Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar: Fuad Köprülü’nün Tarihsel ve Edebi Yaklaşımı
Kitabın Adı:Mehmet Fuad Köprülü Külliyat 4 Türk Edebiyatında İlk MutasavvıflarYazar :Mehmet Fuad Köprülü
Sayfa:560 Cilt:Ciltsiz Boyut:14 X 21 Son Baskı:01 Haziran, 2023 İlk Baskı:16 Haziran, 2014 Barkod:9786051068763 Kapak Tsr.:Editör:Kapak Türü:Karton Yayın Dili:Türkçe Orijinal Dili:
Orijinal Adı:
Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar: Fuad Köprülü’nün Tarihsel ve Edebi Yaklaşımı
Giriş
Mehmet Fuad Köprülü’nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar (1918, yenilenmiş 1984) adlı eseri, Türk tasavvuf edebiyatı tarihine yeni bir bakış açısı kazandırmış klasik çalışmalar arasında sayılır. Bu monografide Köprülü, Ahmed Yesevî ve Anadolu’da gelişen halk tasavvuf edebiyatının öncüleri saydığı Yunus Emre üzerinden Türk mutasavvıflarını incelerken, dinî, kültürel ve edebî bağlamda detaylı bilgi aktarır. Çalışma, Yesevîlik ve Bektaşilik gibi tasavvufî hareketleri, tasavvufun Anadolu’daki yayılışını, ilk Türk mutasavvıfların yaşamları, eserleri ile düşünsel katkıları ve bu şahsiyetlerin halk edebiyatına etkilerini ele alır. Bu yazıda Köprülü’nün kitabı temel alınarak, söz konusu temalar ayrıntılı biçimde ele alınacak; ayrıca Köprülü’nün tarihsel yöntemi, kaynak kullanımı ve edebi analiz tarzı değerlendirilerek modern Türk edebiyatı araştırmalarına katkıları da ortaya konacaktır.
Tarihsel Bağlam
Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan Türk tarihinin İslamlaşma süreci, Anadolu’da tasavvufun yayılışında belirleyici bir rol oynamıştır. XI. yy’dan itibaren Selçuklu fetihleriyle Anadolu’ya giren Müslüman Türkler, İran, Irak ve Suriye kökenli tasavvufî gruplarla da temas etmiş; savaş ve göç yollarıyla birçok tarikat mensubu bölgeye gelmiştir. Malazgirt zaferi sonrası Anadolu’nun demografik yapısı Müslüman lehine değiştikçe, 13. yüzyılda tekke, dergâh ve zaviye gibi kurumlarla tasavvufî hareket hızla gelişmiş; kitleler arasında sufî eğitim ve irşad faaliyetleri yaygınlaşmıştır. Köprülü de, Anadolu’nun bu süreçte çok farklı etnik ve mezhebi grupların iç içe yaşadığı bir coğrafya olduğunu, dolayısıyla tasavvufî cereyanların da çok çeşitli biçimlerde ortaya çıktığını vurgular. Nitekim Yesevi örneğindeki gibi Orta Asya kökenli tarikatlar 13. yy’da Anadolu’ya yayılmış, ondan sonra Babailer isyanı gibi olaylar da heteredoks tasavvufî akımların oluşumuna zemin hazırlamıştır.
Ahmed Yesevî ve Yesevîlik Hareketi
Türk tasavvuf tarihinin en erken önemli şahsiyetlerinden biri Ahmed Yesevî (ö. 1166) sayılır. Köprülü’ye göre Yesevî, Türkistan’da Çimkent civarında Sayram kasabasında doğmuş; aile olarak Hz. Ali soyundan gelen bir tasavvuf geleneğine mensuptur. Doğum tarihi kesin olmamakla birlikte (yaklaşık 1093?), Yesevî’nin Hanefi muhaddis ve sûfî Şemsü’l-İslâm Yusuf Hemedânî’nin öğrencilerinden olduğu, dolayısıyla XI. yüzyılın ikinci yarısında yaşadığı kabul edilir. Köprülü, Yesevî’yi hem kendine özgü hikmet (ilâhî söyleyiş) tarzıyla, hem de Hanefi fıkıh ilminde derinleşmiş bir bilgin olarak tanımlar.
Ahmed Yesevî’nin kurduğu Yesevîlik tarikatı, tamamen Türk mahallesinde ortaya çıkan ilk büyük Türk sûfî örgütü olarak kabul edilir. Köprülü’nün belirttiği gibi Yesevîlik, öncelikle Orta Asya’da, Seyhun boylarında, Taşkent ve Doğu Türkistan çevresinde hızla yayıldı; Maveraünnehir ve Harezm sahalarında da etkin oldu (Köprülü, 1940: 213 vb.). Ancak 13. yüzyılda Nakşibendiliğin ön plana çıkmasıyla Yesevîlik’in Orta Asya’daki etkisi azalmış, etkileri daha çok Seyhun-Rumeli (Kırgız-Kıpçak bozkırları) ile sınırlı kalmıştır. Köprülü, Yesevîlik’in Anadolu’ya girişinin Moğol istilası sonrası, XIII. yüzyılda gerçekleştiğini yazar. Bu dönemde Horasan ve İran’dan Horasanlı dervişlerin göçüyle birlikte Yesevî şeyh ve dervişleri Anadolu’ya intikal etmiş, XIV. yüzyıla dek devam eden göç dalgaları görülmüştür. Osmanlı ve daha sonraki dönemlerde bile Evliya Çelebi’ye göre Azerbaycan ve Anadolu’da Yesevî tarikatının izleri canlı kalmış, Dersim yöresinde bazı Kürt aşiretleri bile kendilerini Ahmed Yesevî’nin yoluna mensup saymıştır. Ayrıca Köprülü, Yesevi öğretisinin XIII. yy’da Haydariyye tarikatı üzerinde, 13. yy’ın ikinci yarısında ise Anadolu’daki Babai ve Bektaşi hareketlerinin oluşumunda etkili olduğunu vurgular.
Ahmed Yesevî, Divân-ı Hikmet adlı eserinde Türkçe ilahiler, şiirler kaleme almış; sade dili ve halkın anlayabileceği halka yakın temalarıyla yörede kolayca benimsendi. Onun, Türk İslam tarihinde ilk halka ait sûfî şair olarak kabul edildiği ifade edilir. Bu yönüyle Yesevî, Doğu Türklerinin halk tasavvuf edebiyatının müjdecisi kabul edilirken, Batı Türklerinin büyük temsilcisi Yunus Emre ile yan yana anılır. Yesevî’nin öğretileri ve menkıbeleri, Anadolu’da özellikle Bektaşî kültürü içinde de yer aldı; Bektaşî ânanelerinde Yesevî’den söz edilirken, onun öğrencisi olduğu rivayet edilen Hacı Bektaş Veli figürüyle ilişkilendirilmiştir.
Hacı Bektaş-ı Velî ve Bektaşilik
Hacı Bektaş-ı Velî (13. yy sonu – 1271 civarı), Anadolu Alevi-Bektaşi geleneğinin sembol isimlerindendir. Geleneklere göre Horasan’da doğan Bektaş-ı Velî’nin Lokman Perende adlı bir mutasavvıfın öğrencisi olduğu ve zamanla Yesevî çevresiyle ilişkili hale geldiği anlatılır. Köprülü, ilk dönem çalışmalarında bu geleneğe itibar ederek Hacı Bektaş’ı Ahmed Yesevî’nin talebesi Lokman Perende’nin dervişi; hatta Yesevî’nin emriyle Anadolu’ya gönderilmiş bir irşad elçisi olarak tanımlamıştır. İlk dönem kayıtlarına göre Bektaş-ı Velî’nin kerametleri de bu çevreyle bağlantılı olarak aktarılır.
Ancak Köprülü, sonraki araştırmalarında bu görüşünü düzelterek Bektaşilik tarikatını Hacı Bektaş’ın kurmadığını, dolayısıyla Yesevilik ile Bektaşilik arasında organik bir bağ kurulamayacağını açıkça belirtir. Ona göre Hacı Bektaş, Osmanlı öncesi Anadolu’ya gelen birçok Yesevî dervişinden biri olabilir; ancak kendisinin bir tarikât kurduğu kanıtlanmamıştır. Hatta Bektaşilik geleneğinin kuruluş yıllarında yakındığı “haramları mübah gören zındıklar” gibi algı farklılıkları gösterdiği için tarikatın başlangıçta şeriat içinde kabul görmediğini vurgular. Bu nedenle Bektaşilik ve Yesevilik arasında gerçekte organik bir ilişkinin olmadığı sonucuna varır. Yine de Hacı Bektaş-ı Velî’nin popüler halk kültüründeki önemi büyüktür: Tekkesi (Pir Evi), semah formunda yapılan ‘ateşli danslar’, dili Türkçe olan ilahîler ve efsaneleri aracılığıyla Alevi-Bektaşi geleneğini şekillendirmiştir. Nitekim Köprülü’nün takipçileri, Bektaşiliğin Anadolu’da özellikle Osmanlı öncesi dönemde geniş etkisi olduğunu, Evliya Çelebi ve menkıbelerden anekdotlarla göstermektedir (örneğin Bektaşi nefeslerinde Hacı Bektaş ve müridleri hakkında çok sayıda hikâye bulunmaktadır).
Anadolu’da Tasavvufun Yayılışı
Anadolu’da İslam’ın kabulü ve Türk nüfusunun çoğalması sürecinde tasavvuf, dinî hayatın önemli bir parçası olmuştur. Daha 11. yüzyıldan itibaren Türk boylarının Malazgirt ve öncesi göçleriyle birlikte birçok sûfî Anadolu’ya gelmiş, dergâhlar kurmuştur. Anadolu Selçukluları döneminde (XI-XIII. yy), Gazneliler’den başlayan etkileşimlerden sonra tasavvufî kurumlar hızla gelişti. Köprülü de vurguladığı gibi, Anadolu’nun Ortaçağ’daki şehirlerinde farklı etnik ve mezhebi gruplar iç içe yaşamakta, burada Sünnî halklarla birlikte heterodoks tasavvufî hareketler de bulunmaktaydı.
XIII. yüzyıldan sonra ise Osmanlı Beyliği’nin kuruluş döneminde tasavvuf özellikle Ahi teşkilatları, Mevlevî, Bektaşî ve diğer tarikatlarla kurumsallaşmıştır. Tekke ve zaviyelerin sayısı artmış, buralarda tarikât erkânı ve günlük tasavvufî ritüeller işlevsel hâle gelmiştir. Öte yandan 13-14. yüzyıllardaki siyasi çalkantılar, Anadolu tasavvufundaki heteredoks akımları da beslemiştir; örneğin Babailer İsyanı’nın Alevî-Bektaşî öğretilerle ilişkisi, bu dönemdeki tasavvufî siyasetin önemli bir yanı olmuştur. Sonuçta Osmanlı öncesi ve erken Osmanlı dönemlerinde Anadolu’da çok sayıda önemli mutasavvıf yetişmiş, farklı tarikatlar (Nakşibendi, Kadiri, Geylani vb.) Anadolu’ya yerleşmiş; bu durum Hristiyan ve Müslüman topluluklar arasında kültürel etkileşimi de hızlandırmıştır.
İlk Türk Mutasavvıfların Hayatları, Eserleri ve Düşünsel Katkıları
Yunus Emre (ö. 1321) Anadolu’nun en ünlü halk mutasavvıfı ve şairidir. Kaynaklarda Bilecik veya Karaman yöresinde doğduğu geçer. Köprülü, Yunus’u “Batı Türklerinin en büyük ve en eski halk mutasavvıf şairi” olarak tanımlar. Yunus Emre, sade Türkçesi ve derin tasavvufî diliyle Anadolu halkını etkilemiş; gönül, aşk, ölünce dirileceğiz gibi temalarla kaleme aldığı ilahiler (Divan-ı Hikmet) halk şiirinin gelişmesinde mihenk taşları sayılır. Köprülü’nün ikinci cildinde Yunus Emre’nin menkıbî hayatı, şiirlerinin tasavvufi içerikleri ve Batı Türk edebiyatındaki etkisi kapsamlı biçimde incelenmiştir. Yunus’un eserleri, sonraki âşık ve ozan nesillerine yol göstermiş; Anadolu’da halk arasında yüzyıllar boyu söylenen pek çok nefes ve deyiş, onun eserlerinden esinlemiştir.
Kaygusuz Abdal adıyla anılan Aşık Paşa ve diğer Bektaşi ozanları gibi, Yunus’tan sonraki dönemde müellifleri çoğunlukla Bektaşi çevrelerden çıkan başka sûfî şairler de ortaya çıkmıştır. Köprülü’ye göre Yunus Emre’den sonra âşık edebiyatı (köy ozanı şiiri) gelişmiş, Yunus’un dil ve tema zenginliği, bu halk edebiyatı türünün oluşumuna dolaylı yoldan tesir etmiştir. Diğer taraftan Köprülü’nün bahsettiği ilk mutasavvıflar arasında Eşrefoğlu Rûmî (13-14. yy) gibi Mevlevî şairler de yer alır; ancak ağırlıkla halk mutasavvıfı tasnifinde yer alan Yesevi ve Yunus ön plana çıkmıştır. Genel olarak, bu ilk tasavvufî şahsiyetler hem Arapça-Farsça tasavvufî terminolojiyi Türkçeyle harmanlamış, hem de İslamî ilahiyatı Anadolu sosyal yapısına ve Türk inanç geleneklerine yakın bir üslupla yorumlamışlardır.
Halk Edebiyatına Etkileri
Ahmed Yesevî ve Yunus Emre, Türk halk edebiyatının şekillenmesinde benzersiz roller oynamıştır. Türkçe ilahiler yazmaları, bu eserlerin yüzyıllar boyunca halk arasında ezberlenip söylenmesine yol açmıştır. Örneğin Yesevî’nin Hikmetleri Kazak, Özbek, Türkistan ve Kırım’da yaygın okunan manzumelerini oluştururken; Yunus Emre’nin ilâhileri ve nefesleri Anadolu’nun her köşesine nüfuz etmiş, pek çok halk ozanı bundan beslenmiştir. Köprülü’nün ifadesiyle, doğu Türklerinde halk tasavvuf edebiyatının “müjdecisi ve en büyük mümessili” Yesevî, batı Türklerinde ise onun izinden giden en önemli halk şairi Yunus Emre olarak görülmüştür. Bu yaklaşım, “halk tasavvuf edebiyatı”nın doğu batı Türk coğrafyalarında ortak köklerden beslendiği tezine dayanmaktadır.
Bektaşi geleneğinde de bu şahsiyetler saygıyla anılmıştır. Bektaşilikte bazı nefes ve menkıbeler Ahmed Yesevî’den Hacı Bektaş’a doğru uzanan bir silsile şeklinde sunulur; örneğin Yesevî’nin halifelerinden olduğu söylenen Sarı Saltık gibi erenlerin hikâyeleri, hem Türkçe halk şairlerinin nazarında efsaneleştirilmiştir. Hacı Bektaş-ı Velî’nin yaşamı etrafında oluşan rivayetler, sonraki yüzyıllarda Alevi-Bektaşi derlemelerinde icra edilen nefes, semah ve sazlı söyleyişlerin kaynaklarından biri olmuştur. Özellikle kaygusuzluk, abdallık gibi temalar, hem Yunus emsalinde bir içsel melamet anlayışıyla hem de Hacı Bektaş’ın horasanî (takva yönelimli) tasavvuf anlayışıyla halkın sanatına işlenmiştir. Köprülü’nün İkinci Cildi’nde değindiği gibi, Yunus Emre’nin düşüncesi Osmanlı öncesi sözlü halk edebiyatı (âşık müziği ve halk şiiri) üzerinde de etkili olmuş, geniş bir coğrafyada benimsenen sözlü geleneğin temelini atmıştır. Bu açıdan, Ahmet Yesevî ve Yunus Emre, Anadolu halk kültürünün hem manevî hem de edebî iklimini biçimlendiren “millî velîler” olarak anılabilir.
Köprülü’nün Yaklaşımı ve Katkıları
Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar’ında bir edebiyat tarihi çalışmasının sınırlarını aşarak sosyo-kültürel analizlerle zenginleştirdiği bir “tarihî yöntem” uygulamıştır. Eserde meseleleri ele alış biçimi, hem menkıbevî rivayetlerden ve sözlü kaynaklardan hem de elyazması metinlerden yararlanmayı içerir. Yazara göre, Anadolu edebiyatının bütünlüklü olarak anlaşılması için Orta Asya kökenleriyle kesintisiz bir bağlantı kurulmalıdır. Bu doğrultuda Osmanlı dönemi kaynaklarından önceki malzemeler araştırılmış, Ahmed Yesevî ve Yunus Emre’ye ait dönemsiz menkıbeler üzerinde titiz eleştirel çalışmalar yapılmıştır. Örneğin eleştirel duyarlılıkla tarihlenmiş eserleri (Velâyetnâmeler, seyyah evrakı vb.) tarayarak ilk dönemlerde sözlü dolaşan rivayetleri belgelemeye çalışmıştır.
Köprülü’nün kaynak kullanımı, dönemin kısıtlı imkanlarına rağmen geniştir: Kütüphane ve müzeye dayanarak çok dilli (Arapça, Farsça, Türkçe) kaynakları karşılaştırmış; ayrıca dönemin halk şiirini de ihmal etmeyerek derlemelere atıflar yapmıştır. İncelenen konulara dair ek bilgileri dipnotlarında vermiş; 3. baskıda daha önce yayımlanmayan yazı ve eserlerden ilavelerle eseri güncellemiştir. Köprülü, toplumsal tarih perspektifiyle de ilgi çekmiştir: Mutasavvıfların sadece bireysel hallerini değil, yaşadıkları coğrafyanın siyasi durumu, ticari yollar, göçler ve sosyo-ekonomik unsurlar çerçevesinde tasvir eder. Böylece Ahmed Yesevî’nin menkıbesine Horasan’dan Anadolu’ya uzanan bir hoşgörü ve irşat politikasının parçası olarak bakılmasını sağlamıştır.
Bu metodolojik yaklaşım, Türk tasavvuf tarihi yazıcılığında bir dönüm noktası olarak değerlendirilir. Köprülü’nün ortaya koyduğu “Halk Tasavvuf Edebiyatı” kavramı ve İslam öncesi Türk edebiyatını da tartışmaya açan geniş çerçevesi, sonraki araştırmalar için ufuk açıcı olmuştur. İlerleyen yıllarda bu eser çeşitli yönleriyle eleştirilse de, özellikle Osmanlı öncesi dönemi hedefleyen araştırmacılar Köprülü’nün kullandığı kaynak seçimi, sosyolojik gözlem ve keskin tahlilleri ile metodunu hâlâ değerli bulmaktadır. Köprülü de, ileride ortaya çıkan yeni belgeler ışığında kendi görüşlerini revize etmeye açık olduğunu, “tesbitlerimin yeni vesikalarla kuvvetlenmesi beni sevindirir” diyerek belirtmiştir. Eserin sonunda kapsamlı bir bibliyografya, kaynakça ve kişisel isimler dizini bulunması, araştırmacılar için rehber niteliğindedir.
Sonuç olarak, Köprülü’nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar eseri, hem içerik hem yöntem bakımından modern Türk edebiyatı ve tasavvuf araştırmalarına önemli katkılar yapmıştır. Eser, Ahmed Yesevî’den Yunus Emre’ye uzanan halk tasavvuf edebiyatı geleneğinin temel taşlarını belgeleyip yorumlarken, Türk kültürel kimliğinin şekillenmesine dair fikirler de önermiştir. Günümüzde eser birçok yönden yeniden eleştirilse de Köprülü’nün tarihi perspektifi, kaynakları ele alış biçimi ve edebi analizinin derinliği, Türk edebiyatı incelemelerine yaptığı temel katkılar olarak hâlâ kabul edilmektedir.
Sonuç
Mehmet Fuad Köprülü’nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı yapıtı, Ahmed Yesevî ve Yunus Emre merkezli inceleme yaklaşımıyla halk tasavvuf edebiyatının köklerini sistematik biçimde ortaya koymuştur. Kitapta Yesevîlik ve Bektaşilik gibi hareketler ile Anadolu’daki tasavvufî gelişmeler ayrıntılıca irdelenmiş; ilk büyük Türk mutasavvıfların hayatları, eserleri ve düşünceleri bütünlüklü şekilde ele alınmıştır. Yesevî’nin Hanefi-Sûfî geleneği, Bektaş-ı Velî’nin Bektaşîlik ilişkisi, tasavvufun Anadolu’daki yayılış dinamikleri ile bu sûfîlerin halk edebiyatına yansımaları, Köprülü’nün tarihsel metoduyla ele alınan temel konular arasındadır. Bu süreçte Köprülü, çağdaş kaynaklar ve sonraki bulgularla kendi tezlerini yenileyecek esnekliği göstermiş; aynı zamanda orijinal metodu ve kapsamlı kaynak taramasıyla Türk tasavvuf araştırmalarına öncü bir model sunmuştur. Sonuç olarak, eserin akademik değeri, hem tasavvuf tarihinin hem de Türk edebiyatı tarihinin anlaşılmasına yaptığı katkılarla güncelliğini korumaktadır.
Kaynakça
- Açıkgöz, R. (2018). XI.-XIII. Yüzyıllarda Anadolu’da Tasavvufun Yayılışını Kolaylaştıran Başlıca Etkenler (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya.
- Karakök, T. (2016). Türk Edebiyatında Bir Mutasavvıf: Ahmed Yesevi ve Yesevilik (M. Fuad Köprülü’ye Göre). Kesit Akademi Dergisi, 4, 175–184.
- Kaplan, D. (2003). Fuat Köprülü’ye Göre Anadolu Aleviliği ve Bektaşilik. Marife Dergisi, 11, 7–13.
- Kılıç, R. (2006). Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar veya Orta Asya-Anadolu Popüler Sûfîliğinin Temelleri: Meseleler ve Yaklaşımlar. Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, 3(4), 66–76.
- Köprülü, M. F. (1984). Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar (3. basım). Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Leave a Comment