Medya Gerçeği ve İktidar: Manufacturing Consent Üzerine Akademik İnceleme
Kitabın Adı:Medya Gerçeği Yazar :Noam Chomsky
Çevirmen:Sayfa:512 Cilt:Ciltsiz Boyut:13,5 X 21 Son Baskı:06 Ağustos, 2024 İlk Baskı:11 Ekim, 2022 Barkod:9786254496516 Kapak Tsr.:Kapak Türü:Karton Yayın Dili:Türkçe Orijinal Dili:İngilizce Orijinal Adı:Manufacturing Consent: The Political Economy of the Mass Media
Medya Gerçeği ve İktidar: Manufacturing Consent Üzerine Akademik İnceleme
Kitle İletişiminde Onay İmalatı: Chomsky ve Herman’ın Medya Eleştirisi
Tarihsel Bağlam ve Yazılış Amacı
Chomsky ve Herman’ın Manufacturing Consent (1988) adlı eseri, Soğuk Savaş döneminde, özellikle Vietnam Savaşı sonrasındaki ABD dış politika pratiğine karşı geliştirilen bir medya eleştirisidir. Yazarlar, 1960–70’lerde Vietnam karşıtı hareketlerin içinde medyanın rolünü izleyerek, haberlere ilişkin toplumsal imaj ile gerçeklik arasındaki büyük tutarsızlıkların farkına varmışlardır. 1988’de Pantheon Yayınları tarafından yayımlanan eser, Chomsky ile Herman’ı, ana akım medyanın nasıl işlediğine dair “haber kaynakları, sahiplik yapısı ve ideoloji” gibi yapısal unsurları irdeleyen öncü araştırmacılar olarak öne çıkarmıştır. Eserin amacı, özgür ve bağımsız olduğu varsayılan medyanın gerçekte elit grupların gündemini nasıl yeniden ürettiğini ortaya koymaktır; başta basın özgürlüğü savunuları olmak üzere geleneksel medya anlayışlarını sorgulayarak, medyanın toplumsal işlevini yeniden tanımlamayı hedeflemiştir.
Temel Argümanların Özeti
Herman ve Chomsky, kitle iletişim araçlarının kurum olarak güdülenmiş bir misyonu olduğunu savunurlar. Propaganda modeli, medyanın “toplumdaki ayrıcalıklı grupların ekonomik, sosyal ve politik gündemini içselleştirmeyi ve savunmayı” esas toplumsal amacı olarak tanımlar. Buna göre, medya kurumları yalnızca nesnel bilgi aktaran görünüşlü platformlar değil, aynı zamanda konuları seçme, çerçeveleme, bilgiyi filtreleme, vurgu ve üslup belirleme yoluyla egemen grupların çıkarlarını pekiştiren araçlardır. Eserde, medyanın sıklıkla “işlere, uygun çerçevede bakarak ve kabul edilebilir sınırlar içinde tartışmaya izin vererek” halkı yönlendirdiği vurgulanır. Ayrıca medya, geniş kitlelere satılacak bir ürün – yani izleyici kitlesi – sunan bir işletme olarak tanımlanır; çıkar kaynağı reklamverenler olan bir sistemde, “kaliteli gazetecilikten çok izleyici satışı” önemsenir. Bu yapısal perspektiften hareketle, Herman ve Chomsky medyanın örtülü bir iktidar aracı gibi çalıştığını ve “değerli” ile “değersiz” mağdurlar ayrımı üzerinden çifte standart uyguladığını göstermiştir. Örneğin, ABD yanlısı rejimlerin mağdurları sempatik, muhaliflerin mağdurları ise haketmeyen diye sunulmuştur: 1980’de ABD destekli El Salvador ordusu tarafından öldürülen rahibeler mazlum ilan edilirken, 1984’te Sovyet destekli Polonya hükümeti tarafından öldürülen direnişçi rahip Popiełuszko olayı “değersiz” sayılmıştır. Bu ve benzeri örnekler üzerinden, medya eleştirmenleri çoğunlukla benzer olayları ABD eliyle desteklenen tarafa göre kurgulayarak farklı algı yaratmıştır.
Propaganda Modeli ve Beş Filtresi
Herman ve Chomsky’nin propaganda modeli, haberin beş yapısal filtreden geçerek aktarıldığını öne sürer. Bu beş filtre aşağıdaki gibidir:
- Sahiplik Filtresi (Ownership): Medya kuruluşları büyük sermaye gruplarına veya holdinglere aittir. Bu sahiplik yapısı, medyada yayımlanan içeriğin sahiplerin ekonomik çıkarlarıyla uyumlu olmasını sağlayan bir eğilim yaratır. Örneğin Herman ve Chomsky’ye göre ana akım medya kuruluşları büyük şirket ya da holdinglerin bünyesinde yer aldığından, sahiplerin finansal menfaatlerini zedeleyecek haberlerin bastırılması muhtemeldir. Sahiplik filtresiyle ifade edilen, medyanın bir ürün olarak izleyici satması ve sahiplerin işine gelebilecek bilgilerin görülmesini engelleyen yapısal bir odaklanmadır.
- Reklam Filtresi (Advertising): Medyanın gelir kaynakları büyük ölçüde reklamcılığa dayanır. Reklam verenler, mesajlarını destekleyici bir ortam istedikleri için, medyada kendilerini rahatsız edebilecek içeriğin görünme ihtimali azalır. Herman’a göre medya, reklam gelirlerini elde etmek için “reklamları destekleyici bir satış ortamı” yaratmayı gözetir; reklam verenlerin rahatsız olacağı haber ve fikirler ya hiç verilmez ya da sınırlandırılır. Bu filtre, reklamcıları kaybetme tehdidiyle basını oto-sansüre iter.
- Kaynak Bağımlılığı (Sourcing): Ana akım medya, haber için en çok kullanılabilir ve otoriter bilgi kaynaklarına bağımlıdır. Bu da resmi kurumlar (hükümetler, büyük şirketler, askeri kaynaklar) ile yakın bağlar kurulmasına yol açar. Sonuçta basın, sık sık bu “yetenekli kaynaklardan” elde edilen bilgileri aktarır ve nadiren alternatif görüşlere geniş yer verir. Bu yapısal yakınlık, medya ile iktidar/sermaye arasındaki dayanışmayı artırır ve çoğunlukla iktidarın görüşlerini ağır basan bir içerik üretir.
- Flak (Geri Tepki) Filtresi: Flak, medyanın eleştirilmesi veya hukuki yaptırımlar yoluyla meydana gelen “tepki”dir. Yani devletler, şirketler ve çıkar grupları basına yönelik olumsuz raporlar yayınlayabilir, dava açabilir veya reklam kesintisi tehditleriyle baskı kurabilir. Chomsky-Herman modeline göre medya, bu flak tehditlerine maruz kalmamak için güvenli söylemlere yönelir. Örneğin politikacılar veya güçlü lobiler hoşlanmadıkları yayınlara karşı satır boşlukları dolduran kampanyalar düzenleyebilir; bu da gazetecilerin taleplerine uyacak şekilde içeriği kendi kendine sınırlamasına neden olabilir.
- Korku/İdeoloji Filtresi (Anti-komünizm/Terörle Mücadele): 1980’lerde bu ideolojik filtre temel olarak antikomünizm şeklindeydi. Medya, “kaçınılmaz düşman” olarak görülen komünist rejimlere yönelik haberlerde aynı sertlikte tutarsız davranırken, ABD destekli rejimleri mazur göstermeye eğilimliydi. Chomsky ve Herman, medya söyleminin antikomünist ideolojiyle şekillendiğini, bu sayede ABD’nin müdahale ettiği küçük devletlerdeki olaylara karşı daha hoşgörülü, Sovyet yanlısı devletlerde ise daha eleştirel bir bakış benimsediğini göstermiştir. Günümüz bağlamında beşinci filtre “terörle mücadele” veya neoliberal piyasa ideolojisi olarak güncellenmiştir. Yani 11 Eylül sonrası süreçte medya, emperyalizm karşıtı grupları (örn. terör örgütleri) yeniden “korku objesi” olarak çerçevelerken, küresel serbest piyasa düzenini neredeyse dinsel bir inançla savunmaya devam etmiştir.
Bu beş filtre, farklı kişi ve kurumların bağımsız hareketi gibi görünse de sonuçta ortak bir “elit çıkarı” perspektifine hizmet eder. Medya, ürettiği haberleri bu filtrelerden geçerek şekillendirir ve böylece halk, politik gündeme dair sadece elitler tarafından uygun görülen sınırlı çerçeveyi “kabul etmek” üzere yönlendirilir. Propaganda modeli bir komplo teorisi değil, kurumsal ve ideolojik yapılar üzerinden işleyen dinamik bir sistem analizidir; editör ve muhabirler genellikle bilinçli olmaksızın bu süreç içinde rol oynar.
Örnek Olaylar: Vietnam, Doğu Timor, Latin Amerika
Herman ve Chomsky, teorilerini çeşitli vaka incelemeleriyle desteklemişlerdir. Vietnam Savaşı bunların öne çıkan örneklerinden biridir. Uzun süre “medyanın Vietnam karşıtı tutumuyla savaşı kamuoyunun kaybetmesine yol açtığı” iddiaları dile gelse de yazarlar bunun tersini savunurlar: Medya aslında ABD’nin savaş boyunca genel olarak destekçisidir. Örneğin 1965’te ABD kara birlikleri gönderildiğinde ve yoğun bombardıman başlayınca medyanın çoğunluğu savaşı adeta kutsamış, karşı çıkan tek sesler sadece strateji ve maliyet tartışmalarıyla sınırlı kalmıştır. Daha sonra kamuoyunun savaşa direnmesi ve savaş karşıtı eğilimler belirginleşince bile medya mantıki düzeyde eleştiriye açık olsa da ahlaki temelde Amerikan politikasını nadiren sorgulamıştır. Küresel bağlamda bu örnek, medya ve güç odaklarının “iyi niyetli ama beceriksiz kurtarıcı” temasında anlaştığını, ABD’nin Vietnam’daki eylemlerini hep devlet doktrininden hareketle çerçevelediğini gösterir.
Doğu Timor örneği ise ideolojik filtreden kaynaklanan çifte standartı gösterir. 1970’lerin sonunda Endonezya’nın Doğu Timor’u işgali sırasında ortaya çıkan katliamlar, ABD’nin bölgedeki müttefiki Endonezya tarafından yapıldığı için Amerikan basınında büyük yer bulmamıştır. Chomsky’ye göre medya ve entelektüel çevreler “Doğu Timor’a değil Kamboçya’ya odaklanmıştır”. Çünkü Kamboçya’daki Khmer Rouge zulmü ABD’ye karşı bir düşman olarak algılanırken, Endonezya’daki korkunç hak ihlalleri “itibar kırıcı” olduğu için görmezden gelinmiştir. Yazarlar, medyanın bu ayrımı “kamuoyunun olayları düzgün anlayıp etkili şekilde tepki göstermesini engelleyen seçici mesajlarla halkı yönetmek” olarak değerlendirirler.
Latin Amerika örneklerinde ise özellikle Guatemala ve Nikaragua olayları ön plana çıkar. Eserde aktarıldığı üzere 1980’lerdeki Guatemala katliamları ABD basınında gözardı edilirken, benzer dönemde Nikaragua’da Sandinista devrimi daha farklı ele alınmıştır. Chomsky bu durumu “Guatemala’da korku salan cesetler medyaya konu olmuyorsa, Amerikan basını neden bu konuyu haberleştirmiyor?” şeklinde sorgular. Ekip, medyanın Guatemala’yı “Nikaragua için model” olarak göstermesi gibi çelişkilerden yola çıkarak propaganda modeli çerçevesinde değerlendirme yapar. Bu vaka, medyanın Latin Amerika’da ABD müttefikleri lehine haber seçtiğini, devrimci veya sol kanat gruplara yönelik hak ihlallerini ise ayırıcı bir gözle gördüğünü kanıtlar niteliktedir.
Bu örnekler, yazarların savundukları filtrelerin işlediğini gösteren vakalardır. Her birinde, medyanın kapsamlı araştırmalara rağmen devlet söyleminin ardında veya dışında kaldığı, dolayısıyla izleyiciye çok yönlü bilgi yerine “düzenin ihtiyaç duyduğu” bir anlatı sunduğu tespit edilmiştir.
Medya, İktidar ve Neoliberal Toplumdaki Rolü
Chomsky-Herman modelinin altında yatan temel fikir, medyanın iktidar yapılarıyla sıkı bir ilişki içinde işlediğidir. Küresel neoliberal toplumda medya, özel sermaye ile paralel olarak hareket eder; bu da onun “siyasi ekonomi” perspektifinin özünü oluşturur. Sahiplik ve reklam filtrelerinin etkisiyle medyanın büyük bölümü, kurumsal sermayeye ve reklam veren elitlere hizmet eder. Son yıllarda yaşanan medyadaki yoğunlaşma, dev yayın gruplarının oluşması ve kamusal yayınların zayıflaması bu durumu daha da pekiştirmiştir. Örneğin Herman’a göre ulusal televizyon ağlarının yükselişi ve medya konsolidasyonu, muhabirlerin bağımsız araştırma yapabilme imkânını azaltmış, şirket çıkarlarına yönelik soru sormayı ikinci plana atmıştır.
Ek olarak, medya söylemi kapitalizmin ideolojisini yeniden üretir. Günümüz haber söylemlerinin neoliberal yönelim taşıdığı ve uluslararası ilişkilerde hiyerarşik bir dünya düzenini yeniden inşa ettiği saptanmıştır. Bu bakış, medyanın “biz-merkezliği” ile birlikte yoksul ya da güçsüz grupların taleplerini ikinci plana iten bir yapıyı işaret eder. Market inancının yarattığı ideolojik filtre, Soğuk Savaş sonrası en güçlü araçlardan biridir; Chomsky-Herman’a göre medya “pazarın mucizesine” olan inancı içselleştirmiş, demokratik olmayan küresel uygulamaları bile alternatif çözümlerden üstün görmüştür.
Tüm bunlar, medyanın neoliberal düzende toplumsal meşruiyeti nasıl ürettiğini açıklar. Medya kuruluşları piyasanın ve iktidarın hizmetkârı olarak işlev gördüğü için, kitle iletişim araçları politik gündemi büyük ölçüde elit çıkarlar doğrultusunda şekillendirir. Ortaya çıkan sistemde, toplumun geniş kesimlerini ilgilendiren konular genellikle görmezden gelinir veya eliti rahatsız etmeyecek şekilde çerçevelenir. Bir başka deyişle, medya iktidarın çerçevesi içindeki tartışmaları genişletip aktaran bir araç haline gelmiştir; bu da, neoliberal toplumda medya eleştirisi yapılmasına ihtiyaç duyulan temel argümanlardan biridir.
Akademik Literatürde Tartışmalar: Eleştiriler ve Destekler
Manufacturing Consent’a yönelik akademik tepkiler çeşitlidir. Bir kesim eleştirmene göre model fazla belirleyici (deterministik) ve işlevselci (fonksiyonalist) bulunmuştur. Örneğin medyada farklılık ve çatışma alanlarını vurgulayan araştırmacı Philip Schlesinger, Herman-Herman analizini “medyanın işleyişine dair son derece belirleyici bir vizyon” olarak niteler ve ideoloji yorumunun basitleştirici olduğunu savunur. Benzer şekilde James Curran, Peter Golding gibi yazarlar da modelin medyayı aşırı tekdüze ele aldığını, alternatif seslere ve kamusal direnişe yeterince alan tanımadığını belirtmişlerdir. Başka bir eleştiriye göre model, medyayı üstten tek yönlü bir propaganda aracı olarak çerçevelerken izleyici öznelliğini ve alternatif medyanın gücünü gözardı eder; bu tip eleştiriler, üretim merkezli yaklaşımların tüketici araştırmalarıyla desteklenmesi gerektiğini savunan çalışmalarda dile getirilmiştir (örneğin kültürel çalışmalar ve medya resepsiyon teorileri).
Öte yandan, Manufacturing Consent birçok akademik ve eleştirel çalışmada yararlı bulunmuştur. Herman (ve Chomsky) bu tenkitlere yanıt olarak, modelin tüm detayları kapsamadığını, belirli tarihsel koşullara bağlı “pencere” dönemleri olabileceğini zaten kabul ettiklerini vurgulamışlardır. Ayrıca bir propaganda modeli sunduklarını, bunu asla “her şeyi açıklayan nihai bir şema” olarak düşünmediklerini açıkça belirtmişlerdir. Modelin savunucuları, eleştirilerin çoğunun temel argümanları görmezden gelip detaya inmeden genel yargılar kurduğunu ileri sürer. Kendi değerlendirmelerinde Herman, propagandanın nasıl işlediğini ampirik olarak gösteren vaka çalışmalarının güçlü olduğunu, eleştirel muhaliflerin ise bu somut örneklere cevap vermede yetersiz kaldığını belirtir.
Destekleyici görüşler de mevcuttur. Eser, medya eleştirisinin pratikteki en etkili formüllerinden biri olarak görülmüştür. Örneğin Monthly Review editörlerinden Robert McChesney, kitabın “ABD haber medyasını anlamak için yazılmış en yaygın okunan ve etkili çalışma” olduğunu vurgular. Medya araştırmacısı W. Lance Bennett ise, propaganda modeliyle paralel olarak “kitleleri yukarıdan gelen güçlü mesajlarla bombardımana tutan” sistemsel bir işleyişin varlığına dikkat çeker. Ben Bagdikian da benzer biçimde medyanın kurumsal önyargısının “sadece şirket sistemini korumakla kalmadığını, halkın gerçek dünyayı anlama şansını da çaldığını” belirtmiştir. Bu tür değerlendirmeler, modelin haklı olduğu noktalara işaret ederek, medya-siyaset ilişkilerini kavramaya yardımcı olduğunu dile getirir.
Sonuç olarak, akademik literatürde Manufacturing Consent hem eleştiriye hem de desteğe konu olmuştur. Eleştiriler genellikle modelin esnekliğini ve çok sesliliği tam olarak hesaba katıp katmadığı üzerinedir. Destekleyiciler ise modelin, bir propaganda perspektifi sunarak medya iktidar ilişkilerini kavramsallaştırmada çok değerli bir başlangıç noktası olduğuna vurgu yapar. Yazarlar da kitabın “son söz” olmadığını, ancak medya analizi dünyasına girerken kullanışlı bir çerçeve sağladığını kabul ederler.
Günümüzde Medya Ortamına Işığı ve Değerlendirme
Manufacturing Consent’ta geliştirilen propaganda modeli, günümüzün medya ortamı incelendiğinde de hâlen yol göstericidir. Son yıllardaki teknolojik değişimlere rağmen, büyük medya organlarının sahiplik yapıları ve finansman biçimleri temelde aynı kalmıştır. Örneğin internetin etkileşimli bir demokrasi aracı olacağına dair umutlar, reklam destekli büyük platformların gücünü pekiştirmesiyle tersine dönmüştür. Herman’a göre dijital medya, yatırımcılara yeni kâr alanı sağlarken gazeteciliğin az personel ile yapılması, yerel-küresel içerik dağıtımı gibi yenilikler sağlasa da, bu ortam reklam ve şirket etkisini azaltmamıştır. İdeolojik olarak ise medya hâlâ neoliberalizmin ve güvenlik söylemlerinin sesi olmayı sürdürmektedir. Örneğin uluslararası haberlerdeki hâkim anlatıların bir araştırmaya göre hâlâ neoliberal bir düzeni yüceltici olduğu ve uluslararası hiyerarşiyi yeniden ürettiği gözlemlenmiştir.
Bu bağlamda, propaganda modeli bize hâlâ önemli analiz imkânları sunar. Medya teorisyenleri, yeni platformları ve sosyal medyayı da bu yapı içinde değerlendirmekte, erişim artışı olsa da bilgi akışı üzerindeki kurumsal kontrolün hala geçerli olduğunu vurgulamaktadır. Manufacturing Consent’ın güncel versiyonlarında da, sahiplik ve reklam filtrelerinin güçlendiği, kaynak bağımlılığının sürdüğü ve ideolojik kutuplaştırmaların yine benzer şekillerde işlediği öne sürülmektedir.
Diğer yandan modelin kısıtlamaları da aşamalı olarak tartışılmaktadır. Uluslararası medya sistemlerindeki çeşitlilik, sosyal medya kullanıcılarının aktif rolü ve alternatif bağımsız haber kaynaklarının etkisi gibi unsurlar daha fazla dikkate alınmaktadır. Ancak pek çok analiz Manufacturing Consent’ın sunduğu yapısal perspektifin, medyayı tek bir sistem olarak inceleme imkânı verdiğini ve neoliberal toplumda medyanın hâlâ önemli bir hegemonik araç olduğunu göstermeye devam ettiğini vurgular. Diğer bir deyişle, medya eleştirisinde bu model, modern ortamda dahi “iktidarın medya aracılığıyla meşruiyet üretmesini” anlamak için güçlü bir başlangıç çerçevesi sağlamaktadır.
Sonuç ve Genel Değerlendirme
Manufacturing Consent: The Political Economy of the Mass Media eseri, medya eleştirisinde dönüştürücü bir rol oynayan kapsamlı bir çalışmadır. Chomsky ve Herman, medya kurumlarını serbest piyasa içinde “ideolojik bir sistem” olarak ele alıp beş temel filtreyle açıklamışlar; pek çok vaka çalışmasıyla bu tezlerini desteklemişlerdir. Kitap, yazarların belirttiği üzere “besin zincirinde halkı yönlendirme işlevi gören bir propaganda sisteminin” dinamiklerini ortaya koyar. Ortaya konan analiz, farklı kesimlerce hem eleştirilmiş hem de benimsendi; halen güncel olan medya iktidar ilişkileri hakkında düşünmeyi ve eleştirel bakışı teşvik etmesi eserin kalıcılığını sağlar.
Chomsky ve Herman’ın sonuç bölümünde özetledikleri gibi, ABD medyası “pazar gücü, içselleştirilmiş varsayımlar ve oto-sansür yoluyla” sistem destekli propaganda işlevi görür ve ulusal televizyon ağlarının yükselişi, medya yoğunlaşması ile halkla ilişkiler faaliyetlerinin yaygınlaşmasıyla bu işlev daha da pekişmiştir. Bu bakımdan Manufacturing Consent, medyanın nasıl bir işleyişle toplumsal fikir inşa ettiğini anlamada temel bir başvuru noktası olmaya devam eder. Model her ne kadar mutlak açıklamalar sunmasa da, medya kurumlarının ekonomik ve politik sınırlar altında nasıl seyrettiğini kavramak için vazgeçilmez bir analiz aracıdır. Günümüzde hâlâ geçerliliğini koruyan bu yaklaşım, medya okuryazarlığının geliştirilmesi ve demokratik süreçlere eleştirel bakış kazandırılması açısından değerli bir kılavuz sunmaktadır.
Leave a Comment