Yusuf Akçura’nın Şark Meselesi Üzerine Görüşleri ve Erken Türk Milliyetçiliği ile İlişkisi
Şark Meselesine Dairve eski "Şuray-ı Ümmet"te çıkan makalelerimden
Yusuf Akçura’nın Şark Meselesi Üzerine Görüşleri ve Erken Türk Milliyetçiliği ile İlişkisi
Giriş: Yusuf Akçura’nın siyasi ve entelektüel portresi
Yusuf Akçura (1876–1935), Osmanlı-Türk düşünce hayatının önde gelen entelektüellerinden biridir. Kırım Tatarı kökenli bir aileden gelen Akçura, Rusya’da aldığı eğitim sonrası Paris’e kaçmış, II. Meşrutiyet döneminde “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı makalesiyle Türk milliyetçiliği düşüncesini ilk kez sistematik olarak dile getirmiştir. İdeolojisinde demokratik unsurları vurgulamış, “Demokratik Türkçülük” kavramını öne çıkarmıştır. Osmanlıcılık ve İslamcılıktan koparak Türklük fikrini temel alan Akçura, Türk Yurdu ve Türk Ocağı gibi kuruluşlarda etkin rol oynamış, Milli Mücadele’de ise TBMM’de milletvekili ve Hariciye Vekâleti’nde başkatip olarak görev almıştır. Yurtseverliği ve tarihî bilinç vurgusuyla, Osmanlı’nın dağılma sürecini Türkler açısından ele almış; hem siyasi hem de tarihi yazılarıyla etkili olmuştur. Bu incelemede, Akçura’nın Şark Meselesine Dair ve eski Şûrâ-yı Ümmet’te yayımlanan makalelerinden hareketle onun entelektüel portresi çizilecektir.
Şark Meselesi’nin tarihsel gelişimi ve Avrupa diplomasisindeki yeri
“Şark Meselesi” terimi, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamasıyla ortaya çıkan toprak paylaşım kavgasını ifade eder. Bu diplomatik sorun, Osmanlı’nın Avrupa ve Ortadoğu’daki geniş topraklarının büyük güçler arasında paylaşılma rekabeti olarak tanımlanmıştır. Özellikle 19. yüzyılda Yunan İsyanı (1821–29), Kırım Savaşı (1853–56), 1875–78 Balkan Krizi, 1908 Bosna Krizi ve 1912–13 Balkan Savaşları gibi olaylar sırasında Şark Meselesi yeniden gündeme gelmiştir. Örneğin Britannica Ansiklopedisi’ne göre “Şark Meselesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasının yol açtığı diplomatik problemdir” ve Osmanlı topraklarındaki her iç çatışma, büyük güçlerin çıkar çatışmalarına dönüşmüştür. 19. yüzyılda süren bu süreçte Osmanlı’nın Balkan ve Levant toprakları bağımsız devletlere dönmüş, İngiltere Kıbrıs’ı (1878) ve Mısır’ı (1882) ilhak etmiş; Fransa Suriye ve Lübnan’ı eline geçirmiştir. Türkiye ise Sevr Antlaşması’na kadar imparatorluktan geriye kalan tek devlet olarak kalabilmiştir.
Kemal Beydilli’nin tanımlamasına göre, Şark Meselesi “Osmanlı Devleti’nin başta Avrupa’daki kısmı olmak üzere Ortadoğu ve Afrika’daki geniş topraklarının paylaşımı, Osmanlı hakimiyeti üzerinde siyasi ve iktisadi tahakküm kurulması” sürecidir. Büyük devletler arasındaki rekabet 18. yüzyıl ortalarından itibaren belirginleşmiş, Karlofça (1699) ve Küçük Kaynarca (1774) Antlaşmaları sonrası Osmanlı’nın zayıflamasıyla Şark Meselesi Avrupa siyasetine damgasını vurmuştur. Bu açıdan, 19. yüzyıl Avrupası için Şark Meselesi, yalnız Osmanlı’nın iç problemi değil, “Avrupa devleti sisteminin en önemli konularından” biridir. İngiliz-Fransız-Rus rekabeti, Osmanlı ile diplomatik anlaşmazlık ve süregiden savaşlar üzerinden şekillenen bu mesele, sonuçta I. Dünya Savaşı’na kadar Avrupa diplomasisinin odağı olmuştur.
Akçura’nın Şark Meselesi yorumunun özgün yönleri
Yusuf Akçura’nın Şark Meselesi’ne yaklaşımı, diğer Osmanlı aydınlarından farklı olarak milliyetçi ve tarihî bir perspektife dayanır. O, Doğu Sorunu’nun Türk ulusu için bir “hayat-memat meselesi” olduğunu vurgulamıştır. Bazı gözlemciler onun için “Şark Meselesi Türklüğün hayat-memat meselesidir” demişlerdir; Akçura, tarihten beslenmeyen siyasetin etkisiz ve zararlı olduğunu düşünerek, meselenin köklerine inilmesi gerektiğini savunmuştur. En dikkat çekici yönlerinden biri, meselenin öznel bakış açısından değerlendirilmesidir. Akçura, Batı’dan değil Doğu’dan bakıldığında “bir şark meselesi değil, bir garp (Batı) meselesi vardır” dediği ünlü saptamasıyla bu yaklaşıma işaret etmiştir. Yani bizzat Doğu’da yer alan Türkler için, sorun Batı’nın karışmasıdır; bu cümleyle Akçura, Osmanlı-Türk bakış açısını yansıtmış ve sorunu yeniden tanımlamıştır.
Ayrıca Akçura, Scharlman gibi eski tarihî örneklerden başlayarak Doğu-Batı çatışmasını analiz eden Batılı tarihçilere kulak vermiş; eleştirisini bu kaynaklarla ilişkilendirmiştir. Örneğin, Seignobos’un tanımladığı gibi “1815’te Osmanlı hâlâ toprak bütünlüğünü korumaktaydı” ama Rusya tehdidi vardı. Akçura, Sorel’in “Türkler Avrupa’ya adım attığından beri bir Şark Meselesi var” ifadesini anımsatarak meselenin zaman derinliğini göstermiş; Seignobos’un sınırlı tanımını genişletmiştir. Böylece Akçura, meselenin salt şu döneme indirgenemeyeceğini; 14. yüzyıldan beri süregelen bir Avrupa-Türk mücadele geleneği olduğunu aktarmıştır. Bu ele alış biçimi onun özgünlüğünü ortaya koyar: Sorunu yalnızca Osmanlı’nın çöküşü olarak görmek yerine uzun dönemli ve kültürel bir perspektife oturtmuştur. Sonuçta Akçura, Doğu Sorunu’nu Türk tarihinin ve kimliğinin varoluş mücadelesi olarak yorumlamış, Batı’ya yönelen emperyalist politikaların karşısında Türk ulusunu güçlendirmeyi savunmuştur.
Şûrâ-yı Ümmet makalelerinde Osmanlı ve Avrupa ilişkileri
Yusuf Akçura, Şûrâ-yı Ümmet’te yayımlanan “Şark Meselesi” başlıklı makalelerinde Osmanlı-Avrupa ilişkilerini eleştirel bir bakışla değerlendirmiştir. Bu yazılarda, Avrupa devletlerinin Osmanlı’ya karşı uyguladığı politikalar kapsamlı biçimde incelenmiştir. Akçura, Batılı tarihçilerden aldığı bilgi ışığında, meselenin ilk keskin dönemini Rusya’nın yükselişine bağlamış; Rusya’nın Osmanlı yıkımını kendine görev edindiğini vurgulamıştır. Ayrıca Sorel’den alıntıyla “Türkiye ve Rusya’nın” mücadelenin temel aktörleri olduğu belirtilmiş, Avusturya ve Polonya gibi ek aktörlerin de sahnede olduğu hatırlatılmıştır.
Bir diğer özgün nokta, Akçura’nın Osmanlı siyasetini de Avrupa siyasetine paralel olarak ele almasıdır. Eserinin üçüncü bölümünde “Avrupa Devletlerinin Şark Siyasetleri”ni analiz ederken, devam eden bölümlerde “Devlet-i Osmaniye’nin Siyaset-i Hariciyesi” başlığı altında Osmanlı’nın duruşunu tartışır. Ona göre Osmanlı yönetiminin salt idari reformlarla sorunu çözemeyeceği, bütünüyle toplumun dönüşmesi gerektiği anlaşılmalıdır. Bu anlayış, onun “hukuki düzenlemeler yeterli değil, bütün Osmanlı cemiyetinin inkılabı gerekir” sözüyle özetlenmiştir. Yine aynı makalede, Osmanlı diplomasisinin hem Balkanlarda hem de Rusya karşısında etkin olması gerektiği sıkça belirtilir. Dolayısıyla Şûrâ-yı Ümmet’teki yazılarında Akçura, Avrupa devletlerinin Osmanlı topraklarına bakışını eleştirirken, Osmanlı’nın bu baskı altında atacağı adımları da sorgulamış ve millî direnişi savunmuştur. Avrupa ile ilişkilerde yenilenme çağrısı yapmış, Osmanlı’nın bağımsızlığını korumanın yolunun güçlü bir devlet yönetiminden değil, milli birlik ve yenileşmeden geçtiğini ileri sürmüştür.
Şark Meselesi ile Osmanlı’da milliyetçilik düşüncesi arasındaki bağ
Şark Meselesi’nin Osmanlı’da milliyetçilik düşüncesini doğrudan etkilediği görülür. 19. yüzyılda Balkan uluslarının bağımsızlık mücadeleleri ve Avrupa çıkarlarının Osmanlı içindeki etnik grupları kışkırtması, İmparatorluk’ta milliyetçiliğin yayılmasına zemin hazırlamıştır. Bu doğrultuda Yusuf Akçura da, “Şark Meselesi’nin Osmanlı’yı ilgilendiren kısmının sadece yönetim şekli değişikliği olmadığını” belirtmiş, “bütün Osmanlı cemiyetinin inkılabı” gerektiğini savunarak siyasal değişimin ötesine işaret etmiştir. Yani o, millî kurtuluşun salt Meşrutiyet ilanıyla sınırlı olmadığını, modernleşen bir ulus inşasını gerektirdiğini vurgulamıştır. Bu yaklaşımıyla Akçura, Türk milliyetçiliğinin zeminini Şark Meselesi’nin yol açtığı yayılmacı tehdit karşısında atmıştır.
Aynı dönemde oluşan İttihat ve Terakki gibi hareketlerde de milliyetçilik, parçalanmaya karşı bir savunma stratejisi olarak görülüyordu. Akçura’nın Türkçülüğü ise bu vizyonun ileri aşamasını teşkil etti. 1908’den sonra Türk Ocağı’nda toplanan aydınlar, Slav ve Rum ulusçuluk akımlarına yanıt olarak kendi kimliklerini vurgulamışlardı. Akçura, Sovyet devrimi sonrasında fikirlerini daha da netleştirerek “Demokratik Türkçülük” anlayışını benimsedi; buna göre milliyetçilik evrensel bir haktı ve sadece Türkler için değil Osmanlı’nın diğer halkları için de meşru görülmeliydi. Şark Meselesi bağlamında bu tavır, Osmanlı ulusunun parçalanmasına karşı farklı kesimlerin milliyetçiliğini kabul etme eğilimini gösterir. Özetle, Osmanlı içinde doğan ve Avrupa’da ete kemiğe bürünen milliyetçilik akımları, Şark Meselesi’nin bir sonucu olarak doğmuş; Akçura gibi düşünürler, bu süreci değerlendirerek Türk milliyetçiliğinin ideolojik temellerini atmışlardır.
Akçura’nın görüşlerinin Cumhuriyet dönemi dış politikasına etkileri
Cumhuriyet’in kuruluşunda Akçura’nın fikirleri belirgin yankılar uyandırmıştır. TBMM’de milletvekili olarak görev yapması ve 1920’lerde Hariciye’ye katılması sırasında, Misak-ı Milli sınırlarının çizilmesinde etkin rol oynamıştır. Akçura’nın milliyetçi düşünceleri, Cumhuriyet’in batıya yönelen laik dış politikasının temel taşlarını da desteklemiştir. Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” prensibine uygun bir yaklaşımı, Akçura’nın emperyalizme karşı demokratik Türkçülük anlayışıyla örtüşür. Örneğin, o “emperyalist Türkçülüğü” saldırgan olarak tanımlamış, diğer milletlerin haklarına saygılı bir milliyetçilik anlayışını benimsemiştir. Bu tutum, Cumhuriyet’in iktisadi ve siyasal bağımsızlığı önceleyen dış politikasına denk düşmüştür.
Akçura’nın özellikle I. Dünya Savaşı sonrasında “ulus devlet” paradigmalarını öngörmesi ve millî hak vurguları, Lozan Antlaşması ve sonraki dış politika tercihlerinde yankı bulmuştur. İstanbul’daki eski siyasetçilerden farklı olarak, yeni rejimin sınır ve egemenlik hassasiyetini öncelemesi Akçura fikirlerinin etkisini gösterir. Dahası, Akçura’nın kültür ve eğitimde Batı’yla entegrasyon çağrısı, Cumhuriyet’in dışa açık reform programına da kaynaklık etmiştir. Genel olarak, Akçura’nın cumhuriyetçi vizyonu, Türkiye’nin kuruluş yıllarında uluslararası alanda milli çıkarlarını savunan ve tarihsel hedeflere yönelmeyen ılımlı bir dış politika çizgisine ilham vermiştir. Onun ileri görüşlülüğü, Türk dış politikasında ulusal istikrar ve barış odaklı yaklaşımların şekillenmesinde dolaylı da olsa etkili olmuştur.
Sonuç: Şark Meselesi bağlamında Akçura’nın düşünsel mirası
Akçura’nın Şark Meselesine Dair çalışması ve Şûrâ-yı Ümmet makaleleri, Osmanlı-Avrupa ilişkilerini ve millî stratejiyi ele alışta benzersiz bir tarih perspektifi sunmuştur. O, Doğu Sorunu’nu “Türklüğün varoluş savaşı” olarak yorumlayarak, Osmanlı tarihine milliyetçi bir okuma getirmiş; Batılı kavramları eleştirel süzgeçten geçirmiştir. Bu açıdan eserleri, Türk tarih bilincine önemli katkılar yapar. Günümüzde de Akçura’nın Şark Meselesi üzerine analizleri, Osmanlı modernleşmesi ve milliyetçilik çalışmaları için başvurulan kaynaklar arasında sayılmaktadır.
Akçura’nın fikirleri, hem akademide hem siyaset çevrelerinde tartışılmaya devam ediyor. Cumhuriyet ideolojisi üzerindeki etkisi, Atatürk’ün milliyetçilik ve halkçılık anlayışında hissedilir. Tarihî miras olarak, ulusal egemenlik ve demokratik milliyetçilik vurgusunu miras bıraktığı söylenebilir. Özellikle Şark Meselesine Dair kitabı, geçmişin dersleriyle bugünü ilişkilendiren bir entelektüel başucu eseri özelliği taşır. Sonuç olarak, Akçura’nın bu konudaki düşünceleri, Türkiye’nin tarihsel sorulara bakışına ışık tutan kalıcı bir miras olmayı sürdürmektedir.
Kaynakça
- Akçura, Y. (1913). Şark Meselesine Dair [Eski “Şûrâ-yı Ümmet” makalelerinden]. İstanbul: Tanin Matbaası.
- Beydilli, K. (2010). Şark Meselesi. TDV İslam Ansiklopedisi. Erişim: https://islamansiklopedisi.org.tr/sark-meselesi
- Encyclopaedia Britannica (n.d.). Eastern Question. Erişim tarihi 31 Ağustos 2025, https://www.britannica.com/event/Eastern-Question
- Közleme, A. O. (2018). Sosyolojik bağlamda Yusuf Akçura düşüncesi ve din. Toplum Bilimleri Dergisi, 12(24), 13-23.
- Kızak, E. B. (2018). Yusuf Akçura’nın milliyetçilik anlayışında demokrasinin konumu. Social Sciences Studies Journal, 4(17), 1472–1477.
Leave a Comment