Türkiye'de Manevi Buhran ve Laiklik Üzerine Osman Turan'ın Görüşleriyle Akademik İnceleme


Türkiye'de Manevi Buhran - Din ve Laiklik

 

Stok Kodu
:
9789754375305
Boyut
:
12x19,5
Sayfa Sayısı
:
176
Basım Yeri
:
İstanbul
Baskı
:
4
Basım Tarihi
:
Haziran 2021
Kapak Türü
:
Karton Kapak
Kağıt Türü
:
55 gr. Enso Creamy
Dili
:
Türkçe

Türkiye'de Manevi Buhran ve Laiklik Üzerine Osman Turan'ın Görüşleriyle Akademik İnceleme

Türkiye’de Manevi Buhran – Din ve Laiklik Üzerine Akademik İnceleme

Giriş

Osman Turan’ın Türkiye’de Manevi Buhran: Din ve Laiklik adlı eseri, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonraki dönemde Türkiye’de din, laiklik ve maneviyat konularında yaşanan dönüşümlere felsefi ve sosyolojik bir bakış sunar. Eser, batılaştırma ve laiklik uygulamalarının Türk-İslam toplumundaki etkilerine dair kapsamlı değerlendirmeler içerir. Bu inceleme yazısında Turan’ın görüşleri ayrıntılı olarak ele alınacak, ihtiyaç duyulan yerlerde Ali Fuad Başgil, Nurettin Topçu ve Şerif Mardin gibi düşünürlerin yaklaşımlarıyla karşılaştırılacaktır. Özellikle Cumhuriyet dönemi laiklik uygulamaları, dinin toplumsal rolü, bireylerin maneviyat ihtiyaçları ve Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecindeki kültürel kırılmalar başlıkları altında tartışmalar yapılacaktır. Girişte konuya genel bir perspektif sunulacak; sonraki bölümlerde kuramsal çerçeve oluşturularak, temel tartışmalar bölümlerinde somut örnekler ve düşünür görüşleriyle derinlemesine analiz yapılacaktır. Bu çerçevede, Türkiye’de din-devlet ilişkilerinin seyri ve Osman Turan’ın ideolojik duruşu irdelenecektir.

Kuramsal Çerçeve

Laiklik kavramı, Türkiye bağlamında genellikle devlet ile din işlerinin ayrılması olarak tanımlanır. Genel olarak ise laiklik, devlet yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmaması ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını savunan bir ilke olarak anlaşılır. Bu kavram Batı’da Kilise egemenliğine karşı yükselen tepkilerle 19. yüzyılda şekillenmiş; Türkiye’ye ise Tanzimat ve Cumhuriyet reformları aracılığıyla girmiştir. Turan’a göre ise laiklik Batı’dan gelmiş bilimsel ve demokratik bir kurum iken, “Türk-İslam dünyasında din ve mezhepler arası ciddi bir kıtâl veya tehlikeli bir taassup … mevcut olmadığından” Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu ihtilafların sonucunda değil, bambaşka toplumsal hedeflerle laiklik benimsenmiştir. Bu perspektif, laiklik uygulamalarının Türkiye’de toplumsal bir ihtiyaç yerine yanlış teşhis edilmiş bir çözüm olduğunu vurgular.

Bu çalışmada dinin toplumsal fonksiyonu da merkezi önemdedir. Sosyolog Şerif Mardin’in vurguladığı gibi, din ve toplumsal değişme arasındaki ilişki tek yönlü değildir; din hem toplumsal değişimi şekillendiren hem de ondan etkilenen bir faktördür. Türkiye’de Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde din üzerinde sınırlayıcı uygulamalar görülse de, Mardin’in belirttiği gibi 1950’lerden itibaren İslami değerler toplumda giderek daha görünür hâle gelmiştir. Dolayısıyla hem laiklik hem de dinin toplumsal rolü modernleşme süreçleriyle iç içedir. Ayrıca “maneviyat” kavramı, bu bağlamda bireylerin ve toplumun tinsel ihtiyaçlarını ifade eder. Modernleşme ve sekülerleşme süreci, bireylerde maneviyat boşluğu veya “manevi buhran” hissi doğurabilir. Nitekim Osman Turan eserde, ilericilik kisvesi altında yapılan sekülerleşmenin topluma maneviyat ve kültürel aidiyet yönünden zarar verebileceğini savunur. Bu çerçevede, Batılılaşma eleştirisi ile toplumun manevî değerlerinin önemine dair tartışmalar teorik zeminde ele alınacaktır.

Temel Tartışmalar

Cumhuriyet Dönemi Laiklik Uygulamaları

Cumhuriyet’in ilk yıllarında gerçekleştirilen reformlar, devletin din üzerindeki etkinliğini kökten değiştirmiştir. Halifeliğin kaldırılması, şapka ve kıyafet devrimi, medrese ve tarikatların kapatılması, Türk medeniyetini Batı modeliyle yeniden düzenleme çabalarının başlıcalarıdır. Bu uygulamalar, dinin kamusal alandaki temsilini büyük ölçüde sınırlandırmıştır. Osman Turan’a göre bu dönemde İslam’ın toplumsal ve kültürel kodları, eğitim sisteminden hukuki düzenlemelere kadar birçok alandan sistematik biçimde tasfiye edilmiştir. Turan, ilerleme adına yürütülen sekülerleşme hareketinin önüne geçilmezse toplumsal dokuda “büyük bir tahribata” yol açacağını öne sürmüştür. Ona göre, Cumhuriyet’in ilk yarısında ulusal kalkınma korkusu ve cehalet atfedilen bir gerekçe ile dinî kurumlar geri plana itildiğinde asıl zarar, ruhî ve manevî eksiltmeye uğramış toplumda meydana gelmiştir.

Ali Fuad Başgil ise laiklik konusunda farklı bir vurgu yapar. Başgil’e göre laiklik devletin alanıyla sınırlı bir ilkedir; bireyin kişisel inancına müdahale etmez. O, “Laiklik, sırf devlet hayatına ait bir hareket ve faaliyet ilkesidir. Bireyin şahsi ve manevi hayatına karışmaz. Laikliği dinsizlik olarak anlamak yanlıştır ve ayrıca laiklik, din düşmanlığı da değildir” sözleriyle ifade eder. Başgil’e göre laiklik, demokratik düzen içinde dinî özgürlüğü koruyan bir yapı olmalıdır. Bu çerçevede o, mevcut laiklik uygulamalarının genelde şekli kalabalıkla sınırlı kaldığını; toplumun gerçek dini inanç ve uygulamalarında varlığını sürdürdüğünü savunur. Örneğin Başgil, Türkiye’de din hürriyetinin yalnızca içtüzükte kaldığını ve uygulamada sadece dışa dönük şekilsel bir teminat olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla Başgil, devletin toplum mühendisliğini eleştirirken laiklik anlayışının özü ile güncel uygulamalar arasındaki tutarsızlığa dikkat çeker.

Başgil ve Turan, Cumhuriyet’in ilerleme idealleri karşısında yerleşik dinî geleneğin nasıl konumlanması gerektiği konusunda muhalif bir yaklaşım paylaşırlar; fakat açıklamaları farklıdır. Eryılmaz’ın çalışmasına göre, her ikisi de mevcut laik düzenlemelere karşı hukuki ve tarihî dayanaklarla alternatif bir laiklik tasavvuru geliştirmeye çalışmıştır. Ancak Turan daha çok İslam’ın toplumsal bütünlüğünü vurgulayarak laiklik uygulamalarını eleştirirken, Başgil bireysel haklar ve özgürlükler üzerinden bir denge aramıştır. Şerif Mardin de laikliği analiz ederken, Türkiye’de laiklik kavramının bazen “kaba kuvvet” uygulamalarına dönüştürüldüğünü, ancak 1950’lerden sonra dinî alanda bir canlanmanın yaşandığını hatırlatmıştır. Buna göre, laiklik uygulamaları başlangıçta sert tedbirler getirse de uzun vadede toplumsal dinamiklere tam egemen olamamıştır.

Din’in Toplumsal Rolü ve Maneviyat İhtiyacı

Cumhuriyet dönemi boyunca dinin toplumsal hayat ve birey üzerindeki yeri tartışma konusu olmuştur. Osman Turan, İslam’ı Türk milletinin ruhsal kodları ve manevi değerlerinin ana kaynağı olarak görür ve bu zengin mirasın tasfiyesiyle toplumda manevi bir bunalımın (buhran) ortaya çıktığını öne sürer. Turan’a göre dine yönelme, sadece bir inanç meselesi değil, milletin medeniyet ve zihniyet birliğinin korunması bakımından yaşamsal önemdedir. Bu bağlamda mevlânacılık veya tasavvuf gibi dinî ve kültürel unsurların toplumda yeniden hatırlanmasının, mani olduğu ideolojilerin bedensizleştirilmesinin mücadelesi bir görev olarak değerlendirilmiştir.

Nurettin Topçu’nun düşüncesinde de din, birey için bir kuvvet ve irade kaynağıdır. Topçu’ya göre “din bilgi kaynağı değil, kuvvet kaynağıydı; dindar adam başkalarından çok şey bilen değil, daha çok kuvvetli olan insandır”. Yani din, söylemekten çok pratikteki mücadelenin dayanağıdır. Topçu’nun bakışında din ahlakî ve kültürel bir değer olup, toplumsal dayanışma ve liyakati artıran bir işlev görür. Cumhuriyet’in ilk dönemindeki seküler eğitim ve değer tasfiyesi karşısında Topçu, insanın içsel gücünü koruyan geleneksel İslamî eğitimin önemine vurgu yapmıştır (bkz. Ahlak, İslam ve İnsan gibi eserleri). Bu perspektif, modern hayatın bireyde yarattığı yabancılaşmaya karşı maneviyata dayalı bir direnç önerir.

Şerif Mardin de dinin toplumsal değişmedeki rolüne önem verir. Mardin’e göre Türkiye’de modernleşme sürecinde din hem değişimden etkilenen hem de değişimi etkileyen bir faktör olarak iş görmüştür. Örneğin 1950’lerden sonra siyaset sahnesinde artan İslami hareketleri Mardin, toplumun karmaşık modernleşme sancısı içinde dinî kamusal ifadenin yeniden belirmesi olarak yorumlar. Toplumsal değerlerin tamamen çözüldüğü düşüncesini reddeder; dinin, modern Türkiye’de yeni kimlik ve toplulukları şekillendirmede de rol oynayabileceğine işaret eder. Ali Fuad Başgil ise dinin birey üzerindeki moral etkisini vurgulayarak, dinin fert için “en kuvvetli manevi destek ve bir iyilik ve fazilet kaynağı” olduğunu belirtir. Buna rağmen, laikliğin bireyin iç dünyasına karışmaması gerektiğini savunur. Böylece Başgil, toplumda dinî inancın azalmasının nedenini cehalete değil, inanç bilgisinin eksikliğine, taklit inanç düzeyinin yaygınlığına bağlamıştır.

Turan, Başgil, Topçu ve Mardin’in perspektifleri karşılaştırıldığında dinin toplumsal rolü konusundaki farklılıklar öne çıkar. Turan ve Topçu daha çok dinin taşıyıcı bir değer olduğunu, millî ve manevi kimliği koruduğunu savunurken; Başgil seküler bir demokraside dinin bireysel bir destek işlevi gördüğünü; Mardin ise din-siyaset ilişkilerini tarihsel bir bağlamda analiz eder. Tüm düşünürler, toplumun maneviyat ihtiyacını teslim etmekle birlikte, bunun nasıl tatmin edileceği konusunda farklı reçeteler sunmuştur. Özetle, din hem kuşaklar boyunca aktarılan kültürel bir miras, hem de modern bireyin içsel rehberi olarak tartışılmıştır.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Kültürel Kırılmalar

20. yüzyıl başlarında Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş, derin kültürel kopuşlarla gerçekleşmiştir. Türk-İslam kültür birikimi, yeni devletin Batı merkezli modernleşme hedefleri doğrultusunda radikal bir dönüşüme uğramıştır. Osman Turan bu dönemi, “Osmanlı devletinin 1920’de tarih sahnesinden silinmesiyle kurulan Türkiye Cumhuriyeti, geçmişle bağlarını kopararak bütünüyle Batı’ya yönelmiştir” şeklinde özetler. Bu süreçte XIX. yüzyıl Batılılaşma birikimi üzerinde devrimsel adımlar atılmış; örneğin yeni hukuk sistemleri kabul edilmiş, alfabe değişikliği yapılmış ve toplumsal yaşam hızla Avrupa normlarına göre düzenlenmiştir.

Bu dönüşüm aynı zamanda kültürel ve manevî alanda da sancılı gelişmelere yol açmıştır. Örneğin Osmanlı’da eğitimde İslamî ilimler belirleyici iken, Cumhuriyet’te laik eğitim sistemi kurulmuş, tarih resmi milliyetçi yorumlarla yeniden yazılmıştır. Turan’a göre bu kopuş, İslamî medeniyet mirasının ihmal edilmesine neden olmuş, insanları “buhran” döngüsüne sürükleyen yanlış ideolojilerin etkisini artırmıştır. Topçu da modernleşmenin geleneksel örf ve âdetleri zayıflatarak toplumsal mayayı aşındırdığı görüşündedir. Tek başına bilimin veya materyalist felsefenin taşıdığı cevapların insan ruhunu doyuramayacağını savunarak, Ortaçağ’daki dünya görüşünün terk edildiği yeni düzenin büyük boşluklar yarattığını vurgular. Şerif Mardin ise, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte dinamik bir toplumun bütünüyle sekülerleşmediğini, dinî ögelerin kamusal alanda işlevini sona erdiren devrimlere rağmen imanın toplumda kapalı kalamayacağını gözlemlemiştir. Özetle Mardin, inkılâp dönemindeki devrimlerin kalıcı bazı kısıtlamalar getirdiğini belirtirken, 1950’den sonra yeni bir manevî canlanma dönemine işaret eder.

Kültürel kırılmaların bir başka boyutu da millî kimlik inşasıdır. Bazı Cumhuriyet elitleri Osmanlı mirasını inkâr ederken (örneğin “Osmanlıcılık inkârı” olarak tabir edilen akım), Turan bu yaklaşımı eleştirmiş, Osmanlı’nın tarihî mirasının yok sayılmasını “garip bir Avrupalılaşma hevesi” olarak değerlendirmiştir. Bu bağlamda Turan, milli kimliği yalnızca tarihten koparmakla mücadele edilmiş bir dinamik olarak değil, dinin de katıldığı geniş bir medeniyet projesi olarak görür. Başgil’in bakışında ise bu kırılma hukuki alanda daha büyük bir dönüşüm anlamına gelse de, bireysel inanç meselesi olarak ayrı bir yere sahiptir. Yani devlet yapısındaki değişim ile vatandaşın dinî kimliği çatışma içinde algılanmamalıdır. Böylece Başgil’in yaklaşımı, kültürel kırılmaların sonuçlarını bireysel haklar ekseninde tartışır.

Sonuç olarak Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin yarattığı kültürel kırılmalar, dinî geleneklerin kamusal alandan çekilmesine, medeniyet iddialarının yükselmesine, yeni kimliklerin ve söylemlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Turan ve Topçu bu kırılmaları genellikle batıcı uygulamaların bir sonucu olarak eleştirirken; Mardin daha analitik bir bakışla bu dönüşümün hem zorlama hem de halkın talepleriyle şekillenen karmaşık bir sürece işaret ettiğini söyler. Bu kırılmaların sonuçları, Cumhuriyet’in ilerleyen yıllarında dinî ve kültürel alanlardaki alternatif hareketlerde kendini göstermiştir.

Sonuç

Osman Turan’ın Türkiye’de Manevi Buhran – Din ve Laiklik adlı eserine dayalı bu incelemede, Cumhuriyet dönemi laiklik uygulamaları, dinin toplumsal rolü, bireylerin maneviyat ihtiyacı ve Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişteki kültürel kırılmalar ele alındı. Turan, Cumhuriyet’in ilk yıllarında yürütülen sekülerleşme politikalarının İslamî mirası geri plana iterek toplumda manevi bir buhran yarattığını savunur. O, laikliği Batı’dan ithal edilmiş bir model olarak değerlendirir ve Türk-İslam dünyasında bu ihtiyaca gerek olmadığını vurgular. Ali Fuad Başgil ise laikliğin devletin müdahale ettiği alanlarla sınırlı bir ilkeden ibaret olduğunu, bireylerin inanç özgürlüğüne dokunulmaması gerektiğini belirtir. Başgil’e göre din, bireyin en kuvvetli manevi desteğidir ve seküler düzen din düşmanlığına dönüştürülmemelidir. Nurettin Topçu ise dinin bilgi yerine güç kaynağı olduğunu, geleneksel İslam’ın korunmasının toplumsal dayanışma ve ahlaki direnci sağladığını ileri sürer. Şerif Mardin ise laikliğin toplumsal değişimdeki rolünü analiz etmiş, Türkiye’de uygulamaya sokulan bazı sert laiklik tedbirlerine karşın dinin öteden beri etkin olduğunu belirtmiştir.

Genel olarak, Osman Turan’ın eseri Cumhuriyet’in Batılılaşma ve laiklik politikalarına muhafazakâr bir eleştiri getirir; toplumun manevi yapısının önemini vurgular. Başgil’in din-devlet ayrımı anlayışı, bu eleştiriye liberal-demokratik bir perspektif sunarken, Topçu toplumsal ahlak ve maneviyatın sürekliliğine dikkati çeker. Mardin ise dönüşüm sürecini sosyolojik açıdan değerlendirir, dinin hem dönüştürücü hem dönüştürülen bir güç olduğunu gösterir. Bu farklı yaklaşımlar ortak bir sonuca işaret eder: Türkiye’de modernleşme ve laikleşme süreçleri toplumsal yaşamda derin etkiler yaratmış; dinî ve kültürel kimliğin yeni kurumsal çerçeveler içinde yeniden tanımlanması zorunlu hale gelmiştir. Sonuç bölümünde, bu çabaların yarattığı “manevi buhranın” güncel etkileri ve Türkiye’de din-devlet ilişkileri konusundaki tartışmaların devam ettiği vurgulanacaktır.

Kaynakça

  • Ali Fuad Başgil (1977). Din ve Laiklik. Kubbealtı Neşriyat.
  • Eryılmaz, M. (2019). Ali Fuat Başgil ve Osman Turan’ın din ve laiklik anlayışlarının karşılaştırılması (Yüksek lisans tezi). Necmettin Erbakan Üniversitesi, Konya.
  • Mardin, Ş. (1991). Türkiye’de Din ve Siyaset. Bilgi Yayınları.
  • Toker, İ. (2007). Şerif Mardin’de sosyal değişme, modernleşme ve din. İslami Araştırmalar Dergisi, 20(1), 97-107.
  • Turan, O. (2012). Türkiye’de Manevi Buhran: Din ve Laiklik (4. baskı). Ötüken Neşriyat.
  • Unan, F. (1999). Türkiye’de Cumhuriyet dönemi laiklik uygulamaları (Osman Turan’ın görüşleri). Türk Kültürü, 37(432).

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.