Jane Hawking’in Travelling to Infinity Eseri Üzerinden Evlilik, Engellilik ve Kadınlık Deneyimi
Kitabın Adı:Sonsuzluğa Yolculuk - Stephen’la Hayatım Yazar :Jane Hawking
Çevirmen:Sayfa:472 Cilt:Ciltsiz Boyut:13,5 X 21 Son Baskı:23 Eylül, 2025 İlk Baskı:23 Eylül, 2025 Barkod:9786253893064 Kapak Tsr.:Editör:Kapak Türü:Karton Yayın Dili:Türkçe Orijinal Dili:İngilizce Orijinal Adı:Travelling to Infinity: My Life with Stephen
Jane Hawking’in Travelling to Infinity Eseri Üzerinden Evlilik, Engellilik ve Kadınlık Deneyimi
Travelling to Infinity: Stephen’la Yaşamım Anı Kitabının Tematik Akademik İncelemesi
Jane Hawking’in otobiyografik eseri Travelling to Infinity: Stephen’la Yaşamım (2009) onun Stephen Hawking ile evliliğini, bakım emeğini ve bireysel yolculuğunu anlatır. Bu incelemede kitabın sunduğu Jane Hawking’in kişisel dönüşümü ve kadınlık deneyimi; evlilik ve fedakârlık teması; engellilikle yaşam bağlamında bakım emeği ve görünmeyen yükler; bilim insanı ile eş ilişkisi; ve eserin anlatısal biçimi analitik bir bakış açısıyla ele alınacaktır. Çalışma boyunca Jane Hawking’in deneyimleri, otobiyografik anlatımın niteliği ve dönemin toplumsal bağlamı kaynaklar ışığında tartışılacaktır.
Jane Hawking’in Kişisel Dönüşümü ve Kadınlık Deneyimi
Jane Hawking’in anılarında kişisel kimlik arayışı ve kadın kimliği önemli bir yer tutar. Cambridge’de ünlü bir fizikçinin eşi olarak yaşarken kendini yalnızca eş ve anne rolüyle tanımlamanın yetmediğini hissetmiştir. Hawking, “Cambridge’de bir kimliğe sahip olmak zorundaydınız; sadece eş olmak yeterli değildi, bu yüzden İspanyol edebiyatında doktora yaptım” diyerek kişisel gelişimine vurgu yapar. Bu sözleri, onun yalnızca bilim adamının eşi olarak değil, aynı zamanda kendine ait akademik bir kimliğe sahip bir kadın olmak istediğini gösterir. Üniversitede dil eğitiminden sonra yüksek lisans ve doktora eğitimine devam etmesi, kendi benliğini kurma çabasını ve evlilikle sınırlı kalmayan bir kadınlık deneyimini yansıtır.
İlk yıllarda idealist bir bakış açısıyla evliliğe yaklaşan Jane Hawking, ilerleyen yıllarda ev içi sorumlulukların, hastalıkların ve toplumsal beklentilerin yarattığı ağır yükle değişen bir benlik inşa etmiştir. Erkek egemen Cambridge üniversite ortamı ve katı bakım düzenlemeleri arasında Jane, kadın kimliği ile ilgili içsel çatışmalar yaşamıştır. Örneğin, güçlü Hıristiyan inancının ona sabır ve umut sağlarken eşi Stephen Hawking’in ateist olması aralarındaki bir gerilimi de işaret eder. Bu farklılıklar, Jane’in evlilikte ve toplumda kadın olarak nasıl görüldüğü konusundaki farkındalığını artırmıştır.
Jane Hawking, yıllar içinde kendini “aileye ve kocası Stephen’a adayan” bir eşten, kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, sanat ve akademik ilgi alanlarına yönelen bağımsız bir bireye evrilmiştir. Hayatı boyunca dini ve sanatsal uğraşlar bulduğu sığınaklarla kişisel dönüşümünü beslemiş; nihayetinde ikinci evliliği ve etkin yazarlığıyla kendi kimliğini güçlendirmiştir. Bütün bu süreç, Hawking’in kadın olarak yaşadığı evlilik, annelik ve bilim dünyasındaki roller arasındaki çelişkileri aşma çabalarını göstermektedir.
Evlilik ve Fedakârlık: Stephen Hawking’le Birlikte Yaşamanın Zorlukları ve Dayanıklılık
Hawking çiftinin evliliği, karşı konulamaz fedakârlıklar ve zorluklar içeren bir öyküdür. Jane, eşinin ilerleyici hareket kaybıyla mücadele ederken aileyi ayakta tutmak için tüm enerjisini harcamıştır. Anısında, Stephen Hawking’in hastalığıyla “eşi benzeri olmayan şartlar altında” ilgilenirken büyük yalnızlık ve çaresizlik hissettiğini belirtir. Gerçek yaşamda Stephen’e tam bağımlı bir eş ve Stephen’ın çalışmalarının en büyük destekçisi olarak görülmüştür.
Bu dönemde Jane Hawking’in ruhsal sağlığı da zorlanmıştır. Kitapta, kendisinin intihar düşünceleri yaşadığı, başka birinin sevgisinde teselli bulurken suçluluk hissettiği ve ümidi yitirme noktasına geldiği açıklanır. Tüm bunlara rağmen Hawking “başka seçeneğim yoktu, Stephen’a çok bağlıydım” diyerek dayanma gücünü ve fedakârlığını vurgular. Hem eşi Stephen’ın bilimsel başarılarının hem de evin ihtiyaçlarının yükü bir kadının omuzlarına binmişti. Hemen her gün evde trake bakımı, beslenme, giydirme gibi bakım işleri yapılmakta ve Jane her biri için özverilice zaman ayırmaktaydı. Tüm bunlar, Jane’in en yakın arkadaşı Jonathan Hellyer Jones’un da yardımıyla mümkün olabilmiştir. Hawking bu dönemi, “Jonathan olmasaydı batmıştım, artık kendi başıma kalkamazdım” sözleriyle özetler. Bu ifade, evliliği sürdürmenin ötesinde, Jane’in fiziksel ve psikolojik dayanıklılığının bir göstergesidir.
Yıllar süren bu ağır emek ve beklenmedik gelişmeler (örneğin, evliliğin son döneminde eşine bakacak hemşirelerin aileye dahil olması) sonrası çift 26 yılın ardından barışçıl bir şekilde yollarını ayırdı. Bu süreçte Jane, fedakârlıkların kendi mutluluğunu nasıl gölgede bıraktığını da derinden hissetti. Ancak, yazdığı kitapta “her şeyimizi adadık, çocuklarımıza istikrarlı bir aile ortamı sağlamak istedik” diyerek hem sevgisini hem de vazgeçemediği sorumluluk anlayışını dile getirir. Bu bakış açısı, Hawking’in evlilikteki katılığını ve eşine olan bağlılığını gösterirken, aynı zamanda kendi özverisinin altını çizer.
Engellilikle Yaşam: Bakım Emeği ve Görünmeyen Yükler
Kitap, Stephen Hawking’in amiyotrofik lateral skleroz (ALS) hastalığıyla ilerleyen yaşamına tanıklık ederken, onun bakımında Jane’in üstlendiği görünmeyen yükleri ayrıntılı bir şekilde ele alır. Stephen’ın hareket kabiliyetini kaybetmesiyle birlikte günlük bakım işleri bütünüyle Jane’in sorumluluğuna girmiştir. Jane, “Stephen yüzünden iki kolumla bir bebeği tutuyordum, diğer elimde onu taşıyor, diğer iki yaşındaki çocuğu yanımdan koşturuyordum; tekerlekli sandalyeye geçmediği için hayatımız imkânsız hâle geliyordu” diyerek fiziksel zorlukları ortaya koyar. Bu betimleme, tek başına engelli bir eşe bakmanın ne denli yorucu ve tehlikeli olduğunu çarpıcı biçimde gösterir.
Bakım emeğinin görünmez olması, Jane’in yükünü daha da ağırlaştırmıştır. Hem bakım veren hem de eşi olmak Jane’in sürekli erişilebilir olma zorunluluğu getirir. Araştırmalar, motor nöron hastalığı gibi ilerleyici hastalıklarda aile bakım verenlerin “24 saat hazır olma” baskısı yaşadığını ve kişisel zamana neredeyse hiç vakit ayıramadığını göstermektedir. Hawking’in öyküsü de bunu doğrular niteliktedir: Günün her saati eşinin hizmetinde olmak ve en temel ihtiyaçlarını karşılamak zorunda kalmıştır. Geceleri bile uyumadan çalışmak, nefes borusu bakımı gibi kritik işleri yapmak Jane için normal bir rutindir. Bu durum, bilim dışı ve tıbbi müdahalelerin bile çoğu zaman Jane’in iznine veya katılımına bağlı olmasıyla birleşince, bakım yükünü neredeyse duygusal bir hap yüküne dönüştürmüştür.
Bakım emeğinin bu boyutu, toplumda genellikle değer atfedilmeden sürdürülür. Jane Hawking, yıllar sonra bakıma muhtaç eski bir eşe bakmanın “yıllar boyunca unutulmayacak bir mücadele” olduğunu vurgular. Bu mücadeledeki tek çıkış yolu, bir destek ağı kurmak ve maddi–manevi dayanışma bulmaktır. Jane’in mesela kilise korosuna katılması ve ikinci eşi Jonathan’ın desteği, evdeki bakımı kısmen paylaştırarak ona nefes alma fırsatı vermiştir. Yine de Hawking çiftinin yaşadığı gibi, yeterince destek alınamadığında bakım emeği yalnızlaşma getirir. Jane bir röportajında, “engelli bir kişiyle ilgilenmek yalnızca zor bir mücadele değil, aynı zamanda son derece yalnız bir iştir” demiştir. Bu cümle, görünmeyen bakım emeğinin psikolojik boyutuna dikkat çeker.
Bilim İnsanı ile Eş İlişkisi: Kamusal Başarı ile Özel Hayat Dengesi
Evlilik boyunca Stephen Hawking’in olağanüstü akademik başarısı ile özel yaşamı arasında şiddetli bir gerilim yaşanmıştır. Stephen Hawking’in ününün artışı, aile üzerindeki yansımaları itibarıyla çiftin dinamiklerini değiştirmiştir. Jane Hawking, Stephen’ın “fame and fortune” (şöhret ve servetin) onları aileden uzaklaştırdığını; kocası efsanevi bir bilim insanı hâline geldikçe ev ortamının ikinci plana düştüğünü ifade eder. Bu durum, güç ve güçsüzlük arasındaki çelişkiyi gösterir: Stephen entelektüel dünyada doruktadır, ancak bedenen çaresizdir ve eşinden tam bağımlıdır.
Stephen’ın bilime odaklanması ve Jane’e bilgi vermeye çalışması çoğu zaman aralarında kopukluk yaratmıştır. Jane, “onun dünyasının dışında hissettiğini” belirtir. Gerçekten de Jane’in akademik eğitimi olsa da Stephen’ın çalışmaları ve hastalığı onu bambaşka bir dünyanın içine çekmiştir. Evliliklerine bir “dördüncü ortak” eklenmiş gibidir: hastalık ve arkasındaki bilim. Jane bunun, fizik dünyasına uygun olmayan eşler için bir zorluk kaynağı olduğunu düşünür ve bir röportajda “Eğer Alzheimer olmasaydı, hala fizik vardı; Einstein’ın karısı da ayrılmalarının sebebini fiziğe bağlamıştır” diyerek durumu özetler.
Jane Hawking’in kendi hayatına dair yaptıkları seçimler de bu denge arayışını yansıtır. Bilimsel dünyada eşi kadar yer bulamayacağını hisseden Jane, bir yandan kendi akademik yolculuğu için doktora yapma gerekliliğini hissetmiş, diğer yandan eşinin başarılarını tanıtmak yerine onu dengeleme rolünü üstlenmek zorunda kalmıştır. O dönemde yaptığı doktora çalışması, “bilimde” kendini var etme çabası olarak görülebilir: Cambridge Üniversitesi’nde bir kadın olarak kendi alanında ilerlemek istemiştir. Ne var ki, kocası dünya çapında ün kazanınca Jane’in katkıları evin içinde görünmez hâle gelmiştir. Onun ifadesiyle, uzun yıllar boyunca rolü Stephen’ın ilahî gücünü sorgulamak; yani “Tanrı olmadığını ona hatırlatmak” olmuştur. Bu durum, kocasının artan popülaritesi karşısında Jane’in ikincil planda kalma zorunluluğunu simgeler.
Özetle, Travelling to Infinity eşlerin farklı dünyalarda buluşmasının zorluklarını gösterir. Stephen’ın bilimsel önemi, Jane’in özel yaşamı üzerindeki sancılı etkilerle birlikte tasvir edilir. Bu bağlamda Jane Hawking’in eserinde bilimsel kariyerin aile üzerindeki gölgesi ve eş olarak onun nasıl şekillendiği ayrıntılı bir şekilde vurgulanır. Sonunda Jane’in benliği, ikinci evliliği ve yazar kimliği aracılığıyla yeniden denge bulmasına yer verilir; Stephen ise hala başarılarına devam ederken Jane kendi hayatını sürdürebilmeyi öğrenmiştir.
Otobiyografik Anlatımın Biçimi ve İşlevi: Kitabın Edebi ve Anlatısal Çözümlemesi
Jane Hawking’in anısı, birinci şahıs bakış açısıyla kaleme alınmış detaylı bir kronoloji sunar. Kitap 1960’ların ortasındaki tanışma sürecinden başlayıp 1980’lerde boşanmalarına kadar uzanır ve daha sonra 2010’lu yıllara değinen bir son bölüm eklenmiştir. Anlatı, Jane’in iç dünyasına ve aile hayatına odaklanır; Stephen’ın fiziksel rahatsızlığı ve başarıları, Jane’in duygusal deneyimleri çerçevesinde aktarılır. Bu bakımdan eser, popüler bilim anlatısından çok eşin bakış açısını merkeze koyar.
Anlatının işlevi, Hawking’in de belirttiği gibi, hem kendisinin yaşadıklarını belgelemek hem de geleceğe doğru adil bir anlatı bırakmaktır. Jane, otobiyografisini yazarken “hayatımızı başkalarının icat etmesini istemediğini” söylemiş, eseriyle gerçekleri yansıtmayı amaçlamıştır. Bu niyet, The Theory of Everything (Her Şeyin Teorisi) filmiyle örtüştürülür; Jane, filmde duygusal yönlerin eksik kaldığını ifade ederek anılarına duyduğu ihtiyaç üzerine vurgu yapmıştır. Eserdeki samimi üslup ve ayrıntılı betimlemeler, okuyucuyu Jane’in bakış açısıyla yakınlaştırır. Örneğin, günlük bakım işleri, Jane’in hissettiği yalnızlık ve suçluluk duyguları açıkça aktarılır; bunlar geleneksel bir bilim biyografisinde nadir yer bulacak ayrıntılardır.
Kitabın biçimsel özellikleri arasında kronolojik yapı ve dürüst anlatım öne çıkar. Hawking, zorluk yıllarını saklamadan anlatır; kitabın bir bölümünde kendi intihar düşünceleri ve duyduğu suçluluklar bile açıkça dile getirilir. Bu dürüstlük, hem okuyucuya güven vermiş hem de bakım verenlerin deneyimlerine ışık tutmuştur. Ayrıca Jane’in iki ayrı evlilik arasında yaşadığı değişim, bir devamlılık hissiyle kurgulanır; ayrılık sonrasında bile aile bağlarının sürdüğüne vurgu yapılır. Sonuç bölümünde yazarın eşinin hâlâ yanlarında olduğuna dair notlar ve Lucy Hawking’in çocuğuyla olan bağı gibi anılar yer alır, bu da anlatıya kapsayıcı bir bakış katar.
Eleştirel bakış açısıyla, Travelling to Infinity yalnızca bir bilim insanının hikayesi değil, aynı zamanda kadın emek ve fedakârlık hikayesidir. Jane Hawking’in anısı, okuyucuya akademik veya tıbbi terimlerle değil, günlük yaşamın içinden kesitlerle ulaşır. Bu da eseri önceki yıllardaki nörobilimsel biyografilerden ayırır. Öte yandan, anlatıda bazı detaylar sıkıcı bulunabilir (örneğin çocuğun doğum anları gibi), ancak bu detaylar Jane’in yaşantısını bütünüyle göstermektedir. Sonuç olarak, otobiyografi formu bu eserde hem bir hesaplaşma hem de dönüşüm öyküsü olarak işlev görür; yazar, kendi sesiyle sesini duyurmak ister ve bunu büyük ölçüde başardığı söylenebilir.
Sonuç
Travelling to Infinity: Stephen’la Yaşamım, Jane Hawking’in zihinsel ve duygusal dünyasını zengin bir şekilde ortaya koyan kapsamlı bir anı kitabıdır. Eserde Jane’in kendini keşfetme süreci, fedakâr eşlik rolü, engelli bir deha ile yaşamın yükleri ve kamu başarılarıyla özel hayatın çatışması temaları iç içe işlenir. Anlatının birinci ağızdan samimiyeti ve detaycılığı, Jane Hawking’in yıllar süren emeğini görünür kılar. Akademik açıdan, eserde öne çıkan kadınlık deneyimi ve bakım emeği kavramları, kadın araştırmaları ve bakım sosyolojisi bağlamında önemli birer örnek sunar. Ayrıca otobiyografik form, Jane’in kişisel gerçeğini gelecek kuşaklara taşıma amacını yansıtır. Sonuç olarak, Travelling to Infinity hem bir kadın anlatısı hem de bakım yükünü omuzlayan ailelerin öyküsü olarak ele alınmalı; anlatının güçlü ve zayıf yönleri, Jane Hawking’in kendi kelimeleri ve dönemin eleştirileriyle birlikte değerlendirilmelidir.
Kaynakça (APA Stili):
-
Adams, T. (2004, 3 Nisan). Jane Hawking: Brief history of a first wife. The Guardian.
-
Lerum, S. V., Solbrække, K. N., & Frich, J. C. (2016). Family caregivers’ accounts of caring for a family member with motor neurone disease in Norway: A qualitative study. BMC Palliative Care, 15, Article 22. https://doi.org/10.1186/s12904-016-0097-4
-
Moorhead, J. (2015, 16 Mayıs). Jane Hawking: ‘There were four of us in our marriage’. The Guardian.
-
Tillard, H. (t.y.). Travelling to Infinity: My life with Stephen. Mental Health Foundation. https://mentalhealth.org.nz/books/review/travelling-to-infinity-my-life-with-stephen
Leave a Comment