Robert Irwin’in İbn Haldun Biyografisi Üzerine Yüksek Lisans Seviyesinde İnceleme
Kitabın Adı:İbni Haldun
Entelektüel Bir Biyografi Yazar :Robert Irwin
Çevirmen:Sayfa:368 Cilt:Ciltsiz Boyut:12 X 20 Son Baskı:19 Mayıs, 2021 İlk Baskı:19 Mayıs, 2021 Barkod:9786254493140 Kapak Tsr.:Kapak Türü:Karton Yayın Dili:Türkçe Orijinal Dili:İngilizceOrijinal Adı:Ibn Khaldun: An Intellectual Biography
Robert Irwin’in İbn Haldun Biyografisi Üzerine Yüksek Lisans Seviyesinde İnceleme
Kitabın Yapısı ve İçeriği
Robert Irwin’ın Ibn Khaldun: An Intellectual Biography adlı yapıtı, önsöz ve kronoloji ile birlikte toplam 11 ana bölümden oluşur. İlk üç bölümde, 14. yüzyılda Kuzey Afrika’daki tarihsel ortam incelenir: Birinci bölüm “Ibn Khaldun Harabeler Arasında” başlığıyla 1347-48’deki Veba Salgını ile çöken hükümetler ve yerleşik ile göçebe toplumların dönüşümü üzerinde durur. İkinci bölüm “Dört Yüz Yılın Taht Kavgaları” Namıkları konu alır; 13. yüzyılın ardından Kuzey Afrika’da hüküm süren Emevî/Abbasî mirasının bölüşülmesi için sürdürülen hanedan mücadeleleri betimlenir. Üçüncü bölüm “Göçebeler, Erdemleri ve Tarihteki Yeri”, İbn Haldun’un göçebe kabilelerin yaşama biçimini, erdemlerini ve asabiyye (grup dayanışması) kavramını nasıl değerlendirdiğini açıklar.
- Bölüm 1 – Ibn Khaldun Harabeler Arasında: Bu bölümde İrwin, Veba Salgını’nın kitle imhası ile hükümetlerin çöküşünün yerleşik (hadârî) ve göçebe (beduî) topluluklar üzerindeki etkilerini ele alır. Ruineler (“harabeler”) kavramı, ibra (ders çıkarma) ile ilişkilendirilerek, tarihsel trajedilerin ibret alınması gereken işaretler olduğu vurgulanır.
- Bölüm 2 – Dört Yüz Yılın Taht Kavgaları: 14. yüzyıl Kuzey Afrika’sında Haçlı Seferleri sonrasında kalan toprakları Almohad hanedanı mirasına kavuşturma girişimleri, Rîhâme, Hafsî ve Cârvî gibi küçük hanedanların mücadelesi bu bölümde işlenir. İbn Haldun’un saray çevrelerindeki siyasi rolleri, danışmanlık ve vezirlik deneyimleri de metne yansıtılır.
- Bölüm 3 – Göçebeler, Erdemleri ve Tarihteki Yeri: Irwin burada İbn Haldun’un göçebe toplumlara dair anlayışını açıklar. Göçebelerin cesareti, sağlam sağlığı ve asabiyyeleri sayesinde sert yaşam koşullarını nasıl aştıkları üzerinde durulur. İbn Haldun’un, göçebelerin topluluk dayanışmasının (asabiyyenin) güçlenmesinin, onların fetihlerde başarı kazanmalarına yol açtığına dair tezleri aktarılır. Bu bağlamda, tarihsel döngü teorisinin çekirdek kavramı olarak asabiyya vurgulanır.
Dördüncü bölüm “Mukaddime’nin Temel Metodolojisi: Felsefe, Kelâm ve Fıkıh” adını taşır. Irwin burada İbn Haldun’un tarih metodolojisini inceler; İslâm fıkhının mantıksal yöntemlerinden esinlendiğini ve tarihçilerdeki önyargı, sağırlık ve gerçeği bilinçsizce çarpıtma gibi hatalara dikkat çektiğini vurgular. Beşinci bölüm *“Memluk Mısırındaki Konaklaması”*nda, İbn Haldun’un El-Ezher’de hadis ve fıkıh dersleri verdiği, şer’i davalarda kadılık yaptığı ve Sultanla yakın ilişkiler kurduğu yıllar anlatılır.
Altıncı bölüm “Sufi Mistik”, İbn Haldun’un sufiliği üzerine odaklanır. Irwin, İbn Haldun’un İsa b. Ez-Zeyyat gibi bir sufi şeyhinden eğitim aldığını ve Mukaddime’de tasavvufî kavramlardan söz ettiğini kaydederek onun muhtemelen bir Sufi olduğunu söyler. Yedinci bölüm *“Karanlık Tarafın Mesajları”*nde rüya, büyü ve sihir gibi konular ele alınır; Irwin bu ögelerin İbn Haldun’un tarih anlayışında sınırlı bir rolü olduğunu, tarihin akışını açıklamada önemsiz kaldıklarını savunur. Sekizinci bölüm “Ekonomi Ekonomi İcat Edilmeden Önce”, ekonomiye dair İbn Haldun görüşlerini tartışır; İbn Haldun’un ekonomi anlayışında ahlâki ilkelerin merkezi olduğu ve ekonomi bilgisinin de toplumsal dayanışma ile ilişkili olduğu vurgulanır. Dokuzuncu bölüm *“İbn Haldun’un Geçim Kaynağı”*nda ise onun öğretmenlik ve yazarlık faaliyetleri anlatılır.
Onuncu bölüm “Mukaddime’nin Garip Bir Sonrası”, İbn Haldun’un eserinin Batı dünyasında nasıl kabul gördüğünü inceler. Irwin, M. François De Slane’nin Mukaddime çevirisinin Fransız sömürgeciliği amacıyla finanse edildiğini, Arnold Toynbee’nin ise bu eseri “zaman ve mekânın en büyük eseri” olarak niteleyerek tanıttığını aktarır. Son bölüm *“Sonuç”*ta Irwin, muhtemel hatalı okumalara işaret eder: Kelimelerin (örneğin badawi, “Arâb”) bağlama göre tutarsız kullanıldığı, Mukaddime’nin farklı zaman ve yerlerde yazılmasının bu tutarsızlıklara yol açtığı savunulur.
Bu kitap yapısıyla Irwin, önce İbn Haldun’un yaşadığı dönemin siyasal ve toplumsal koşullarını detaylıca tasvir edip sonra da Mukaddime’deki fikirleri ele almaktadır. Irwin’in tarihî bağlamlandırma yöntemi ve edebi üslûbü, karmaşık konuları bile akıcı biçimde sunarak okuyucunun ilgisini canlı tutar. Bu yapı, kitabın hem biyografik hem entelektüel bir inceleme niteliği taşımasını sağlar.
İbn Haldun’un Entelektüel Mirası
İbn Haldun, tarih ve toplum bilimlerine kapsamlı bir kurumsal altyapı kazandırmış bir düşünür olarak kabul edilir. Mukaddime’de öncelikle tarih yazımının metodolojisini geliştirmiş, tarihçilerin ön yargı, yanlış inanış ve olası olanı ihmal etme gibi hatalarından bahsetmiş; tarihin “içsel” ve “dışsal” anlamlarını sorgulamıştır. Kültürlerarası karşılaştırmalar yoluyla asabiyye (grup dayanışması) kavramını ortaya koymuş, göçebe toplumların güçlü asabiyyeleri sayesinde şehir toplumlarını fethettiğini; böylece tarihsel döngülerin gerekliliğini göstermiştir. Ayrıca devlet ve hanedanların doğup büyüme-çözülme süreçlerini ekonomik, coğrafi ve dinî faktörlerle ilişkilendirmiş; dûvele, asad, esasî kavramlarıyla bu döngüleri formüle etmiştir. Dolayısıyla İbn Haldun, sosyoloji, antropoloji ve ekonomi gibi disiplinlerin öncüsü sayılır.
Irwin, bu entelektüel mirası değerlendirirken önce “günümüzün sosyal bilimleri” bağlamından uzaklaşır. Irwin’in temel argümanına göre, modern tarihçiler ve sosyologlar İbn Haldun’u konusundan kopartarak evrensel bir kuramcı olarak görme yanılgısına düşmüşlerdir. Oysa İbn Haldun’un eserleri 14. yüzyılın İslâmî dünyasının belirleyici kültürel ve inançsal şartlarından beslenmiştir. Irwin, bu yüzden İbn Haldun’un fikirlerini “ortaçağ/Müslüman dünyası bağlamı”ndan alıp modern dünyanın sorunlarına aynen uygulanabilecekmiş gibi okumaya karşı çıkar. Örneğin, Mukaddime’deki metafizik ve kader vurgularını hesaba katarak, İbn Haldun’un “dünyanın boş ve geçici olduğu” görüşünün yaşadığı trajedilerle bağlantılı, güçlü bir ahlâkî ve teolojik vurgu taşıdığını gösterir.
İrwin’a göre, İbn Haldun’un entelektüel mirası ancak döneminin dilinden ve ön kabullerinden bağımsız düşünülmemelidir. Irwin, geleneksel Batı yorumlarının aksine, onun sosyoloji, tarih ve siyaset bilimlerinin temellerini attığı fikrini eleştirir; İbn Haldun’un aslında içinde yaşadığı toplumun geleneklerine bağlı muhafazakâr bir Müslüman olduğunu öne sürer. Dolayısıyla Irwin’in yaklaşımında İbn Haldun’un katkıları, doğası gereği yaşadığı dönemin entelektüel mirası şeklinde görülür; modern sosyoloji veya modern ekonomi kuramlarına doğrudan bağlanmaktan kaçınılır. Bu bağlamda Irwin, İbn Haldun’un “yeni bir ilim” olarak tanımladığı ‘ilmü’l-umrân (medeniyet/sivilizasyon bilimi) kavramını da tarihsel şartlar içinde ele alır; kavramın, ancak 14. yüzyılın bağlamında anlam kazandığını savunur. Nitekim Irwin, modern dünyada Mukaddime’nin verimli bir ders niteliği taşımadığını, örneğin ekonomiyle ilgili fikirlerinin 14. yüzyıl ötesinde güncellik taşımadığını iddia eder. Bu nedenle İrwin, İbn Haldun’un entelektüel mirasının asıl değerini, kendi döneminin inanç, sosyo-ekonomik ve kültürel yapısını anlamak üzere yeniden değerlendirilmesinde bulur.
Mukaddime’de Toplumsal Teori ve Asabiyye
İbn Haldun’un toplumsal teorisi en belirgin biçimiyle Mukaddime’de ortaya çıkan asabiyye kavramı ile şekillenmiştir. Asabiyye, sosyal grupların dayanışma duygusu ve grup aidiyetidir; göçebe topluluklarda güçlü olduğunda yeni bir devlet kurmaya yönelik dynamizmi sağlar. İbn Haldun’a göre göçebeler zorluklara karşı daha azimli, mütevazi ve sağlıklıdır, bunun sonucu katı bir asabiyyeye sahip olurlar. Şehirli toplumlar ise zenginleştikçe yozlaşır, asabiyye zayıflar, iç çekişme başlar ve devlet sonunda dağılır. Bu döngü, bir devrin yükseliş ve çöküşünü açıklayan temel yapıdır. Irwin, bu döngüsel tarih görüşünün İbn Haldun’un dönemine özgü olduğunu vurgular. Irwin’e göre İbn Haldun, tarihsel gelişmeleri dini ve ahlâkî bir perspektifle anlamış; batıl inanç ve sufiliği dahil ederek, tarihte hem materyalist hem idealist unsurlar aramıştır. McLemee’nin belirttiği gibi, Irwin Mukaddime’yi “dinden soyutlanmış bir sosyoloji kitabı” olarak değil, içinde Kur’an ayetlerinin aktif olarak kullanıldığı bir eser olarak okur.
Ayrıca Irwin, İbn Haldun’un toplumsal teorisini değerlendirirken onun asabiyyenin yanı sıra toplumsal sınıflar, medeni - göçebe ayrımı (hadâre – badâva), iktisat ve nüfusbilim görüşlerine de yer verir. Örneğin ekonomiyle ilgili bölümde, İbn Haldun’un zenginlik ve vergilendirme döngüsüne dair ünlü gözlemi (ordu yükselince vergi düşer, eski başa gelince vergi yükselir) üzerinde durulur. Ancak Irwin, bunun modern ekonomi teorisiyle doğrudan alakalı olmadığını, İbn Haldun’un temelde ahlaki bir ekonomik düzen tasavvur ettiğini savunur. Irwin’e göre, İbn Haldun’un toplumsal teori ve devlet anlayışıyla ilgili en önemli katkı, bu fikirlerin 14. yüzyılın İslam dünyasındaki medeniyet dinamiklerini anlamamızda sağlam bir altyapı sunmasıdır. Dolayısıyla Irwin, İbn Haldun’un toplumsal kavramlarını salt evrensel sosyoloji öncüleri olarak değil, kendi bağlamıyla ele alır.
Tarih Yazımı ve Metodoloji
İbn Haldun tarih yazımında devrim niteliğinde fikirler ortaya koymuştur. O, tarihçilerin tezlerinde üç ana hata olduğunu söyler: tarafgirlik, sağırlık (kaynaklara körü körüne inanma) ve “mümkün olana dair cehalet”. Bu sonuncuyu en önemli eksiklik olarak görür; tarihçiler toplumsal yasaları ve olayların esas sebeplerini kavramadan sadece olayları sıralamaktadır. Bu nedenle İbn Haldun, tarihin sebep-sonuç ilişkileri çerçevesinde incelenmesi gerektiğini vurgular. Irwin, bu metodolojik yaklaşımı vurgulayarak tarihçiliğin İslâm fıkhı gibi rasyonel ilimlerle aynı mantığa dayanabileceğini gösterir. Örneğin Irwin, Mukaddime’nin girişinde İbn Haldun’un “toplumun doğasını, aslında medeniyetin özüne ilişkin şartları ayırt edersek, doğruyu yanlıştan ayıracak normatif bir yöntem elde ederiz” dediğini hatırlatır.
Irwin ayrıca İbn Haldun’un felsefi alt yapısını inceler. Mukaddime genelde bir tarih kitabı olarak düşünülse de Irwin onu bir felsefi eser olarak ele alır; İbn Haldun’un tarihçilerden farklı olarak toplumsal bilimlere daha bütüncül, hukuki ve teolojik perspektiften baktığını savunur. Sufizm ve ilahiyatın tarih anlayışındaki rolünü göstererek, İbn Haldun’un dinî inanışlarının fikirlerini nasıl şekillendirdiğine işaret eder. Irwin’e göre, tarih bilimi İbn Haldun için ‘ibra’ (ders çıkarmak) işlevi görür; yani geçmiş olayların tanrısal bir öğüt olarak anlaşılması esastır. Bu yüzden tarih yazımıyla ilgili anlayışı hem pozitivist hem metafizik unsurlar içerir. Irwin’in yaklaşımı, İbn Haldun’un tarih metodolojisini keşfederken onun her türlü mülhem manevî kaynağı (fıkhî ilke, Kur’an, sufizm, hatta kehanet) sistematik bir biçimde değerlendirdiğini ortaya çıkarır.
Devlet ve Siyaset Teorisi
İbn Haldun’un devlet anlayışı, yüksek ölçüde toplumsal dayanışma ve iktisadi değişimler üzerinden açıklanır. Devletin doğuşu, güçlü asabiyyeye sahip göçebe grupların fetih yoluyla iktidar kurmasıyla başlar. Kurulu bir devlette ise zamanla servet birikimi ve lüks artınca toplumsal dayanışma zayıflar, yozlaşma başlar, iç çekişmeler bitirici hale gelir; bu aşamada yenilenen göçebe akınları sonucu iktidar el değiştirir. Irwin, bu teoriyi ele alırken devleti sabit bir kurumdan çok, asabiyyenin bir çıktı modeli olarak görür. Diğer deyişle, İbn Haldun’a göre devletin meşruiyeti, başlangıçtaki toplumsal dinamizmden gelir. Irwin bu süreçleri anlatırken, İbn Haldun’un “yeni bir hanedan kurması” ve sonrasında gelen yozlaşma sürecine dair betimlemelerine vurgu yapar. Örneğin Mukaddime’de, bir devletin ilk başta sahip olduğu ibtidai akıl ve sosyal disiplinin zamanla bozulacağını belirttiği alıntılar Irwin tarafından aktarılır. Ancak Irwin bu görünümleri “tarihsel bağlama özgü” bulur; modern anlamda iktidar teorileri ya da laik siyaset felsefesiyle ilişkilendirilmesini reddeder.
Diğer yandan, Irwin İbn Haldun’un devlet ve siyaset görüşünü tartışırken onun İslâmî literatürdeki “kadim düşünür” vurgusuna da temas eder. Örneğin Mukaddime’de İbn Haldun, filozof (falasifa) değil “hakîm” olduğunu ifade eder; Irwin bunu vurgulayarak tarih yazımını dinî ve bilgelik geleneği içinde konumlandırır. Bu bağlamda “dünya fani, devletler fânidir” gibi sözler, Irwin’in gözünde Müslüman kader ve ahlâk anlayışından kaynaklanan karamsar ifadeler olarak yorumlanır. Sonuçta Irwin’e göre İbn Haldun’un devlet teorisi, dönemin siyaset bilimi ve fıkıh kaynaklarıyla diyalog hâlindedir ve modern devlet kuramlarından ayrı düşünülmelidir.
‘Umrân Kavramı
‘Umrân (veya ilmü’l-’umrân) İbn Haldun’un ortaya attığı, toplumsal düzenin bilimsel ifadesini tanımlayan temel kavramdır. Mukaddime’de ‘umrân, medeniyetin özü olarak toplumun hayat koşullarını inceleyen bir “bilim” olarak sunulur. İbn Haldun’a göre tarihçilere düşen, önce bu “umran”ın koşullarını araştırmak ve toplumsal gerçeklerin esas prensiplerini ortaya çıkarmaktır. Irwin de bu kavramı ele alırken, ‘umrân’ı İbn Haldun’un kendi dönemini anlaması için kullandığı epistemolojik bir araç olarak görür. Irwin’a göre İbn Haldun ‘umrân’ı zamanın entelektüel dünyası çerçevesinde kurgulamış; içinde yaşadığı sosyal ve metafizik anlayıştan bağımsız “genel toplum bilimi”ne dönüştürülmesini eleştirir. Yani Irwin, Mukaddime’deki ‘umrân’ öğretilerini, medieval İslamî düşünce geleneğindeki yöntemsel hedefleri olarak yorumlar ve bunların modern sosyal bilimlerle birebir örtüştüğü iddialarına mesafeli durur.
Irwin’in Yaklaşımı ve Tarihsel Bağlamlandırma
Irwin, kitabın başından itibaren İbn Haldun’u yaşadığı kültür ve dönemin içine gömülü bir entelektüel olarak konumlandırır. İrwin’in temel yaklaşımı “seküler ve evrensel sosyal bilim öncüsü” tasvirlerine bir tür antidot sağlamak, yani İbn Haldun’u kendi medeniyetinin şartlarından koparıp yorumlayan modern görüşleri çürütmektir. Bu bağlamda Irwin, İbn Haldun’un düşüncesini dört ana eksende eleştirir: tasavvuf ve metafizik boyut (İbn Haldun’un bir sufî olup olmadığı), ekonomik düşüncesi, tarih metodolojisi ve Batı kaynaklı yorumları.
Öncelikle, Irwin İbn Haldun’un sufiliğini tartışır. Geleneğin aksine, Irwin onun Sufi olduğunu kabul eder, ancak bu vasfı metaforik değil somut bir öğrenme-süreci olarak değerlendirir. İkinci olarak, ekonomi ve siyaset konusunda İbn Haldun’un fikirlerinin ideolojik kullanımlarına karşı çıkar. Örneğin, Ronald Reagan’ın Mukaddime’den alıntıladığı vergi düşüncesini (savaşan ekonomi döngüsü) İbn Haldun’dan ayırarak değerlendirir, “Reagan’ın resmi rehberliği” olarak kullanılmasından kaçınır. Irwin üçüncü olarak tarih metodolojisi üzerinde durur; İbn Haldun’un eleştirel tarih anlayışını ortaya koyar ve Batı tarihçilik geleneğinden ayırır. Son olarak Batılı yorumları irdeler: Fransız oryantalistlerin İbn Haldun’u laik bir materyalistmiş gibi göstermeye çalışmasını, 19. yüzyıl Fransızcılık etkilerini analiz eder. Irwin, bu dört eksende İbn Haldun’un, aslında özellikle İslam geleneği içinde “bir zamanın çocuğu” olduğunu göstermeye çalışır.
Irwin’in tarihsel bağlamlandırması, her zaman bir tarihçi üslûbu taşır: Önce İbn Haldun’un hayatındaki dönüm noktaları ve çevresel olaylar (savaşlar, salgınlar, siyasi çalkantılar) ele alınır, ardından bu şartların onun düşüncesine etkileri yorumlanır. Okuyucuyu bilgilendirmek için kronoloji, ayrıntılı biyografi ve dönem analizi ile eserin entelektüel içeriği iç içe verilir. İrwin’in bu bağlamsallaştırma yaklaşımı sayesinde, İbn Haldun’un fikirleri “doğrudan modern bilimlere referans” olmaktan çıkarılır, bunun yerine 14. yüzyıl Müslüman dünyasının bir ürünüdürler.
Eleştirel Yaklaşım ve Metodolojik Katkılar
Irwin, kitabı boyunca İbn Haldun’la ilgili yaygın varsayımlara eleştirel bir mesafe koyar. Ona göre, İbn Haldun’un düşüncesinde Batılı modernizme uygun olmayan çok sayıda yenik unsur vardır: Allah’ın egemenliği, sufizm, doğaüstüye inanış ve muhafazakâr anlayış bunlardandır. Bu yüzden Irwin, İbn Haldun’u adeta iki yönlü okur: Bir yandan muhafazakâr bir mutasavvıf/Müslüman olarak, diğer yandan olağanüstü bir entelektüel olarak sunar. Bu “ikili portre” Irwin’in metodoloji katkısını yansıtır. Yani Irwin, entelektüel biyografi yöntemini kullanarak, sadece fikirleri değil, o fikirleri yaratan insanın ruhî ve toplumsal profilini de ön plana çıkarır.
Metodolojik olarak Irwin’in bir diğer katkısı, geleneksel kaynakları (Arapça elyazmaları, kronik metinler, önceki tercümeler) modern eleştiri süzgecinden geçirmesidir. Irwin, hem İbn Haldun’un kendi eserleri hem de geleneksel biyografik kaynaklardaki tutarsızlıklara dikkat eder. Örneğin Mukaddime’de kendi kullandığı terimlerdeki (örneğin badâva ve hadâra) farklı anlamları, kitabın farklı zamanlarda yazılmış parçalardan oluşmuş olmasına bağlar. Bu, bir entelektüelin gelişen fikir sürecini izleyen sağlam bir yöntemdir. Ayrıca Irwin, modern eleştirmenlerin İbn Haldun’a yüklediği fazlaca sistematik veya “a priori sosyolog” imajını sorgulayarak yeni bir perspektif getirmiştir. Sonuçta, Irwin’in yöntemsel katkısı; biyografi ile fikir tarihini harmanlayarak, İbn Haldun’un eserini dönemiyle birlikte okumayı amaçlayan bir inceleme sunmasıdır. Bu yaklaşım, İbn Haldun’un entelektüel mirasının anlaşılmasında tarihi determinizmi öne çıkaran bir metot olarak değerlendirilebilir.
Batı Literatürü ile İlişkisi
Irwin, İbn Haldun’un Batı dünyasındaki temsilini özellikle 10. bölümde detaylıca ele alır. Orada aktarılanlara göre, 19. yüzyıl Fransız oryantalistleri İbn Haldun’u modern, laik bir düşünür olarak tanıtmaya çalışmışlardır. Örneğin François De Slane’ın çevirisi, Fransa’nın Kuzey Afrika sömürge politikalarına ‘halk bilimcilerinin atası’ şeklinde önceden ufuk açacağı umuduyla desteklenmiştir. İngiltere’de ise Arnold Toynbee Mukaddime’yi uygarlıkların yükseliş-düşüş döngüsünü açıklayan “zamansız bir başyapıt” olarak halka duyurmuştur. Irwin, bu Batılı yorumcuların İbn Haldun’u kendi çağlarına hizmet eden bir figür olarak biçimlendirme çabalarını eleştirir. Örneğin Toynbee’nin onu çağdaş çalışmalarıyla eşleyen yaklaşımıyla dalga geçer ve “İbn Haldun’u modernleştirmeye çalışan yorumcunun Kur’an alıntılarını süs gibi görmesi” gerektiği eleştirisinde bulunur.
Öte yandan Irwin, Batı’daki akademik literatüre nüfuz eden bu yorumları da sorgular. Irwin’a göre, bazı Batılı bilim insanları İbn Haldun’u kendi ideolojik perspektiflerine adapte etmişlerdir. 20. yüzyıl sosyologları onu “tasarlanmış toplumsal bilimcilik öncüsü” gibi görürken, Marksistler onun ekonomi-düşüncesini “belirgin bir Marksist öncü” olarak algılamıştır. Hatta Leo Strauss’un öğrencileri, İbn Haldun’u “gizli filozoflar diplomasisinde yer alan ataların parçası” gibi sunmuştur. Irwin, bütün bu müstakil okumaların bir “bireyde kendilerinden bir parça” arama eğiliminden ibaret olduğunu vurgular. Sonuç olarak, Irwin’in Batı literatürüne katkısı, bu yorumsal önyargıları ortaya koyarak daha tarafsız ve tarihsel odaklı bir okuma önermektir. Kısacası Irwin, İbn Haldun’un Batı’daki “enteresan bir politik hikâye kahramanı” değil, kendi dünyasının bir entelektüeli olduğunu gösterme gayreti içindedir.
Geleneksel ve Modern Yorumlarla Hesaplaşma
Irwin, İbn Haldun üzerine geleneksel İslamî yaklaşımlarla modern (özellikle Batılı) yorumlar arasındaki farkları da tartışır. Geleneksel literatürde İbn Haldun’un sufiliği, Hanefî/Mâlikî meşrebi ve İslâmî öğretmenliği ön plandayken, modern dönemde onun “pozitivist bir ön sosyolog” ya da “Filozoflar Kralı” gibi sunumları yaygınlaşmıştır. Irwin bu iki kanaat çizgisiyle de “hesaplaşır”. Örneğin İbn Haldun’un sufi kimliğini araştırırken, Faruk Abdulkerim Fromherz ve öteki geleneksel biografların “mistik aydınlanma” iddialarını eleştirir; kendi araştırmasında kanıtların onun bir sufî şeyhinin öğrencisi olduğunu desteklediğini savunur. Bu sayede İrwin, İbn Haldun’a dair “geleneğin mistik öyküleri” ile “20. yüzyıl rasyonalizm narratifleri” arasında bir uzlaşma arayışındadır.
Modern yorumlarla Irwin’in en sert çatışması, İbn Haldun’u modern sosyoloji ve ekonomi teorilerinin öncüsü gören anlayıştır. Irwin, buna karşı çıkarak İbn Haldun’un fikirlerini 14. yüzyılın bağlamından koparmanın yanlış olduğunu vurgular. Mesela modern sosyal bilimcilerin onu “Erken Dürkheim” veya “Erken Weber” ilan etmeleri eleştirilir; bu tür yaklaşımların İbn Haldun’u kendi düşünce sisteminden soyutladığını iddia eder. Öte yandan, Batılı modernist yorumlarla içli dışlı bir şekilde ortaya çıkan “İbn Haldun ezber bozan bir İslâmî modernisttir” anlatısına da mesafeli yaklaşır. Örneğin Usman Butt’un belirttiği gibi Irwin, İbn Haldun’un “modernlik menzilinde gizli bir rasyonalist” değil, “tam tersine dönemine sıkı sıkıya bağlı bir Müslüman” olduğunu savunur.
Sonuçta Irwin, hem geleneksel hem modern yorumların İbn Haldun’u kendi perspektiflerine göre yeniden şekillendirdiklerini öne sürer. Böylece o, “İbn Haldun’un fikirlerini tarih içinde özgünleştirme” tavrını takınır. Bu eleştirisel hesaplaşma, İbn Haldun’un sadece çağının ürünlerinden bir kesit olarak değil, tüm bu kesişen okumalar karşısında duran bağımsız bir düşünür olarak değerlendirilmesini amaçlar.
Sonuç olarak, Robert Irwin’ın Ibn Khaldun: An Intellectual Biography adlı eseri, İbn Haldun’un fikirlerini dönemin dinî ve kültürel kodları içinde yeniden yorumlayarak onu “kendi zamanının bir düşünürü” kılar. Irwin, Mukaddime’deki toplumsal teori (asabiyye ve medeniyet döngüsü), tarih metodolojisi, iktisat ve devlet anlayışı gibi ana konuları ele alırken, her defasında tarihî bağlamı öne çıkarır. Kitabın yapısı bu bağlamı sağlayacak şekilde planlanmıştır; önce tarihî koşulları, sonra entelektüel içeriği işler. Irwin’in eleştirel yaklaşımı, Batı’daki klişe yorumları (‘muhteşem modernist’, ‘erken sosyolog’) çürütmeye yöneliktir. Bu anlamda Irwin, İbn Haldun’u “entalepüel mirası” ile birlikte ele alan bir tarihçi olarak öne çıkar; onun sosyal bilimlere katkılarını küçümsemez ama her birini ancak kendi bağlamıyla anlamlandırılabileceğini savunur. Eser, hem akademik hem okuyucu dostu üslubuyla bir düzeltme ve yeniden okuma girişimidir. Irwin’ın bu titiz çalışması, İbn Haldun geleneği ve modern yorumlar arasında bir köprü kurma, metodolojik olarak tarihsellik vurgulayarak düşüncesini yeniden konumlandırma bakımından önemli bir katkıdır.
Kaynaklar
- Irwin, R. (2018). Ibn Khaldun: An Intellectual Biography. Princeton University Press.
- Tanrısever, O. F. (2021, 24 Mart). Book Review: Ibn Khaldun: An Intellectual Biography [İnceleme]. CESRAN International. Erişim adresi: https://cesran.org/book-review-ibn-khaldun-an-intellectual-biography.html .
- Zatari, F. (2019). Ibn Khaldun: An Intellectual Biography (R. Irwin). Insight Turkey, 21(2), 283–285.
- McLemee, S. (2018, 12 Nisan). The Polymath [Kitap incelemesi: R. Irwin, Ibn Khaldun: An Intellectual Biography]. Inside Higher Ed. Erişim adresi: https://www.insidehighered.com/views/2018/04/13/review-robert-irwins-ibn-khaldun-intellectual-biography.
- Butt, U. (2018, 2 Nisan). Breaking with tradition: Robert Irwin rethinks Ibn Khaldun. The New Arab. Erişim adresi: https://www.newarab.com/opinion/breaking-tradition-robert-irwin-rethinks-ibn-khaldun.
- Butler, J. (2018, 12 Haziran). “Ibn Khaldun: An Intellectual Biography” by Robert Irwin. Asian Review of Books. Erişim adresi: https://asianreviewofbooks.com/ibn-khaldun-an-intellectual-biography-by-robert-irwin/.
Leave a Comment