Yusuf Akçura’nın Darülhilafet Mektupları Işığında Siyasi ve Düşünsel Konumlanışı
Sürgünden İstanbul'aDarülhilafet Mektupları
Yusuf Akçura’nın Darülhilafet Mektupları Işığında Siyasi ve Düşünsel Konumlanışı
Giriş: Yusuf Akçura’nın sürgün yılları ve mektupların tarihsel bağlamı
Yusuf Akçura (1876–1935), Kırım Tatar kökenli bir Osmanlı subayı ve Türk milliyetçisi olarak tanınır. Harbiye Mektebi öğrencisiyken Türkçülük faaliyetlerine katıldığı için önce askeri sınıftan uzaklaştırılmış ve Fizan’a sürgüne gönderilmiştir. 1899’da Trablusgarp’a götürülen Akçura, İttihat ve Terakki’nin girişimleriyle hapse atıldıktan sonra Fransa’ya kaçmış, Paris’te Siyasal Bilgiler Okulu’nda (Sciences Po) tahsilini sürdürmüştür. Paris’te Türkçülük fikirleri olgunlaşan Akçura, “Osmanlı Saltanatı Müessesatlarına Dair Deneme” adlı tezini vererek üçüncülükle mezun oldu. 1903’te İstanbul’a dönüş yasağı nedeniyle Kazan’a gitti ve burada öğretmenlik yaptı; bu dönemde Ahmet Rıza’nın Şûra-yı Ümmet ve Meşveret gibi gazetelerinde yazıları yayımlandı, “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı eseri Kahire’de Türk gazetesinde çıktı. İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla (1908) İstanbul’a dönen Akçura, bu yılardan itibaren Millî Meşrutiyet Hareketi içinde yer aldı. Darülhilâfet Mektupları ise 1908–1912 arasında Akçura’nın yurtdışından yazdığı makaleler bütünü olup, II. Meşrutiyet öncesi ve sonrası Osmanlı ile dünya siyasetine dair gözlemlerini yansıtır. Bu mektupların yazıldığı dönem, Balkan bunalımları, Avrupa büyük güçlerinin ittifak arayışları ve Osmanlı’daki reform beklentileriyle doluydu. Akçura’nın dönemi, genç Türkler’in iktidara geldiği, İttihat ve Terakki’nin yükseldiği ve Osmanlıcılık yerine Türkçülüğün gündeme oturduğu bir kesitti. Dolayısıyla bu mektupların oluştuğu tarihsel bağlam, II. Meşrutiyet yıllarının özgürleşen basın ortamı ve yeni siyasi arayışlarla içiçe geçmiştir.
Darülhilâfet Mektuplarının yapısı, içeriği ve gazetecilik bağlamı
Darülhilâfet Mektupları adıyla toplanan yazılar, 1908–1912 yılları arasında yayımlanmış gazeteci makalelerinden oluşur. İsmail Türkoğlu’nun hazırladığı derlemeye göre bu yazıların çoğu Tercüman ve Vakit gazeteleriyle Ahmed Rıza’nın Şûra dergisinde yayımlanmıştır. Akçura bu mektuplarda genellikle kendi adıyla veya baş harfleriyle (YA) imza atmış, Tercüman’daki bazı yazılarında ise “Safes” müstearını kullanmıştır. Her ne kadar “mektup” adı verilmişse de, içerik itibariyle Osmanlı iç ve dış politikasını, Avrupa dengelerini ve İstanbul’daki güncel olayları değerlendiren yazılar şeklindedir. Örneğin ilk mektup sayılan “Rusya-İngiliz Dostluğu” başlıklı yazısında Akçura, 1908 baharında İngiltere Kralı VII. Eduard’ın Rusya’yı ziyareti bağlamında Rus-İngiliz ittifakını analiz eder (sözleştirdiği “etki bölüşümü” ve Avrupa’daki genel dengelere etkileri). Bu giriş biçimi, dönemin siyasi gelişmelerini okuyucuya rapor eder niteliktedir. İçerik olarak mektuplar, I. Dünya Savaşı öncesinde büyük devletlerin oyunlarını, Balkanlardaki gelişmeleri ve II. Meşrutiyet İstanbul’unun canlı bir kesitini sunar. Önsözde belirtildiği üzere okuyucu bu yazıları okurken “I. Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’nın siyaset koridorlarında dönen dolapları öğrenecek ve II. Meşrutiyet yıllarının İstanbul’unda kısa bir gezintiye çıkacaktır”. Dolayısıyla Darülhilâfet Mektupları, II. Meşrutiyet sonrası Osmanlı basınındaki yorum ve haber aktarımlarının bir örneğidir. O dönemde İstanbul’da Tercüman-ı Hakikat (Tercüman) ve Vakit gibi özel gazeteler ile Şûra-yı Ümmet gibi dergiler muhtelif siyasal eğilimleri yansıtan başlıca yayınlardandı. Akçura’nın yazıları, bu özgürleşen basın ortamında Türkçü-milliyetçi bir bakış açısını okuyucuya ulaştırmıştır. Bu bağlamda, Darülhilâfet Mektupları gazete yazısı formuyla yayımlanan, mektup üslubunu taşıyan ancak aslında aktüel siyaset yorumları içeren makaleler olarak değerlendirilebilir. Gazetecilik bağlamında bakıldığında, bu eser Osmanlı basınının II. Meşrutiyet döneminde içerik çeşitliliğinin arttığını, azami derecede siyasi yazının teşvik edildiğini gösterir. Gönderiliş tarzı itibarıyla ise “sürgünden İstanbul’a” başlığı, yurtdışında olan bir entelektüelin İstanbul’daki gelişmeleri ilk ağızdan aktarma çabasının simgesidir.
Akçura’nın milliyetçilik düşüncesinin bu mektuplardaki yansımaları
Darülhilâfet Mektupları boyunca Akçura’nın milliyetçilik anlayışı belirgin biçimde ortaya çıkar. Önceki eserlerinde ve ünlü “Üç Tarz-ı Siyaset” makalesinde geliştirdiği Türk milliyetçiliği düşüncesi, bu yazılarda da merkezi bir tema olarak karşımıza çıkar. Akçura, milliyetçiliği genellikle dar bir etnik çerçeveye indirgememiş, aynı zamanda evrensel hukuka vurgu yapmıştır. Örneğin bir mektupta kendisinin “Türkiye’de hâkim, Rusya’da mahkûm” bir milletten geldiğini vurgulaması, milli kimliğe bakışını gösterir. Türkoğlu’nun değerlendirmesine göre Akçura, “Rusya ahalisinin cins ve mezhep farkına bakılmaksızın eşit haklara sahip olmasını isterken, aynı şeyi Osmanlı Devleti’nde yaşayan ve Türk olmayan milletler için de istiyordu”. Yani Türkiye’de egemen kılınan Türk ırkının statüsünü savunurken, Osmanlı’da yaşayan diğer milletlerin de eşit vatandaşlık haklarına sahip olması gerektiğini savunmuştur. Bu yaklaşım, dönemin daraltıcı milliyetçilik akımlarına kıyasla daha kapsayıcı bir milletten söz eder. Akçura, mektuplarında milliyetçilik konusunu işlerken sık sık Osmanlı topraklarındaki Türklerin ve diğer Müslüman toplulukların durumuna dikkat çeker. Örneğin bir yazısında Makedonya’daki Osmanlı yönetimini eleştirirken oradaki halkın üstün tutulmasını vurgulamış, Türk ulusunun potansiyelini atıl bırakmanın tehlikelerine işaret etmiştir. Ayrıca Avrupa’daki milletlerin dostluk/ittifak ilişkilerini değerlendirirken, uluslararası politikanın “dar milliyetçilik” kaynaklı tutarsızlıklarına dikkati çeker (hukuk eşitsizlikleri ve kan dökümlerine neden olan milliyetçilik tenkid edilebilir). Onun üslubunda milliyetçilik bazen karamsarlıkla iç içe görünür; ülkesinin geleceği konusunda umutsuz düşünceler zaman zaman belirir. Bununla birlikte, mektuplarda milliyetçi idealler genellikle eleştirel analiz içinde ele alınır; Akçura, milliyetçi unsurların pratik sonuçlarına odaklanmayı önemsemiştir. Özetle, Darülhilâfet Mektupları’nda Akçura’nın milliyetçilik anlayışı, hem kendisinin Türk milletine mensubiyetini hem de diğer etnik toplulukların hakları üzerine hassasiyetini yansıtır
Osmanlı siyasetine, İttihat ve Terakki’ye ve II. Meşrutiyet’e bakışı
Akçura, Osmanlı siyaseti ve İttihat ve Terakki (İT) hareketi ile ilgili düşüncelerini bu mektuplarda da açıkça ortaya koymuştur. İttihatçılıkla doğrudan ilişkisi olmamakla birlikte, ideolojik açıdan yakın durmuştur. Ahmet Ağaoğlu’nun tanımıyla Akçura “İttihat ve Terakki Komitesi’ne girmedi ama idealleri onu ittihatçılarla birlikte çalışmaya yöneltti; öyle ki, komitenin üyesi bile olmadığı halde, genellikle ittihatçı olarak tanımlanıyordu”. Yani II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a gelip milliyetçi çevrelerde aktif rol almasına rağmen, resmî olarak İT saflarına katılmamıştır. Aynı dönemde bazı arkadaşıyla milli siyasî faaliyetlere giren Akçura, İT’nin 1913’te yeniden iktidara gelişi sonrasında sürgüne gönderilen Millî Meşrutiyet Fırkası yöneticilerinden (örneğin Ahmet Ferid Tek ve Mustafa Suphi) farklı olarak herhangi bir sürgüne tabi tutulmamıştır. Bu, onun İT karşısında mesafeli ama düşman olmayan bir duruşunu göstermektedir.
II. Meşrutiyet’e olan bakışı ise hem akademik hem eleştirel düzeyde olmuştur. Meşrutiyet’in gerçek anlamını tarihsel sürece oturtarak değerlendirmiştir. Akçura’ya göre, II. Meşrutiyet’in ilanı kesinlikle olumlu bir gelişmedir; zira 1876 Kanun-ı Esasi’sinin uzun süre fiilen uygulanmaması Osmanlı modernleşmesindeki temel eksikliklerden biriydi. Elde edilen serbestlik ortamında İstanbul’a dönmüş ve şehri yakından gözlemleyerek tasvir etmiştir. Basında yayımlanan mektuplarında Sultan II. Abdülhamid dönemiyle cumhuriyet rejimi arasındaki farklar, parlamentonun işlerliği, ülke yönetimindeki usulsüzlükler gibi konuları tartışmış; hatta Meşrutiyet’e yeniden kavuşmanın aslında 1876’daki anayasanın tekrar yürürlüğe girmesi olduğunu belirtmiştir. Örneğin bir mektubunda II. Abdülhamid’in iktidarına yönelik darbeleri “bir nevi anarşi” olarak nitelendirmiş, ordunun siyasete müdahalesine karşı çıkmıştır (Türkoğlu’nun aktardığına göre, Akçura darbeyi “hakk-ı hakimiyetin kaba kuvvete aşikar istinadıdır” diyerek tanımlamıştır). Ayrıca mektuplarda İT’nin bir kuru milliyetçilik hareketi olmaktan öte, toplumda birleştirici ve yenileştirici unsurlar olarak konumlanması gerektiğini ima etmiştir. İstanbul’da kaldığı dönemde Türkçü cemiyetlerin (Türk Derneği, Türk Yurdu vb.) kuruluş çalışmalarına katılmış, bu derneklerin çıkar organlarında yazıları yayımlanmıştır. II. Meşrutiyet’e sonrasında yeni Türk Ocakları’nın doğmasını desteklemiş ve bu dönemi Osmanlı’nın yenilenme mücadelesi olarak görmüştür. Özetle, Akçura Osmanlı siyasetine eleştirel bir milliyetçi-muhafazakâr perspektiften bakmış; İttihat ve Terakki’yi ideal olarak görmese de onlarla işbirliği yapmayı sürdürmüş, Meşrutiyet’in ilanını ise Osmanlı’nın batılılaşma sürecinde kilit bir adım saymıştır. Bu görüşler, Darülhilâfet Mektupları’nda hem doğrudan yoruma hem de gerçek olay tasvirlerine yansımıştır.
Siyasi sürgünün düşünsel üretime etkisi: İstanbul’a dönüş özlemi
Yusuf Akçura’nın fikir dünyasında sürgün yılları belirleyici olmuştur. İlk sürgün deneyimi (1896 Fizan) ile Moskova’dan İstanbul’a gelmeden önceki çalışma dönemleri, ona Rusya’da Türkçü düşünceleri irdeleme fırsatı vermiştir. Paris’teki eğitiminden sonra Kazan’da geçirdiği yıllarda Rusya Müslümanlarının durumu üzerine yazılar yazmış, Rus Türklerine yönelik milliyetçi projelere katkı sağlamıştır. Bu göçebe entelektüel yolculuk, Akçura’ya farklı bakış açıları kazandırmıştır. Öte yandan, II. Meşrutiyet’in ilanıyla İstanbul’a dönüşü sırasında yaşadığı heyecan ve “özlem”, eserlerine sinmiştir. İsmail Türkoğlu’nun ifadesiyle, Akçura “sürgüne gönderildiği için uzun yıllar ayrı kaldığı İstanbul’a gelerek dönemin hadiselerini çok canlı olarak resmetmiştir”. Bu cümle, hem onun uzun hasretini hem de nihayet İstanbul’a kavuştuğunda yaşadığı duygu yoğunluğunu ima eder. Gerçekten de Akçura, İstanbul’u ilk kez görecek bir yabancı değil; ama II. Meşrutiyet sonrası değişen koşullar onu yıllar sonra yeniden bu kente dönmeye hak kazanmıştır. Dönüşünden sonraki mektuplarında bu coşku hissedilir; İstanbul’un sokakları, meclisi ve kulislerini ilk elden aktarma gayreti görülür. Sürgün günlerinin gölgesinde kalmayan bir memleket sevdası, yazılarına içten bir samimiyet katmıştır. Türkoğlu, onun İstanbul’la bağını “sürgünden İstanbul’a” başlığıyla vurgulamıştır. Nitekim Akçura, sonraki yıllarda “ata toprakları” kavramını Moskova değil Anadolu üzerinden yorumlamıştır: “kendisi İstanbul’da yaşamaya devam etmiş ve ata topraklarına geri dönmemiştir”. Bu söylem, Akçura’nın kalben İstanbul’u vatan edindiğini gösterir. Dolayısıyla sürgün yıllarının düşünsel etkisi, yurt özlemiyle birleşerek çalışmalarına yansımış; Darülhilâfet Mektupları da bu hasretin, dönemin olaylarına yönelik farkındalıkla harmanlanmış bir ürünü olmuştur. Exile olduğu dönemde elde ettiği gözlem ve analiz birikimi, İstanbul’da yazıya dönüştüğü bu mektuplarda somutlaşmıştır.
Mektupların siyasi iletişim aracı olarak işlevi ve kamuoyu oluşturmadaki rolü
Darülhilâfet Mektupları, bir yandan Akçura’nın kişisel seyir defteri olurken diğer yandan Osmanlı kamuoyunu etkilemeyi amaçlayan politik iletişim kanallarıdır. O dönemde yayımlanan gazeteler sınırlı sayıda olsa da yoğun bir okuyucu kitlesine erişiyordu; Akçura da fikirlerini muhataplarına bu mektuplar aracılığıyla ulaştırmıştır. Her bir makale, dönemin önemli siyasal meselelerini analiz eder, okuyucuyu bilgilendirir ve tartışmaya açar niteliktedir. Örneğin “Rusya-İngiliz dostluğu” başlıklı makalede İngiltere-Rusya ittifakının Müslüman dünyaya etkileri detayıyla ele alınmıştır. Benzer şekilde Osmanlı kamuoyuna yönelik mektuplarında Avrupa’da şekillenen ittifakların Osmanlı’yı nasıl etkileyeceği anlatılır. Türkoğlu’nun tanımıyla bu yazılar “I. Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’nın siyaset koridorlarında dönen dolapları” gözler önüne sermiş, okuyucuyu hem Osmanlı dış politikasında hem iç siyaset sahnesinde bir gezintiye çıkarmıştır. Bu yönüyle Darülhilâfet Mektupları, bir nevi jurnal biçiminde, gelişen olayları zamanında kamuoyuna aktaran bir araç görevini görmüştür. Ayrıca içeriklerinden yansıyan yorum ve eleştiriler sayesinde, okuyucuların İttihatçı yönetimden beklentileri, demografik meseleler (gayrimüslimlerin hakları gibi) ve millî dava konularında bilinçlenmesine katkıda bulunmuştur. Özetle, Akçura bu mektuplarla siyasi tartışmaları yönlendirmeye, muhalefet veya eleştiri mahiyetinde fikir beyan etmeye çalışmıştır. Yazıların satır aralarında yer alan uyarılar, temenniler ve tespitler, II. Meşrutiyet İstanbul’u entelektüel kamuoyunu şekillendiren unsurlar olarak değerlendirilebilir.
Sonuç: Yusuf Akçura’nın entelektüel portresinde mektupların yeri
“Darülhilâfet Mektupları – Sürgünden İstanbul’a” eseri, Yusuf Akçura’nın fikir dünyasını ve dönemin karmaşık siyasî atmosferini anlamamızda anahtar rol oynar. Bu mektuplar, Akçura’yı salt kuramsal bir milliyetçi olarak değil; aynı zamanda gözlemci, yorumcu ve gazeteci kimliğiyle de ortaya koyar. İçerdikleriyle hem Avrupalı büyük güçlerin entrikalarını hem de İstanbul’un II. Meşrutiyet koşullarını canlı örneklerle yansıtır. Akçura, milliyetçilik perspektifini eleştirel ve çoğulcu bir zemine oturtmuş; “hakim” ve “mahkûm” kavramlarıyla hem Türk ulusunun gücünü hem diğer toplulukların haklarını vurgulamıştır. Osmanlı’ya ve İttihat ve Terakki iktidarına yaklaşımı, pragmatik milliyetçi tavrı ile belirginleşir. Sürgün yıllarının verdiği eleştirel bakış açısı, yazılarında doğrudan hissedilir; İstanbul’a dönüş özlemi ise satırlara içten bir dokunuş katar. Sonuç olarak, Darülhilâfet Mektupları Akçura’nın entelektüel portresinde, Türk milliyetçi düşüncesinin pratiğe döküldüğü bir köşe yazısı kümesi olarak önem taşır. Bu eser, Akçura’nın Cumhuriyet sonrası eserleri ile birlikte Türk siyasi düşünce tarihi için birinci elden kaynak niteliğindedir. Akçura’yı hem milliyetçilik kuramcısı hem de İkinci Meşrutiyet’in duyarlı bir gazetecisi olarak görmek için bu mektuplar vazgeçilmezdir.
Kaynakça:
Yusuf Akçura (2016). Sürgünden İstanbul’a: Darülhilâfet Mektupları (İ. Türkoğlu, der.).
İstanbul: Ötüken Neşriyat; Berk, E. (1987). Yusuf Akçura ve Fikirleri. Tarih Araştırmaları Dergisi, 59, 465-503.
Leave a Comment