Pina Cabral’ın 'Dünya: Antropolojik Bir İnceleme' Adlı Eseri Üzerine Akademik İnceleme
Çevirmen : Recep Yılmaz
ISBN : 9786258096392
Barkod : 9786258096392
Sayfa : 280
Cilt : Karton
Boyut : 13,5 X 19,5
İlk Basım : 18.Kas.2022
Son Basım : 18.Kas.2022
Pina Cabral’ın 'Dünya: Antropolojik Bir İnceleme' Adlı Eseri Üzerine Akademik İnceleme
Pina Cabral’ın “Dünya – Antropolojik Bir İnceleme” Üzerine Derinlikli Bir İnceleme
Giriş
João de Pina Cabral, Porto doğumlu seçkin bir Portekiz antropoloğu olarak bilinir. Uzun yıllar boyunca Portekiz köy toplulukları ve Güney Çin (Macau, Hong Kong) ile NE Brezilya gibi alanlarda etnografik çalışmalar yürütmüş olan Cabral, 2017 yılında çıkardığı World: An Anthropological Examination adlı eserinde (Türkçesiyle Dünya – Antropolojik Bir İnceleme) antropolojinin temel kavramlarını mercek altına alır. Kitap, “dünya” kavramına ilişkin yaygın anlamlarımızı sorgulayarak, insan ve dünya arasındaki ilişkinin etnografik incelemeye nasıl temel oluşturduğunu irdeler. Cabral’ın amacı, son yirmi yıldaki teorik dönüşümleri değerlendirerek, insanı ve dünyayı açıklamada sosyosantrik ve temsilci yaklaşımların ötesinde yeni bir antropoloji geliştirmektir. Yazar, kendi kapsamlı saha deneyimlerini (Portekiz’in kuzeyinde kırsal köyler, Çin’in güneyinde Avrasyalı topluluklar, Brezilya’nın kuzeydoğusunda isimlendirme sistemleri vb.) temel alarak, antropolojinin bugünkü sorunlarına teorik yanıtlar önerir. Bu incelemede Cabral’ın kitabının ana temaları – dünyaya bakış, ontolojik dönüş, öznellik ve epistemoloji, antropolojik yazım ve etik – detaylı biçimde ele alınacak, kuramsal katkıları ve eleştirileri tartışılacaktır.
Ontolojik Dönüş ve Cabral’ın Pozisyonu
Son yıllarda antropolojide “ontolojik dönüş” olarak adlandırılan akım, farklı kültürlerdeki gerçeklik anlayışlarını ve dünyaları yeniden vurgulamıştır. Bu yaklaşıma göre, her toplum kendine özgü bir ontolojiye, yani varlığın temel doğasına sahiptir; bu da “çoklu dünyalar” fikrini beraberinde getirir. Pina Cabral bu durumu şöyle özetler: ontolojik dönüş “çoğul dünya anlayışı” olarak sunulur; farklı dünyaların birbirleriyle “ontolojik açıdan denklem dışı” olduğunu varsayar. Diğer bir deyişle, geleneksel sosyolojik bakışları aşarak animizm, kozmoloji ve mistisizmi yeniden canlandırır. Cabral ise bu yaklaşımla hemfikir değildir. O, antropolojinin pratiği gereği tek bir ontolojiyi önermesi gerektiğini savunur. Cabral’a göre, çoğulcu dünya anlayışı ile dünyayı animizmaya dönüştürme eğilimleri arasında ikilem vardır ve ikisi de antropolojinin temel varsayımıyla çelişir; antropologların “tek bir ontoloji” önermesi gerekir. Bu bakış açısı, Donald Davidson gibi filozofların “anomalik monizm” fikrine benzer şekilde, dünyayı birleştirici temelde ele almayı gerektirir.
Cabral’ın pozisyonunu daha iyi kavramak için diğer düşünürlerle kıyaslayalım:
- Roy Wagner: Amerikalı antropolog Wagner, The Invention of Culture (1975) adlı eserinde ünlü biçimde “insan kendi gerçekliklerini icat eder” demiştir. Cabral, bu yaklaşımı “tehlikeli bir genellik” olarak nitelendirir; çünkü Wagner’in tespiti bir yandan doğruluk payı taşısa da, bu ifade insanlığın ortak bir dünyayı paylaştığı gerçeğini göz ardı eder. Ona göre, varlık ve iletişimümüz büyük ölçüde herkesin içinde bulunduğu ortak bir dünyaya dayanmaktadır. Yani Cabral, Wagner’in aşırı öznellik vurgusunun yerine, insan deneyimini kuran genel ve paylaşılan çerçeveyi önceliklendirir.
- Eduardo Viveiros de Castro: Brezilyalı antropolog Viveiros de Castro, Amazon yerlilerinin perspektivizmini (veya “kannibal metafiziği”ni) savunur. Ona göre, “Amerindian” düşünce sistemlerinde, insanlar ve diğer varlık türleri farklı ruhani bakış açılarına sahiptir; bu da her kültürün temelde başka bir dünya yarattığı anlamına gelebilir. Cabral ise bu çoklu-dünya fikrini yanlış bulur. O, Davidson’dan hareketle yalnızca tek bir varlık düzlemi olduğunu, farklı kültürlerin gerçeklik tasavvurlarını anlamlı kılanın bu ortak dünyaya dair farklı tasvir ve açıklamalar olduğunu vurgular. Viveiros de Castro’nun çoklu-coğrafya önerisine tepki olarak, Cabral bilgi düzeyinde farklılık olsa bile dünyayı bütüncül bir şekilde ele almanın bilimsel bir zorunluluk olduğunu savunur.
- Marilyn Strathern: İngiliz antropolog Strathern, Fraktal kişiler ve “bölünebilir benlik” kavramlarıyla bilinir. O, insanı bölünebilir parçalar halinde gören bir bakış açısıyla, bir kişinin kendini başkalarının parçası olarak sürekli olarak yeniden ürettiğini gösterir. Cabral da bu yaklaşıma yakın durur: Kitabında Strathern’ın “bölünmüş kişi (dividual person)” kavramını, bütünlükten çok ilişkiler ağı içinde var olan öznelliği anlamada kullanır. Ona göre, “kişiler çoklu ve ilişkisel olarak oluşur; tüm bireysellik ancak göreli bir evrensellik taşır”. Bu noktada Strathern’la örtüşen Cabral, bireyselliğin sürekli yeni ilişkilerle yeniden kurulmasını vurgular. Ancak yine de, tüm bu karşılaşmaların tek bir ontolojik zeminde gerçekleştiğini ve kurgulanmış bir homojen dünya varsayılamayacağını savunur.
Özetle, Cabral ontolojik dönüş konusundaki duruşunu “tek dünya gerçekliği” şeklinde özetler. Wagner’in “herkes kendi dünyasını inşa eder” tavrına, varlığımızı kuran ortak zeminin reddi olarak karşı çıkar. Viveiros de Castro’nun çoklu doğalar metafiziğine, Davidson’ın da desteklediği bir ontolojik monizm argümanıyla (sadece tek bir dünya vardır) karşı durur. Strathern’ın partible (bölünür) kişi önerisine gelince, Cabral bunu benimser; ancak bu parçalanmanın bile tek bir toplumsal-cosmolojik çerçeve içinde gerçekleştiğini vurgular. Bu açıdan Cabral, Ontolojik Dönüş’ün aşırılıklarına (mutlak çoğulculuk ya da mutlak yeniden canlandırma) karşı gerçekçi ve soyutlamacı bir yaklaşım getirir.
Dünya Kavramı
Cabral’a göre “dünya” salt soyut bir kavram değil, insanların yaşamsal ve ön-felsefi bir varsayımıdır. Cabral, antropologlar için doğru sorunun “Dünya var mı?” değil “Hangi dünyayı yaşıyoruz?” olduğunu belirtir. Kitabın başında, Cabral Wittgenstein’dan ilhamla, her insanın dünya ile etkileşim içinde olduğunu vurgular: Etnografların uğraştığı kişilerin hepsi kendilerince bir dünyada yaşar; insanlar dünyayı hazır bir zemin olarak kabul ederek yaşarlar. Bu bağlamda Cabral, insanların dünyada “araya”, “ortaya” (in media res) doğduklarını, başlangıç ve bitişleri kavramadan içinde bulunduklarını belirtir. Kısacası antropologlar dünyayı reddedemez; onlara göre dünya, insan topluluklarının söylem ve eylemlerine temel olan bir kabuldür. Cabral, Kant sonrası tarihsel bir perspektifle de insan deneyiminin daima bu “orta-alan”da gerçekleştiğini savunur.
Bu yaklaşım, Batılı evrenselcilik ve yerel kozmolojiler tartışmalarına da yeni bir açı kazandırır. Cabral’ın bakışına göre, evrenselcilik gibi tüm insanlığın ortak bir dünya görüşünü savunan yaklaşımlarla, aşırı kültürelcilik gibi her kültüre ayrı bir dünya atfeden yaklaşımlar arasındaki ikilemi (her şey ya da hiçbir şey yanılgısını) aşmak gerekir. O, antropolojiyi tek bir ontolojiye dayandırdığından, farklı kültürlerin dünyanın farklı yönlerini algılaması ayrı ayrı dünyalar yerine ortak bir dünyayı farklı şekillerde yorumlamaktır. Cabral’a göre dünya bizim mevcudiyetimizi önceleyen bir çerçevedir: “dünya bizi olduğu kadar hepimizi de sınırlar” ve ondan kaçış yoktur. Öte yandan dünya aynı zamanda bir açıklıktır; sözcükler ile dünya arasındaki belirsizliklerle sık sık karşılaşırız. Genel olarak, Cabral “dünya formasyonunu” öne çıkarır: kişilerin dünyayı inşa eden varlıklar olduğunu söyler.
Bu nedenle Cabral, antropolojide yerelin önemini reddetmez ama ona yeniden yorum getirir. İnsanların yerel coğrafyalarında geliştirdikleri mitsel ve ritüel düzenlemeler, evrensel bir dünya gerçeği üzerindeki farklı görünüm ve anlamlandırmalar olarak ele alınır. Yazar, dünyayı tek ve paylaşılan kabul etmekle birlikte, her toplumun bu dünyayı kendine özgü biçim ve işlevlerle şekillendirdiğini vurgular. Böylece “küresel” ile “yerel” arasındaki gerilimi aşmaya çalışır: dünyaya ilişkin farklı kültürel perspektifler bulunmasına rağmen, onların tamamı aynı genel gerçekliği betimler.
Öznellik ve Epistemoloji
Cabral’a göre insan düşüncesi ve bilginin özü öznellikten çok ilişkisellikte yatar. İnsanın öznel zihninden çok, başkalarıyla paylaşılan eylem ve niyet (intersubjectivity) yoluyla kişiliğinin biçimlendiğini vurgular. Bunu desteklemek için gelişim psikolojisi ve bilişsel bilimlerin verilerini kullanır. Örneğin, D. W. Winnicott gibi psikologlara atfen, bebekler temel olarak başkalarıyla etkileşim içinde ortaya çıkar; sırf “öznel içsel algı” değil, paylaşılan iletişimle insan tahayyülü gelişir. Cabral, birincil öznellik (primary intersubjectivity) kavramına işaret ederek, bebeğin ilk aylarda anne gibi yakın çevresiyle doğrudan etkileşim içinde olduğunu; bu sürecin, çocuğun dünyayı ilk algılayışı ve özbenlik duygusunun temelini oluşturduğunu belirtir. Ona göre bebek, çevresindeki bakıcıların dünyasına dahil edilir (alterosepsiyon), ve bu paylaşılan niyetlilik sayesinde kendini ötekinin parçası olarak deneyimler. Cabral bunun sonucunda “birincil öznellik, ikincil öznellikten önce gelir” der. Yani öznellik bizde belirginleşmeden önce başkalarıyla kurulan temel bağlantılar vardır. Bu süreçte çocuk, başkalarının anlam dünyasını paylaştıkça kendi benliğini ve düşünme yetisini oluşturur.
Aynı çizgide, Cabral Quine’dan aktarılan “yorumlayıcı hayırseverlik (interpretive charity)” ilkesini anımsatır: İnsanlar iletişimde birbirlerinin mantığını ve niyetini esas alarak davranır; bu nedenle bilgi üretimi deima beraberlik temelinde şekillenir. Etkileşim kurulduğunda, karşımızdaki kişinin de bizim gibi anlamlı olduğu varsayılır; başka bir deyişle, ötekini anlama çabası antropolojik etkinliğin merkezindedir. Bu mantık sonucunda Cabral, “Öznellik bir tercih değil, gerçekleşen bir olgudur” der. Yani öznel benlik, başkalarıyla kurulan ilişki ve ortak katılım sürecinde otomatik olarak ortaya çıkar; biz farkında olmadan dünyayı paylaştığımız kişilerin deneyimlerini de içeren bir bilinç inşa ederiz.
Epistemolojik açıdan Cabral, bilginin tamamen zihinsel temsiller aracılığıyla oluşmadığını savunur. O, çocukların dünyayı ve dili öğrendikçe, kendi öz-bilinçlerinin de temellendiğini vurgular. Bu yaklaşımıyla Cabral, referanslarına dayanarak modern insanın “bildikleriyle var olan” bir varlık olduğunu ileri sürer; nesnel gerçekliğe dair kategorileri zaman içinde oluştururuz. Sonuçta, Cabral’ın epistemolojisi, deneyimin paylaşıldığı ve kültürel olarak inşa edildiği bir bilgi anlayışıdır. Özetle, Cabral’a göre antropologlar “bilgi elde eden bağımsız gözlemci” değil, bir araya gelerek ve ilişkiler kurarak dünyayı anlamlandıran süreçler içindedir. Gözlemcinin yerelliği (türlerin arası iletişimden bebeklerin ebeveynleriyle etkileşimine kadar) bilginin kaçınılmaz koşuludur.
Antropolojik Yazı ve Etik
Pina Cabral antropolojik yazımı da yeniden tanımlar. Ona göre etnografik metin yalnızca zihinsel temsilleri yansıtmaz; aksine, insanların dünyalarını nasıl somutlaştırdıklarını açığa vurur. Cabral’ın ifadesiyle, “etnograf yazımı, insanların dünyasını nasıl şekillendirdiklerinin soyutlamasını önermekle” ilgilidir. Başka bir deyişle, antropologun görevi, ev sahiplerinin evlerinden ritüellerine; dillerinden yollarına dek, insan eylemlerinin dünyada bıraktığı kalıpları belirginleştirmektir. Bu bağlamda kabın içine kapanmış veya temsillerle sınırlı bir zihin modeli yerine, insan davranışının fiziksel ve toplumsal tezahürlerine odaklanılır. Metin, bir dünya betimlemesinden çok, o dünyanın iç yüzünü düzenleyen düzeneklerin kuramsal çözümlemesi olarak ele alınır. Cabral’a göre bu, zihinsel imgeleri temsil etmeye çalışmaktan ziyade, çevredeki nesne ve sembollerin ardındaki toplumsal yapıyı ve olasılıkları açığa çıkarma demektir.
Etnografik temsil sorununa gelince, Cabral geçmişin temsilci antropoloji kalıplarına karşı uyarır. Dönemsel antropolojide yaygın olan “insanlar içsel sembollerle düşünür” anlayışının yanıltıcı olduğunu söyler; zihinsel temsilleri temel alan felsefi varsayımlar yetersiz kalmıştır. Bu noktada, entelektüel tarih içerisinde “representasyon” kavramının sınırlılıklarını tartışan Cabral, kültür ve akıl üzerine klasik varsayımlar yerine, bedensel ve toplumsal süreçler üzerinden bir perspektif önerir. Örneğin Maurice Merleau-Ponty ve Lev Vygotsky gibi isimlerin de yardımıyla, dünyanın somut eşyalar ve eylemlerle deneyimlendiğini savunur. Böylelikle etnografik yazımda öznel temsilden çok toplumsal etkileşim ve katılım vurgulanır.
Cabral’ın etik duruşu ise öznel benliğin inşasıyla doğrudan ilgilidir. Kişisel varoluşun diğerleriyle kesintisiz ilişkiler ağı içinde şekillendiğini hatırlatır: “Kişinin bileşiklik ve belirsizlik durumu etik ve politikanın kaynağıdır” der. Her kişi kendini başkalarının “öteki”sinde keşfeder; öznel düşünce ancak bu üçüncü taraf etkisiyle mümkün olur. Bu, antropolog açısından önemli bir sonuç doğurur: Oto-etnografik veya saf temsilci bir tavır yerine, öznelerin birbirlerine duydukları karşılıklı sorumluluk temel alınmalıdır. Cabral’ın yazısında, etnografenin sorumluluğu, bireyleri tekil birer öz olarak sunmak yerine onların toplumsal bağlantılarını ve çoklu kimliklerini olduğu gibi aktarmaktır. Temsildeki çarpıtmaları ve kültürel anlamlardaki indirgemeciliği önlemek için, anthropolog sürekli olarak muhataplarının öznelliğini “diğerinin gözüyle” anlamaya çabalar. Sonuçta, Cabral antropolojik yazının kendini “dünya biçimlendirme” biçemiyle sınırlı tutturmaması gerektiğini, bunun etik bir zorunluluk olduğunu vurgular.
Sonuç
João de Pina Cabral’ın *“Dünya – Antropolojik Bir İnceleme”*si, güncel antropolojik tartışmalara önemli katkılar sunar. Cabral, antropolojinin tekil Dünya’ya mı yoksa çoklu Dünyalar’a mı dayandığı sorusunu yeniden gündeme getirmiştir. Eser, ontolojinin çoğulculuğu ile insanı merkeze alan antropolojinin geleneksel sınırları arasında ilerleyerek yeni bir kuramsal sentez önerir. Kitap, kişilik ve toplumsallık kavramları etrafında bir insanlık durumu tezi inşa eder ve imgelemin, inançların, vicdani değerlerin temellerini sorgular. Eleştirmenler Pina Cabral’ın çalışmasını, antropolojinin eski- yeni sorularını “baştan aşağı” tartışan nadir bir kuramsal dönüm noktası olarak nitelemiştir. Örneğin Joel Robbins, bu kitabı “antropolojik düşüncenin temel sorularına dayanan gerçek bir teorik başyapıt” olarak tanımlar. Ana-Christine Taylor ise sorar: “Çok dünya mı, tek dünya mı? Kişiler nelerdir, nasıl oluşurlar? İnanışların temelinde ne vardır?” gibi sorulara çığır açıcı cevaplar üretildiğini vurgular. Signe Howell da Cabral’ın eserinin “her şey ya da hiçbir şey” yanılgısını aşmak için yazıldığını, teori odaklı olmasına rağmen etnografik pratiğin merkeziliğini yeniden hatırlattığını belirtir. Bu bağlamda Dünya, ontoloji ve epistemoloji tartışmalarında yeni perspektifler ortaya koyması nedeniyle modern antropoloji literatüründe şimdiden temel bir metin sayılmaktadır.
Buna karşın, Cabral’ın yaklaşımı bazı antropologlarca soyut ve kapsamlı bulunabilir. Kendisi de kitabın bazı bölümlerindeki dili “soyutlayıcı” olarak nitelemiştir ve bunun pek çok antropolog için rahatsız edici olabileceğini kabul eder. Ancak Cabral’a göre bu soyutlama, antropolojinin dogmatik tavrını kırmak ve disiplinin ataletini aşmak için gereklidir. Sonuçta Dünya – Antropolojik Bir İnceleme, antropoloji teorisine geniş bir çerçeve kazandıran, insan-dünya ilişkisinin altını çizen ve araştırma etiğine yeni bir vurgu getiren zengin bir eser olarak öne çıkar. Yazarın önerdiği “ortak dünya ontolojisi”, insanın öznelliğini sosyal bağlamdan koparmayan bir temsiliyet anlayışıyla birleştiğinde, antropolojiyi daha bütüncül ve kapsayıcı bir disiplin haline getirme potansiyeli taşır.
Kaynakça
Pina-Cabral, J. de (2017). World: An Anthropological Examination. Hau Books (Malinowski Monographs).
University of Chicago Press. (2016). World: An Anthropological Examination. Erişim: https://press.uchicago.edu/ucp/books/book/distributed/W/bo25470772.html
University of Kent. (2021). Professor Joao de Pina-Cabral. Erişim: https://www.kent.ac.uk/anthropology-conservation/people/552/pina-cabral-joao-de
Leave a Comment