Jean-Paul Roux'nun Moğol İmparatorluğu Tarihi Üzerine Akademik İnceleme
- Seri:Tarih
- Ebat:16,5 x 23,5 cm
- Sayfa Sayısı:590
- ISBN:978-625-7005-11-1
- Basım Yılı:Eylül 2018
- 3. Baskı -Eylül 2022
- Çevirmen:Aykut Kazancıgil,Ayşe Bereket
Jean-Paul Roux'nun Moğol İmparatorluğu Tarihi Üzerine Akademik İnceleme
Roux’nun Moğol İmparatorluğu Tarihi Üzerine Akademik İnceleme
Giriş
Jean-Paul Roux’nun Moğol İmparatorluğu Tarihi adlı eseri, Moğollar tarihini bütüncül bir bakış açısıyla ele alan önemli bir çalışmadır. Roux, Fransız bir Türkolog ve İslâm kültürü uzmanıdır. Bu inceleme yazısında Roux’un anlatımı temel alınarak Moğol İmparatorluğu’nun siyasi ve askeri yapısı, kültürel ve dinî etkileri incelenecektir. Özellikle Cengiz Han’ın liderlik tarzı ve merkezî otoritenin kuruluşu, Moğol askeri sistemi ve fetih stratejileri, Moğolların farklı dinlere karşı hoşgörüsü, Türk-İslam coğrafyasındaki etkiler (İlhanlılar, Altın Orda vb.) ele alınacak, son olarak Roux’un tarihsel yaklaşımı değerlendirilecektir. Metin, Roux’un bakış açısını yansıtan bilgilerin yanı sıra ikincil kaynaklar aracılığıyla desteklenmiş tarihsel veriler içerecektir.
Cengiz Han’ın Liderlik Tarzı ve Merkezi Otoritenin Kurulması
Cengiz Han (Temuçin), 13. yüzyılda önce bozkırdaki birbirinden çatışan Moğol boylarını birleştirerek tarihin en geniş kıtalararası imparatorluğunu kurmuştur. Kendisinin yönetim anlayışında Tengri inancı (Gök Tanrı) ön plandaydı; hiç bir zaman İslâm veya Hristiyanlık gibi başka bir dine geçmemiş, yalnızca Gök Tanrı inancına bağlı kalmıştır. Cengiz Han güçlü bir yasa (Yassa) çıkararak otoriteyi merkezî hâle getirmiştir. Yassa, başlangıçta savaş koşullarında alınan kararnamelerden oluşan, sonradan toplumsal kuralları da içeren sözlü bir hukuk koduydu. Bu kanunların uygulanması doğrudan Cengiz Han’ın gözetimine bağlı idi ve Şigi Kutuku gibi üst düzey görevlilerce yürütülürdü. Cengiz, oğullarından Çağatay’ı da Yassa’nın uygulayıcısı olarak atamıştır.
Moğol toplumu Cengiz Han döneminde sıkı disiplin ve meritokrasiyi esas alacak şekilde yeniden örgütlendi. Daha önce kendi aralarında savaşan kabileleri Moğol adı altında topladı ve onları uyguladığı nizam ile tek bir devlet bünyesinde birleştirdi. Örneğin o sırada her Moğol erkeği orduya çağrılabiliyor, birlikler on, yüz, bin ve on binlik gruplara (arav, zuut, minghan, tümen) bölünerek sivil ve asker düzeyinde sıkı hiyerarşi yaratılıyordu. Cengiz’in üstün idare kabiliyeti, bu karmaşık düzeni sorunsuz biçimde yürütmesiyle ortaya çıkmış; aynı zamanda tüm sosyal ve askeri teşkilatı iç içe geçirerek sağlam bir merkezi güç meydana getirmiştir. Bu yapının esasında ilk kurulan ülkeler gibi mensup olunan kabile veya soya göre değil, liyakat ve başarıya göre yükselen bir düzen vardı. Cengiz Han, devrin şartları ve kendi liderlik vasıflarıyla, geçmişin dağınık topluluklarını güçlü, tek bir devlet hâline getirmeyi başarmıştır.
Moğol Askerî Sistemi ve Fetih Stratejileri
Moğolların fetih başarısının temelinde, askerî sistemlerinin son derece esnek ve disiplinli olması yatıyordu. Cengiz Han’ın emriyle her Moğol erkeği göçebe orduda asker sayılır, birlikler onlu (arav), yüzlü (zuut), binli (minghan) ve on binli (tümen) gruplara göre organize edilirdi. Tümen komutanları (noyanlar) hem askeri birlikleri yönetir hem de fethedilen topraklarda yönetim görevleri üstlenirlerdi. Bu düzenleme sayesinde ordunun istediği an topluca saldırması veya küçük gruplar halinde düşmanı kuşatması mümkün olmuş, askerî hareketlilik maksimum düzeye çıkarılmıştır.
Moğol liderler askerî terfi ve komuta atamalarını başarıya göre yapar, kan bağı veya soyaşına değil liyakata öncelik verirlerdi. Subutay gibi köylü kökenli komutanlar bile başarılarıyla en üst seviyelere yükselebilmiştir. Ayrıca her atlı savaşçıya genellikle üç-dört at tahsis edilirdi; bu sayede birlikler günlerce durmaksızın günde yüz mil civarında yol alabilir hale gelmişti. Lojistik bağımlılıkları az, çeviklikleri çok artmıştı. Moğollar geri çekilirken iz bırakmamak için atlarını sık sık değiştirdikleri gibi av hayvanlarından ve yanlarında taşıdıkları erzaklardan yararlanarak ileri harekât sürekliliğini sağlayabilmişlerdir.
Savaş stratejileri açısından Moğollar, psikolojik harp ve aldatmacayı ustaca kullanmışlardır. Hafif süvarilerinin üstün okçuluk yeteneklerini seyrek yapılan yoğun ok yağmurlarıyla düşman hatlarına yayarak zayıflatır, ardından geri çekilme veya stratejik arazi kullanımıyla düşmanı tuzağa düşürüp topluca çepeçevre kuşatırlardı. Örneğin 1241’deki Moğol-Macar mücadelesinde açık arazi düzeniyle Macar süvarilerini geriletip vurulurlarına neden olmuş, 1241’de Polonya’daki Liegnitz Muharebesi’nde ise gerileyen Avrupa haçlı ordusunu kılıçtan geçirmişlerdir. Topu, mancınığı ve kılıcı etkin kullanmaları, ayrıca işbirlikçi Türk ve Çinli askerlerden yararlanıp düşman düzenlerine hızla uyum sağlamaları, fetihlerde kilit rol oynamıştır. Böylece “Möngke Han’ın ordusu” hep geniş hareket özgürlüğüne sahip olup hedef ülkenin savunmasını şaşırtan taktikler kullanmıştır. Özetle, ordunun disiplinli yapısı, liyakata dayalı komuta sistemi ve aşırı hareket kabiliyeti Moğolları dönemin fetih ustaları yapmıştır.
Moğol Yönetim Anlayışında Hoşgörü ve Dinî Yaklaşım
Moğol liderlerin başka kültür ve inançlara yaklaşımları, fethedilen halkların huzuru için genelde hoşgörülü politikalar içeriyordu. Cengiz Han’ın devrinde farklı din mensupları arasında zorla din değiştirtme yasaklanmış, önemli dinî liderler vergiden muaf tutulmuştu. Örneğin hükümdar firmanlarıyla Budist, Hristiyan, Taoist ve Müslüman din adamları vergi ödemekten ve devlet hizmetinden muaf tutulmuş, bu uygulama Kubilay Han dönemine kadar sürdürülmüştür. Ayrıca Moğollar ordularında ve sarayında hem Uygurlar, Horasanlılar, İslam bilginleri hem de Çinli Budistler ve Nestorian Hristiyanlar bulunabiliyordu; her mezhepten bilgine saygı gösterilmesi bir gelenek haline gelmişti.
Başta kubi üsül talimatname sistemiyle zulmetmeden yönetmeyi yeğleyen Moğollar, fethedilen bölgelere önce ticari ve dinî özerklik tanıdı. Örneğin Patrik Mövhade Noyan döneminden kalma kaynaklarda Kubilay’ın “dört büyük peygambere eşit hürmet gösterdiği” ifade edilir. Asia for Educators projesi gibi kaynaklar, Moğolların Budizm, İslâmiyet, Taoizm ve Nestoryen Hristiyanlığı gibi farklı inançlardan din adamlarına vergi muafiyetleri tanıdığını bildirir. İstanbul’daki Latin İmparatorluğu’nun bile erken ilişkilerde himaye edilen Hristiyan kimliği, Moğol ilginçliği bağlamında kabul görmüştür. Neticede Cengiz Han ve halefleri, Tanrı’nın farklı isimlerini çatışma değil denge unsuru saymış; bu hoşgörü politikası, Moğol yönetiminin farklı coğrafyalarda hızla oturmasını kolaylaştırmıştır.
Türk-İslam Coğrafyasında Moğol Etkileri (İlhanlılar, Altın Orda vb.)
Moğol İmparatorluğu, kurulduğu yıl akabinde hızla dört büyük hanlığa bölündü ve bunların üçü ilerleyen dönemde İslam kültürüyle bütünleşti. 1252’de Altın Orda (Cuci Hanlığı) hanı Berke’nin İslâmiyet’i kabulü, Orta Asya-Mağrip hattında iki Müslüman büyük güç (Altın Orda ile Memlükler) arasında ittifak imkânı doğurmuş ve İlhanlılarla çatışma sahasını genişletmiştir. Aslında Hülagû Han’ın Bağdat’ı yıkması (1258) döneminde İlhanlı yönetimi Budizm ve yerli inançları desteklerken, Berke’nin İslamlaşması sonucu doğan ideolojik gerilim kısa süre sonra açık savaşa dönüştü. İlhanlı hükümdar Abaka döneminde oluşan bu inanç çatışmaları, Moğol birliklerini zayıflatmış ve Cengiz’in soyundan gelenler arasında kanlı iç savaşlara yol açmıştır.
İlhanlılar için çözücü adım 1295’te Öldjükil Hizmetbaz oğlu Mahmud Gazan’ın Şiî Şirvanşah Seyfeddin Muhammed’i devrilterek şah siyasetini İslamlaştırması oldu. Gazan, İslâm’ı resmi din olarak kabul ederek İran içindeki Müslüman tebaaya meşruiyet kazandırmış; sarayında Fars-Türk bürokrasisini güçlendirip Doğu’da İslam uygarlığını geliştirmiştir. Aynı dönemde Osmanlı öncesi Anadolu’da Selçuklular, Moğol İmparatorluğu’nun İlhanlı parçası altında kısmi özerklikle varlığını sürdürmüştür. Özetle, Moğolların İran’da hâkimiyeti Türk-İslâm sentezini (Gazneli ve Safevî geleneğini) beslemiş; Marmara’dan Hazar’a kadar geniş bir coğrafyada yeni devlet şekillendi.
Öte yandan Altın Orda kuzeydoğuya yayılarak Rusyanın birçok prensi üzerinde egemenlik kurdu. İbrahim Ethem gibi hükümdarların girişimleriyle Kırım Hanlığı’nın da atası sayılan bu devlet, Özbek Han döneminde de tamamen Müslümanlaşmış, Karadeniz havzasında İslam etkisini artırmıştır. İlhanlılarla Altın Orda arasındaki çatışmalar (Berke–Hülagû savaşı) ve her iki hanlığın da Memlükler ile kurduğu ittifaklar, Ortadoğu ile Türk-İslâm dünyasındaki güç dengelerini belirlemiştir. Nitekim Moğol İmparatorluğu’nun dört hanedanından üçünün geç dönemlerde İslamiyet’i egemen din olarak benimsediği kaydedilir. Bu çerçevede, Moğolların Türk-İslam coğrafyasına katkısı yalnızca yıkım değil, aynı zamanda İslam medeniyetinin yaygınlaşması ve İslami kültürlerin yeni sentezler geliştirmesi olmuştur.
Jean-Paul Roux’un Tarihsel Anlatımı ve Metodolojisi
Jean-Paul Roux, Moğol tarihi üzerine çalışan bir tarihçi olarak genelde geniş kitlelere yönelik sentezler sunar. Özellikle Genghis Khan and the Mongol Empire (2003) adlı çalışması bu amaca yöneliktir. David Morgan bu eserini “moğollar için övgüyü hak eden kısa bir giriş” olarak nitelendirmiştir. Yani Roux’un yaklaşımı akademik derinlikten çok kapsamlı bir özet tutturma yönündedir. Roux’un eseri genelde hem Batılı hem Doğu’daki klasik kaynakları (İslam ve Çin tarih kroniklerini, seyyah anlatılarını vb.) bir araya getirerek anlatır; ancak metot açısından daha çok bilgiler tümcesini vurgulayan, eleştirel kaynak karşılaştırmasından ziyade anlatımı ön plana çıkaran bir üslup kullanır.
Bu bağlamda Roux’un çalışmalarında, Moğolların göçebe hayatından kopuşu, İslam ve Türk kültürüyle ilişkileri gibi konular bolca vurgulanır. Roux’un eseri, Türkoloji ve İslamiyet uzmanları için iyi bir başlangıç noktası sunarken, alanındaki diğer uzmanların çalışmalarına kıyasla derin eleştirel tartışmadan kaçındığı değerlendirilebilir. Örneğin Roux’un kitabının kısa tutulması, bazı daha ayrıntılı politik ve toplumsal dönüşümleri yüzeysel geçiştirdiği eleştirilerine sebep olmuştur. Fakat genel olarak Türkiye ve Moğolistan özelinde geniş tarihî arka planlar ile Batılı okuyucuya dönük tarih anlatısı sunması bakımından değeri yüksektir. Morgan’ın söz ettiği “hoşnut edici giriş” nitelemesi, Roux’un Moğol İmparatorluğu’nu tanıtıcı bir çerçevede ele alışına işaret eder.
Sonuç
Jean-Paul Roux’un Moğol İmparatorluğu Tarihi eserine dayanan bu incelemede, Moğol İmparatorluğu’nun en önemli özellikleri ele alındı. Cengiz Han’ın ortak bir yasa ve disiplinli ordu ile gücünü pekiştirdiği; ordu sisteminin onlu, yüzlü düzeni ile liyakate dayalı terfiler sayesinde fetihlerde başarı sağladığı görüldü. Moğol yönetiminin farklı dinlere gösterdiği hoşgörü, din adamlarına sağlanan vergi muafiyetleri ve dini özerkliklerle somutlandı. Türk-İslam coğrafyasında ise Altın Orda’nın İslamlaşmasının ve İlhanlılar’ın İslam’ı resmi statüye taşımasının bölgesel gelişmeleri derinden etkilediği tespit edildi. Son olarak Roux’un tarih anlatımının geniş bir perspektif ve sentez mahiyetinde olduğu, giriş seviyesi eserlerde tercih edilen akıcı bir üsluba sahip bulunduğu vurgulandı. Bu bulgular, Roux’un ve diğer kaynakların işaret ettiği şekilde Moğol İmparatorluğu’nun siyasi, askerî ve kültürel yapısını bütün boyutlarıyla kavramaya hizmet etmektedir.
Kaynakça: Roux’nun eserinin içeriğine ilişkin yukarıdaki analizde Jean-Paul Roux’un kendisine ait bilgiler yanında akademik ikincil kaynaklardan (akademik çalışmalar, çeviriler, uluslararası tarih ansiklopedileri vb.) alınan veriler kullanılmıştır. Örneğin Cengiz Han liderliği, Moğol kanunları ve ordusu konularında bir tarih tezinden elde edilen bilgiler ile genel bilgiler, dinî tolerans açısından üniversite eğitim materyallerinden yararlanılmıştır. Moğolların Türk-İslam coğrafyasındaki etkileri ise dünya tarihi ansiklopedisi metni ve güncel tarihçilerin yorumları ile desteklenmiştir. Roux’un tarihî yaklaşımı ve eserlerinin değerlendirilmesinde ise Jean-Paul Roux ve David Morgan gibi uzmanların görüşlerine başvurulmuştu.
Bu kaynaklar, yazının akademik bütünlüğü ve tutarlılığı için kullanılmıştır.
Leave a Comment