Klasik Filoloji Seminerleri 5 Kitabının Akademik İncelemesi


 

Kitabın Adı:
Klasik Filoloji Seminerleri  5 
Yazar             :
  

Çevirmen:
  
Sayfa:
120 
Cilt:
Ciltsiz 
Boyut:
13,5 X 21 
Son Baskı:
27 Ekim, 2023 
İlk Baskı:
27 Ekim, 2023 
Barkod:
9786254498640 
Kapak Tsr.:
Editör:
Ekin Öyken  
Kapak Türü:
Karton 
Yayın Dili:
Türkçe 
 
 
   
 
 
 
Orijinal Dili:

Orijinal Adı:
  




Klasik Filoloji Seminerleri 5 Kitabının Akademik İncelemesi

Klasik Filoloji Seminerleri 5 – Giriş ve Bölüm Özetleri

Klasik Filoloji Seminerleri 5, İstanbul Üniversitesi Latin Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı tarafından Ekim 2023’te yayımlanan bir derleme çalışmasıdır. Editörlüğünü Ekin Öyken’in üstlendiği bu cilt, klasik filoloji ve ilgili disiplinlerde güncel yaklaşımları ele alan beş temel makaleden oluşur. Giriş bölümünde (sunuş) derleyici, klasik filoloji seminerleri serisinin amaçlarını ve cildin içeriğini özetler. Genel olarak ciltte, dilbilgisi öğretiminden antik filozofların felsefesine, mitolojik temalardan eskiçağ tıbbına uzanan geniş bir yelpazede incelemeler yer alır. Aşağıda, sunuş ve her bölümün ana konuları akademik bir üslupla özetlenmiştir.

Dil Eğitiminde ve Öğretiminde Gramerin Önemi ve Yeri

(Bedia Demiriş)

Günümüzde dil öğretimi tartışmalarında dil bilgisi (gramer) öğretiminin rolü önemli bir yer tutar. Aytaş ve Çeçen’in de vurguladığı üzere, dil bilgisi öğretimi ana dilinin edinimi ve bilinçli kullanımı için gereklidir; bu eğitim, öğrencinin dilsel becerilerini geliştirmesine ve dilin yapısını bilinçli biçimde kavramasına katkı sağlar. Araştırmalar, dil bilgisi öğretimine gereken önemin verilmemesi halinde öğrencilerin okuma-anlama ve yazılı anlatım becerilerinin olumsuz etkilendiğini göstermektedir. Örneğin Sağır (2002), Türkiye’de dil bilgisi eğitimine yeterince önem verilmediğini ve bunun öğrencilerin dilbilgisi konularını öğrenmesinde güçlük yarattığını belirtmiştir. Bir başka deyişle, iyi bir ana dili eğitimi dil bilgisi öğretimini ihmal etmemeli; çünkü eksik bir gramer eğitimi, yanlış ifadelerin pekişmesine ve dil yanlışlarının artmasına neden olmaktadır.

Dil öğretiminde dilbilgisi öğretiminin bir diğer amacı da öğrencilerin dilsel özgüven kazanmasını ve dilbilgisi kurallarını farklı bağlamlarda uygulayarak pekiştirmelerini sağlamaktır. Hudson’a göre dilbilgisi öğretiminin gerekçeleri arasında şunlar sayılmaktadır:

  • Dilsel özgüveni artırmak; yani öğrencilerin kendi dil yapılarını öğrenerek kendilerine güven duymalarını sağlamak.
  • Ölçünlü dil kullanımı sağlamak; öğrencileri doğru ve tutarlı bir dil kullanmaya özendirmek.
  • Başarı performansını yükseltmek; dil öğrenimindeki başarıyı artırarak eğitim başarısına katkıda bulunmak.
  • Yabancı dil öğrenimini desteklemek; ana dilde edinilen gramer bilgisinin başka dillerin öğrenilmesini kolaylaştırması.
  • Dilsel ve kültürel hoşgörüyü geliştirmek; farklı dil yapılarını anlayarak önyargısız düşünceye yardımcı olmak.
  • Analitik düşünme becerisini kazandırmak; bilimsel yöntem ve çözümleyici düşünce alışkanlıklarını pekiştirmek.
  • Dili kötüye kullananlara karşı koruyucu olmak; dilde bozulmaların önüne geçerek dili doğru kullanmayı teşvik etmek.
  • Dil sorunlarını anlamaya yardımcı olmak; dil bilimsel sorunları kavrayarak çözüm üretmeyi öğretmek.
  • Genel dil bilgisini derinleştirmek.

Bu hedefler doğrultusunda dilbilgisi öğretimi bilinenden bilinmeyene, somuttan soyuta gibi temel öğretim ilkeleriyle yapılandırılmalıdır. Örneğin Sinanoğlu (1958) da dil bilgisinin, dil kullanımındaki karışıklıkları en aza indirdiğini ve dil öğrenimini hem hızlı hem de doğru hale getirdiğini belirtmiştir. Sonuç olarak dil eğitiminde gramer, öğrencilerin ana dillerini daha güçlü öğrenmeleri için hem teorik bir temel hem de uygulamalı bir beceri seti olarak görülür. Bu nedenle gramer öğretimi, özellikle erken yaşta yapılandırılmış biçimde verilerek dil becerilerinin sağlıklı gelişimine katkı sağlar.

Seneca: Yaşam Kılavuzu Olarak Felsefe

(Aysun Kara)

Romalı Stoacı filozof Seneca (MÖ 4 – MS 65), eserlerinde pratiğe dönük felsefeyi öne çıkaran bir düşünürdür. Seneca’ya göre felsefe, yaşamın ve ölümün anlam kazanmasının, erdemli olmanın ve gerçek mutluluğa ulaşmanın anahtarıdır. Yani onun için felsefe, sadece soyut bir disiplin değil, insana “iyi insan olmayı” öğreten ve gerçek bilgeliğe kavuşturan aktif bir yaşam kılavuzudur. Seneca’nın pek çok eseri, bireyin iç dünyasını düzeltmesi için düşünme alışkanlığı kazandırmaya yöneliktir; “insan olmanın anahtarı” olarak gördüğü felsefe sayesinde doğru bilgi edinilmesi ve bu sayede erdemli davranışın gerçekleşebileceğini savunmuştur.

Seneca ayrıca felsefeyi ölüme hazırlık olarak da tanımlar. Teselliler (Consolations) adlı eserinde ölümün yaşamın doğal bir parçası olduğunu vurgular ve “tüm ömür, ölüme yürüyüştür” diye yazar. Nitekim insanın doğduğu anda öleceği belliyse, ölümü garipsenmemesi gerektiğini belirtir; ölüm korkusunu yenmek için felsefî yaklaşımlar geliştirir. Stoacılara göre doğaya uygun yaşamak, akıl ve erdem sahibi olmak; dolayısıyla ölüm karşısında sükunetle durabilmek için felsefe gereklidir. Seneca hayatı boyunca bu düşüncesini yaşamış, Neron’un akıl hocası olarak bile Stoacı öğretileri yaymaya çalışmıştır.

Seneca’nın öğretileri, özellikle kişisel mutluluk ve iç huzur arayışında bugün de kaynak olarak değerlendirilmektedir. Modern yorumcular, Seneca’nın “hayat sanatı” anlayışının zamansız ve evrensel olduğunu vurgular (ör. Fideler 2008). Özetle, Seneca’nın yaşama kılavuzu Stoacı bir disiplindir; felsefe onun için sadece teorik bilgi değil, günlük hayatta uygulayarak öldüğü güne hazırlık yapmayı sağlayan bir araçtır.

Homeros’tan Parmenides’e Teolojik Dönüşüm

(Cengiz Çakmak)

Antik Yunan düşünce tarihinde Homeros dönemi mitolojik teolojiden, erken felsefenin metafizik görüşlerine doğru belirgin bir kayma gözlemlenir. Homeros’un destanlarında tanrılar antropomorfik olarak, yani insana çok benzeyen şekillerde betimlenir: Zeus, Athena, Apollon gibi ilahlar insanlar gibi düşünür, duygulanır, öfkelenir ve bazen rastgele müdahalelerde bulunurlar. Bu dönemin teolojisinde fate (kader) önemli bir kavramdır ve tanrılar insan kaderlerini keyfi kararlarıyla belirler. Ölümsüzler arası çekişmeler, Olympos’un krallığı ve kahramanların tanrılarla ilişkisi Homeros geleneğinin temel motifleridir.

Ancak MÖ 6. yüzyıla gelindiğinde bazı filozoflar bu anlayışı eleştirmeye başlamıştır. Özellikle Ksenophanes, bu eskiçağ tanrılarına yönelttiği sert eleştirilerle bilinir. Ksenophanes’e göre Homeros’un tanrıları insanlardan farksız betimlenemez; gerçek Tanrı insanî zaaflardan arî, kusursuz ve tektir. Nitekim Ksenophanes, tanrılar hakkında felsefi düşünceyi başlatan ilk filozof olarak görülür; bu anlayışta tanrının hareket kabiliyeti yoktur ve “her şeyi gözeten, her şeyi bilen” tektanrıcı bir ilke vardır. Bu, mitolojinin çoktanrılı antropomorfik düzeninden radikal bir kopuştur.

Ksenophanes’in tektanrılı, değişmeyen bir Tanrı fikri, sonraki elealı filozoflarca da sürdürülmüştür. Parmenides (MÖ ~515-450), Varlık kavramı etrafında geliştirdiği sistemde, tüm gerçekliği tek bir birlik olarak görür; değişimi reddeder ve varlığı tözsel bir düzlemde ele alır. Popüler bir yorumda, Ksenophanes’in “hareketsiz tek Tanrı”sı ile Parmenides’in “hareketsiz varlık”ı arasında bir paralellik kurulmuştur. Sonuçta erken Yunan düşüncesinde teolojik anlayış, antropomorfik mitolojiden evrensel bir varlık anlayışına doğru evrilmiştir. Bu dönüşüm, dinî inancın rasyonelleşmesi ve felsefenin doğa ile tanrılar kavramlarına dair refleksif bir inceleme alanı açması bakımından önemlidir.

Antikçağda Trajik Kadın Suretleri

(Bengü Cennet Coşkun)

Antik Yunan tragedya geleneğinde kadın karakterler önemli bir dramatik rol üstlenir. Gerçekten de günümüze ulaşabilmiş yaklaşık otuz iki Yunan tragedyasının çoğu, kadın kahramanlar ve onların aile dramları etrafında şekillenir. Kadınlar bu metinlerde genellikle ya toplumsal kuralları zorlayan ya da bu kurallarla sınan figürlerdir. Örneğin Euripides’in Medea eserinde Medea, ihanete uğramış bir yabancı kadın olarak çocuklarını da öldürmekten çekinmeyerek trajik bir antipatik kahramana dönüşür. Sofokles’in Antigone‘unda ise Antigone, kardeşinin toprağa defnedilmesini cesurca savunarak devlet yasalarına başkaldırır ve bu uğurda canını feda eder.

Çağdaş araştırmalar, bu kadın figürlerinin Yunan toplumundaki cinsiyet normlarını nasıl yansıttığı ve meydan okuduğu üzerinde durmuştur. Hanna Roisman’ın derlemesine göre, trajik kadın karakterler yaşlarına göre iki temel grup oluşturur. Genç kızlar (örneğin Antigone, İphigeneia) inatçı ve cesur davranarak inançları uğruna hayatlarını riske atarlar; yetişkin anneler (Medea, Klytaimestra, Hecabe gibi) ise çoğunlukla erkeklerin onlara veya çocuklarına yönelik ihanetine tepki olarak aşırı eylemlere –çoğu kez cinayete– başvururlar. Roisman’ın belirttiği üzere, Clytaimestra, Hecabe, Medea ve Elektra gibi kadınlar intikam veya cinayet yolunu seçerken; Alcestis, Antigone, Deianeira gibi diğerleri hayattan çekilmeyi ölümlerle sonuçlanan bir çözüm olarak benimserler.

Bu trajik kadın figürlerinin ortak yanı, gerek aile içinde gerekse toplum önünde kadınların yaşadığı baskı, haksızlık veya yasaklar karşısında yükselen insanî tepkileridir. Örneğin Medeada Medea’nın intikamı, ona ihanet eden kocasına karşı dratik bir tepkiyken; Antigone’de Antigone’nin direnişi, tanrısal bir göreve inanan bir genç kadının yasaya inancını savunuşudur. Bu eserler, Antik Çağ’da kadının temsili ve toplumsal cinsiyet rollerine dair fikir vermekle kalmaz, aynı zamanda kadın kahramanların cesareti, zekâsı ve direnci ile kadın-erkek ikilemlerini gösteren güçlü anlatılar sunar.

Hippokrates’te Salgılar ve Mizaçlar

(Eyüp Çoraklı)

Antik Yunan tıbbının en tanınmış temsilcisi Hippokrates (MÖ 460–370 civarı), insan sağlığına yönelik doğal nedenlere odaklanan ilk hekimlerden biridir. Onun kuramında insan bedeni dört temel sıvının –kan, balgam (phlegm), sarı safra, kara safra– dengesiyle işler. Hippokratik geleneğe göre bu dört sıvı, Empedokles’in dört elementiyle ilişkilendirilmiştir: Kan “hava” ile, balgam “su” ile, sarı safra “ateş” ile, kara safra “toprak” ile analog kabul edilmiştir. Bu humoral teoriye göre sağlıklı beden, bu sıvıların doğru karışımından oluşur; herhangi birisindeki fazlalık veya eksiklik ise hastalığa yol açar. Örneğin aşırı sarı safra kişinin melankolik (soğukkanlı) bir yapıya, çok kan ise taşkın neşeli bir mizaca neden olabilir.

Hippokrates’in öğretilerinde mizaç (temperament) kavramı da öne çıkar. Çünkü her sıvı farklı niteliklere sahiptir (sıcak-soğuk, nemli-kuru) ve bunlar insanın ruh hâlini etkiler. Böylece dört sıvıya göre sırasıyla sanguin (kanlı), flegmatik (beyazımtıl/balgamlı), kolerik (sarı safra) ve melankolik (kara safra) mizaçları tanımlanmıştır. Hippokratik düşünceyle mizaç, bedensel bilime entegre edilerek kişinin doğuştan gelen psikolojik eğilimleriyle bağlantılı bir gösterge olarak kabul edilmiştir.

Tanı koymada ise Hipokratik hekimler hastanın salgılarını yakından gözlemlerdi. Özellikle deri terlemesi, idrar rengi, kusma ve dışkı gibi bedensel akıntılar ile hastanın ateşi ve nabzı, hangi humoral dengenin bozulduğuna işaret edebilir. Örneğin, Bağdat koleksiyonuna göre yazılan Havan, Sular, Yerler Üzerine adlı eserde, bir şehrin iklimi ve su kaynakları ile orada görülen hastalık türleri arasındaki bağlantı incelenmiştir. Genel olarak, Hippokratik metinlerde hastalığa yol açan nedenin “bedensel sıvılardaki bozulma” olduğu vurgulanır.

Sonuç olarak, Hipokratik tıp insan bedeninin organik bir bütün olduğuna inanmış ve sağlık ile hastalığı doğa yasaları çerçevesinde açıklamıştır. Dört humurun dengesi ve bu sıvıların hareketi, bireyin fizikî sağlığını ve ruhsal mizacını belirleyen temel etkenler olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle Antik Çağ’da sağlıklı yaşam, dengeli beslenme, ılıman iklim ve ölçülü yaşam tarzıyla birlikte bu temel salgıların kontrolüyle ilişkilendirilmiştir.

Sonuç

“Klasik Filoloji Seminerleri 5”, sunduğu makalelerle klasik metinler ve antik düşünceyi çağdaş bir perspektifle yorumlamaktadır. Bu ciltte, dil biliminden felsefeye, kültürel kuramlardan tıp tarihine uzanan farklı konuların derinlemesine incelendiği görülmektedir. Bedia Demiriş’in gramer öğretimi üzerine çalışması, günümüz eğitiminde dilbilgisinin statüsünü ve pedagogik gerekçelerini detaylandırırken; Aysun Kara’nın Seneca incelemesi, antik felsefenin bireysel yaşama nasıl kılavuzluk ettiğini gösterir. Cengiz Çakmak mitolojiden felsefeye teolojik dönüşümü ele alarak insanlık düşüncesindeki evrimi tartışırken, Bengü Cennet Coşkun trajik kadın karakterler üzerinden antik toplum yapısına eleştirel bir bakış sunar. Son olarak Eyüp Çoraklı’nın Hippokrates incelemesi, antik tıbbın bedensel ve ruhsal unsurlarını birleştiren humoral kuramı ortaya koyar. Bir bütün olarak bu derleme, klasik dünyayı çok disiplinli bir bakışla ele alarak hem eski metinlerin anlaşılmasına katkı sağlamakta hem de bu bilgilerin modern akademik tartışmalara nasıl yansıtıldığını göstermektedir.

Kaynakça

  • Aytaş, G., & Çeçen, M. A. (2010). Ana dili eğitiminde dil bilgisinin öğretiminin yeri ve önemi. Türk Dili Araştırmaları, 27(2), 77–89.
  • Pattabanoğlu, F. Z. (2016). Seneca’da felsefe ve ölüm. SBE Dergisi, 22-07-12012016, 179–188.
  • Şimşek, N. (2015). Ksenophanes’in Tanrı anlayışı. Felsefe Arkivi, 43, 65–81.
  • McClure, L. (2023). Review of Tragic Heroines in Ancient Greek Drama, by H. M. Roisman. Bryn Mawr Classical Review, 2023(03.09).
  • Lagay, F. (2002). The legacy of humoral medicine. Virtual Mentor: AMA Journal of Ethics, 4(7), 206–208.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.