Klasik Filoloji Seminerleri 1 Kitabının Akademik İncelemesi


 

Kitabın Adı:
Klasik Filoloji Seminerleri 1 
Yazar             :
  

Çevirmen:
  
Sayfa:
245 
Cilt:
Ciltsiz 
Boyut:
13 X 21 
Son Baskı:
21 Ocak, 2016 
İlk Baskı:
21 Ocak, 2016 
Barkod:
9786051710891 
Kapak Tsr.:
Editör:
Kapak Türü:
Karton 
Yayın Dili:
Türkçe 
 
 
   
 
 
 
Orijinal Dili:

Orijinal Adı:




Klasik Filoloji Seminerleri 1 Kitabının Akademik İncelemesi

Klasik Filoloji Seminerleri 1

Klasik Filoloji Seminerleri 1 adlı eser (editör: Eyüp Çoraklı, 2016) Antik Çağ’a ilişkin çeşitli konuları içeren üç bölümden oluşur. Birinci bölümde Roma entelektüel yaşamı ve eğitim sistemi, Anadolu’daki diller ve yazılar, antik dönemde felsefe ile bilimin doğuşu; ikinci bölümde kozmoloji ve kaos kavramı, mitoloji, antik eserlerin günümüze ulaşma süreci ve Sokrates öncesi dönemde tıp anlayışı ele alınır. Üçüncü bölümde ise Eski Önasya müzik aletleri, antik Yunan vazolarındaki müzik tasvirleri ve müziğin Antik Çağ’daki sosyal ve kültürel yeri işlenir. Aşağıda her bir konunun ayrıntılı incelemesi sunulmaktadır.

Bölüm 1: Roma Entelektüelliğinin Temeli, Anadolu Dilleri ve Antik Felsefe

Cicero’da Humanitas Anlayışı ve Rhetorica Eğitimi

Roma Cumhuriyeti’nde entelektüel kültürün omurgasını Cicero gibi hatip-filozoflar oluşturdu. Cicero’nun humanitas kavramı, bireyin erdemli ve kültürlü bir insan olması idealiyle tanımlanır. Cicero’nun kullandığı humanitas, Yunanca paideia ve Latince liberal sanatlar eğitimini çağrıştırır. Cicero, dönemin elit bireylerinin İyilik ve Bilgelik ile donanması gerektiğini vurgular ve bu kavram “iyi bir düzen içindeki ruhun ayırt edici özelliği” olarak tarif edilir. Roma düşünürleri genellikle humanitası “liberal sanatlar eğitimi” şeklinde anladılar; Aulus Gellius’un aktardığına göre bu kelime Yunanca paideianın karşılığı olarak, “serbest sanatlarda eğitim ve öğretim” demektir. Cicero’nun eserlerinde yüzlerce kez tekrar ettiği humanitas, özetle entelektüel yetişkinlik, ahlak ve edebiyat bilgisini kapsayan bir erdemdir.

Roma’daki rhetorica eğitimi, toplumsal yaşamın temel becerisiydi. Erken dönemde okuryazarlık ilkokullarda geliştirilirken, daha üst düzey öğrenciler gramatika (dil ve edebiyat öğretimi) ve ardından rhetor adı verilen öğretmenlerin yanında eğitim alırlardı. MÖ 1. yüzyılda bu sistem şöyle işlerdi: Kırsal kesimde eğitim ilkokul düzeyinde başlar, daha sonra gençler profesyonel bir retor önünde yüksek eğitim görürlerdi. Bir rhetor, gençlere hitabet, hukuk, siyaset, astronomi, coğrafya, edebiyat, felsefe, müzik, mitoloji gibi geniş bir ders programı sunardı. Genç öğrenciler genellikle 20 yaşına kadar bu eğitimi sürdürürdü. Temel görev, kişileri ustaca hitap eden konuşmacılar haline getirmekti. Öğrencilere, hayali aile veya toplumsal düzen sorunları içeren söylev metinleri (kolaylıkla okuyup ezberleyebilecekleri şekilde düzenlenmiş deklamasyonlar) verilirdi. Zorlukla bozulan parşömenlerden ötürü orijinal metinler nadiren korunur, çoğu vezinli metin alimler aracılığıyla kritik edilip nakledilirdi. Suetonius’a göre Roma’da bir öğrencinin günlük programı sert yapılıydı; yazılı egzersizlerle meşgul olur, sonra günün sorularına hitap eden konuşmalar hazırlarlardı.

Bu bilgiler ışığında Cicero’nun entelektüel fikriyatı, retoriğe ve geniş bir kültürel altyapıya dayanır. Cicero okullarda sözlerin gücüne, Roma yurttaşlarının sözünü güzel ve ikna edici biçimde kullanabilmesine önem vermiştir. Humanitas kavramı ise bu eğitimsel sürecin ruhunu temsil eder; insanın hem insana hem de toplumuna karşı sorumluluğu vurgular. Roma entelektüelleri, bu ideal doğrultusunda yetiştirilirlerdi.

Anadolu’da Diller ve Yazılar

Antik Anadolu, diller ve yazılar bakımından son derece çeşitlidir. Anadolu dilleri genelde Hint-Avrupa ve diğer kökenli diller olarak iki gruba ayrılır. Eski Tunç Çağı’nda Boğazköy (Hattuşaş) merkezli Hitit uygarlığı Hint-Avrupa ait Hititçeyi konuşur ve Asur çivi yazısını kullanırdı. Bunu, yine Hint-Avrupa grubu içinde yer alan Luwi dili takip eder; Luwi, Hem Büyük Hitit çivi yazısı hem de özgün Anadolu hiyeroglifleriyle yazılmıştır. Anadolu Hint-Avrupa dil ailesinde ayrıca Palaik, Likya, Lidya, Karien, Sidetik, Pisidik ve Fryg gibi diller de sayılabilir. Örneğin, Lidya, Likya ve Karien dilleri MÖ 600-300 arasında Fenike alfabesinden türemiş yerel alfabetik yazıyla belgelenmiştir. Frigler ise İyon kolonizasyonu sonrasında Yunan alfabesiyle yazmışlardır. Anadolu’nun Hint-Avrupa dışı dilleri arasında ise Hattî, Hurri ve Urartuca sayılabilir; bunlar genellikle Mezopotamya kökenli çivi yazısı sistemleri kullanmıştır.

Anadolu’daki yazı sistemleri de çok katmanlıdır. Güneydoğu Anadolu’da eski Asur-Nusaybin kolonileri Sümerce ve Akadca çivi yazısını getirmiştir. Hititler ve Luwiler bu çivi yazısını adapte etmişlerdir. Hitit çivi yazısı Hattuşaş’ta bulunurken, Luwi çivi yazısı ayrıca bozkırda dağınık metinler olarak rastlanır. Bunun yanında Luwice’nin kendine özgü Anadolu hiyeroglif yazısı da MÖ 2. binyılda Anadolu’da geliştirilmiştir. Diğer taraftan MÖ 1. binyılda Lidya, Likya ve Karien gibi krallıklar Fenike kökenli alfabetik yazı kullanmış, bu yazılar Papirüs’e yazılmamış olsa da taş ve metal tabletlere geçirilmiştir. Bu çoklu yazı sistemleri sayesinde Anadolu uygarlıkları hem Mezopotamya’nın ideografik mirasını hem de Akdeniz havzasının alfabetik mirasını birleştirmiştir.

Sonuç olarak Anadolu’da yazı ve dil zenginliği, Hitit İmparatorluğu’ndan Pers ve Helenistik döneme dek devam etti. Kaynaklar antik Anadolu’da bir yanda çivi yazılı tabletler (Hitit bürokrasisi, Asur ticari kolonileri), diğer yanda alfabeli kitabeler (Lidya, Likya mezar taşları, Grek kolonizasyon belgeleri) taşıdığını gösteriyor. Bu belgeler, antik Anadolu’nun çok dilli yapısını ve kültürlerarası etkileşimini anlamamızda anahtar rol oynar.

Eskiçağda Felsefe ve Bilimin Ortaya Çıkışı

Antik Çağ’da felsefe ve bilim, insan aklıyla doğayı sistemli olarak sorgulamayı öğreten ilk hamlelerdir. Bilimsel düşüncenin temelleri MÖ 3. bin yıldan itibaren Eski Mısır ve Babillilerde atılmıştır; astronomi, matematik ve tıp gibi pratik bilgiler Batı ilimlerinin öncüleridir. Ancak felsefe batıda genellikle MÖ 6. yüzyılda İyonya’da Thales ile başlatılır. Thales, “Evrenin temel maddesi nedir?” sorusunu yöneltmesiyle bilinir; bu soru, kendisinden önceki mitolojik açıklamaların ötesinde, doğayı maddevi ilkelere indirgeme çabasıydı. Thales ve öğrencileri (Anaksimandros, Anaksimenes gibi) çevrelerindeki doğayı tanrısal değil de doğal sebeplerle açıklamaya çalışmış, mitos ile logos arasındaki kopuşu temsil etmişlerdir.

Bu sürece etkileri şunlardır: İlk Yunan filozofları, Homeros ve Hesiodos’un kozmogonilerine (Evren’in doğuşuna ilişkin mitlerine) paralel sorular sormuştur. Örneğin Hesiodos’un Theogoniasında önce Kaos (bir boşluk) sonra Tanrıça Gaia (Yeryüzü) gelir; burada evrenin düzeni, ilahi figürlerle anlatılır. Ancak sonra filozoflar tanrısal açıklamaları sorgulamaya ve evrenin mantıklı prensiplerle işlediğini vurgulamaya başlamışlardır. Özellikle Pisagorcu ve Eleatik filozoflar, her şeyin temelinde sayı veya değişmezlik aramış; Empedokles dört elementi, Anaxagoras ‘anarche’ kavramını öne sürmüştür. Böylece antik düşünce, mitosun küllerinden akılcı düşünceye dönüşmüştür. Thales’in Mezopotamya ve Mısır bilimleriyle ilişkili düşünceler taşımış olması, bu paradigmayı kısmen yabancı otoritelere dokundurmadan gerçekleştirmiştir.

Bilimin kendine özgü bir alan olarak ortaya çıkışı ise Antik Çağ’da din, doğa felsefesi ve pratik el sanatlarının kesişiminde oldu. Örneğin astronomi-matematik, MÖ 2. binyılda Babil duvarlarında hesaplamalarla var olmuştur. Gezegen hareketlerini gözleyen Yunanlılar (Aristarkhos, Hipparkhos) bu mirasa Yunanca sistemler eklemiş, batı akılcı geleneğine dahil etmiştir. Ayrıca tıp bilimi, antik Yunan’da Hipokratik Okul ile kurumsallaşmış, ancak bu okul da Empedokles gibi filozofların dörtlü element kuramını temel alarak gelişmiştir. Bu dönemde felsefe ve bilim aralarında ayrılmamış, ortak bir bilgi seviyesi yaratılmıştır. Özetle, MÖ 1. binyılda İyon filozofları ile başlayan süreç Batı düşünce geleneğinin doğmasını sağlad.

Bölüm 2: Kozmostan Kaosa, Mitosun Külleri ve Bilgi Aktarımı

Kosmostan Kaosa (Şafak Ural)

Antik düşüncede kosmos (düzenli evren) ile kaos (düzensizlik/ başlangıçtaki boşluk) kavramları iç içe geçmiştir. Hesiodos’un “Tanrıların Doğuşu” (Theogonia) destanında önce sınırsız boşluk Kaos vardır, sonra Gaea (Toprak) ve diğer ilk varlıklar doğar. Kaos burada evrenin ilk maddi zemini, kapkaranlık bir boşluk olarak işlev görür. Mitolojide kaos eski düzenin olmadığı başlangıç noktası iken; daha sonra felsefi yorumlarda kaos, düzenli evreni meydana getiren ilk malzeme ya da potansiyel olarak görülür. Örneğin Roma dönemi şairi Ovidius’a göre kaos, aslı itibarıyla biçimsiz ve dağınık maddeydi; evreni yaratan tanrı, bu kaostan kozmik düzeni yaratmıştır. Bu anlatı, Hıristiyan düşüncede Kutsal Kitap’ın yaratılış öyküsüne dahi taşınmıştır.

Bu bağlamda “Kosmostan Kaosa” yaklaşımı, düzenli görünen doğayı oluşturan kaotik kökene dikkat çeker. Antikçağ’da evreni açıklarken çoğunlukla kosmos vurgulanmışsa da kaos kavramı, düzeni mümkün kılan ilk hareket noktası olarak önem taşır. Modern çağın kaos bilimi (örneğin deterministik kaos teorisi) öncesinde de kaos, akılcı kozmolojiye meydan okuyan bir tasavvur alanıydı. Sonuçta Antik Yunan düşüncesi, başlangıçtaki düzensizliği [kaos] akıllıca düzenleyerek bir bütün hâline getirilebileceğini gösterdi; bu da hem mitolojik anlatıda hem de erken bilimsel teorilerde görülür.

Mitosun Külleri (Cemil Güzey)

Antik mitoloji, toplumsal ve kozmik soruları halka açık hikayelerle açıklar; “mitosun külleri” ise bu anlatıların sonrasında kalan etkileri simgeler. Mitoloji, insanlara evrenin kökenini, tanrıların ve kahramanların hareketlerini açıklarken kuşaklar boyunca yaşadı. Örneğin, Homeros’un ve Hesiodos’un eserleri (İlyada, Odysseia, Theogonia) eski dünyanın çokça okunan metinleriydi; İon düşünürler bu metinleri esas alarak akılcı sorular yöneltmişlerdir. Hesiodos’un Kozmogonisi’nde kaostan düzen çıkışı anlatılırken, filozoflar bu düzenin mantıklı prensiplere dayandığını öne sürmeye başladılar. Thales gibi kişiler, bu efsanevi anlatımları koruyarak (tanrı inançlarını yitirmeden) evrenin maddesel temellerini sorma eğilimi gösterdiler. Böylece mitolojik temeller üzerine kurulu dünya görüşü yavaş yavaş dönüştü; mitler sembolik olarak kaldı, ama doğanın işleyişine dair açıklamalar gündelik yaşamda akla dayalı yaklaşımlarla yer değiştirdi.

Bu sürecin izlerini Antik Çağ’dan çok sayıda metinde görürüz. Örneğin Phaidon diyaloğunda Sokrates, hastalığın ruh ve bedenle ilgili olduğunu vurgular (Paracelsus’a kadar uzanan bakış açısı). Müzik ve tıp gibi sosyal pratiklerde bile mitolojik düşünceler karmaşık filozofların katkısıyla olgunlaştı. Empedokles’in dört element teorisi (dünya su, hava, ateş, toprak elementlerinden oluşur; bu elementler Sevgi ve Nefret güçleriyle dengelenir) aynı zamanda sağlık-rahatsızlık anlayışı haline geldi; kâh kozmik kâh bedensel uyumla sağlıklı olunacağı fikirleri, mitolojik bir çerçeveden çok felsefi bir bakışla irdelenmeye başlandı. Tüm bunlar göstermektedir ki mitoloji, akli sorgulamayla yer değiştirmese de filozofların ve bilginlerin düşünce dünyasında derin dönüşümler geçirmiştir.

Antikçağ Eserleri Günümüze Nasıl Ulaştı? (Bedia Demiriş)

Antik döneme ait metinlerin günümüze ulaşması, uzun ve çetrefilli bir süreçtir. Özgün yazılı eserlerin büyük bölümü, çoğunlukla parşömene yazıldığından zamanla yıpranmış, kaybolmuştur. Antik yazarların kitaplarının günümüze kalabilmesi için Orta Çağ boyunca defalarca kopyalanmaları gerekmiştir. Örneğin Yunan filozof ve bilim insanlarının çoğu eseri, Bizans İmparatorluğu’nun entelektüel merkezlerinde yaklaşık bin yıl boyunca elden ele çoğaltıldı. Batı Roma’nın çöküşünden sonra Latin Batı’da Yunanca bilme oranı düşmüş, birçok metin yalnızca tercümeleriyle (Süryanice, Arapça, Latince) ayakta kalmıştır. İslam dünyası da önce Yunan eserlerini Arapçaya kazandırarak korumuştur; ancak bu kopyalar çoğu zaman doğrudan ulaşılabilir olmayan aracı kaynaklar olmuştur.

13.–15. yüzyıllarda Latin Batı’nın Yunan bilgi dağarcığını yenilemesinde Bizans göçmenleri belirleyici rol oynadı. 1204’te Konstantinopolis’in Haçlılarca yağmalanmasının ardından Batılı mütercimler William of Moerbeke gibi kişiler, Aristoteles, Arşimet, Hero gibi yazarların Yunanca orijinallerine erişip Latince’ye çevirdi. Bir sonraki dönemde, özellikle 1453’te Bizans’ın sonunun yaklaşmasıyla, birçok Bizans bilgini İtalya’ya geçerek Homeros, Platon, sofistler gibi antik metinleri İtalyanca ve diğer dillerde yaygınlaştırdı. Ayrıca 15. yüzyılda Matbaa’nın icadıyla klasik eserler basılarak çok sayıda kopyaya ulaştırıldı. Örneğin 1490’larda Venedik’te Aldus Manutius’un baskıları, Platonic Akademi’nin çevirileri gibi edisyonlar büyük etki yarattı.

Kısacası, antikçağ yazarlarının eserleri ezelden beri bugüne kadar gelmiş, ama yalnızca bir kısmı elimize ulaşabilmiştir. Çoğu sadece tek veya birkaç el yazması kopya üzerinden aktarılmıştır. Orijinal Yunan eserlerinin hayatta kalması, genelde Bizans ve İslam coğrafyasındaki kopya çabalarına borçludur; kaybolanlar genellikle papirüs çürümesine karşı savunmasız metinlerdir.

Sokrates-Öncesi Düşünürlerde Tıp Sanatı (Cengiz Çakmak)

Sokrates öncesi Yunan filozofları, aynı zamanda çoğu kez erken tıp teorileri geliştiren düşünürlerdi. Örneğin Alkmaion (Alcmaeon) of Croton (MÖ 5. yüzyıl başları) hem filozof hem hekim olarak bilinir. Alkmaion, insan vücudunun organlarının çiftlerde oluştuğunu fark eden ilk bilim insanıydı ve sağlığın zıt özellikler arasındaki uyuma bağlı olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre sıcak-soğuk, kuru-ıslak gibi iki kutup dengedeyse birey sağlıklı; herhangi biri baskınsa hastalık ortaya çıkar. Ayrıca beyni duyu merkezi ve aklın oturduğu yer olarak tanımlamış, böylece beyin tıbbın odağı olmuştur. Bu görüşler, mikrokozmos-makrokozmos fikrini benimseyen sonraki hekimleri etkilemiştir.

Benzer şekilde Empedokles (yak. MÖ 490-430) da dört element (toprak, su, hava, ateş) teorisiyle hem kozmolojiyi hem tıbbı harmanlamıştır. Empedokles’e göre evrendeki tüm şey bu elementlerin sevgisiyle (uyum) veya nifakıyla (hastalık) şekillenir. İnsan bedeni de bu elementlerden oluşur; elementlerin birbirine uyumu sağlığı, çatışması ise hastalığı getirir. İşte bu anlayış, daha sonraki Hipokratik tıpta dört mizah (kan, balgam, kara safra, sarı safra) dengesinin sağlık için gerekli görüldüğü doktrinin öncüsüdür. Kısacası, Sokrates öncesi filozoflar tıpla felsefeyi iç içe görmüş, evrensel düzeni anlamaya çalışırken insan vücudunu da elemana dayalı bir bütünden ibaret saymışlardır. Bu ikili bakış açısı, Antik Çağ tıbbına felsefi bir derinlik kazandırmış ve Galen’in de belirttiği gibi “iyi hekim aynı zamanda filozof olmalıdır” görüşünü beslemiştir.

Bölüm 3: Antik Dünya’da Müzik Aletleri ve Müzik Kültürü

Eski Önasya’da Müzik Aletleri (Belkıs Dinçol)

Eski Önasya uygarlıkları (Sümer, Akad, Asur, Babil, Hitit, Urartu, İbraniler vb.) müzik ve çalgı kullanımında zengin bir mirasa sahiptir. Sümer mezarları ve Asur kazıları, MÖ 3. binyıldan itibaren lire, çift kamışlı flütler, davullar, çanlar, lirler gibi çeşitli çalgıların varlığını gösterir. Örneğin Ur (MÖ 2500 dolayları) mezarlarına dahil müzik enstrümanları arasında 3 telli büyük antil lyre (hayvan başlı kolye liri), çeşitli davullar ve çift kamışlı flütler bulunmuştur. İncil kaynaklı Çıkış ve Samuel kitaplarında da şofar (koç boynuzu borusu), kinnor (lir) ve ugav (flüt) gibi enstrümanlar sayıca geçer; şofar en erken dönemde savaş, tapınma ve krallık ilanında kullanılmıştır.

Müzik prensipte üç ana kategoriye ayrılırdı: üflemeli (nefesli, örneğin şofar, uluma, flüt), telli (lir, çitar/kitara) ve vurmalı (davul, kastanyet) çalgılar. Belgeler çalgıların inşa malzemesinden ziyade şekline odaklanır; örneğin Hezekiel 27:6’da ağaç kabuğundan yapılma davullardan bahsedilir. Kısacası Eski Yakın Doğu’da çalgılar hem dinî törenlerde (tapınak müziği, bayram) hem de kral soytarılığı, eğlence ve savaş teşkilatında (borularla komut iletme gibi) aktif rol oynamıştır. Şarkı söyleme ve müzik, Eski Çağ’da ritüelin merkezindeydi; Sümer’deki dinî metinler şarkıların ilahi mesaj aktardığını gösterir. Kısacası eski Anadolulu ve Mezopotamyalılar, müziği toplumsal yapının doğal bir parçası olarak benimsemişlerdi.

Antik Yunan Vazolarında Müzik Aletleri (Sedef Çokay-Kepçe)

Antik Yunan seramik süslemelerinde müzik önemli bir tema idi. Vazolar genellikle arkaik ve klasik dönem atletik, dini ve sosyal sahneler tasvir eder; bunlar arasında müzik icra eden figürler sık görülür. En çok resmedilen enstrümanlar lir/kithara ve aulos (ikili kamışlı boru) idi. Örneğin Met Museum’daki Berlin Ressam imzalı bir amforada MÖ 490’da bir genç adam kithara (profesyonel bir lir türü) ile epik şiir söylemektedir. Bu eserde Nike tanrıçası bir kahramana büyük bir çitar (konser liri) takdim eder; genç müzisyenin bir yarışma zaferini kutlayan sahne, müzik yarışmaları gerçeğini yansıtır. Öte yandan kırmızı figürlü lekythoslar ve kraterlerde, özellikle içkili toplantı (symposion) sahnelerinde genç kız ve erkeklerin aulos çalmaları betimlenmiştir. Bir Brygos Ressam yapıtında, MÖ 480 tarihli bir yağdanlık üzerinde aulos çalan bir kadın figürü görülmektedir. Dolayısıyla vazolarda müzik aletleri sıkça yer alır; lir/kithara genellikle ilahiler ve epik recitallerle, aulos ise içki şenlikleri, danslar ve askeri törenlerle ilişkilidir.

Bu görseller, müziğin Yunan kültüründeki işlevini de açığa vurur. Alkaios ve Sappho gibi lir/eşlikli şairlerin eserleri, kuramsal olarak eşliksizin de okunabilse de aslında lirin eşlik ettiği şiirlerdi. Tragedya ve komedyanın doğuşu bile Yunan müziğinden beslenmiştir; Aristoteles’e göre trajik drama ilk olarak dithyrambs (Dionysos bayramı ilahileri) eşliğinde ortaya çıkmıştır. Böylece vazolardaki müzisyen temsilleri, Yunan toplumunun kahramanlık, din ve eğlence bağlamında müziğe verdiği önemi simgeler.

Antikçağ Yaşantısında Müzik Sanatının Yeri (Ekin Öyken)

Hem Eski Doğu’da hem Yunan’da müzik toplumsal yaşamın her alanına yayılmıştı. İncil yorumlarından öğreniyoruz ki Yakın Doğu’da müzik hem ritüel hem günlük faaliyetti: İbraniler ve diğer topluluklar bayramlarda, tapınak ayinlerinde, savaşlarda ve şenliklerde şarkı ve enstrüman kullanıyordu. Süleyman Mabelları’nda çalgılar ondan fazla kez anılır; Kral Davud, harp çalarak Saul’u sakinleştirmiştir (müzik terapisi örneği). Nitekim Nuh tufanını kutlayan şarkılar veya denizden geçişten sonra söylenen kazanç türküsü, müziğin hem kutsal hem eğlence işlevini gösterir. Anadolu’da olduğu gibi, Hitit ve Asur kabartmalarında kadınların davul çalıp dans ettiği sahneler görülür; Ur’daki “Ur Standartı” sahnesinde bir banquete gitarist eşlik eder.

Antik Yunan’da da müzik günlük hayatta çok yönlü kullanılırdı. Dini ve kamusal etkinliklerde (örneğin Pythia ve Olimpiyat oyunları) müzik mecburi idi: Yunan mitolojisinde müzik tanrısı Apollon’un müzik armağan ettiği anlatılır. Olimpiyatlar ve Pythia Oyunları için yarışmalar düzenlenir, doru müzik performansları sunulurdu. Özel hayatta, içki şenlikleri (symposia) müzik ve şarkı eşliğinde gerçekleşir; vazolarda genellikle aulosçu ve şarkıcılar bu tür eğlenceleri betimler. Ayrıca harp ve auloslu korolar festivallerde mevcuttu. Savaş zamanında müzik komut iletimine hizmet etmiştir: Borular ve nefesli çalgılar marşların temposunu belirler, kürek ritmlerine eşlik ederdi.

Kısacası antik yaşamda müzik her düzeyde entegreydi. Hem bireylerin ritüel, tören ve eğlencelerinde hem kamusal kutlamalar ve eğitimde (Plato’ya göre çocukların eğitiminde enstrüman öğrenimi esastı) hem de geleneksel tıpta önemliydi. Modern araştırmalar gösteriyor ki, Eski Çağ’da kültürel belleğe şarkılar ve müzik yüzlerce yıldır aktarılmıştır; toplumsal yapı, kişinin hem ruhsal hem bedensel sağlığı için müzikli ibadeti, şifai gücü değerli kılmıştır. Antikçağ insanı için müzik, tarih boyunca toplumsal bağlantıların ve geleneklerin sürdüğü köklü bir sanat dalı idi.

Kaynakça (APA)

  • Britannica, T. E. (n.d.). Anatolian languages. Encyclopedia Britannica. Erişim: Britannica Online Database.
  • Britannica, T. E. (n.d.). Chaos. Encyclopedia Britannica. Erişim: Britannica Online Database.
  • Mark, J. J. (2020, Ekim 16). Philosophy. World History Encyclopedia. https://www.worldhistory.org/philosophy/
  • McCormack, L. K. C. (2023, Nisan 24). Roman Education. World History Encyclopedia. https://www.worldhistory.org/article/2224/roman-education/
  • Friedmann, J. L. (y.y.). Music in the Ancient Near East. Bible Odyssey. (Jonathan L. Friedmann, yazarı; Erişim: Bibleodyssey.org)
  • Metropolitan Museum of Art. (n.d.). Terracotta amphora (jar), attributed to the Berlin Painter, Greek, Attic. https://www.metmuseum.org/art/collection/search/254896
  • Saint Louis Art Museum. (n.d.). Amphora with Nike and Youth, attributed to the Berlin Painter. https://www.slam.org/collection/objects/1327
  • Metropolitan Museum of Art. (n.d.). Terracotta lekythos (oil flask), attributed to the Brygos Painter. https://www.metmuseum.org/art/collection/search/251489
  • Hektoen International. (2019, Mayıs 3). Where philosophy and medicine overlap. Hektoen Journal of Medical Humanities. (Mariami Shanshashvili, editör)

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.