Horst Blanck’in Antikçağda Kitap Eseri Üzerine Yüksek Lisans Düzeyinde İnceleme
Kitabın Adı:Antikçağğda KitapYazar :Horst Black
Çevirmen:Sayfa:270 Cilt:Ciltsiz Boyut:13,5 X 19,5 Son Baskı:07 Aralık, 2017 İlk Baskı:07 Aralık, 2017 Barkod:9786051716206 Kapak Tsr.:Kapak Türü:Karton Yayın Dili:Türkçe Orijinal Dili:AlmancaOrijinal Adı:Das Buch in der Antike
Horst Blanck’in Antikçağda Kitap Eseri Üzerine Yüksek Lisans Düzeyinde İnceleme
Horst Blanck’ın Das Buch in der Antike Üzerine İnceleme
Horst Blanck’ın 1992 tarihli eseri, Antikçağ’da kitabın tüm yönleriyle kapsamlı bir şekilde ele alınmasıyla dikkat çeker. Wolfgang Binsfeld’in de belirttiği gibi, Blanck’ın çalışmasında ele alınan konu başlıklarından hiçbirinin eksik olmadığı; her birinin uzmanlıkla işlendiği, zengin görsel malzeme ve doyurucu bir içerikle sunulduğu vurgulanmaktadır. Eser, alfabelerin doğuşundan başlayarak okuryazarlığın durumu, yazı malzemeleri, kitap biçimleri, kopyacılık yöntemleri, ticaret ve kütüphaneler gibi çok çeşitli konuları kavramlı bir bütünlük içinde inceler. Çalışma, arkeolog ve kütüphaneci olan Blanck’ın mesleki birikimini yansıtarak antik belgelerin hem metin hem de nesne yönlerini bir arada değerlendiren bütünsel bir perspektif sunar.
Antikçağ’da “kitap” kavramı çoğunlukla papirüs rulolarla tanımlanır. Eski Yunanca biblos sözcüğü, Fenike limanı Byblos’tan (papirüs ihracat limanı) türetilmiş olup doğrudan papirüsle ilişkilidir. Yunanlılar papirüs ruloyu benimsemiş ve Romalılara aktarmışlardır. Rulolar, rulo hâlindeki tek parça papirüs yapraklarından oluşur; açıldığında birkaç santim genişliğindeki sütunlarda yazı taşır. Ortalama bir Yunan papirüs rulosu 9–10 inç yükseklik ve 1–1,5 inç çapındadır. Kullanımın pratikliği amaçlanmış, süslemeye pek girilmemiştir. Nitekim Atina’nın Altın Çağ’ında kitaplar öğrenme araçları olarak bilinseler de, bilgi aktarımında sözlü aktarımın hâkim olduğu görülür. Antikçağ Yunanlıları genel bir okur kitlesine sahipti; okuma becerisi sadece profesyonel kâtip veya bilginlerden ibaret olmayıp, alfabeyi görece kolaylaştıran bir araç olarak daha geniş bir kitleye yayılmıştır.
Öte yandan Roma’ya özgü liber (kitap) ya da volumen (rulo) kavramı temel olarak Yunan modelini yansıtır. M.Ö. 1. yüzyıldan itibaren Roma’da da büyük ölçekli yazıhaneler ve kitapçılar (tabernae librariae) ortaya çıkmış; Cicero ve Plinius gibi yazarlar, ticari kopya üretiminin yaygınlığından söz etmiştir. Romalılar, ele geçirilen Yunan kütüphanelerini Roma’ya taşımış ve burada benzer koleksiyonlar kurmuşlardır. İmparatorluk döneminde kurulan ilk kütüphane (Palatin Tepesi’ndeki Apollo Tapınağı) genellikle Yunanca ve Latince bölümlere ayrılmıştır. Özelikle Hellenistik krallıklarda (Pergamon, İskenderiye) büyük kütüphaneler kurulmuş, antik dünyanın Museion ve Serapeum gibi merkezlerinde 200.000–700.000 ruloyu bulan devasa koleksiyonlar biriktirilmiştir. Bu merkezlerde dilbilimciler, şairler ve eleştirmenler istihdam edilerek metin eleştirisi yapılmış, yeni kitaplar yazılmış ve yazar bibliyografileri hazırlanmıştır. Blanck da bu dönemdeki uzmanlaşmış kütüphane faaliyetlerine geniş yer ayırarak, kraliyet kütüphanelerindeki bilimsel çalışma ve kataloglama uygulamalarını belgeler.
Yazı Malzemeleri ve Yazım Araçları
Antik kitapların üretiminde kullanılan temel malzeme papirüs idi. Papirüs, özellikle M.Ö. 7.–6. yüzyıllarda Yunan kültür çevresine girmiş ve Roma İmparatorluğu’na kadar temel yazı yüzeyi olarak kullanılmıştır. Bununla birlikte papirüs tek seçenek değildi. Yüzey olarak tahta tabletler, deri ve parşömen de kullanılmıştır. Galen’in aktardığına göre 2. yüzyılda bulunan eski yazıtlarda, bazıları parşömen, bazıları papirüs ve bazıları ıhlamur ağacı levhaları üzerine yazılmıştır. Blanck da eserinde papirüs ve parşömen dışında ahşap levhaları (tablaları) ve deri kullanıldığını ayrıntılı biçimde açıklar. Papirüsün Mısırlılar tarafından bol miktarda üretilmesine karşın, tedarik rekabeti 2. yüzyılda Pandalararası rekabete yol açmıştır: Bleck’in aktardığı geleneksel anlatıya göre, Bergamalılar Ptolemaioslar’ın papirüs ambargosu karşısında parşömeni geliştirmiştir. Halen parşömen (hayvan derisinden hassaslaştırılmış malzeme) ile papirüs arasındaki farklılıklar, hem metin koruma hem de kodex formunun yaygınlaşmasında rol oynamıştır.
Yazım araçları da kâğıt benzeri malzemeler kadar çeşitlidir. Antik çağda stilus (yazım kalemi – genellikle mum tablet için) ve kaşık uçlu spatula ile saz kalemi gibi araçlar kullanılırdı. El yazısı mürekkebi genellikle mürekkep yahut karbon esaslı karışımlardan ibaretti. Örneğin Binsfeld’in değerlendirmesine göre, elyazmaların hazırlanmasında kullanılan başlıca malzemeler odun tabletler, papirüs rulolar, deri ve parşömen olup; yazı yazma aleti olarak stilus (sobakalıcı) ve kaşık uçlu spatula, çizim için saz kalemi; mürekkep gibi araçlar belirtilmiştir. Ortaçağ öncesinde tüy (quill) ancak 6. yüzyılda yaygınlaşmıştır, bu yüzden papirüs ve parşömen çağında daha çok saz kalemi kullanılmıştır.
Biçim: Rulo (Volumen) ve Kodex
Antik dönemin en eski “kitap” formu volumen (rulo) idi. Rulolar dikey eksende açılan uzun şeritler şeklindeydi; her rulo birden çok sütun içerirdi. Bu yapı, özellikle antik dünyada İskenderiye kütüphanesi gibi büyük koleksiyonlarda hâkimdi. Ancak zamanla kodex biçimi ortaya çıktı. Kodex, günümüz kitaplarına benzeyen, yaprakların katlanarak bir kenarından ciltlendiği formdur. Britannica’ya göre papirüs rulolarla kodexler yaklaşık 400 yıl boyunca birlikte kullanıldı; I. yüzyıl M.Ö.’den itibaren kodexlere dair göndermeler olsa da ilk elle yazılmış kodexler 2. yüzyıla aittir, dördüncü yüzyılda kodex ve parşömen egemen hale gelmiştir. Kodex biçimi ruloyla rekabete girdi; Blanck, edebi metinlerde 1. yüzyıldan itibaren daha ucuz ve kullanışlı olması nedeniyle kodexin yaygınlaştığını vurgular. Özellikle Hristiyanlar, Palyeste Hristiyan yazmaları ve Kutsal Kitap metinlerinin korunabilirliğini ve taşınabilirliğini artırmak için parşömen kodexlere yönelmiştir. Kilise öncesi dönemde (M.S. ilk dört yüzyıl), Hristiyan dışı metinlerin çoğu hala rulo ile aktarılırken, Hristiyan yazmaları çoğunlukla kodex formatında kopyalanmıştır. Bu geçiş dönemi, Antikçağ’da kitabın form değişimini belirginleştirmiştir.
Üretim ve Kopyalama Süreçleri
Kitapların yazımı çoğu zaman profesyonel kâtipler tarafından gerçekleştirilirdi. Yazım süreçleri kâğıdın tedarikinden metin yazımına kadar karmaşıktı. Papirüs Mısır’da levhalara dönüştürüldükten sonra kitapevlerine ya da kütüphanelere sevk edilir, buralarda genellikle kâtip köleler (librarii) veya kamu görevlileri tarafından kopyalama yapılırdı. Roma’da bir eseri çoğaltmak isteyen bir alıcı, genellikle kiraladığı kâtiplere dikersek ederdi. Britannica’ya göre bir okuyucu aynı anda 20–30 kopya yaptırabilirdi; bir kişi metni dikte eder, birden çok köle bu dikteyi eş zamanlı olarak yazardı. Bu yöntem masrafı düşürür, üretim hızını arttırırdı. Nitekim Romalılar, M.S. 3. yüzyılda Diocletianus döneminde kitap kopya ücretlerini düzenleyen fermanlar çıkarmışlardır.
Eserin üretiminde sabır ve ustalık gerekiyordu; hata payı azdı. Özellikle papirüs pahalı bir malzemeydi, bu yüzden kâtiplerin yazım esnasında hatadan sakınmaları beklenirdi. Örneğin Dartmouth Ancient Books Lab’ın çalışmasında, Romalı yayıncı Atticus gibi büyük kitap tüccarlarının ücretsiz çalışan yüzlerce köle kâtip istihdam ettiği, ancak işçilerden ödeme almadığı belirtilir. Bu yolla kitap çoğaltmanın maliyeti, yazarların gelirine oranla düşük tutulur; eser sahipleri genellikle satış gelirinden pay alamazdı. Yani antik dönemde metin üretimi esas olarak profesyonel bir köle emeğine dayanıyordu. Bu açıdan köle kıtlığı dönemlerinde kitap fiyatı yükselebilir, bolluk dönemlerinde ise düşük kalabilirdi.
Kitap Ticareti ve Dağıtımı
Antik dünyada kitaplar önemli ticari ürünlerdi. Hem Yunan hem de Romalı yazarlar kitapçıları (“librarius” veya “taberna libraria”) tanımlamış, Cicero gibi kişiler de bunu mektuplarında kullanmıştır. Blanck’e göre Atina’da M.Ö. 5. yüzyıldan itibaren yayınevleri ve kitap mağazaları ortaya çıkmış, eserlerin geniş ölçüde dolaşımını sağlamıştır. Roma’da ise M.Ö. 1. yüzyıldan itibaren Cicero döneminde, yazıhanelerde kitapevi tarzı atölyeler vardı; Martial, kopyacıların işlerini aceleye getirip hatalar yaptığını şikâyet etmiştir. Plinius Doğal Tarih adlı eserinde İskenderiye’den çıkan geniş papirüs ticaretinden söz eder, Diocletianus ise kitap kopyası ücretlerine sınırlama getirmiştir.
Kitap üretimi ile dağıtımı çoğunlukla tüccarların elindeydi. Bunlar, hem yayıncı hem satıcı konumundaydı; metin seçmek, baskı için avans vermek, sürüm formatını belirlemek gibi işlemlerle piyasayı yönetirlerdi. Örneğin Cicero, Atinalı Arkadikos Attikos’un büyük kitap ticareti ağını övgüyle anmıştır. Blanck da Attikos’un onurlu, cömert bir yayıncı olarak bilindiğini ve dostlarına ücretsiz kopya imkânı sunduğunu belirtir. Buna karşılık birçok yazar yayınevlerinden şikâyet etmiştir; Horatius örneğin kitap satıcılarını “fuhuş pazarlayan” kişiler olarak nitelendirerek eserlerinin adi işleve indirgenmesinden söz etmiştir. Yine de yazarların çoğu zengin himaye altında yaşamış, doğrudan kazançtan çok itibar peşinde koşmuştur. Genel olarak, antik dönemde kitaplara gerek ekonomik gerek toplumsal olarak üst sınıflar erişimdeydi; müzisyen-patron geleneği gibi ilişkiler yazarları destekler, kitap piyasasının düzenlenmesi kitap tüccarlarına kalırdı.
Fiyat ve erişim konusunda köle emeğinin rolü büyüktü. Roma’da köle kâtiplerin çoklu kullanımı kitapları ucuzlatmıştır. Fiyat karşılaştırmalarına göre orta sınıf bir Romalı bile kitap alabilecek duruma gelebiliyordu. Gerçekten de bir eserden elli hatta yüzlerce nüsha çıkarabilmek için okuyucu çok sayıda köleye dikte ettirebiliyordu; böylelikle ortalama insan da kitap sahibi olabiliyordu. Bu durum, modern yayıncılık modeline benzer biçimde, kitapçılar için kârlı ticaret olanakları sunmuş; yayınevleri eser hakkını satın alıp kitapları pazarlama riskini üstlenmiş, yazarlar ise genellikle bir kerelik avansla yetinmiştir. Sonuç olarak antik kitap piyasasında tüccarlar ve kopyacılar ön plandaydı, eserin fikrî sahibi niteliğindeki yazar ise dolaylı kazanç elde ederdi.
Kütüphane Organizasyonu ve Kurumsallaşma
Antikçağ’da bilginin bir araya toplandığı ilk kurumlar kütüphanelerdi. Blanck’ın çalışmasında kütüphaneler çok öne çıkar: Peisistratos (Atina) ve Polykrates (Samos) gibi M.Ö. 6. yüzyıl tiranları ilk kamu kütüphanelerini kurmuştur. Büyük ölçekli kütüphanelerin en ünlüleri Hellenistik dönemdeki İskenderiye (Museion) ve Bergama’daki kraliyet kütüphaneleridir. Kralların desteğiyle kurulan bu kütüphaneler, sadece kitap toplamakla kalmayıp bilimsel faaliyetlere de ev sahipliği yapmıştır. Örneğin Blanck’ın belirttiği üzere, Pergamon ve İskenderiye’deki kütüphane çalışanları metin eleştirisi yapmış, şerhler yazmış, yazarların toplam bibliyografyasını derlemişlerdir. Uzunlamasına sütunlarla yazılı kitapların büyük bir kısmı bu merkezlerde arşivlenmiş, önemsiz hataların düzeltildiği nüshalar çoğaltılmıştır.
Roma İmparatorluğu döneminde kamu kütüphaneleri daha da yaygınlaştı. İlk imparatorluk kütüphanesi M.Ö. 28’de Asinius Pollio tarafından Roma’da kurulmuş, daha sonra Octavianus ve Augustus dönemi kütüphaneleri (Palatin Tepesi’nde Apollo Tapınağı’ndaki kütüphane gibi) Yunanca ve Latince bölümlere ayrılmıştır. İmparatorlara özgü bu kütüphaneler, genellikle meşhur bilim adamlarının kitaplarıyla beslenmiş ve halkın yararlanmasına açık olmuştur. İmparatorluk sınırları içinde Anadolu’dan Britanya’ya kadar şehirlerde imparator yanlısı kütüphaneler kurulmuş, bunlar genellikle tapınaklara veya kamu binalarına bağlı olmuştur. M.S. Roma’sındaki kütüphaneler, Yunan ve Latin koleksiyonlarını ayrı tutar; birçok kentte hem büyük hem küçük boyutlu kütüphaneler bulunurdu.
Özel koleksiyonlar da önem taşır. Zengin Romalıların evlerinde duvarlara dolap dizileriyle oluşturulmuş küçük kütüphaneler olabilirdi. Blanck’a göre Aristoteles gibi bazı yazarların bile özel kütüphanelerinin maceralı akıbetleri olmuştur. Yine de üst düzey bir Romalının zengin bir kitap koleksiyonuna sahip olması sosyal statünün göstergelerindendi. Böylece antik dünyada kütüphaneler hem kamu görevi görmüş (bilgiyi merkezileştirerek toplumun ortak hazinesini oluşturmak) hem de seçkin azınlık için entelektüel bir prestij alanı olmuştur.
Yazınsal Üretimin Toplumsal Yeri ve Okuryazarlık
Antik dönemde metin üretimi, salt kültürel bir uğraşın ötesinde sosyal hiyerarşiyi ve eğitim sistemini yansıtır. Okur-yazar olma becerisi toplumun geniş kesiminde yaygın değildi. Nitekim William Harris gibi araştırmacılar en iyimser dönemlerde bile nüfusun yalnızca tek haneli veya düşük çift haneli oranının okuma yazma bildiğini tahmin ederler. Bu nedenle antik Yunan ve Roma’da kitaplar önce elitlere, saray çevrelerine ve rahiplere yönelikti. Blanck’ın da belirttiği üzere Altın Çağ Atina’sında kitaplar “dostlar” olarak görülmüş, Cicero gibi yazarlar kitaplarına karşı bir tür manevi sorumluluk hissedebilmiştir. Ancak dönemin edebiyatı çoğunlukla şairlerin, hatiplerin veya bilginlerin ağzından halka sunulur; yazılı kitaplar ikinci plandadır. Örneğin Atinalılar tragedya ve komedi gibi eserleri doğrudan sahnede dinler; ancak yine de bu oyunlar kâğıda da geçirilir, sonraki kuşaklarca okunur hale gelir.
Yazar-okur ilişkisi de toplumsal düzenlemelere göre şekillenmiştir. Çoğu yazar, örneğin Platon veya Cicero, eserlerini ilk olarak yakın çevreye, öğrencilerine veya koruyucularına sunmuştur. Kitaplar, antikçağda otosansürleşmeye pek izin veren kütüphane ortamlarından ziyade bire bir veya küçük gruplarla paylaşılmıştır. Blanck, antik metinlerin bazen okuma esnasında yüksek sesle seslendirildiğini, ancak zamanla sessiz okumanın da kurumsallaştığını belirtir. Literatür üretimi büyük ölçüde resmi veya gayriresmî atölyelerde, tanınmış yazıcılar eliyle olurdu. Yazarlar nadiren eserlerini yayınevlerine teslim ederken kural gibi telif talep etmişlerdir; daha ziyade zengin bir patronun himayesinde eserler üzerinde çalışmışlar, eserlerini hediye ya da toplu satış yoluyla yaymışlardır.
Okuryazarlık oranları çok düşük olduğundan, antik kitapların kültürel işlevi genellikle seçkinlerin bilgi birikimini gelecek kuşaklara aktarmak olmuştur. Kitaplar bir kültürel sermaye olarak değer kazanmış, toplumun entelektüel hafızasını somutlaştırmıştır. Örneğin Büyük İskender’in sarayında ve sonra İskenderiye’de rahipler kutsal metinleri kopyalayarak korumuş, Fenike uygarlığından gelen papirüs geleneğini Hellenizme taşıyarak bir “dünya kitabı” anlayışı oluşturmuşlardır. Blanck’ın eseri, bilgiyi muhafaza etmenin toplumsal önemine dikkat çekerek, Antikçağ toplumlarında kütüphaneleri ve kitap ticaretini “bilginin dolaşımı” bağlamında inceler. Böylece kitaplar, bir yandan dini ve bilimsel otoritenin uzantısı, diğer yandan meslekî veya entelektüel statü simgesi olarak toplumda iki yönlü işlev görmüştür.
Helenistik ve Roma Döneminde Kitabın Evrimi
Blanck’ın kitabı, Helenistik dönemi “bilimsel devrim”i olarak da tanımlar. Büyük İskender sonrası kurulan İskenderiye ve Bergama’daki kütüphane ve müzeler, bilginin toplanması ve yayımlanması alanında yeni bir model oluşturmuştur. El yazmalarının düzenlenmesinde Babil takvimi gibi sistemler denemiş, yazarların eleştirilerini bir araya getirerek “kolektif entelektüel sermaye” yaratmışlardır. Pergamon’da papirüs krizine karşı geliştirilen parşömen kullanımı, Helenistik devletlerin rekabetinin doğrudan sonucudur. Bu dönemde rulo kitap son derece yaygındır; kodex ancak M.S. ilk yüzyıldan itibaren sınırlı ölçüde ortaya çıkmaya başlamıştır.
Roma dönemi ise bu mirası devralıp yayılan ve farklı şekillerde kullanan bir düzen getirmiştir. M.Ö. 2. yüzyıldan itibaren Atinalı Aristarkhos gibi yazarlar Mısır’dan getirtilen büyük rulolarla çalışırken, M.S. 1. yüzyılda Codex formu özellikle Hristiyan yazışmalarıyla birlikte hız kazanmıştır. Helenistik kütüphaneler genel olarak bilimsel merkezler iken, Roma’da kitaplar artık hem kamu hem özel alanda statü göstergesi hâline gelmiştir. Roma elitleri Büyük İskender’in bilimsel mirasına hayran kalıp kitap toplarken, devlet de bu kültürü (örneğin imparatorluk yasalarında) desteklemiştir. İmparatorluk döneminde, gerek kamu kütüphaneleri gerekse zengin Romalıların özel koleksiyonları aracılığıyla metinler yerel ve uluslararası düzeyde dolaşıma girmiştir. Bu dönem, ayrıca kitabın “kitaplık içi uygulamalar”dan çıkıp geniş halk kitlelerine ulaştığı bir geçişe işaret eder: Hristiyanlığın evrensel yayılma hedefi, eserlerin kodex olarak çoğaltılması ve dağıtımıyla hız kazanmış, pagan yazarlığın rolleri terkedilmeye başlanmıştır.
Blanck’ın Metodolojisi, Kaynakları ve Değerlendirme
Horst Blanck, bir Arkeoloji uzmanı ve kütüphaneci olarak disiplinlerarası bir yaklaşımla hareket eder. Eserinde antik kaynak metinleri (Klasik yazarların anekdotları, hukuk düzenlemeleri, antik devir kitaplarına ait söylentiler), paleografik bulgular (hayatta kalmış papirüs parçaları, sütunlar, mezar resimleri) ve arkeolojik verileri (kitap ambarlarının kalıntıları, el yazma atölyesi ekipmanları) bir arada sunar. Böylece hem antikçağ eserlerinin fiziksel kanıtlarını hem de metinsel izlerini bir bütün olarak değerlendirir. Örneğin [44]’te görüldüğü gibi, kütüphane mimarisi ve resmi belgeler hakkında konuşurken çizimler ve planlar kullanır; ticaret ve kopist örneklerinde Roma hukuk yazıtlarına ve edebî referanslara yer verir. Blanck’ın derlediği kaynakça da dönemin önemli yazarlardan (Plinius, Martial, Cicero, Galen vb.) Antikçağ araştırmalarına kadar uzanır.
Kitabın bilimsel katkısı, Antikçağ kitap kültürünü bir araya getirmiş olmasıdır. Görece kısa (246 sayfa) ve akıcı dilde olmasına rağmen pek çok karmaşık konuyu açıklığa kavuşturur. Blanck, antik kitap üzerindeki önceki çalışmaları derleyerek tek kaynakta toplar ve okuyucuya zengin fotoğraf/planlar sunar. İnceleme türündeki eser, özellikle arkeologların ve antika bilim insanlarının ilgisini çekecek ölçüde kapsamlıdır. Çalışma sırasında sanat tarihi, epigrafi, edebiyat tarihi ve kütüphanecilik araştırmalarından faydalanıldığı görülür; böylece, örneğin kütüphane yönetimi veya yazı araçları gibi konularda farklı bilim dallarının verileri harmanlanır. Wolfgang Binsfeld gibi eleştirmenler Blanck’ın çalışmasını “alanında öğretici ve zevkli” bulmuş, hiçbir önemli konunun atlanmadığını belirtmiştir.
Eserin bazı sınırları da vardır. Yayın tarihi 1992 olduğu için son 30 yıllık arkeolojik buluntular ve papyroloji sonuçları yansımamıştır. Zaman zaman ayrıntı eksikliği veya tartışmalı görüşlerden kaçınılmış görülür; örneğin okuryazarlık oranları veya yaygın kültürel uygulamalar hakkındaki dolaylı bilgilere fazla girmeyebilir. Blanck’ın bir arkeolog olarak bakışı, günlük hayatın daha sıradan yönlerini (örneğin taşraki okur kitlesi, popüler kültür metinleri) az vurgulayabilir. Ancak genel olarak Das Buch in der Antike, antik kütüphane ve kitap kültürü üzerine yazılmış en kapsayıcı girişlerden biridir. Eser, geniş literatür taraması ve çeşitli kanıtlara dayanarak döneme ait resmi ve toplumsal pratikleri ortaya koyar. Dolayısıyla, akademik düzeyde bir inceleme hazırlarken Blanck’ın kitabı hem ana kaynak bilgileri hem de topladığı antik örnekleri açısından vazgeçilmez bir kaynak olarak değerlendirilmelidir.
Kaynakça
- Blanck, H. (1992). Das Buch in der Antike. München: C. H. Beck.
- Soundy, P. & Unwin, G. (n.d.). Greek books. In Encyclopædia Britannica. Erişim: https://www.britannica.com/topic/publishing/Books-in-classical-antiquity (Erişim tarihi belirtilmedi).
- Soundy, P. & Unwin, G. (n.d.). Roman books. In Encyclopædia Britannica. Erişim: https://www.britannica.com/topic/publishing/Books-in-classical-antiquity (Erişim tarihi belirtilmedi).
- The Editors of Encyclopædia Britannica. (n.d.). Codex. In Encyclopædia Britannica. Erişim: https://www.britannica.com/topic/publishing/Books-in-the-early-Christian-era (Erişim tarihi belirtilmedi).
- Binsfeld, W. (1995). Rezension zu: H. Blanck, Das Buch in der Antike. Trierer Zeitschrift, 58, 532–533.
Leave a Comment