René Girard’ın Dünyanın Kuruluşundan Beri Gizli Kalmış Sırlar Eseri Üzerine Analitik İnceleme
Kitabın Adı:Dünyanın Kuruluşundan Beri Gizli Kalmış Sırlar Yazar :Rene GirardÇevirmen:Sayfa:606 Cilt:Ciltsiz Boyut:14 X 21 Son Baskı:09 Ekim, 2020 İlk Baskı:11 Haziran, 2018 Barkod:9786051717500 Kapak Tsr.:Editör:Kapak Türü:Karton Yayın Dili:Türkçe Orijinal Dili:İngilizce Orijinal Adı: Des choses cachées depuis la fondation du monde
René Girard’ın Dünyanın Kuruluşundan Beri Gizli Kalmış Sırlar Eseri Üzerine Analitik İnceleme
Giriş
René Girard’ın Des choses cachées depuis la fondation du monde (1978) adlı eseri, yazarının mimetik arzu ve kurbanlaştırma (günah keçisi) teorilerini sistematik biçimde özetlediği başyapıtıdır. Kitap, antropolog ve kültür kuramcısı Girard’ın seküler akademisyen kimliğinden Hristiyan teolojisine uzanan entelektüel dönüşümünün kırılma noktası olarak görülür. Gerçekten de Girard, roman eleştirisinden antropolojiye uzanan kariyerinin ardından, daha önce sadece edebiyat ve ritüel çalışmalarında dile getirdiği temel tezlerini (mimetik arzu, kurbanlaştırma mekanizması vb.) bu kitabında kapsamlı biçimde sunar. Bu eser kitabın yazılış bağlamı ve Girard’ın entelektüel arka planı bakımından önemlidir; Girard kendi yaşam öyküsüne göre Hristiyanlığa dönüşümünü ilk kitabından sonra uzun süre özel tutmuş, ancak 1978 tarihli bu eserinde açıkça bilimsel bir araştırmacı kimliğiyle yaklaşmış, “teolojik bir kitap değil, antropolojik bir deneme” olduğunu vurgulamıştır. Örneğin Marc Faessler, eserin önsözünde Girard’ı “kültürün bütününü kuran mekanizmayı” ortaya koymaya yönelik “bilimsel bir hipotezi” derinleştiren bir araştırmacı olarak tanımlar. Giriş bölümünde kitabın bağlamı ele alınırken, bu eserin Girard’ın erken roman çözümlerinden, 1972 tarihli Şiddet ve Kutsal (Violence and the Sacred) gibi antropolojik çalışmalarından ve nihayetinde İsa’nın kurbanlık işlevini ortaya koyan Hristiyan merkezli çözümlemelerine kadar uzanan entelektüel birikimi yansıttığı belirtilir. Gerçekten de Girard’ın yaşam öyküsü, birincil olarak Avrupa klasik romanlarını inceleyerek başladığı entelektüel yolculuğun giderek kurban ve şiddet problemine yoğunlaştığını gösterir. Eserin önsözünden de anlaşılacağı üzere, Girard bu kitabı bilimsel bir üslup ve diyalog formuyla kaleme almış, bir yandan kendi teorik sistemini özetlerken diğer yandan psikiyatr Jean-Michel Oughourlian ve Guy Lefort gibi meslektaşlarıyla sürdürdüğü bilimsel diyaloglar aracılığıyla bu tezleri tartışmaya açmıştır.
Mimetik Arzu ve Antropolojik Temeller
Girard’ın düşünce sisteminin kalbinde “mimetik (taklitçi) arzu” kavramı yer alır. Buna göre insan arzusu, doğrudan içgüdü veya nesnenin özelliğiyle değil, başkalarının arzularının taklit edilmesiyle oluşur. Girard’a göre insan varoluşu büyük oranda başkalarını taklit etmeye dayalıdır ve bu doğası gereği toplumsal ilişkilerin merkezinde yer alır. İEP ansiklopedisine göre, “insanlar birbirlerinin arzularını taklit ettikçe aynı nesnelere yönelirler ve bu da kolayca rekabet ve çatışmaya yol açar”. Başka bir deyişle, Girard’da arzu üçlü bir yapı içindedir: özne (arzu eden), model (taklit edilen kişi) ve nesne (arzu edilen şey) arasında. Özne nesneye doğrudan değil, modelin nesneye duyduğu arzu üzerinden sahip olmak ister. Bu süreçte model, aranan nesnenin objektif özelliklerinden ziyade arzu örneği hâline gelir. Girard, bu taklitçi yapının insan psikolojisinin temel özelliği olduğunu vurgular ve insanların yatkın olduğu “içsel arzu”nun ancak başkalarının arzusuna yönelimiyle ayırt edilebileceğini savunur. Bu bağlamda Girard, insan beyninin “mükemmel bir taklit makinası” olduğuna dair nörobilimsel gözlemlere de atıfta bulunur (örneğin ayna nöronlar olgusu), ancak esas yeniliği bu taklitçiliğin çoğu zaman kişiler arasında rekabetçi şiddete dönüşmesinin farkına varmış olmasıdır.
Antropolojik açıdan bakıldığında, Girard mimetik arzunun kültürün oluşumunda ana itici güç olduğunu ileri sürer. Ona göre erken insan toplulukları, benzeşen arzu ve sonuçta ortaya çıkan genelleşmiş kıskançlığın yol açtığı şiddetli çatışmalarla yüz yüze kalmıştır. Bu mimetik krizler aşamasında, topluluğun şiddet enerjisi dönüştürülerek yeni bir düzen yaratma mekanizması olarak kurbanlaştırma (bouc émissaire) mekanizması devreye girer. Girard’a göre tarihöncesi dönemde bir topluluk, şiddetli bir iç kavganın eşiğine geldiğinde, “arbitrer” bir bireyi ya da gruplaştığı içindeki “öteki”yi suçlu ilan edip onu öldürerek çatışmayı çözer. Bu kurbanın ölümü, bir yandan geçici barışı yeniden kurar; diğer yandan da bu eylem, topluluğu tek bir kimliğin etrafında yeniden birleştirir. Paul Gifford’ın anlatımıyla, topluluktaki bireyler ilk başta farklı hedeflere odaklanırken (yemek, toprak, kadın vs.), çatışma anında “hepsi doğrudan doğruya tek bir düşmana yönelir ve (rastlantısal olarak seçilmiş, dolayısıyla gerçekten ‘masum’) bir kurbana saldırır. Kargaşa, bu ‘bouc émissaire’nin öldürülmesiyle çözülür”. Bu olay bir dinamik “liyakat transferi” yaratır: kurban bir anda topluluğun tanrısal bir armağanı gibi görülüp kutsallaştırılır. Böylece ateşli bir ritüel kurban, hem toplumsal bir katliamın hem de bunun yarattığı düzenin kaynağı hâline gelir.
Girard’a göre kurbanlaştırma mekanizması sadece izole olaylar değil, tüm kültür kurumlarının temelini oluşturur. İEP’te belirtildiği gibi bu mekanizma “kültürel yaşamın çok temelidir”: kurbanlaştırma olmadan topluluklar ortak bir düzen kuramamış, ilk insan toplulukları barışı ancak kurbanlar yoluyla tazeleyebilmişlerdir. Girard’ın “kökeninde cinayet olan kültür” olarak adlandırdığı bu görüş, özellikle ilk insanlar topluluğundaki (ilkel sürü) deneyimlerini kurgusal bir ‘ilk cinayet’ mitine yansıtır. Kurbanlaştırma işlemi sırasında ortaya çıkan kolektif suçluluk duygusu, topluluğu suçlu ilan edilen kurbanın etrafında birleştirir ve şiddetin daha da yayılmasını önler. Kısacası, Girard’ın antropolojik tezinde, toplumsal düzen kuramları veya akılcı sözleşmeler yerine, karşılıklı taklitçi rekabeti sonlandıran kurban ritüelleri kültürün asıl motoru olarak görülür.
Günah Keçisi Mekanizması
Girard’ın kültür ve din teorisinin ikinci temel ayağını “günah keçisi mekanizması” oluşturur. Buna göre herhangi bir topluluk içindeki çatışmaların çözülmesinde, toplu şiddeti tek bir suçluya yöneltip onu topluca yok etmek başlıca yöntemdir. Girard bu süreci “günah keçisi mekanizması” olarak adlandırır. Örneğin Levitikos’ta tarif edilen törenlerdeki ceylan kurbanı, mecazi anlamda topluluğun günahlarını üstlenen bir kurbandır; Girard’ın teorisinde ise gerçek olarak idam edilen insan veya sürülerce kovulan ötekiler hep bu işlevi görmüştür. Girard’a göre “günah keçisi”ne yüklenen arzuhal, topluluğun kolektif suçluluğunu boşaltarak yeniden barışı sağlar. Kişi veya grup öldürüldükten sonra herkes suçluluk duygusundan kurtulur; aynı zamanda kurban bir tinsel aracı olarak yüceltilir.
Önemli olarak Girard, ön-Hristiyan geleneklerde kurbanlaştırmanın hiçbir zaman bilinçli olarak masumiyeti ortaya koyamayacağını söyler. Kurban her zaman topluluk için tehlikenin nedeni olarak algılanmalı, “canavar” addedilmelidir, aksi hâlde ritüelin bir anlamı kalmaz. Bu nedenle kültürler, kurbanı masum ilan etmek yerine suçunu abartarak meşrulaştırma eğilimindedir. Örneğin Girard, mitlerin çoğunda kurban edilen bireyin acımasız bir suçlu gibi betimlenmesini bu bağlamda açıklar. Böylece krizin çözümü olan kurban eylemi kutsallaşır: topluluk, kurbanın ölümünü hem kutsal bir eylem hem de felaketlerin kaynağının yatıştırılması olarak görür. Bir başka deyişle, kurbanlaştırma mekanizması şiddetin “kontrollü biçimde” boşaltılması işlevini görür ve dolayısıyla kültürel ritüeller ve dinî yasalar bu mekanizmayı pekiştirir.
Girard’a göre bu mekanizma toplumsal düzenin temel kurumu haline gelmiştir. Sürekli tekrar edilen ritüel kurbanlar (hayvanî veya insanî) toplulukları felaketlere karşı arındırır ve kültürün sembolik yapısını oluşturur. Dinlerin ortaya çıkışı da bu mantığa dayanır: kurban edilen kişinin tanrılaştırılması, hem kaosu sona erdiren hem de gelecekteki felaketleri önleyen tinsel bir garanti sağlayarak sosyal bağları kuvvetlendirir. Ancak Girard’ın asıl iddiası, kültürün ve dinin kökeninde hep “katledilen masum bir kurbanın yattığı”dır. Bu çerçevede kolektif şiddetin ilk büyük sembolik düzeni, şiddeti sorumluluğu hiç olmayan birine yıkmak ve onu “kötü kader” olarak adlandırmaktır. Girard’a göre dinî törenler ve mitler bu “katliam hafızasını” sürekli olarak hatırlatıp toplumun şiddet döngüsünü yeniden üretir.
Kutsal Metinler ve Açığa Çıkış
Girard’ın en büyük tezlerinden biri, Eski ve Yeni Ahit’in özünde birer kurban karşıtı metinler olduğudur. Ona göre mitler ve kutsal kitaplar arasındaki temel fark, anlatının hangi perspektiften kurbanlaştırmayı aktardığında yatar. Mitlerde kurban edilen kişiler “suçlu” olarak gösterilirken, Kutsal Yazılar’da (özellikle İncil’de) günah keçisi konumundaki bireyler masumiyetleriyle ön plana çıkar. İncil hikâyeleri, kollektif nefretle öldürülmüş kimselerin adalet arayışını ve hak aranan kurban perspektifini yansıtır. Bir başka deyişle Girard, mitlerin “katilleri” öne çıkaran anlatılarına karşın Bibli’nin “katledilen masumu” merkeze aldığını vurgular. Örneğin İEP’te belirtildiği gibi, mitlerde topluca idam edilen kişiler “monströz suçlular” olarak resmedilirken İncil’de “haksızlığa uğramış ve acımasızca suçlanmış masumlar” olarak tasvir edilir. Bu yaklaşım, İsa’nın tutuklanması ve çarmıha gerilmesi öyküsünde en net biçimde gözlenir. Luka ve Matta İncil’inde, İsa’nın çevresindeki topluluk onu yargılamış, Petrus dahil tüm havariler de ondan uzaklaşmıştır. Buna rağmen İncil yazarları İsa’nın masumiyetine direnir; İsa’ya yüklenen suçlamalar (gösterdiği mucizeler, halkın yüksek beklentileri vs.) asla kabullenilmez. Sonuçta İsa, “Kurbanın Kuzusu” olarak tanıtılır ve tövbesiz suçsuz bir kurban olarak ölümü anlatılır. Girard’a göre bu durum, İncil’in önceki biblî anlatım zincirini tamamlamasıdır: İsa, eski devirden başlayıp peygamberlerin dile getirdiği kurban karşıtı eğilimleri nihai biçimde sonuçlandıran bir figürdür.
Eski Ahit metinleri Girard’a göre hâlâ “yolda giderken” yazılmıştır; yani kurban kültürünü kısmen sürdürse de, özellikle peygamberlik geleneğinde şiddetli kurban törenlerine itirazlar yükselir. Örneğin Hoşea peygamberin “Tanrım, kurban değil merhamet isterim” (Hoş. 6:6) demesi, kurbana dayalı şiddeti terk etme çağrısıdır. Girard’a göre bu tür anlatılar, toplumu “masum kurban fikri” ile tanıştırır; böylece orada bile adalet algısı yavaş yavaş değişmeye başlar. Ancak asıl dönüm noktası Yeni Ahit’te gerçekleşir. İsa’nın çarmıh hikâyesinde temel aksiyon tamamen değişmiştir: Bir çok kırılma anında masum bir birey kollektif bir öfkeye hedef seçilerek öldürülür, ancak bu anlatı “kurbanın masumiyeti” perspektifiyle aktarılır. Sonuçta Girard’ın deyişiyle İsa, “hiçbir kusur olmayan, ölüme götürülen Kurbanın Kuzusu” olarak sunulur. Bu, önceden mitlerde gizlenen toplumsal şiddet mekanizmasının açıkça görünür hâle geldiği anlardır: Birdenbire insanların korkunç eylemlerinin odağına masum bir kurban konmuştur. Girard’a göre İncil’in de esas mesajı budur; Eski Ahit’in başladığı süreci “tatminkar biçimde” tamamlar ve şiddet sarmalını, “Tevrat’ın ve İncil’in perspektifleri”yle tersine çevirir. Başka bir deyişle Hristiyan geleneğin getirdiği özgünlük, bu kurbanın bakış açısından şiddet döngüsünü ifşa etmek ve sona erdirmektir.
Nihayet Girard, İsa ahlakının bu sosyal mekanizmayı aşan ikinci bir boyuta da işaret ettiğini vurgular. Geleneksel olarak toplumu düzenlemeye çalışan “günah keçisi”ne başvurma yöntemi yerine, İsa “öteki yanağı da çevir” emriyle mücadelesizliğe ve affetmeye odaklanır. Tıpkı İncil yazarlarına göre İsa’nın bizzat masumluğu gibi, ahlaki olarak da şiddete karşı açık uçlu bir itirazdır; bu, kurbanlaştırmayı inatla tekrarlayarak değil, yalnızca şiddetten tamamen vazgeçerek barışı amaçlayan radikal bir çözümdür. Girard’ın bağlamında bu, “Tüm şiddet geri çekilirse…” prensibidir: Hristiyanlık, inananları kurban mitinden tamamen kurtaracak bir çağrı sunar. Bu çerçevede eserin dördüncü bölümünde kutsal metinlerin analizi, mimetik şiddet ve kurban mekanizmasının tarihteki yeri üzerine derinlemesine bir çözümlemedir.
Bilimsel Diyalog ve Psikiyatri Tartışmaları
Des choses cachées’ın en ayırt edici özelliklerinden biri, Girard’ın tezlerini tartışmak için bir diyalog formu tercih etmesidir. Kitap, ana hatlarıyla Girard ile psikiyatrist Jean-Michel Oughourlian ve Guy Lefort arasında gerçekleşen karşılıklı soru-cevap şeklinde düzenlenmiştir. Bu çerçevede, kuramsal fikirler hem savunulmuş hem de eleştirilmiş, psikolojik araştırmalar ışığında sınanmıştır. Özellikle Oughourlian ve Lefort’un katkılarıyla “interdüvijital” (interdividual) bir bakış açısı geliştirilmiştir. Bu kavram, tekil varlık anlayışının reddini ve insanın özünde sürekli ilişkiler ağı içinde tarif edilmesi gerektiğini vurgular. Oughourlian ve Lefort’a göre modern birey diye bir şey yoktur; her insan, zihinsel süreçleri ve arzuları aracısı olduğu “öteki”lerle kurduğu sürece bağlı olarak tanımlanır. Dolayısıyla psikanalitik ve nörobilimsel yaklaşımlardan esinlenen bu bakış, insanların düşünce ve davranışlarını bilimsel psikoloji boyutunda yeniden yorumlar. Interdüvijital yapı, mimetik arzunun etkinleştiği bir ilişki düzlemi olarak tanımlanır; yani bireyin iç dünyası aslında başka bir kişiyle paylaşılan ortak bir alan gibidir. Girard bu psikolojik içgörüyü kendi antropolojisine entegre ederek, şiddetin kaynağı olarak gördüğü kolektif mekanizmaları bireysel bilinç düzeyine indirger. Sonuçta kitapta psikanaliz, nörolojik araştırmalar ve sosyal psikoloji ortak bir çatı altında buluşur. Oughourlian ve Lefort ile yürütülen tartışmalarda, özellikle manik depresif ruh hallerinin, nevrozların ve diğer patolojilerin de taklit ilişkilerinden beslendiği tartışılmış, toplumsal kökenler psikolojik belirtilerle ilişkilendirilmiştir. Bu bağlamda Girard’ın çalışması, sosyal bilimler ile psikiyatri arasındaki diyaloğa yeni bir yön vermiştir.
Seküler Toplumda Şiddetin Dönüşümü
Girard’ın teorik çerçevesi sadece tarihsel toplumlara uygulanmaz; seküler modernitenin din-dışı şiddet biçimlerini de açıklamakta kullanılır. Girard’a göre Hristiyanlık gerçeği yayıldıkça geleneksel kurbanlaştırma ritüelleri geçerliliğini yitirmiştir. Bunun sonucunda toplumlar “şiddet kontrolünü sağlayan bir kurban sevk sistemi” olmaksızın yapay durdurma mekanizmaları aramıştır. Sonuçta modern dünya, kurbanlaştırmanın ortadan kalkmasıyla birlikte sadece kontrolsüz bir taklitçi rekabete kalmıştır. Bu durumu UnHerd yazarı Blake Smith şu sözlerle özetler: “Sekülerleşme bu uzlaşmayı ortadan kaldırır. Bu, dünyanın kıyametini hızlandırır; çünkü rekabeti sınırlayan toplumsal ritüeller sona ermiştir: ‘geriye sadece taklitçi rekabet kalır ve o da uç noktalara dek tırmanır.’ Dini, ayini, kısıtı ve limiti olmayan bir toplum… bireylerin giderek artan ölçüde kıskançlık ve düşmanlık spirallerinde birbirleriyle rekabet ettiği bir açıklıktır”. Bu durumda toplumsal düzen, eski ayinlerin yerine farklı “katehonlar”la (durdurucu güçler) sağlanmaya çalışılır (örneğin güçlü devletler, hakim yargı sistemleri, piyasa ekonomisi vs.). Ancak Girard’a göre bu toplumsal sönümlenme geçicidir ve gerçek krizleri çözmekten uzaktır.
Günümüz toplumlarında şiddet artık daha çok ideolojik ve sembolik biçimlerde dışa vurulur. Hedefe konulan “günah keçileri” artık inançlı kurbanlar değil, siyasi veya kültürel ötekilerdir. Bazıları bu durumu “kültürel linç” veya “sosyal medyada saldırgan linç” olarak tanımlar. Örneğin güncel literatürde, Girard’ın kavramları baz alınarak “cancel culture” analizi yapılmaktadır. “Punditler, medyadaki akımların mimetik yönlerini veya ‘linç kültürü’nde günah keçisi kılınmasını tartışırken Girard’ın kavramlarından faydalanıyor”. Bu tür analizlerde modern ideolojik linçleme, Girard’ın tanımladığı toplumsal kırılmaları taklitçi ve ateşleyen biçimde yansıtan bir süreç olarak yorumlanır. Özetle, Girard’ın bakış açısına göre sekülerleşmenin sonucu, eski ritüel şiddet dengeleyicilerinin yokluğunda ortaya çıkan doymak bilmez bir rekabet şiddetidir. Bu durum, ister politik düşmanlaştırma ister internet tacizi biçiminde olsun, temelinde hep benzeşen arzuların yarattığı kolektif panik ve dışlama eğilimini yansıtır.
Eleştiriler ve Tartışmalar
Girard’ın teorileri, hem yankı uyandırmış hem de çeşitli eleştirilere muhatap olmuştur. En yaygın eleştiriler, onun iddialarının aşırı genelleştirici ve ampirik olarak sınanamaz olması etrafında toplanır. Bazı düşünürler, Girard’ın kuramının “fazla iddialı” olduğunu, çok az sayıda edebi ve mitolojik örneği kullanarak insanlık tarihinin tüm evrimini açıklamaya çalıştığını belirtir. Örneğin IEP’te vurgulandığı üzere Girard, romantik romanlar gibi kurgu eserleri üzerinden geliştirdiği fikri bir anda genel bir antropolojiye dönüştürmüştür; bu durum bazen “çok fazla görüş”e yol açmakla eleştirilir. Ayrıca Girard’ın kuramının Paleolitik döneme ilişkin iddialarının doğruluğu sorgulanır. J. S. Mill ve Marx gibi bilim insanlarının aksine, Girard’ın varsaydığı köken sahnesi doğrudan gözlemlenemez ve arkeolojik kayıtlar bu kadar kesin bir gerçeği kanıtlamaz. Eleştirmenler, Girard’ın tezinin Popperci anlamda çürütülemez olduğunu da sıkça söyler: Uygun bir kurban veya imgesel bir mit seçilip Girard’a sunulduğunda, o her seferinde bunu kendi tezine uyacak şekilde yorumlayabilir. Böylece deneysel bilimlerin istedikleri gibi hipotez testi yapılamaz; negatif bir kanıt olması gereken (şiddetsiz ritüel) durumlarda bile Girard izlerin silindiğini öne sürerek tutumunu korur.
Metin çözümlemelerinde de eleştiriler vardır. Bazı akademisyenler, Girard’ın kutsal metinlere yaklaşımının taraflı olduğunu ileri sürer. Örneğin IEP yazısında belirtildiği gibi Girard, mitlerde şiddeti bulmakta çok iyi huylu çıkarken kutsal kitap metinlerindeki şiddet unsurlarına gözünü kapattığı iddia edilir. Buna göre, Girard kimi mitolojik ögeleri “zorla şiddetli” biçimde yorumlayabilir; aynı zamanda İncil’deki Yahudi topluluğa yönelik suçlamalarda (örneğin İsa’nın ölüme teslimi) daha sempatik ve masumiyetçi bir görüş benimsemektedir. Hatta bazı tarihçiler, Yahudi yaşantısına ilişkin eleştirilerin İncil’de abartılı yorumlandığını savunur. Başka bir eleştiri noktasında ise, Girard’ın İsa’yı “son masum kurban” olarak tanımlamasının, Hristiyanlığın kökeni için illa doğaüstü bir açıklama sunmadığı ifade edilir. Özetle, Girard’ın İncil vurgusu benzersizliği gösterse de bunun doğal-sosyolojik nedenlerle de açıklanabileceği, mutlak ilahi yoruma gerek olmadığı öne sürülür.
Bunlara ek olarak, Girard’ın kuramının güncel geçerliliği tartışmalıdır. Teorisi edebiyat, din ve kültür çalışmalarında geniş yankı uyandırmış olsa da, sosyal bilimciler arasında temkinli yaklaşanlar vardır. Bazıları, Girard’ın fikirlerinin postmodern tarih kesitlerinde geçerli olmayacağını, günümüz çok-etnili ve seküler bağlamlarda daha karmaşık güç ilişkilerini göz önüne alınması gerektiğini savunur. Bununla birlikte, eleştirmenler kadar savunucuları da mevcuttur: Girard’ın şiddet ve din ilişkisine dair yorumu, din sosyolojisi ve kültürel antropoloji için hâlâ zengin bir analiz çerçevesi sunmaktadır. Örneğin psikanaliz veya nörobilimle birleştirilen mimetik analizler, toplumsal kutuplaşma, ırkçılık, milliyetçilik gibi olguların çözümünde yeni bakış açıları getirmiştir. Dolayısıyla Girard’ın kuramı, eleştirilere rağmen çağdaş düşünürler tarafından değerlendirilmeye devam etmektedir.
Sonuç
René Girard’ın Des choses cachées adlı eseri, mimetik arzu ve kurbanlaştırma mekanizmalarını sentezleyerek kültürel şiddet teorisini sistematik bir biçimde sunar. Kitap, çok disiplinli bir perspektifle, toplumsal şiddetin kökenine inerek kültürel ve dinî yapıları anlama yönünde sıra dışı bir yaklaşım getirir. Girard’ın hipotezi, ister tarihöncesi toplumlar ister modern toplumlar olsun, her durumda toplumsal krizlerin bir kurban üzerinden düzene sokulduğu algısını vurgular. Eserde İsa figürü, insanlığa ithafen “son masum kurban” olarak sunulur; Girard’ın bakış açısında Hristiyanlık, bu mekanizmayı çözen bir açıklık fonksiyonu görür. Öte yandan, bu yorumlar hâlâ hem teorik hem pratik düzeyde tartışılmaktadır. Birçok araştırmacı Girard’ın genellemesinin sınırlarını sorgulamaya devam ederken, diğerleri onun önerdiği “şiddet ve arzu altyapısı”nın kültürel analiz için oluşturduğu yeni ufukları değerlendiriyor. Sonuç olarak Dünyanın Kuruluşundan Beri Gizli Kalmış Sırlar, hem Girard’ın entelektüel yolculuğunun bir özeti hem de kültür, şiddet ve din arasındaki karmaşık ilişkileri anlamada güçlü bir analiz imkânı sunması bakımından büyük önem taşır. Girard’ın kuramı, kültürel fenomenleri şiddet ekseni üzerinden değerlendirme potansiyeliyle, günümüzde hâlâ ilgi çeken bir çözümleme çerçevesi sağlamaktadır.
Kaynaklar (APA formatında)
- Faessler, M. (1978). Des choses cachées depuis la fondation du monde. Études théologiques et religieuses, 53(4), 565–574. DOI: 10.3406/ether.1978.2492.
- Girard, R. (1978). Des choses cachées depuis la fondation du monde. Grasset.
- Girard, R., Oughourlian, J.-M., & Lefort, G. (1987). Things Hidden since the Foundation of the World (S. Bann & M. Metteer, Çev.). Stanford University Press. (Orijinal çalışma 1978).
- Internet Encyclopedia of Philosophy. (t.y.). René Girard. Erişim: https://iep.utm.edu/girard/ (Erişim tarihi: Ağustos 2025).
- Mimetic Theory Project. (t.y.). Interdividuality. https://mimetictheory.com/interdividuality/.
- Smith, B. (2022, 1 Şubat). René Girard’s apocalypse is now: Tech bros don't realise he's a prophet of their decline. UnHerd. https://unherd.com/2022/02/rene-girards-apocalypse-is-now/.
Leave a Comment