Jean-Paul Roux'nun Türklerin ve Moğolların Eski Dini Üzerine Akademik İnceleme
- Seri:Tarih
- Ebat:16,5 x 23,5 cm
- Sayfa Sayısı:349
- ISBN:978-625-7005-93-7
- Basım Yılı:Mart 2021
- 2. Baskı -Mart 2024
- Çevirmen:Aykut Kazancıgil
Jean-Paul Roux'nun Türklerin ve Moğolların Eski Dini Üzerine Akademik İnceleme
Giriş
Jean-Paul Roux’un Türklerin ve Moğolların Eski Dini adlı eseri, Türk ve Moğol topluluklarının İslamiyet ve Budizm öncesi inanç dünyasını kapsamlı biçimde ele alır. Eser, Türkler, Moğollar ve diğer Altay topluluklarının dinî inançlarını, evren tasavvurlarını, gelenek ve ritüellerini konu edinmiştir. Roux, Çin kaynaklarından eski Türk yazıtlarına; Müslüman ve Avrupalı seyyahların seyahatnamelerinden çağdaş Türkoloji araştırmalarına kadar geniş bir kaynak yelpazesi kullanarak kapsamlı bir çalışma ortaya koymuştur. Ancak, bir dış gözlemci olarak farklı kaynakları yorumlama tarzı nedeniyle Roux’un bazı değerlendirmeleri tartışmaya açıktır. Bu incelemede, Roux’un eseri ve diğer akademik kaynaklar ışığında Türk ve Moğol halklarının Tengricilik, şamanizm, atalar-doğa tapınımı gibi kadim inançlarının temel kavramları; bu inançların kozmolojisi ve toplumsal işlevleri; Türk ile Moğol dinî yapılarının benzerlik ve farklılıkları; bu eski inançların İslamiyet ve Budizm ile etkileşimleri ve son olarak Roux’un tarihî yaklaşımları analiz edilecektir.
Tengricilik: Temel Kavramlar ve Kozmoloji
Tengricilik, Türk ve Moğol inanç dünyasının özünü oluşturan çok katmanlı bir dinî sistemdir. Bu inanca göre gökyüzünün ulu ruhu olan Tengri evrenin yaratıcısı ve koruyucusudur. İnsanlar kendilerini gök ata Tengri’ye, yeryüzünün annesi sayılan Ötüken’e ve koruyucu atalarının ruhlarına emanet eder; onlara dua ederler. Tengri, canlılara hayat verir, büyümelerini sağlar ve onlara koruyucu iki kutsal armağan olan “kut” ve **“ülüg”**ü bahşeder. Kut, renginden çok bir kutsallık gücünü, hükümdarlara verilen ilahi bir ruhu ifade eder. Tengri, bir kağana uygun gördüğü zaman bu “kut”u bağışlar ve geri alır; bu özellik hükümdarın ünvanına Tengrikut veya Kutluğ sıfatının eklenmesine yansımıştır. Bu bağlamda, Türk hükümdarları kendilerini Tengri’nin yeryüzündeki temsilcileri ve çocukları olarak görmüş, “kut” sayesinde tanrısal bir güç taşıdıklarına inanmışlardır.
Tengricilikte üç dünya anlayışı hâkimdir. Evren, gök (gök katmanları), yer (dünya) ve yeraltı (cehennem) olmak üzere çok katmanlı bir yapıda algılanır. Örneğin gök ve yeraltı yedi katlı kabul edilmiştir. Her katmanda farklı ruhlar ve tanrılar ikamet eder. Roux’a göre Altay halkları dünyayı başlangıçta gök ve yeryüzü olmak üzere iki ana bölümde, daha sonra yeraltını da ekleyerek üç bölümlü bir evren tasavvur etmiştir. Ancak hangi tasavruv olursa olsun, değişmeyen iki ortak özellik vardır: her doğa varlığının bir ruhu olduğuna inanılması ve bu ruhların birleşip bölünebilir nitelikte olduğunun kabulüdür. Yani Türk ve Moğol kozmolojisinde gök ata Tengri’nin yanı sıra, dağlar, nehirler, ağaçlar gibi her doğa öğesi birer ruh barındırır. Örneğin büyük dağların, ulu ağaçların ve göllerin “güçlü tin” (ruh) barındırdığına inanılır; bu varlıkların tapınımı Tengri’ye duyulan saygının bir uzantısı sayılır. Doğadan alınan her şeyin ancak o varlıkların ruhlarının rızasıyla gerçekleşebileceği düşünülür; bu yüzden doğanın ruhlarına minnet ve saygı gösterilmesi önem taşır.
Tengriciliğin temel kavramlarını özetlemek gerekirse:
-
Gökyüzü Tanrısı (Tengri): Evrenin yüce yaratıcısı.
-
Tin (Ruh): Bütün varlıklarda (insan, hayvan, doğa) bulunan kutsal öz. Kut ve ülüg gibi kavramlar bu tinle ilgilidir.
-
Kut ve Ülüş: Kut, hükümdara verilen ilahi güç/ruh; ülüg ise genellikle “kader, şans” anlamına gelir (Mongolcada).
-
Üç Dünya İnancı: Gök, yeryüzü ve yeraltını içine alan çok katmanlı evren. Her katmanda tanrılar ve ruhlar vardır.
-
Doğa ve Ruhlar: Dağlar, nehirler, ağaçlar, atalar gibi her öğenin ruhu olduğuna inanılır; insan, bu ruhlara saygı göstererek evrenin dengesi içinde yaşar.
Bu kozmoloji ve kavramların tümü, eski Türk ve Moğol toplumlarının dünya anlayışı ve toplumsal düzeni üzerinde belirleyici rol oynamıştır.
Şamanizm ve Kam Kültünün İşlevi
Eski Türk ve Moğol toplumlarında dinî pratiklerin merkezinde şamanlar (Türkçe kam, baksı, oyun; Moğolca böö, udgan) yer alır. Jean-Paul Roux’a göre şamanizm bir din değil, şamanın belli bir amaç için belirli bağlamlarda gerçekleştirdiği özgün eylemler bütünüdür. Şamanlar doğa ruhları ve tanrılarla iletişime geçebilen aracılardır. Başlıca işlevleri arasında gelecek hakkında bilgi edinmek, kötü ruhların yol açtığı hastalıkları tedavi etmek ve ilahi iradeyle iletişim kurmak sayılabilir. Bu bağlamda, şamanlar hastaların bedeninden kötü ruhları kovarak şifa dağıtır ve kabilesinin kısmetini/talihini yıldızlar, kehanet yöntemleri veya içgörülerle okur. Roux, şamanın bir büyücü olmadığını vurgulayarak; kehanet, tedavi ve tanrı kavuşturma gibi fonksiyonları sıralamıştır.
Şamanlar, görevlerini yerine getirirken simgesel objelere büyük önem verirler. Örneğin kutsal davul ve ayna şamanın en temel araçlarıdır. Bir kaynağa göre ayna öylesine kutsaldır ki “ayna olması durumunda davulsuz bile şamanlık yapılabilir”. Bu aygıtlar, şamanın ruhsal yolculukları sırasında kullandığı sembolik objelerdir. Ayrıca şaman törenlerinde ateş, at koşum takımları, hayvan postları gibi doğal ve kutsal motifler de rol oynar. Moğolca’da kadın şamanlara udgan (veya itugan) denmesi, bu inancın cinsiyete dair terminolojisinden biridir. Türkçede ise erkek şamanlar kam, baksı; toplumsal düzene göre ileri gelen aşiret reisleri de zaman zaman şamanî yetkilere sahip kabul edilirdi.
Şamanizm etrafında şekillenen Kam kültü, toplumun manevi işlerini yürütmesinin ötesinde sosyal denge sağlayıcı işlev görmüştür. Örneğin yapıcı ritüellerle ayinler düzenleyerek kötü ruhlara karşı toplumu korurlar. Yakın ataların ruhlarının da desteklenmesiyle aşiret kısmeti kuvvetlendirilir. Roux, çeşitli kaynaklara dayanarak Buryat şamanları arasında görülen “kara şaman – ak şaman” ikililiğinin özünde tartışmalı olduğunu belirtir, zira birçok yerde şaman sınıflandırması beyaz-siyah olarak görülmektedir. Yine Roux’a göre, Altay şaman geleneğinde demirciler kutsal sınıf olarak kabul edilmiştir; bu nedenle “demir” şaman kavramının oluşması Romantik fantastik bir tesadüften çok, madenin kutsal statüsü ile ilişkilidir. Nitekim Cengiz Han’ın adı bile Moğolcada “demir” anlamına gelmekte, bu semboller üst düzey yöneticilerin kökleşmiş mitolojisiyle bağlantılıdır.
Sonuç olarak, şamanlar (kamlar) eskiden tüm topluluklarda ruhlar dünyasıyla bağlantıyı sağlayan uzmanlar olarak görülmüş; hem bireylere hem de topluma şifa, kehanet ve koruyuculuk hizmeti vermişlerdir. Şamanizm ve Kam kültü, toplumun dindarlık anlayışında merkezi bir rol oynar, böylece doğaüstü ile dünyevi arasındaki dengeyi korumuşlardır.
Doğa ve Atalara Tapınmanın Sosyal Yansımaları
Türk ve Moğol inanç sistemlerinde doğa ve atalara tapınma iç içe geçmiş biçimde önemli yer tutar. Doğa olayları, kutsal coğrafi noktalar ve ataların ruhları, toplumsal ritüellerde merkezi bir konumdadır. Örneğin, eski Türk ve Moğol topluluklarında kan bağı ve köken bağının simgesi olarak ataların ruhlarına büyük saygı gösterilmiştir. Çin kaynakları, Doğu Türklerinin her yıl atalarının mağara mezarlarını ziyaret ederek adak sunduklarını kaydederkavak.org.tr. Bu ziyaretler genellikle hamit âdetleriyle iç içe geçerdi: Göktürk Yazıtları’nda da ataların mezarlarında içki sunma ve kurban törenleri (örneğin Bumin Kağan’ın ata mabedi ziyareti) betimlenmiştir. Bu tür uygulamalar, topluluk bağlarını sağlamlaştıran ulusal bir gelenek olarak görülmüştürkavak.org.tr. Ayrıca, mitolojide mitik kurd Asena ile başlayan boy-kurucu ataların kutsallığı simgelenir; Kağan soyunun bu kutsal ata ruhundan beslendiğine inanılırkavak.org.tr.
Ataların yanı sıra doğa ruhları da önemli bir inanç nesnesidir. Tengricilikte her doğal öğenin (dağ, nehir, ağaç vb.) bir ruhu olduğu kabul edilir. Yüce dağlar, tertemiz göller, ulu ağaçlar İye adı verilen ruhlarla donatılmıştır. Bu varlıklar olağanüstü saygıyla anılır; örneğin dağ tepelerine “oba” adı verilen taş yığılı anıtlar dikilip adaklar sunulur. Ruhlardan herhangi birine kurban sunmak, o ruhun insana yardım etmesinin aracı sayılır. Toplumda, doğanın döngüsüne aşırı müdahaleden kaçınılır; zira doğadan gereğinden fazla şey almak ‘Tengri’yi ve Yer Su ruhlarını öfkelendirebilir, hatta salgın hastalıklar çıkarabileceğine inanılır (eski bir efsane bu duruma Göç Destanı’nda rastlanır).
Atalar ve doğa ruhlarının toplumsal karşılığı aynı zamanda şaman ritüellerinde de görülür. Örneğin altay mitolojisinde Ozor ve Ongun adlı ruhlar, topluluğun ölmüş atalarının doğada dolaşan sülde ruhları olarak kabul edilir. Bu ruhlar şaman törenlerinde en önemli yardımcı konumundadır. Şamanlar bu ataların ruhları aracılığıyla hastaları tedavi eder, geleceği okur veya kötücül ruhları yatıştırır. Dolayısıyla atalara ve doğaya tapınma, sadece bireysel inanç konusu değil, aynı zamanda kamların aracı olduğu kolektif dinî pratiklerle toplumsal düzeni ayakta tutan bir mekanizmadır.
Türk ve Moğol Dinî Yapılarının Benzerlik ve Farklılıkları
Türk ve Moğol dinî inançları tarih boyunca büyük ölçüde örtüşmüş, ancak coğrafi ve kültürel farklılıklardan dolayı bazı ayrışmalar da göstermiştir. Benzerlikler açısından, her iki kavim de avcı-toplayıcı göçebe geçmişe dayanır ve inançlarının temelinde animizm ile şamanizm yer alır. Gökyüzü tanrısı Tengri (Türkçe Tengri, Moğolca Tenger/Qormusta Tengri) her iki kültürde de ulusal tanrı konumundadır. Örneğin her iki toplumda da Türk hakanları ve Moğol kağanları kutsal güçle donatılmış sayılır; Cengiz Han’a bile tanrısal bir özellik atfedildiği görülür. Atalar kültü ve doğa ruhlarına saygı da ortak mirastır. Her iki kavim için de kutsal dağlar (örneğin Ötüken) ile ataların ruhlarının varlığı inancın önemli parçalarıdır.
Farklılıklar ise dönemin şartlarına göre şekillenen uygulamalardır. Dil ve terminoloji açısından Türkçe’de kam/baksı/oyun olarak adlandırılan şaman, Moğolcada böö/udgan olarak anılır; önemli bir nokta, Moğol metinlerinde Türkleşme döneminden itibaren şamanları tarif için Türkçe kökenli “kam” kelimesinin kullanılmış olmasıdır. İki toplumun devlet yapılanmaları da inanç dünyalarını farklı biçimde etkilemiştir. Mesela Moğollar, Cengiz Han’dan itibaren resmî olarak Şamanist uygulamaları sürdürmüş, 13. yüzyılda ise Tibet Budizmi’ni (Lamaizm) devlet dini haline getirmişlerdir. Türk toplulukları ise İslamiyet’e geçene kadar Tengriciliği resmî din olarak kabul etmiş, Anadolu ve Orta Asya’da daha sınırlı biçimde Budist etkilenmeler gözlenmiştir. Moğol panteonunda ayrıca 99 gökyüzü ruhu (tngri, 55 iyici beyaz ve 44 korkutucu siyah) ile 77 yer ruhu (natigai) gibi çok sayıda tanrısal varlık tanımlanırken, Türk inanç sisteminde bu tür ayrımlar daha çok folklorik düzeyde ve birleştirici figürler (ülkü tanrı, kut vb.) üzerinden ifade edilmiştir.
Bir başka fark, dini simgelerin dönüşümüdür. Moğollar İslam sonrası da eski gökyüzü inancını koruyabilmiş; örneğin Cengiz Han, Moğollar arasında hâlâ Tenger inancının somut kişileşmiş hali sayılmaktadır. Buna karşılık Türkler İslamla birlikte devlet dini olarak Tengriciliği terk etmiş görünse de, halk arasında eski inançlar “gizli senkretizm” şeklinde kalmıştır. Roux’a göre Hacı Bektaş Veli, Barak Baba gibi sufi şeyhleri, işlevsel olarak şamanlara benzer şekilde kutsal hâle gelmiş, bu nedenle bunlar “Müslüman şaman” olarak adlandırılmıştır. Özetle, Türk ve Moğol dinî yapıları ortak temellere sahip olsa da, Moğolların Lamaism’i benimsemesi ile Türklerin İslamlaşma süreci sonucunda ortaya çıkan sentezler farklılık göstermiştir.
Eski Dinlerin İslamiyet ve Budizm ile Etkileşimi
Türk ve Moğol eski inançları, tarihin çeşitli dönemlerinde İslamiyet ve Budizm gibi evrensel dinlerle etkileşime girmiştir. Türk topluluklarında İslamlaşma süreci uzun zaman alan bir dönüşümdü. Örneğin Karahanlılar’dan itibaren İslamî tarihlerin kaydettiği üzere, Türkler başlangıçta paralı asker olarak Arap-İslam dünyasıyla temas etmiş, Talas Meydan Muharebesi’nden sonra büyük ölçüde Müslüman olmuştur. Bu süreçte eski inançlar tamamen silinmemiş; aksine yer yer anonim formlar kazanmış veya İslami repertuara giren geleneklere dönüşmüştür. Roux, İslamiyet’e geçişi “işmen müslümanlaşmak” olarak tanımlamış; bu deyim, eski inancın izlerinin yeni dinsel kabullerde farklı biçimlerde kalmasını vurgular. Örneğin mevlid okutma geleneği, ruha ve atalara dua ritüelleri gibi uygulamalar İslam sonrasında da devam etmiştir. Ayrıca, İslam tarikatlarındaki şeyhler ile şamanlar arasındaki işlevsel benzerliğe dikkat çekilmiştir: Şeyhlerin etrafında mucizevi menkıbeler oluşması ve şifa-halleri, halk arasında şaman geleneğinin İslami örtüyle sürmesi olarak yorumlanmıştır. Roux bu bağlamda bazı dervişleri “Müslüman şaman” olarak tanımlamış, Barak Baba ve Hacı Bektaş Veli gibi şahsiyetleri örnek göstermiştir.
Moğol topluluklarında Budizm’in etkisi özellikle 13. yüzyıldan sonra belirginleşmiştir. İlk başta Şamanizm hâkim olsa da, Kubilay Han’dan itibaren Uygur rahiplerinin (Lama’ların) desteğiyle Mahayana/Vajrayana Budizmi resmi din haline gelmiştir. Roux’a göre Mongol toplumu önce Budizm’den söz eder hale gelmiş, 17. yüzyılda Budizm neredeyse tam yerleşmiş; ancak Budizm öncesi inançlar özellikle kırsal kesimde “kara din” olarak varlığını sürdürmüştür. Yani Budizm yönetim katmanına “beyaz din”, Şamanizm ise halk dini olarak görülmüştür. Moğol şamanizmi zamanla Budist ritüellerle kaynaşmış; buna “sarı şamanizm” adı verilir. Sarı şamanizm, Budist usullerin şaman uygulamalarına entegre edildiği bir formu ifade eder. Özetle, Budizm Moğol inanç sistemine yeni katmanlar eklerken, eski atalar-doğa şamanizmi tamamen ortadan kalkmamış, simgesel ve ritüel boyutuyla devam etmiştir.
Jean-Paul Roux’un Yaklaşımı ve Metodolojisi
Jean-Paul Roux, bu konuyu ele alışında çok disiplinli ve tarihsel bir yöntem benimser. Eserin girişinde yararlanılan kaynak türlerini ve çalışma yöntemini açıklar. Kullanılan kaynaklar son derece çeşitlidir: Çin hanedan kayıtları, Orhun yazıtları, Müslüman ve Avrupa gezgin raporları ile çağdaş Türkoloji literatürü eserin oluşumuna temel teşkil etmiştir. Bu zengin kaynak kullanımı, Roux’un incelemesini sağlam ve kapsamlı kılar. Roux hem tarihi metinleri hem folklorik verileri karşılaştırmalı olarak inceler, böylece benzer temaları farklı dönem ve coğrafyalarda izler.
Diramali’ye göre Roux, konuya titiz bir yaklaşımla soyut bilgilerden somut örneklere inerek üst düzey bir sentez ortaya koyar; ancak zaman zaman “dışarıdan bakan” bakış açısı ve farklı kaynakları kendine has yorumlama tarzı nedeniyle bazı değerlendirmeleri tartışmaya açıktır. Örneğin, Şamanizm ile İslamiyet arasındaki benzerliği “Müslüman şaman” kavramıyla vurgulaması bazılarında eleştiri uyandırmıştır. Yine de Roux’un kronolojik anlayışı, Türk ve Moğol topluluklarının dinî tarihini bir çerçeve içinde izleme imkânı verir. Sonuç bölümünde eski inançların sonraki dinlerle etkileşimine ve tüm bu gelişmelerin tarihsel akışı içindeki yerine değinilir. Eserin kaynakça bölümü de oldukça kapsamlıdır; Roux, hem Çin kökenli bilgiler hem de eski Türk metinleriyle bunu doldurmuştur. Kısaca Roux’un yöntemi, çoklu kaynaklı, karşılaştırmalı bir tarih yazımıdır.
Sonuç
Jean-Paul Roux’nun çalışmasına göre Türk ve Moğol eski inançları, Gök Tengri inancını merkezine alan çok katmanlı, kozmolojik bir yapıdadır. Bu inançta Tengri gök tanrısı, Ötüken yeryüzünün ana ruhu, ataların ruhları ise koruyucu varlıklar olarak görülür. Şamanizm (Kam kültü) doğa ile insan arasında aracılık yapan pratikler bütünü şeklinde kavranır; şamanlar kehanet, şifa ve ritüel görevleriyle toplumsal düzeni sağlamıştır. Doğa ve ataların kutsallığı, toplulukların sosyal yaşamında yer tutmuş, tapınma ritüelleri toplumsal birliktelik ve kimlik için kritik olmuştur. Türkler ile Moğollar arasında temel inançlarda önemli benzerlikler vardır; her ikisi de animistik, çok tanrılı unsurları bir arada barındıran, toleranslı bir kozmolojiye sahiptir. Farklılıklar ise daha çok dış dinlerle kurulan ilişkilere bağlıdır: Moğollar’da Budizm etkisi çok güçlüdür, Türklerde ise İslam, eski kültürel motiflerin örtülü biçimde yaşamasına yol açmıştır. Roux’un perspektifi, geniş kaynak araştırmalarına dayalı tarihsel bir yaklaşım sunar; eseri, eski Türk-Moğol inançlarının bütünsel anlaşılması için önemli bir başvuru olarak kabul edilmektedir. Sonuç olarak, hem Tengricilik hem şamanizm gibi inançların köklü mirası, sonraki dinlerin içinde bile izlerini sürdürmüştür; bu da eski inanç sistemlerinin tarihî sürekliliğini ortaya koyar.
Leave a Comment