Klasik Filoloji Seminerleri 3 Üzerine Akademik İnceleme


 

Kitabın Adı:
Klasik Filoloji Seminerleri  3 
Yazar             :
  

Çevirmen:
  
Sayfa:
245 
Sayfa:
138 
Cilt:
Ciltsiz 
Boyut:
13,5 X 21 
Son Baskı:
21 Ocak, 2016 
İlk Baskı:
21 Ocak, 2016 
Barkod:
9786051710914 
Kapak Tsr.:
Editör:
Ekin Öyken  
Kapak Türü:
Karton 
Yayın Dili:
Türkçe 
 
 
   
 
 
 
Orijinal Dili:

Orijinal Adı:




Klasik Filoloji Seminerleri 3 Üzerine Akademik İnceleme

Klasik Filoloji Seminerleri 3: Konu Başlıkları ve İnceleme

2016 yılında Alfa Yayınları tarafından yayımlanan Klasik Filoloji Seminerleri 3 kolektif çalışmasında Ekin Öyken editörlüğünde beş ayrı makale yer alır. Bu makalelerde, erken Hıristiyanlıkta manastır kurumunun doğuşu, Latin epigrafisinin kapsamı, Roma Cumhuriyeti dönemine ait sikkelerin tarihsel analizi, Anadolu’da Roma egemenliğine karşı isyan ve tepkiler ile Antik Yunan mitolojisinden Philoctetes miti ele alınmıştır. Aşağıda her konu başlığı altında ilgili makalenin sunduğu temel görüşler, bağlamlar ve kaynaklardaki yaklaşımlar özetlenmiştir.

Erken Hıristiyanlıkta Manastır Sisteminin Doğuşu

Ayça Tiryaki’nin makalesi, Hıristiyan manastırlarının başlangıcını Mısır çölündeki münzevi hareketlere bağlar. Yazar, 4. yüzyıl başında Aziz Antunios’un inziva hayatı sırasında etrafına toplanan müridler sayesinde Hıristiyan dünyasında ilk manastır cemaatinin oluştuğunu belirtir. Antunios, kuralların olmadığı, tamamen bireysel inzivanın öne çıktığı lavra tipi manastırın kurucusu sayılır. Ardından, Yukarı Mısır’da Pakhomios’un önderliğinde duvarlarla çevrili ortak yaşam birimi koinobion kurulur. Bu model, cemaatçi yaşamla batı manastır geleneklerinin temelini oluşturmuştur. Dolayısıyla Tiryaki’ye göre, erken dönemde Hıristiyanlıkta manastır eğilimi Batı’dan çok Mısır çöllerindeki münzeviliğe dayanır ve zamanla tekil inzivadan toplu manastır yaşantısına geçilmiştir. Bu çerçevede, Kutsal Yazanlar ve Kilise Babalarına dayanan yazılı kaynaklar da manastırların kutsal yaşam pratiğindeki önemine işaret eder.

Latin Epigrafisine Genel Bir Bakış

Mustafa Hamdi Sayar’ın yazısı Latin epigrafisini tanıtır. Epigrafi (yazıt bilimi), taş, metal, pişmiş toprak gibi kalıcı yüzeyler üzerine kazınmış eski yazıları inceler. Latince epigrafi, Roma İmparatorluğu’nun mirasıdır: Yüzyıllarca hükmettiği coğrafyalarda bırakılan Latince kitabelerden günümüzde yaklaşık 450.000 civarında belge bilinmektedir. Bu kitabeler, antik literatürde adı geçen olaylar için bağımsız kanıt sağlamakta, anıtsal yazıtlar, mezar taşları, mil taşları veya yazılı duvarlar biçiminde tarih ve günlük yaşam hakkında bilgi sunmaktadır. Hamdi Şahin’in tanımına göre Latince epigrafi, Roma uygarlığının sosyal, politik, ekonomik yapılarına ışık tutan ‘sessiz taşların sesi’ olma işlevini üstlenir. Epigrafi, Helen ve Latin dillerindeki yazıtlarla ilgilenen bir bilim dalıdır; bu bağlamda Roma Dönemi’nde kentlerin, tapınakların, mezarların üzerinde yer alan kitabeler tarihçiler için birincil kaynak işlevi görür. Sayar’ın anlattığı gibi, Türkiye’deki kazılarda ortaya çıkan Latince buluntular bu alana katkı sağlamaktadır; zira yazıtlarda tarihlemeler, kopyalama teknikleri ve edisyon kuralları ele alınarak Romalıların gündelik ve resmi yaşamı hakkında yeni çıkarımlar elde edilmektedir.

Roma Cumhuriyet Dönemi Sikkeleriyle Roma Tarihinin Okunması

Oğuz Tekin’in incelemesi, Roma Cumhuriyeti dönemine ait sikkelerin tarih ve propaganda açısından kullanımına odaklanır. Roma’da MÖ 3. yüzyıl sonlarında gümüş denarius’un tedavüle girmesiyle başlayan sikkeler, zamanla hem ekonomik araç hem de siyasal mesaj aracı haline gelmiştir. Sikke üstündeki tasvirler aracılığıyla tanrı ve kahraman görüntüleri, Roma ideolojisini yansıtır. Nitekim Roma İmparatorluğu anlayışına göre “sikkeler bile propaganda amaçlı olarak yapılır”; yöneticiler kendilerini simgesel motiflerle yüceltir. Özellikle Cumhuriyet sonlarında paranın üzerinde senatonun onayladığı kahraman aile kabartmaları veya tanrılar tasviri yaygındır. Bu ikonografik seçimler, sikke hiyerarşisini kullanan devlet adamlarının veya zengin sınıfın mesajlarını halka iletmiştir. Örneğin bir denarius’ta yer alan Mars veya Roma kurtarıcı figürü, Roma’nın askeri güç ve zafer geleneğini vurgular. Dolayısıyla Tekin’in çalışması, sikkelerin sadece ekonomik değer taşımadığını; aynı zamanda dönemin siyasal kimliğinin ve propaganda stratejisinin taşlara kazınmış birer belgesi olduğunu ortaya koyar. Bu bağlamda sikkeler, “seçilmiş bir anıt” işlevinde olup tarihçilere yazısız kanıtlar sunar.

Anadolu’da Roma Hakimiyeti: İsyanlar, Tepkiler, Huzursuzluklar

Gürkan Ergin’in çalışması, Roma’nın Anadolu’yu yönetmeye başladığı dönemden itibaren bölgede görülen isyan ve huzursuzlukları tarihsel bir süreç içinde ele alır. Anadolu, ilk bakışta Roma düzenine uyum sağlamış gibi görünse de çeşitli zamanlarda şiddetli toplumsal tepkilere sahne olmuştur. Örneğin MÖ 133’te Pergamon Kralı Attalos’un Roma’ya bağışladığı krallık sonrası patlak veren Eumenes III (Aristonius) isyanı, Anadolu’da Roma’nın egemenliğine ilk büyük meydan okumalardandır. Aristonius, o dönemin iki konsulunu yenen kısa süreli bir başarı sağlamış, ancak Marcus Perperna komutasındaki Roma ordusu 130’da isyanı bastırmıştır. Diğer yandan MÖ 88’de Pontus Kralı VI. Mithridates, Anadolu’da Romalılara karşı bir katliam örgütlemiş; yüz binleri bulan Roma ve İtalyan nüfusunu hedef alarak devasa bir halk ayaklanması başlatmıştır. Bu Asiatiska Vespers olarak bilinen olay, Sulla komutasındaki Roma güçleri tarafından kanlı savaşlarla sonlandırılmıştır. Ergin’in belirttiği gibi, Anadolu’daki bu tür isyanlar tekil vakalar değildir; coğrafyanın büyüklüğü ve çok kültürlü yapısı gereği, Kilikya korsanları, İsauria haydutları gibi çok çeşitli direniş biçimleri görülmüştür. Dolayısıyla Anadolu, batı eyaletlerden farklı olarak Roma iktidarına geniş ölçüde uyum sağlamak zorunda kalmış ancak zaman zaman bölgesel huzursuzluklar yaşamıştır. Ergin’in yorumu bu çeşitliliği ve Roma’nın aldığı önlemleri değerlendirir; Osman’ın Roma’nın sert önlemleri aracılığıyla bu huzursuzlukları nasıl kontrollü hale getirmeye çalıştığı araştırılır. Sonuç olarak, Anadolu’da Roma hakimiyeti uzun dönemde kademeli bir fetih süreciyle kurulurken, yerel halkın kültürel direnişi ve arasıra patlak veren isyanlar bu sürecin ayrılmaz bir parçasıdır.

Philoktetes’in Yarası

Sema Bulutsuz’un makalesi, Antik Yunan mitolojisinde bir kahraman olan Philoctetes’in yarası üzerinden kutsal ve çıplaklık temalarını ele alır. Sophokles’in trajedisine göre Philoctetes, Truva yolundayken ayağından yılan tarafından ısırılır ve oluşan irinli yara dayanılmaz bir koku salar. Bu yara, Tanrıça Khryse’nin kutsal tapınağına saygısızlık etmenin cezasıdır; çünkü Philoctetes ya bilinçli olarak kutsal bölgeyi keşfetmiş, ya da kazara kutsal alana girmiştir. Bulutsuz’un vurguladığı gibi, bu durum her iki sebep için de “kutsal olana yönelik saygısızlık” anlamına gelir. Dolayısıyla Philoctetes’in yaranın fiziki ve sembolik işlevi birbirine bağlıdır: “Kutsala saygısızlık yapan Philoctetes’in yarası hem vücudunu bozar, çürütür hem de kötü bir koku yayılmasını sağlar”. Bu cümle, oyundaki yarayı sadece bedensel bir işkence değil, aynı zamanda kutsal düzenin ihlaline karşı kozmik bir ceza olarak yorumlar. Makalede Bulutsuz, yaradaki pis koku ile ölüm ve arınma imgelerini bağdaştırarak antik Yunan düşüncesinde temizlik/pislik ve kutsallık/ayıklık ikilemine dikkat çeker. Sonuçta Philoctetes’in ıssız adada çığlıklar atarak ölümü beklemesi, tanrıların iradesine karşı gelen insanın kaderini gösteren alegorik bir anlama bürünür.

Sonuç

Klasik Filoloji Seminerleri 3 derlemesi, klasik dünyaya ait çok çeşitli konuları ustalıkla bir araya getirir. Tiryaki’nin çalışması erken Hristiyan manastırlarına dair tarihsel temelleri ortaya koyarken, Sayar Latin epigrafisinin kapsadığı devasa kaynak havuzunu vurgular. Tekin’in para tarihi analizi, maddi kültürü ve propaganda kullanımını ortaya çıkarır. Ergin’in incelemesi Anadolu özelindeki tarihî çatışma ve isyanları aydınlatır; Bulutsuz ise edebî bir mitin arkasındaki sembolik katmanları çözümler. Her bölüm, kendi disiplini içinde derinlemesine araştırmaya dayalı olup, ortak olarak eski metinler ve buluntular aracılığıyla antik döneme yeni bakış açıları sunar. Dolayısıyla bu derleme, baştan sona kapsamlı akademik bir çalışma mahiyetindedir. Elde edilen değerlendirmeler, antik tarih ve kültürün çeşitli yönlerini anlamada önemli katkılar sağlar.

Kaynakça (APA)

  • Tiryaki, H. A. (2007). Erken Hıristiyanlık döneminde manastır sisteminin doğuşu. Arkeoloji ve Sanat Tarihi Dergisi, 16(2), 49–65.
  • Şahin, H. (2020). Latin Epigrafisine Giriş (2. bası). Homer Kitabevi.
  • Bulutsuz, S. (2016). Philoktetes’in yarası. E. Öyken (Ed.), Klasik Filoloji Seminerleri 3 (s. 131–138). Alfa Yayınları.
  • Durugönül, S. (2022, 27 Temmuz). Propagandanın gücü ve Roma İmparatorluğu. Aktüel Arkeoloji. https://aktuelarkeoloji.com.tr/arkeoloji/propagandanin-gucu-ve-roma-imparatorlugu

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.