Üç Tarz-ı Siyaset Üzerine Yüksek Lisans Düzeyinde İnceleme Yazısı



Üç Tarz-ı Siyaset

 

Stok Kodu
:
9786051552279
Boyut
:
12 cm x 19,5 cm
Sayfa Sayısı
:
126
Basım Yeri
:
İstanbul
Baskı
:
10
Basım Tarihi
:
Mayıs 2025
Kapak Türü
:
Karton Kapak
Kağıt Türü
:
52 Gr. Holmen
Dili
:
Türkçe

Üç Tarz-ı Siyaset Üzerine Yüksek Lisans Düzeyinde İnceleme Yazısı

Yusuf Akçura ve Üç Tarz-ı Siyaset Üzerine İnceleme

Giriş

19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyıl başları Osmanlı Devleti’nde derin bir çöküş dönemini işaret etmektedir. Bu dönemde Osmanlı aydınları, imparatorluğun çok uluslu yapısını nasıl muhafaza edebilecekleri sorusuna çeşitli cevaplar aramışlardır. Kazanlı Yusuf Akçura (1876–1935), Tatar kökenli bir Osmanlı aydını olarak bu tartışmaların önemli bir temsilcisidir. Çocuk yaşta babasını kaybedip annesiyle İstanbul’a göç eden Akçura, Kuleli Askerî İdadisi ve Harbiye Okulu’nda öğrenim gördü; 1897’de ilk sürgün olarak Fizan’a gönderildi ve ardından Paris Siyasal Bilgiler Okulu’nda öğrenimini tamamladı. Paris’te Sadri Maksudi Arsal ve Ahmed Rıza Paşa gibi düşünürlerle tanıştı, Şûrâ-yı Ümmet gazetesinde yazılar yazdı. 1903’te Kazan’a dönerek ünlü Üç Tarz-ı Siyaset makalesini kaleme aldı ve Nisan-Mayıs 1904’te Kahire’de yayımlanan Türk gazetesinde yayınlattı. Akçura, bu makalesiyle Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük olmak üzere üç ana siyaset anlayışını ayrıntılı biçimde ele almıştır. Ercüment Berk’in de belirttiği gibi, Akçura “Üç Tarz-ı Siyaset”te Osmanlı İmparatorluğu’nda Türkçülük politikasının uygulanması gerektiği fikrini ilk kez ortaya koymuş ve bu fikirler, Millî Mücadele felsefesine ve yeni devletin şekillenmesine kaynaklık etmiştir. Bu yönüyle Üç Tarz-ı Siyaset, Türk siyasal düşüncesinde mihenk taşı niteliğindedir.

Kuramsal Arka Plan

Osmanlı Devleti’nin Batı karşısındaki gerileme sürecinde (18. yüzyıl sonlarından itibaren) reform ihtiyacı artmış; 19. yüzyıl boyunca Tanzimat (1839) ve Islahat (1856) gibi fermanlarla merkezi otoriteyi güçlendirme ve toplumu modernleştirme çabaları yoğunlaşmıştır. Bu reformlar çerçevesinde ilk defa “Osmanlıcılık” anlayışı resmi ideoloji olarak benimsenmeye çalışılmıştır. Osmanlıcılık, imparatorluğun Müslim ve gayrimüslim tebaasını din, etnik köken veya dil ayrımı yapmaksızın ortak bir “Osmanlı Milleti” çatısı altında birleştirmeyi amaçlar. II. Mahmud döneminde Sultan’ın “Müslüman’ını camide, Hristiyan’ını kilisede görürüm; aralarında başka fark yoktur” sözü, Osmanlıcılık kavramının ilk öncüllerindendir. Tanzimat Fermanı, imparatorluğun her ferdi için can ve mal güvenliği ile yasal eşitlik vaat etmiş; 1876 Kanun-ı Esasi ise bir parlamento öngörmüştür. Ancak bu çabalar, imparatorluğun içinde yükselen etnik milliyetçilik hareketleri karşısında sınırlı kaldı. Gamze Can’ın da belirttiği gibi, resmi Osmanlıcılık ideolojisi Tanzimat’la ilan edilmeye çalışılmasına karşın, XIX. yüzyıl ortalarından itibaren gelişen İslamcılık ve Türkçülük fikir akımları karşısında etkisiz kalmıştır.

Bu dönemde Osmanlı entelektüel hayatında İslamcılık ve Türkçülük akımları da güç kazanmaya başlamıştır. İslamcılık (pan-Islamizm) Avrupa yayılmacılığına karşı Müslüman birliği fikrini öne çıkarır. Namık Kemal gibi öncü Osmanlı aydınları “İttihad-ı İslam” kavramı üzerinde durmuş; Sultan II. Abdülhamid dönemi ise İslam kimliğini vurgulayan bir siyaset izlemiştir. Öte yandan Türkçülük, 19. yüzyıl sonlarında Osmanlı topraklarında ve Rusya’daki Tatar-Azerbaycan vb. entelektüeller arasında ortaya çıkmıştır. Bu akım, Türk Yurdu ve Türk Derneği gibi derneklerle örgütlendi; dili, kültürü ve tarih bilincini vurgulayarak bütün Türk kavimlerinin birlikteliğini amaçlamıştır. Özellikle II. Meşrutiyet’ten (1908) sonra millî kimlik tartışmaları içinde Ziya Gökalp gibi düşünürlerin öncülüğünde Türkçülük yaygınlaşmıştır. Bu üç yaklaşım, Osmanlıcılık’ın erdemsiz kaldığı bir ortamda “imparatorluk nasıl kurtarılır?” sorusuna farklı cevaplar sunmuştur. Akçura’nın bu konudaki 1904 tarihli değerlendirmesi, bütün bu akımların Osmanlı modernleşme pratiği bağlamında ne kadar “cevap verme algoritmasına” sahip olduğunu ölçmeyi amaçlamıştır.

Tematik Çözümleme

Yusuf Akçura Üç Tarz-ı Siyaset’te Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük kavramlarını şu şekilde tanımlar: Osmanlıcılık, farklı etnik ve dinsel unsurları ayırmaksızın “tek bir Osmanlı Milleti” oluşturmayı hedefler. İslamcılık, devlet yapısını İslâm dini etrafında şekillendirmeyi amaçlar. Türkçülük ise ırka dayalı bir Türk siyasal ulusçuluğu kurmayı ön görür. Bu yaklaşımların her biri, tarihî temelleri ve amaçları bakımından farklı özellikler taşır.

  • Osmanlıcılık: Akçura’ya göre Osmanlıcılık, İmparatorluk bünyesindeki Müslim ve gayrimüslim tüm halkı eşit haklarla birleştirme fikrini içerir. Ayçiçek (2015) bu yaklaşımı “hiçbir ayrım gözetmeksizin Osmanlı Devleti’ni tek bir ‘Osmanlı Milleti’ olarak kabul eden ve unsurları ortak bir devlet ideali altında birleştirmeyi amaçlayan” bir model olarak tanımlamıştır. Tarihî olarak Tanzimat dönemindeki eşitlikçi reformlar Osmanlıcılık anlayışının uygulama alanı olmuştur. Koçak’ın belirttiği gibi, Üç Tarz-ı Siyaset’te Osmanlıcılık, farklı dinsel ve etnik grupları birleştirerek ortak bir vatan bağlılığı tesis etme görüşü olarak tanımlanır. Osmanlıcılık fikrinin başarısızlık nedenleri arasında, söz konusu bütünleştirici kimliğin sahada karşılık bulamayışı ve milliyetçi hareketlerin güçlenmesi sayılır. Sultan II. Mahmud döneminin eşitlikçi söylemine rağmen Osmanlıcılık, Balkan uluslarının ve İttihatçıların milliyetçi dalgaları karşısında dayanma gücü gösterememiştir. Akçura da bu nedenle Osmanlıcılığı, imparatorluğun içinde bulunduğu koşullarda pratikte işlevsel bulmamıştır.

  • İslamcılık: Akçura’nın tanımında İslamcılık, “İslam dinine dayanan bir devlet yapısı” kurma ideolojisidir. Bu yaklaşım, imparatorluğu Müslüman ümmet birliği temelinde yeniden inşa etmeyi öngörür. Tarihsel olarak bakıldığında 19. yüzyılda Osmanlıcılığın çöküşünü gören bazı düşünürler (Namık Kemal, Ali Suavi gibi) İslamcılığa yöneldi ve II. Abdülhamid Dönemi’nde halifelik vurgusu öne çıktı. İslamcılık hem devletin dini meşruiyetini güçlendirmeyi hedeflemiş, hem de Müslüman nüfusu konsolide etme arayışında görülmüştür. Ancak Akçura bu yaklaşımda da sınırlamalar görmüştür. Üç Tarz-ı Siyaset incelemesinde İslamcılık ve Türkçülük, içerik olarak iç içe geçmiş akımlar olarak ele alınmış; her ikisinin de Müslüman çoğunlukla ilişkili olmasına rağmen farklı öncelikler barındırdığı vurgulanmıştır. Akçura, İslamcılığın Osmanlı’nın farklı unsurları arasında bir köprü kurabileceğini düşünmüşse de, bu modelin modern ulus-devlet kurma kriterlerini (örneğin etnisite temelli aidiyet hissi) karşılayamayacağını söylemiştir. Dolayısıyla İslamcılığın, millî kimlik arayışında ihtiyaç duyulan net bir etnik temeli sağlamayacağını belirtmiştir.

  • Türkçülük: Üç siyaset tarzı arasında Akçura’nın en çok üzerinde durduğu ve nispeten olumlu değerlendirdiği Türkçülük, “ırka dayalı bir Türk siyasal ulusçuluğu” kurma amacını taşır. Bu görüşe göre imparatorluğun kaderi, Osmanlı bünyesindeki Türk etnik unsurun birliği etrafında şekillenmelidir. Türkçülük 19. yüzyıl sonlarında Osmanlı’nın resmî dili olan Osmanlıcık’tan farklı olarak, Türk tarihini, dilini ve kültürel birliğini ön plana çıkarır. Akçura, Osmanlıcılığın başarısızlığı ve İslamcılığın sınırlılığı karşısında, Türkçülüğün bir kurtuluş yolu olabileceğine işaret etmiştir. Ne var ki Üç Tarz-ı Siyaset makalesinde açıkça hangi yolu kesinlikle tercih ettiği belirtilmez; ancak eserinde Türkçülük, potansiyel olarak en uygulanabilir seçenek olarak sunulur. Nitekim İstanbul’a dönüşünden sonra Akçura, 1908–1917 yılları arasında çıkan Türk Yurdu dergisinin kurucuları arasında yer almış ve Türkçülük derneklerinin oluşumunda öncü olmuştur. Bu etkinlikler, onun Türk milliyetçiliğine verdiği önemi gösterir. Akçura’ya göre Türkçülük, kitleleri harekete geçirecek güçlü bir millî motivasyon aracı olabilir; çünkü Osmanlı coğrafyasında yoğun bir şekilde yaşayan Türk nüfusun kültürel birliği üzerinden yeni bir “millet” inşa edilecektir.

Akçura Üç Tarz-ı Siyaset’te her üç yaklaşımın fayda ve sakıncalarını irdelemiş, hangisinin devletin bekası bakımından en meşru ve uygulanabilir olduğu üzerinde düşünmüştür. Ancak baskın bir çözüm önerisi getirmekten kaçınmış, bu modelleri değerlendirme sürecini okuyucuya bırakmıştır. Sonuç olarak Osmanlıcılığın artık işlerlik kaybettiğini ve İslamcılık-Türkçülük ikilisinin bir nevi örtüşen biçimde tartışıldığını göstermiştir. Örneğin tanınan eleştirmen Ziya Gökalp, Akçura’nın fikirlerini benimseyerek “Türk-İslam” dengesini kurmaya çalışmıştır; bu da aslında Akçura’nın sınıflandırmasının ötesinde bir sentez çabasıdır (örneğin Gökalp, Türkleşmek-İslamlaşmak kitabında Türklük ve Müslümanlık arasında köprü aramıştır).

Eleştirel Değerlendirme

Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset tasnifi, Osmanlı’nın son dönem düşünce dünyasını basit ama etkili bir şekilde özetlemesi bakımından güçlüdür. İlk kez Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük arasında kapsamlı bir karşılaştırma yapması itibarıyla yenilikçi bir çalışmadır. Bu model, özellikle İttihat ve Terakki döneminde ideolojik tartışmalara yön vermiş; hatta İTC siyasetinde bu üç akımın ortak bir devlet stratejisi içinde kullanılabildiği belirtilmiştir. Akçura’nın sınıflandırması, dönemin önemli ideolojik seçeneklerini kavramsallaştırarak daha sonraki kuşaklara bir çerçeve sunmuştur. Nitekim Akçura’nın fikirleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda resmî millî ideolojinin temel taşlarından biri olmuştur: Ercüment Berk’in vurguladığı gibi, Akçura milliyetçiliğinin savunusu hem Millî Mücadele’ye hem de yeni devletin politikalarına kaynaklık etmiştir. Bu anlamda Üç Tarz-ı Siyaset’in günümüz siyasi literatürde hâlâ atıf aldığı görülür.

Öte yandan sınıflandırmanın bazı sınırları da göze çarpar. Akçura üç akımı görece kapalı kutular olarak ele aldığı için, bu modellerin içerdiği çeşitlilik ve örtüşme alanları görünmez kalmıştır. Örneğin Batıcılık, yabancılaşma korkusu ve reformcuların talepleri Üç Tarz-ı Siyaset kapsamında ayrı bir kategoriye alınmamıştır; oysa Tanzimat’ın “Avrupa’yı takip” vurgusu, modernleşme bağlamında değerlendirilmesi gereken bir başka düşüncedir. Benzer şekilde, gruplar arası kimlik karmaşası veya ikili aidiyetler (örn. Türklük içinde farklı inanç gruplarının varlığı) tümüyle hesaba katılmamıştır. Bazı tarihçiler, Akçura’nın Türkçülük tanımının zaman içinde ırkçı biçiminden uzaklaşarak daha toplumsal ve kültürel boyutlar kazandığını; Üç Tarz-ı Siyaset’te ise hâlâ “ırk temelli ulus” vurgusuyla sınırlı kaldığını belirtir. Ayrıca, akımlar arasındaki keskin ayrımların, özellikle İttihatçı pratiğinde aslında iç içe geçmiş karışımlar şeklinde kullanıldığını gösteren değerlendirmeler de vardır. Bu yüzden bugün bazı entelektüeller, Akçura’nın tasnifinin dar bir bakış sunduğunu, Türk ve İslam kimliklerinin kesişim alanını tam göremediğini öne sürerler.

Günümüze yansımaları açısından bakıldığında, Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük tartışması hâlen Türkiye’de devam eden kimlik ve siyaset tartışmalarının temel kodlarından biridir. Örneğin “Türk-İslam Sentezi” kavramı, Türklük ile Müslümanlık arasında bir uzlaşı arayışını yansıtır; bu, İslamcılık ile Türkçülük’ün bir sentez içinde değerlendirilmesi çabasıdır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında resmî ideoloji ağırlıklı olarak seküler Türkçülük üzerinden inşa edilmiş, Osmanlıcılık unsuru ise kısmen törpülenmiştir. Öte yandan son yıllarda Osmanlı mirasına dair söylemler (örneğin Osmanlıca eğitimi, Osmanlı kültürüne atıf) Osmanlıcılık fikrine bir tür nostaljik ilgi olarak okunabilmektedir. Siyasi partiler düzeyinde incelersek; milliyetçi hareketler (MHP, Ülkü Ocakları vb.) Türkçülük merkezli düşünceleri devam ettirirken, İslami hareketler (günümüzde AKP ve cemaatler gibi) ümmet temelli bir söylemi daha çok ön plana çıkarmıştır. Dolayısıyla Akçura’nın eleştirdiği üç yaklaşımın izdüşümleri, Türkiye siyasal yelpazesindeki farklı ideolojilere sinmektedir. Sonuç olarak, Üç Tarz-ı Siyaset sınıflandırması günümüzde hâlen bir başvuru noktasıdır ve kimlik arayışının yapıtaşlarını ortaya koyması bakımından Türk siyasal düşünce tarihinde kritik bir yer tutar.

Sonuç

Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset tezi, Osmanlı İmparatorluğu’nun geç dönemindeki siyasal çıkmazlara getirilen temel yanıtları düzenli bir biçimde ortaya koymuş, üç ana hattın avantajlarını ve sakıncalarını bilimsel bir dille tartışmıştır. Metnin tarihî önemi, Türk milliyetçiliğinin kuramsal temelini atmasında ve Cumhuriyet’in ideolojik altyapısını şekillendirmesinde açıkça görülür. Modern Türkiye’de Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük tartışmaları, 20. yüzyılda olduğu gibi günümüzde de kimlik ve devletin niteliği üzerine süregelen meseleleri beslemektedir. Bu üç tarz-ı siyaset arasındaki denge arayışı, Türkiye’nin toplumsal çeşitliliği ile devlet yapısının nasıl uyumlu hale getirileceği sorusunu sürekli olarak canlı tutmaktadır. Sonuç olarak Akçura’nın ele aldığı tartışma, Türk siyasal düşüncesinde köklü etkiler bırakmış; milliyetçilik tarihindeki yerini koruyarak günümüze değin yankılarını sürdürmüştür.

Kaynakça: Çalışmada Osmanlı’nın son dönem ideolojileri ve Yusuf Akçura üzerine yapılan akademik incelemeler ile birincil metin derlenmiş olup; gerektiğinde TDV İslâm Ansiklopedisi (Yüce, 1989), çağdaş tarihçi ve siyaset bilimci eserleri (Can, 2018; Ayçiçek, 2015; Koçak, 2019; Özçelik, 2015; Aras, 2022; Berk, 2017 vb.) ile Akçura’nın kendisi tarafından kaleme alınan çalışmalar referans alınmıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.