Romalıların Kısa Tarihi Üzerine Akademik İnceleme
Kitabın Adı:Romalıların Kısa Tarihi Yazar :Mary T. Boatwright, Daniel J. Gargola, Richard J. A. Talbert, Noel Lenski
Çevirmen:Sayfa:356 Cilt:Ciltsiz Boyut:18,5 X 22,5 Son Baskı:11 Eylül, 2024 İlk Baskı:28 Nisan, 2022 Barkod:9786254495304 Kapak Tsr.:Kapak Türü:Karton Yayın Dili:Türkçe Orijinal Dili:İngilizce Orijinal Adı:The Romans: From Village to Empire
Romalıların Kısa Tarihi Üzerine Akademik İnceleme
Romalıların Köyden Küresel İmparatorluğa Dönüşümü
Romalılar, İtalya’daki küçük bir köy topluluğu olarak başladıkları tarihsel süreçte, zaman içinde önce krallık, sonra Cumhuriyet ve nihayet bir imparatorluk haline gelmişlerdir. The Romans: From Village to Empire adlı çalışma, Roma tarihinin başlangıcındaki bu köy toplumundan dünyanın en geniş imparatorluklarından birine dönüşümünü kapsamlı biçimde ele alır. Kitabın da vurguladığı üzere, Roma’nın evrimi tek bir doğrultuda ilerlememiş; siyasi ve toplumsal yapı, hukuk, askerî düzen, ekonomi ve kültür gibi farklı alanlarda bir dönüşüm yaşamıştır. Örneğin, Cumhuriyet döneminde senato ve halk meclisleri aracılığıyla yürütülen siyasal sistem, daha sonra İmparatorluk döneminde tek bir imparatorun yetkilerinin sınırlarını belirleyen yeni kurumlarla yer değiştirmiştir. Aşağıdaki bölümlerde, Roma’nın köyden imparatorluğa uzanan yolculuğunda bu çok boyutlu dönüşüm ayrıntılı olarak incelenecektir.
Siyasal Yapılar
Roma’nın erken siyasal yapısı, geleneksel anlatımlara göre efsanevi kurucu Romulus’la başlar ve yedi krallık dönemini içerir. Bu monarşik dönemde Roma’nın en kalıcı kurumu Senato olmuş olabilir; Senato’nun adının “yaşlılar meclisi” anlamına gelen senes kelimesinden geldiği, krallara danışma birliği olarak işlev gördüğü düşünülür. MÖ 509’da Cumhuriyet’in ilanıyla krallık kaldırılmış, iki adet konsül yıl görev yapmak üzere seçilmiştir. Konsüller eski kraliyet yetkilerini imperium (emir yetkisi) ile sürdürmüş ancak görev süreleri bir yılla sınırlı tutulmuş ve her konsülün diğerinin kararlarını veto etme hakkı bulunmuştur. Bu düzen, iktidarın tek elde toplanmasını önleme amacını taşıyordu. Cumhuriyet döneminde Senato, kendiliğinden bir yasama organı olmasa da, en etkili danışma meclisi haline gelmiş ve konsey kararları (senatus consultum) neredeyse kanun kadar bağlayıcı hale gelmiştir.
Cumhuriyet’in ilerleyen dönemlerinde yeni makamlar ortaya çıkmıştır. MÖ 4. yüzyılda zorunlu asker nüfusunun belirlenmesi ve sınıflara ayrılması için vergi sayımı (census) düzeni geliştirilmiş, MÖ 367’de praetor makamı kurulmuş, MÖ 445’te müşterek evlilik yasağı (Lex Canuleia) kaldırılmıştır. Halk Meclisleri de siyasi hayatta rol oynamaya devam etmiş, özellikle Pleps denilen özgür vatandaşlar kendi konseylerini kurmuş ve tribünler aracılığıyla siyasal hakkını savunmuştur. Ancak Satrunus, Marius veya Sulla gibi asker-siyasi liderlerin ortaya çıkışlarıyla Cumhuriyet’in kurumları zorlanmış, militer liderlik siyaseti domine etmeye başlamıştır. Sonuçta MÖ 1. yüzyıl sonlarında Gaius Julius Caesar’ın darbesiyle Cumhuriyet son bulmuş ve Augustus’un imparatorluğu ilanıyla prensiplik dönemi başlamıştır. İmparatorlukta Senato ve meclisler varlığını sürdürmüşse de, bunların gerçek gücü giderek imparatorun kontrolüne geçmiş; yasama yetkisi artık esasen imparatora aitti. Böylece Roma, köy toplumu olarak başladığı siyasal yolculuğunu, tek kişinin mutlak gücüne dayalı yeni bir kurumlar sistemiyle tamamlamıştır.
Toplumsal Düzen
Erken Roma toplumu, temelde kentli patricius sınıfı ile daha geniş plebeius kitleleri arasındaki ayrımla şekillenmiştir. Patriciuslar soylu ailelerden gelen seçkin vatandaşlardı, plebeiuslar ise genellikle köken ve servet olarak daha alt sınıf sayılıyor, başlangıçta siyasi haklardan ve senato katılımlarından yoksun bırakılıyordu. MÖ 5.-4. yüzyıllarda süren Düzen Mücadelesi (Conflict of the Orders) sonunda plepler, halk tribünlüğü makamları aracılığıyla haklarını arttırmış; MÖ 287’ye dek süren son muhtıra (secessio) ile plebiscita adıyla meclis kararları tüm vatandaşlara bağlayıcı hale getirilmiştir. Roman anayasa çerçevesinde böylece bir sınıf gerilimi çözülmüş, aristokratik ayrıcalıklara kademeli sınırlar getirilmiştir.
Nüfusun geri kalanını köylüler ve köleler oluşturuyordu. Roma ekonomisinin bel kemiği tarım olduğundan, özellikle Latium topraklarında büyük çiftlikler (latifundia) yaygınlaşmıştır. Bunun sonucu olarak MÖ 2. yüzyılda küçük toprak sahiplerinin sayısı azalmış, köylü nüfusu tasfiye olmuş, Roma’ya göç etmiş ya da imparatorluk topraklarına koloni kurmaya gönderilmiştir. Bu dönemde, topraksız kalan Roma yurttaşlarının sayısı artmış; Senato içinden bir grup nadiren de olsa arazi reformu önerileri sunmuş, örneğin MÖ 140 civarında Gaius Laelius tarafından ager publicus topraklarının yeniden bölüştürülmesi gündeme getirilmişse de reddedilmiştir.
Bir de kölelik sistemi vardı. Savaş esirleri, borçlular ya da ticarete konu edilerek Roma toplumuna getirilen kölelerin nüfusu çok yüksekti. Britanya Müzesi’ne göre, Roma İmparatorluğu nüfusunun yaklaşık %10–20’si köle olarak yaşıyordu. Bu da, tahminen 50 milyonluk bir imparatorluk nüfusunda 5–10 milyon köle demekti. Köleler, toprak işçiliğinden maden ocaklarına, ev hizmetlerinden ticari işletmelere kadar pek çok alanda çalışıyordu. Sahiplerine ucuz işgücü sağlayan kölelik, hem üretimi hem de sosyal hiyerarşiyi belirleyen önemli bir dinamik oldu. Aile içi yaşantıda da kölelerin etkisi büyüktü; çocuk eğitimi ve ev yönetimi gibi işler genellikle köleler ya da özgürleştirilmişler tarafından yürütüldü. Sonuç olarak, Roma toplumsal düzeninde patron–müşteri ilişkileri, pleplerin siyasi hak mücadelesi ve köle emeğine dayalı üretim biçimi belirleyici olmuştur.
Hukuk Sistemi
Roma hukuk sistemi, MÖ 1. binyıl köylü-kent düzeyinden başlayarak imparatorluk çağına dek kesintisiz bir gelişim göstermiştir. Cumhuriyet’in kuruluşu sırasında, MÖ 450’lerde On İki Levha Kanunları (Lex Duodecim Tabularum) Roma tarihinde ilk yazılı hukuk derlemesi olarak ortaya çıkmıştır. Aristokratik bir yapı olan patrisyen yargı organlarının keyfi uygulamalarını engellemek amacıyla oluşturulan bu kanunlar, halkın hak ve yükümlülüklerini yazılı hale getirerek pleplerin taleplerine cevap vermiştir. Kanunların kapsamı tam olarak bilinmese de, aile hukuku, borçlar hukuku ve yargılama usulleri gibi temel konuları içerdiği antik yazar alıntılarından anlaşılmaktadır. Böylece Roma’da hukuk ilk kez toplumun ortak malı olarak kurumsallaşmıştır.
Cumhuriyet boyunca jus civile (vatandaşlara özgü hukuk) gelişirken, özellikle MÖ 3. yüzyılda jus gentium (milletler hukuku) ortaya çıktı. Jus gentium, yabancı kökenli kişilerin de haklarını düzenleyen, daha esnek bir hukuk anlayışını yansıtıyordu. Bu ikili hukuk sistemi, Roma fetihleri genişleyip farklı halklar imparatorluğa katıldıkça büyük önem kazandı. MS 5. yüzyılda Batı Roma İmparatorluğu sona erse bile, Roma hukuku Doğu’da Bizans İmparatorluğu’nda (Justinian Kanunnameleri) hayatta kaldı ve modern Batı hukuklarının temelini oluşturdu.
Roma hukukunun önemi sadece eski çağla sınırlı kalmadı. Bugün Avrupa’nın çoğu ülkesinde geçerli olan medeni hukuk sistemleri doğrudan Roma hukuk geleneğinden beslenmiştir. Roma hukukunun vatandaşlar arası hak ilişkilerini düzenleyen ilk yazılı kurallarla başlaması, zamanla usul hukukunu, imparator yasalarını ve yargısal yorumları içeren kapsamlı bir hukuki çerçeveye dönüşmesi, hukuk tarihindeki modern kodifikasyon hareketlerini de etkilemiştir. Özetle, köyden çıkıp kent devleti olana ve imparatorluk kurana kadar Romalılar, hukuku hem toplumsal uzlaşıyı sağlayan bir araç hem de emperyal yönetimin meşruiyet kaynağı olarak geliştirmişlerdir.
Askerî Stratejiler
Roma’nın imparatorluğa ulaşmasında askerî başarılar ve stratejik yenilikler belirleyici olmuştur. Erken dönemde kalkan duvarları halindeki falanks yerine, MÖ 4. yüzyılda maniple adı verilen daha küçük birliklerden oluşan esnek bir düzen benimsendi. Triplex acies denilen bu üçlü hat düzeninde her maniple ~120 askerden oluşuyordu ve satranç tahtası gibi düzenlenerek üstün manevra kabiliyeti sağlıyordu. Bu yapı, özellikle Samnit Savaşları sırasında denenmiş ve başarılı bulunmuştur. Roma lejyonları, şehir devletlerinden ve daha sonra müttefiklerinden sağlanan alae adı verilen eş boyutlu müttefik birliklerle desteklenirdi. Müttefik devletler (socii) fethin bedeli olarak Roma ordusuna düzenli asker vermekle yükümlüydü. Sonraki dönemde, Kartaca ile savaşlar sırasında (MÖ 2. yüzyıl) lejyonların yanında mahire sahip paralı birlikler (örneğin Numidya süvarileri, Kretan okçuları) da muharip grup olarak kullanılmıştır.
Cumhuriyet döneminde Roma ordusu profesyonel bir kuvvet olmaktan ziyade savaş zamanı kurulan conscription (zorunlu askerlik) esasına dayanıyordu. Vatandaşlar servetlerine göre sınıflanıyor ve belli bir servet üzerindeki sınıflar lejyoner olarak askere çağrılıyordu. Lejyonun üst düzey subay kadrosu ise seçkin atlı sınıfı (eşkiya sınıfı) mensuplarından seçilirdi. MÖ 2. yüzyıla dek, en yoksul sınıflar (proletarii) ordu hizmetine alınmıyor ve limanlarda kürekçi olarak kullanılıyor, büyük savaşlarda ise göreceli olarak silahlandırılıyordu. Bu sistemi zaman zaman savaşların boyutuna göre esneten Romalı komutanlar, özellikle Kartaca Savaşı sırasında ordudaki asker profiline yeni sınıflar eklemişlerdir.
Romalı stratejistler aynı zamanda yol ve mühendislik projelerine önem vermiştir. MÖ 3. yüzyıldan itibaren İnşaat Mühendisi Appius Claudius Caecus önderliğinde Via Appia gibi büyük yollar inşa edilmiş, bu yollarla orduların hareketi ve lojistiği kolaylaşmıştır. Kıyıdan kıyıya onaylanan yollar, orduların farklı cephelere hızla sevkedilmesine ve imparatorluk çapında ikmal hatları kurulmasına olanak sağlamıştır. Ayrıca, Romalılar muharebe disiplinine büyük önem vermiş; standart eğitimlerle askerlerin düzen içinde savaşmasına, üstün koruma sağlayan testudo gibi toplu kalkan düzenlerine ve disiplin cezası uygulayan titiz bir otoriteye dayanan bir ordu kültürü geliştirmişlerdir.
Sonuç olarak, Roma’nın askerî gücü; esnek taktik örgütlenmesi (maniple-koort yapılarına geçiş), ülke çapında ağlarla desteklenen hareket kabiliyeti, seferlerin icra edildiği yollar ile ittifak birliklerinin entegrasyonu gibi çok yönlü stratejilere dayanmıştır. Bu düzenlemeler sayesinde, küçük bir kent devleti ordusundan, Akdeniz’i kontrol eden büyük bir imparatorluk ordusuna geçiş mümkün olmuştur.
Ekonomik Gelişmeler
Roma ekonomisi başlangıçta tarım ve hayvancılığa dayanmış; toprak mülkiyeti ve köy ekonomisi toplumun temelini oluşturmuştur. Ancak fetihlerle birlikte zenginlik ve köle akını artmış, büyük toprak sahipleri (senatör sınıfı ve müttefik aristokrasi) Latium ve İtalya’nın verimli topraklarını kaplayarak latifundia denen geniş çiftlikler kurmuştur. MÖ 2. yüzyılda köy nüfusunun büyük bir kısmı bu topraklarda küçük parçalar halinde tarım yapmaktaydı, ancak zamanla bu aileler borç ve mülksüzlük nedeniyle topraklarını kaybedip Roma ve diğer kentlere göç etmiştir. Örneğin, MÖ 2. yüzyıl ortalarında Romalı senatörlerden Gaius Laelius’in önerdiği arazi dağıtım reformu, yoksul köylüleri yeniden toprağa kavuşturmayı hedeflemiş ancak kabul edilmemiştir. Bu süreç, Roma içindeki gelir eşitsizliğinin artmasına yol açmıştır.
İmparatorluk sınırları genişledikçe, fethedilen bölgelerden haraç ve yağma geliri akmaya başlamıştır. Yeni kurulan eyaletlere (provinciae) atanan valilerden ve sözleşmeli vergi toplayıcılarından oluşan bir sistem sayesinde, Roma hazinesi dönemin en büyük fonlarına sahip olmuştur. Uzak diyarlarla (İberya, Galya, Mısır, Asya Minor gibi) yapılan ticaret yolları ve Akdeniz deniz yolları sayesinde Roma altın, gümüş ve ticari mallarla beslenmiştir. Para ekonomisi gelişmiş, MÖ 3. yüzyılın sonlarında gümüş denarius ve daha sonra altın aureus gibi sikkeler kullanılmaya başlanmıştır. Romalılar, yolları ve limanları ile güçlü bir ulaştırma ağı kurarak ürünleri imparatorluk içinde dolaştırmış, İtalya içini ve eyaletleri bağlayan ticaret yollarıyla iç piyasayı canlandırmışlardır.
Ancak her büyüme dönemi zaman zaman krizler de getirmiştir. MÖ 1. yüzyılda akın akın gelen köleler rekabeti artırmış, bazı dönemlerde aşırı arz enflasyona neden olmuş, bu da küçük üreticilerin sıkıntısını çoğaltmıştır. Genel olarak nüfusun yaklaşık %10–20’sinin köle olduğu tahmin edilmektedir. Yani Roma İmparatorluğu’nda beş ila on milyon köle yaşamaktaydı; bu büyük emek gücü oranı tarım ve üretim faaliyetlerinde köle emeğinin vazgeçilmez olduğunu gösterir. Zamanla bu yapının yarattığı sınıfsal gerilim ise, MÖ 2. yüzyıldaki köylü ayaklanmaları (örneğin Tarquinia köylülerinin isyanı) ve MÖ 1. yüzyıldaki iç savaşların arka planında etkili olmuştur.
Özetle, Roma’nın köyden imparatorluğa geçişinde ekonomi temel olarak tarımsal üretim ve sömürgen gelirler üzerine kurulmuş, bu durum artan nüfus ve fetihlerle birlikte giderek çeşitlenmiş, ancak büyük mülk sahipleri ile yoksullar arasındaki dengesizlik de bu süreçte keskinleşmiştir.
Kültürel Kimlik
Romalılar geniş imparatorluk sınırları içinde birliği sağlayan ortak bir kültürel kimlik oluşturma çabası sergilemişlerdir. Roma kültürü, başlangıçta Etrüsk ve Yunan etkileri taşımakla beraber, kendine özgü bir dinsel ve kamusal gelenek sistemi gelişmiştir. Örneğin, devletin üstünde kabul edilen ve vurgulanan Jüpiter Optimus Maximus gibi ana tanrılarla kutsal hiyerarşisi ve bu dini etkinliklerin kamusal alana entegrasyonu Romalı kimliğinin parçasıydı. Erken Cumhuriyet’teki laik gidişle birlikte plepler, Vestal bakireler ve penat denilen ev tanrıları gibi unsurlar da sosyal düzenin ritual yönünü oluşturmuştur.
Zamanla Roma, fethettiği coğrafyalarla etkileşim kurarken kendi kültürünü yaymaya çalışmış ve bazen de yerel gelenekleri kucaklamıştır. İmparatorluk çağına gelindiğinde Roma kültürünün bir parçası haline gelme (Romanizasyon) süreçleri pek çok alanda görüldü. Örneğin yollar, şehir planlaması ve anıtlar aracılığıyla şehre Roma dokusu entegre edilir, kolonilerdeki forumlarda Roma mimarisi oluşturulur. Yunan kökenli Cumae kenti bile MÖ 180 civarında resmî dilini İtalyanca (Latin) yapmak istemiştir; bu, Roma kültürünün nasıl cazip hale geldiğinin bir göstergesidir. Ayrıca Paramythia gibi Galatya dışındaki bölgelerde bulunan bir Roma evindeki kült eşyaları, ev sahibinin Romalılığını vurgulamak için kullanılmıştır. Bu tür arkeolojik buluntular, Romalıların yeni topraklarda Roma kültürünü yansıtan uygulamaları benimsemeye çalıştığını ve bu suretle kendi kimliklerini pekiştirdiklerini gösterir.
Dil ve hukuk alanındaki birlik de kültürel kimliğin unsurlarındandı. Latin dili, önce İtalya’da yayılmış, sonradan Akdeniz’in doğusuna dek birçok şehirde günlük ve resmi dil olarak kabullenilmiştir. Roma hukukunun temel kavramları ve Roma vatandaşlığı kültürel entegrasyonun araçlarından olmuştur. Son olarak, Hıristiyanlık’ın kabulü (MS 4. yüzyılda İmparator Konstantin döneminde) Roma kimliğinde büyük kırılma yaratmış, geleneksel pagan Roma kültürü yerini yavaş yavaş evrensel bir dinin öğretilerine bırakmıştır. Ancak bu geçiş sürecinde bile, birçok Roma geleneği ve töreni Hıristiyan uygulamalarla harmanlanarak yeni bir sentez ortaya çıkmıştır.
Sonuç olarak, köyden imparatorluğa ilerlerken Romalılar hem asıl Romalık kavramını pekiştirmeye; hem de farklı halkları Roma medeniyetinin içine almaya çalışmışlardır. Bu çok katmanlı kültürel süreç, Roma’nın güçlü bir kimlik duygusu yaratmasını sağlamış; imparatorluk sonrasında bile Latin kökenli kültürel öğeler Avrupa’nın şekillenmesinde kalıcı rol oynamıştır.
Sonuç
Boatwright ve arkadaşlarının işaret ettiği gibi, Roma’nın köyden krallığa, cumhuriyete ve nihayet imparatorluğa uzanan dönüşümü, siyasal, toplumsal, hukuki, askerî ve ekonomik açıdan çok katmanlı bir evrimi içerir. Siyasal yapılar, senato–konsül–tribün üçlüsünden tek adam yönetimine; toplumsal düzen, patrisyen-pleb arasında başlayan ayrımdan Roma vatandaşlığının sınırları genişlerken iç sınıf gerilimlerine; hukuk sistemi, yazılı ilkeleri Arşiv Kanunlarıyla atılan temelden Roma hukukunun evrensel normlarına; askerî stratejiler ise küçük köy milislerinden disiplinli lejyonlara evrilmiştir. Ekonomik olarak tarım-ticaret odaklı doğal bir büyüme sergilense de fetihlerden gelen servet ve köle emeğiyle karmaşıklaşmış, sonuçta imparatorluk çapında bütünleşmiş bir ekonomi ortaya çıkmıştır. Kültürel kimliğe gelince, başlangıçtaki Latin-Roma kimliği, sonraları imparatorluk coğrafyalarındaki farklı unsurları da içine alarak daha kapsayıcı bir karakter kazanmıştır.
Bu inceleme, Roma’nın kurumsal dönüşümünün ve kültürel zenginleşmesinin zaman içinde nasıl biçimlendiğini göstererek, Roma uygarlığının köklü ve çok yönlü dinamiklerini vurgulamıştır. Sonuç olarak, küçük bir İtalyan köyü olarak ortaya çıkan Roma, kendini çeşitli mekanizma ve süreçlerle yeniden kurgulayarak, dünyanın en geniş imparatorluklarından birini inşa edebilmiştir.
Kaynakça
- Boatwright, M. T., Gargola, D. J., Talbert, R. J. A., & Lenski, N. (2012). The Romans: From Village to Empire (2nd ed.). Oxford University Press.
- Saller, R. P., & Townsend, E. D. (2025). Senate. In Encyclopædia Britannica. https://www.britannica.com/place/ancient-Rome/The-Senate
- Encyclopædia Britannica. (2025). Consul (ancient Roman official). https://www.britannica.com/topic/consul-ancient-Roman-official
- Encyclopædia Britannica. (2025). Roman law. https://www.britannica.com/topic/Roman-law
- Encyclopædia Britannica. (n.d.). Plebeian. https://www.britannica.com/topic/plebeian
- Saller, R. P. (2025). Ancient Rome: Social changes. In Encyclopædia Britannica. (Makale tarih bilgisi: Aug 18, 2025)
- Sharpe, H. (n.d.). The Paramythia Bronzes: Expressions of Cultural Identity in Roman Epirus. Getty Publications. (https://www.getty.edu/publications/artistryinbronze/statuettes/16-sharpe/)
- British Museum. (n.d.). Slavery in ancient Rome. (https://www.britishmuseum.org/exhibitions/nero-man-behind-myth/slavery-ancient-rome)
Leave a Comment