Yusuf Akçura’nın Suriye ve Filistin Mektupları Bağlamında Osmanlı’nın Son Dönem Ortadoğu Politikaları
Suriye ve Filistin Mektupları
Yusuf Akçura’nın Suriye ve Filistin Mektupları Bağlamında Osmanlı’nın Son Dönem Ortadoğu Politikaları
Giriş: Yusuf Akçura’nın entelektüel kimliği ve Ortadoğu ilgisi
Yusuf Akçura (1876–1935), hem Osmanlı’nın son döneminde hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda etkili olmuş bir fikir önderidir. Rusya’da Simbirsk’ta doğan Akçura, İstanbul’da Kuleli ve Harbiye askeri okullarında öğrenim görmüş; gençlik yıllarında Türkçülük hareketine katılarak İttihat ve Terakki’ye destek vermiştir. İttihat Terakki döneminde yakalanıp Fizan’a sürgün edilen Akçura, II. Meşrutiyet’in ilanıyla 1908’de İstanbul’a döndükten sonra Türk Derneği ve Türk Ocakları’nın kuruluşunda rol almış, Türk Yurdu dergisini çıkarmıştır. Bu faaliyetleriyle hem Osmanlı’nın son yıllarında hem de Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türk milliyetçiliğinin temel düşünce kaynaklarından biri haline gelmiştir.
Akçura’nın Ortadoğu’ya ilgisi, özellikle 1913’teki hac seyahati sırasında şekillenmiş; o yıl Suriye ve Filistin’i gezerek bölgeyi yerinde incelemiş, gözlemlerini Orenburg’daki Vakit gazetesine mektuplar olarak göndermiştir. 1913 yazında 4,5 ay süren bu seyahat aynı zamanda hac görevini de içermiş ve mektuplar Nisan–Ekim 1913 döneminde yayınlanmıştır. Böylelikle Akçura, döneminin Türk milliyetçisi bir entelektüeli olarak imparatorluğun Arap vilayetlerindeki durumu bizzat gözlemiş ve bu tecrübeleri fikir dünyasına aktarmıştır. Yusuf Akçura, Türk fikir tarihindeki öneminin yanı sıra bu bölgedeki gözlemleriyle de Osmanlı sonrası dönemdeki Arap dünyası üzerine düşünceler geliştirmiştir.
Suriye ve Filistin mektuplarının tarihsel bağlamı ve yazılış amacı
Suriye ve Filistin Mektupları, 1913’te yazılan seyahat mektuplarından oluşur ve dönemin kritik olaylarıyla iç içe geçmiştir. Balkan ve Trablusgarp Savaşları’nın ardından Osmanlı İmparatorluğu, Arap vilayetlerinde artan rekabeti ve milliyetçi uyanışları dikkate almak zorunda kalıyordu. Bu ortamda Akçura, Vakit gazetesinin Orenburg temsilcisi sıfatıyla Hicaz’a yaptığı hac yolculuğu sırasında Suriye ile Filistin coğrafyasını taramış; bölgedeki ekonomik, sosyal ve siyasî durumu Vakit okuyucularına rapor etmek amacıyla Vakit’e mektuplar göndermiştir. Mektuplar 1913 Nisan–Ekim ayları arasında Vakit’te tefrika edilmiş olup, Akçura’nın bu seyahati hem kişisel bir hac ziyareti hem de İttihatçı bir muhabirin görev ifası niteliğindedir.
Bu mektupların Osmanlı’daki yayını dönemin basın politikasına dair de ipuçları taşır. İttihat ve Terakki Dönemi’nde daha önce ihmal edilen Arap vilayetlerinin durumu ve önemine dikkat çekmek amacıyla yazılan metinler, o dönemde imparatorluk içindeki Türk kamuoyuna bölgeyi tanıtma ve millî bilinci uyandırma kaygısıyla kaleme alınmıştır,. Orhan Çiçek’in belirttiği gibi, şimdiye kadar eserlerinde adı geçmeyen bu mektuplar 2016’da ilk kez yayımlanmıştır; kültür tarihimiz açısından önemi, dönemin Suriye-Filistin’ini bir “fotoğraf” gibi sunup coğrafyayı vatan kılacak unsurları sorgulaması bakımından vurgulanmaktadır. Otuken Yayınları da bu yazıları “coğrafyayı vatan kılacak unsurların neler olduğuna temas etmesi bakımından” eserler arasında “müstesna bir yerde” olduğunu belirtir. Böylece Suriye ve Filistin Mektupları, Türkiye’de geç yayımlanmış olsa da Osmanlı’nın son yıllarına dair önemli birincil kaynak niteliği taşımaktadır.
Osmanlı’nın son döneminde Suriye ve Filistin’in siyasi yapısı
Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde Suriye ile Filistin bölgeleri, Tanzimat sonrası getirilen idari düzenlemeler içinde şekillenmiştir. 1864’te yapılan Teşkilât-ı Vilâyet reformuyla Şam Eyaleti, Halep Eyaleti ve Beyrut Eyaleti kurulmuştur. Bu düzenleme ile modern Suriye toprakları, “Şam Vilayeti” (ya da Suriye Vilayeti) adı altında örgütlenmiş, merkezi Şam olan bu vilayet 1864’ten I. Dünya Savaşı sonuna kadar varlığını sürdürmüştür. Şam Vilayeti’nin sancakları arasında Şam, Hama, Havran ve Karak gibi ilçeler yer almıştır. Beyrut ise ayrı bir vilayet olarak çıkmış, Lübnan bölgesi Osmanlı içinde Bağdat ve Şam vilayetlerinden ayrılarak Beyrut Vilayeti haline gelmiştir. Dolayısıyla 1913’teki Suriye Vilayeti, bugünkü Suriye ile Ürdün’ün batısını kapsayan geniş bir coğrafyayı içermekteydi.
Filistin (Arz-ı Filistin) coğrafyası ise Osmanlı idaresine bağlı bir bütün olarak değil, Şam Eyaleti’ne bağlı sancaklar bütünü şeklinde düzenlenmiştir. 1516’dan itibaren Kudüs, Gazze, Nablus ve Safed sancakları Şam Eyaleti bünyesinde yer almıştır. Ancak 1887’de Kudüs mutasarrıflığı olarak ayrı bir idari statü kazandı; 1888’de yeni kurulan Beyrut Vilayeti’ne de Nablus ve Akka sancakları bağlanarak Filistin bölgesi iki ana parçaya ayrıldı. Bu düzenlemeyle Filistin’in kuzeyi Beyrut Vilayeti’ne, güneyi ise Kudüs Mutasarrıflığı’na bağlandı. Osmanlı’nın bu son idari yapılanmasında Filistin’in ülke çapında ayrı bir vilayet olarak örgütlenmediği, büyük ölçüde Şam Vilayeti’nin bölünmesiyle elde edilen ilçe ve sancaklara dayandığı görülür. Bu yapı, I. Dünya Savaşı sonuna kadar sürmüş, 1918’de Osmanlı kuvvetlerinin bölgeden çekilmesiyle de yıkılmıştır.
Türk-Arap ilişkileri ve Arap milliyetçiliğine dair gözlemler
Akçura’nın mektupları, Türk-Arap ilişkilerine ve dönemin filizlenen Arap milliyetçiliğine ışık tutan değerlendirmeler içerir. Bir yandan Suriye-Filistin toplumundaki çokkültürlü yapı dikkatini çeker; Beyrut’ta Amerikalı, İngiliz, Alman, Rum, Ermeni ve Yahudi kurumlarının fazla olduğunu, buna karşın Türk, Müslüman ve Arap okullarının yetersiz kaldığını belirtir. Dil ve eğitim alanlarındaki dengesizliği ele alırken, Arap aydınların Osmanlı-Türk yönetiminden beklentilerine de değinir. Örneğin bir mektubunda Beyrut’taki “dil meselesi” üzerinde durarak şunları yazar: “Ben bunları kağıt karalamak için yazmıyorum… Türk dünyası, şimdi batıdan değil, güneyden de milli hareketlerle sıkıştırılmaya başlandı. Türklerin bunu bilmesi gerek”. Bu uyarı, Akçura’nın İstanbul’daki okuyucularını Arap milliyetçiliğinin hızla güçlenmeye başladığı konusunda bilgilendirme amacını yansıtır.
Dönemin Osmanlı ve Arap entelektüellerinin bakış açısı da mektuplarda yer alır. Bir Suriye mektubunda, bazı Arap aydınların Osmanlı’nın eğitim politikalarını eleştiren sözleri nakledilir: “Biz Türkçe bilmiyoruz… Şimdiye kadar Türk hükûmeti bize kendi dilini öğretmedi… Türkçede bize fayda getirecek eser yok” şeklindeki ifadeler, Arapların Türk kimliği ve diline karşı mesafeli duruşunu ortaya koyar. Bu tür sözler, Osmanlı yönetiminin Arap kitleleriyle kurduğu ilişkideki kırılma noktalarını gösterir. Aynı dönemde, Haziran 1913’te Paris’te toplanan İlk Arap Kongresi’nde Osmanlı Arap vilayetlerine özerklik talepleri dile getirilmişti. Akçura, mektuplarında “güneyden gelen” bu milli uyanışı görmüş ve Türk kamuoyunu uyarmış; Arap milliyetçiliğinin Osmanlı’nın geleceğini zorlayacağına işaret etmiştir.
Akçura’nın modernleşme, medeniyet ve Batılılaşma değerlendirmeleri
Akçura’nın düşünce dünyasında modernleşme ve batılılaşma, Avrupa’yı mekanik taklitten ziyade bir medeniyet bütünü olarak anlamayı gerektiren olgular olarak görülmüştür. O, Batı medeniyetinin yalnızca teknik başarılarını değil, fikir ve bilim dünyasını da özümsemeyi savunur. Bu doğrultuda ün kazanmış bir sözü vardır: “Avrupalılardan demiryolu köprüsü ve havada uçma makinası yapmayı öğrenelim ama… Zeppelin ve Blériot’a çırak olmak istiyorsak Kant ve Kont’ün de şakirdi olmak mecburiyetindeyiz”. Yani Akçura’ya göre, Batılılar gibi uçak yapmak için onların felsefesini, bilimsel yöntemini öğrenmek şarttır. Ona göre medeniyet bir bütündür ve sadece biçimsel veya materyal yönlerini devşirmek yeterli değildir. Bu bakımdan, Osmanlı’nın ‘üç tarz-ı siyaset’ arasında millî uyanışı ve çağdaş düşünceyi seçmesini savunur. Özetle, Akçura modernleşmeyi millî bir bilinç çerçevesinde ele alır; batılılaşmayı kabul etmiş ancak onu saf teknoloji kopyacılığı değil, akılcı düşünce ve eğitimle desteklenmesi gereken bir süreç olarak görmüştür.
Mektupların toplumsal, kültürel ve iktisadi gözlem gücü
Akçura’nın Suriye-Filistin mektupları, dönemin toplumsal yaşamına dair zengin betimlemeler içerir. Mektuplarda yerel halkın gündelik hayatı, ahlâkî tutumları, dinî uygulamaları ve eğitim düzeyi hakkında çok sayıda gözlem aktarılır. Örneğin, Beyrut’un demografik yapısı ve eğitim kurumlarıyla ilgili olarak, yabancı okulların fazlalığı ve Müslüman okulların azlığı vurgulanır. Bir başka mektupta ise “Suriye halkının bir kısmının ahlakından polislerin bile habersiz kaldığından, hükümet ve ulema memurlarının da hatalı olduğundan” söz edilir; bu, dönemin sosyal yapısına ışık tutar. Aynı seyahat sırasında ekonomik hayatla ilgili ayrıntılar da kayıt altına alınmıştır. Örneğin ticaret, liman faaliyetleri, para birimleri (Napolyon parası) ve altyapı konuları üzerinde durulur. Mektuplarda Suriye-Filistin’deki köy-kent ilişkileri, tarım ekonomisi, demiryolları inşası gibi konulara değinilir.
Benzer şekilde kültürel gözlemler de ön plandadır. Kitap incelemelerinden birinde belirtildiği üzere Akçura, yabancıların açtığı modern okullara karşılık Müslümanların eğitiminin geri kaldığını kaydeder; “Gayrimüslimler kendi yurtlarından uzaklarda bile modern tarzda eğitim kurumları açarken, Müslümanlar… ısrarla yerinde saymaktadır”. Toplumsal davranışlara dair gözlemler de mektuplarda yer alır. Örneğin Beyrut’un ünlü bir lokantasında, duvarda “Temizlik imandandır” yazısı bulunmasına rağmen yemeklerin çok pis olması Akçura’nın dikkatini çekmiştir. Bu örnek gibi ayrıntılar, dönemin sosyal yaşamının ruhunu yansıtır. Bu yönleriyle Suriye ve Filistin Mektupları, o coğrafyanın 1913’teki toplumsal, kültürel ve ekonomik gerçeklerini birinci elden öğrenmek isteyen araştırmacılar için eşsiz veriler sunar.
Akçura’nın metinlerinde milliyetçilik, devlet ve kimlik kavramlarının konumlanışı
Akçura’nın mektupları, milliyetçilik ve devlet bilinciyle ilgili duruşunu da yansıtır. Türkiye merkezli bir perspektiften bölgeyi yorumlayan Akçura, Osmanlı’yı ve Türklüğü savunan bir dil kullanır. Örneğin Fransa’nın Suriye’deki etkisinden söz ederken, bir Arap aydının “bu memleketi kendi sömürgemiz sayıyoruz” sözlerini duyunca tepki gösterir: “Efendi nasıl müstamere?… Bu memleketi müstamer e denler Fransızlar, Amerikalılar, Almanlar, Yahudilerdir” şeklinde karşılık vererek gerçek sömürgecileri işaret eder. Bu tepki, Akçura’nın milliyetçi bir bakışla Osmanlı’nın parçalanmasına karşı duruşunu gösterir. Diğer yandan mektuplarında “millet” ve “milli bilinç” vurguları da geçer. Beşinci mektupta kaleme aldığı çağrı, “milli hareketlerle sıkıştırılmaya başlandı” ifadeleriyle Türk kimliğinin etrafında birleşilmesi gerektiğini vurgular. Akçura, Suriye-Filistin halklarının durumuna bakarak Osmanlı millet kavramının dönüşümünü de ima eder. Zira bir yandan Osmanlı kimliğini korumayı savunurken, diğer yandan Türk-Tatar kültürel varlığına güven duyar; gelecek için umutludur. Hakikat şu ki, Akçura eserlerinde hem Osmanlı uyumunu hem de millî uyanışı bağdaştırmaya çalışır. Bir değerlendirmede belirtildiği gibi Akçura, Türklerin çalışma azmini takdirle karşılarken “Türklerin durumunun kötüleştiğini ama medenî-millî varlıklarını kaybetmeyeceklerini” öngörmüş, yeniden güzel günler göreceklerine inanmıştır. Bu tutum, onun metinlerinde milliyetçilik ile devlet ve kimlik kavramlarının iç içe geçtiğini gösterir.
Sonuç: Suriye ve Filistin Mektupları’nın Osmanlı düşünce tarihi içindeki yeri
Yusuf Akçura’nın Suriye ve Filistin Mektupları adlı eseri, Osmanlı düşünce tarihi açısından eşsiz bir kaynak olarak değerlendirilebilir. Bu mektuplar, imparatorluğun son yıllarında bir Türk milliyetçisi entelektüelin Arap coğrafyasını nasıl algıladığını gözler önüne sermekte; bölgedeki siyaset, toplum ve kültür hakkında güncel yorumlar sunmaktadır. Akçura, bu yazılarında hem Osmanlı’nın kurumlarını savunur hem de Türk milleti için alarm veren uyarılarda bulunur. Diğer Türk milliyetçi fikir adamlarından farklı olarak Şam ve Filistin topraklarını adeta yerinde araştıran Akçura, coğrafyanın vatan kılınmasındaki unsurlara temas ederek imparatorluğun dağılma sürecine tanıklık etmiştir. Otuken Neşriyat’ın da belirttiği gibi, bu mektuplar “coğrafyayı vatan kılacak unsurların neler olduğuna temas etmesi bakımından” Akçura’nın diğer eserleri arasında “müstesna bir yerde” durmaktadır. Sonuç olarak, Suriye ve Filistin Mektupları Osmanlı’nın son dönem ideolojileri ve Türk milliyetçiliğinin evrimi bağlamında önemli bir eser sayılır. Cumhuriyet’in kurucu düşünürü olan Akçura’nın bu belgeleri, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş döneminin ruhunu anlamak isteyen tarihçiler için kıymetli bir birincil kaynaktır.
Kaynakça (APA stilinde):
- Akçura, Y. (2016). Suriye ve Filistin Mektupları (İ. Türkoğlu, Haz.). Ötüken Neşriyat.
- Çiçek, O. (2019). [Kitap tanıtımı] Yusuf Akçura, Suriye ve Filistin Mektupları (İ. Türkoğlu, Haz.). Avrasya Uluslararası Araştırmalar Dergisi, 7(19), 488-492.
- Filistin. (n.d.). Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Cilt 11, s. 418-436).
- Institute for Palestine Studies. (2023, June 17). The Arab Congress meets in Paris 1913. Digital Projects of IPS. Erişim adresi: digitalprojects.palestine-studies.org
- Özçelik, M. H. (2015). Yusuf Akçura'nın “Üç Tarz-ı Siyaset” Makalesi Üzerine Düşünceler. ABMYO Dergisi, 38, 55-68.
- (Esere erişim notu, internet sayfası kaynağı veya sayfa numaraları, ilgili yayınevlerinin önerdiği APA formatına uygun olarak eklenebilir.)
Leave a Comment