşamına girişi de toplumsal cinsiyet perspektifiyle şekillendirilmiştir.
Öte yandan, kadın dernekleri aynı zamanda bir reform alanıydı. 1914 gibi erken bir tarihte “Şehit Ailelerine Yardım Cemiyeti” kurulmuş, hem savaş gazisi ailelerinin mağduriyetini gidermeyi hem de kadın emeğini toplumsal faydaya dönüştürmeyi amaçlamıştır. Van Os, imparatorluğun merkezî yönetimindeki kadınların, çeşitli sosyal yardımları bir nevi ilk sosyal devlet örneği olarak kavramsallaştırdığını da gösterir. Örneğin İstanbul’da Muinsiz Aile Maaşı tartışmaları ve kurulan yardımlaşma sandıkları, kadın mensupların öncülüğünde hayata geçirilmiştir. Bu girişimler, milliyetçilik söylemiyle beslenerek gayrimüslim topluluklara da gönderilen bir mesaj niteliği taşımıştır: Kadınlar aileyi korumak ve nüfus politikasına katkı sağlamak için kamusal alanda görevlendirilmiştir. Sonuçta, Van Os’un işaret ettiği gibi, kadınların hayırseverlik yoluyla topluma katılımları Osmanlı modernleşme ve milliyetçilik projesine entegre edilmiştir.
Sonuç
Nicole van Os’un araştırması, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde Müslüman kadınların “örgütlü yaşam”ına odaklanarak kadına yönelik literatüre önemli bir katkı sunmaktadır. Van Os’a göre, Osmanlı kadın dernekleri feminizm, hayırseverlik ve vatanseverlik gibi birbirinden ayrılamaz üç eksende şekillenen bir paradigma etrafında gelişmiştir. Bu dernekler hem kadınların kamusal alanda görünürlük kazanmasını sağlamış, hem de devletin milliyetçi ve modernist politikalarına hizmet eden bir zemin oluşturmuştur. Kadınlar tarafından düzenlenen şenlikler, yardım kampanyaları ve üretim atölyeleri milliyetçi bilinç oluşturmuş, sivil toplum deneyimini zenginleştirmiştir. Van Os, Osmanlı’da kadınların bu tarihselliğinin Cumhuriyet’in resmi söylemiyle örtüşmeyen boyutlarını açığa çıkararak, kadınların geç Osmanlı toplumundaki temsilini ve sivil toplum gelişimini yeni bir perspektiften yorumlamaktadır. Sonuç olarak, Osmanlı’da kadın örgütlenmeleri sadece birer sosyal yardım hareketi değil, aynı zamanda imparatorlukta modernleşme ve milliyetçilik süreçlerine entegre edilmiş bir toplumsal dönüşüm aracı olarak ortaya çıkmıştır.
Leave a Comment