Edward Said’in Freud ve Avrupalı Olmayan Eseri Üzerine Akademik İnceleme
Kitabın Adı:Freud ve Avrupalı OlmayanYazar :Edward W. Said
Çevirmen:Sayfa:96 Cilt:Ciltsiz Kapak Türü:Karton Boyut:12 X 20 Son Baskı:10-11-2017 İlk Baskı:10-11-2017 Barkod:9786051068053 Kapak Tsr.:Editör:Kapak Türü:Karton Yayın Dili:Türkçe Orijinal Dili:İngilizce Orijinal Adı:Freud and the Non-European
Edward Said’in Freud ve Avrupalı Olmayan Eseri Üzerine Akademik İnceleme
Edward Said’in “Freud ve Avrupalı Olmayan” Eseri Üzerine Akademik İnceleme
Giriş
Edward Said, post-kolonyal teorinin kurucularından olan bir Filistinli-Amerikalı entelektüel olarak bilinir. Columbia Üniversitesi’nde edebiyat profesörü olarak çalışmalarına devam eden Said, Orientalism (1978) ve Culture and Imperialism (1993) gibi eserlerle emperyalizmin kültürel temsillerini eleştirmiş; Filistin davasının sesi olmuştur. Freud ve Avrupalı Olmayan ise Said’in 2001 yılında Londra Freud Müzesi’nde sunduğu bir konferansta geliştirdiği fikirleri içeren ve 2003’te yayına giren son eseridir. Bu metinde Said, Sigmund Freud’un son yapıtı Moses and Monotheism (Musa ve Tek Tanrıcılık) üzerinden kimlik ve öteki temalarını inceler.
Said’e göre, kimlik hiçbir zaman bütünüyle sabit ya da kapalı değildir; her kimlik, özünde yabancı öğeler barındırır. Freud’un Musa’nın Mısırlı olduğu tezinden hareketle Yahudi kimliğinin köklerinde Asya ve Afrika unsurlarının bulunduğunu vurgulayan Said, kimliklerin diyalektik ve çoğulcu doğasını ortaya koyar. Örneğin, Said’e göre İsrail devletinin kimlik politikasını şekillendiren yasalar, “Yahudi kimliğini gayrimüslim geçmişine açan Freudcu perspektifi kısıtlayıcı, dışlayıcı ve hatta iptal edici” bir biçimde işler. Dolayısıyla Said’in çalışması, hem Freud düşüncesini hem de Filistin-İsrail bağlamını bir araya getirerek kimlik siyaseti üzerine yeni bir etik önerir. Giriş bölümünde Said’in bu entelektüel arka planı, Freud metnine tarihî-teorik çerçevede yaklaşışı ve eserin amaçları özetlenecektir.
Freud’un Kimliği
Said’e göre Freud’u tanımlarken “Viyanalı Yahudi” kimliği üzerinde durmak gerekir. Freud, tüm yaşamını Avusturya ve son yıllarında İngiltere’de geçirmiş, modern Avrupa kültürü içinde yetişmiş bir bilim insanıdır. Bu süreçte aldığı eğitim ve Yahudi olarak varoluşu, onun dünyayı algılayışını derinden etkilemiştir. Örneğin Said, Freud’un Avrupa’nın dışındaki kültürlere dair ilgisinin, içinde yetiştiği Yahudi-Hıristiyan geleneğin insanî ve bilimsel varsayımlarıyla şekillendiğini vurgular. Freud, Hindistan ya da Çin gibi öne çıkan uygarlıklardan sadece geçen birer notta bahsetmiştir. Asıl ilgisini “ilkel” olarak adlandırılan, genellikle Avrupalı antropolog James Frazer aracılığıyla bildiği kültürlerdeki dinî pratikler çekmiştir. Bu çalışmalar Totem ve Tabu’da kullanılmış, Freud bu kültürlerdeki evlilik kuralları, yasaklar ve neslin devamıyla ilgili örnekleri psikanalitik kuramını desteklemek için birer kanıt olarak ele almıştır.
Freud, “ilkel” Avustralya, Pasifik ve Afrika toplumlarını medeniyet yürüyüşünde geride kalmış ya da unutulmuş örnekler olarak görmüştür. Bu bakış açısına göre, Grek, Roma ve İsrail gelenekleri Freud’un gerçek öncülleridir; bu medeniyet öykülerinden hareketle psikanalitik imgelerini şekillendirmiştir. Yani Said’in de belirttiği gibi, Freud’a göre “Mısır, Arap ya da Afrikalı eski kültürler” medeniyet tarihinde artık nadiren konuşulan, uzakta kalan şeyler olarak görülmüştür. Kısacası, Freud batılı geleneğin içinde yetişmiş ve onu norm kabul etmiş; öteki kültürleri ise teorik çıkarımları için hammadde kaynağı olarak işlemeyi tercih etmiştir.
Yahudi kimliği bağlamında ise Freud’un tutumu daha karmaşıktır. Said’e göre Freud, Musa’yı Mısırlı sayarak Yahudiliğin kökeninde Avrupa dışı bir öğeyi öne çıkarmıştır. Freud, hem Musa’yı hem de Kartacalı Hannibal’ı “Ariana kültürüne dışarıdan giren” Semitik figürler olarak ele alır. Ona göre bu figürler Avrupa kökenli olmamakla beraber, medeni dünyaya katılabilmişlerdir. Bu yaklaşım, o dönemin ırkçı oryantalist tezlerinin tersine, Yahudilerin bazen Avrupa kurgusuna dahil edilebileceği fikrini içerir. Ancak yine de Said’in vurguladığı gibi, Freud’un Musa’yı hem öteki hem de içeriden biri olarak görmesi, Eurocentrik bir bakış açısının ürünüdür. Freud’un kendi Yahudi kimliği de deneyseldir: Tanrı’ya inanmasa da bu geleneğe bağlılık ve onur duygusunu korumuştur. Said, Freud’u salt millî bir bağlama sokmak yerine, onun kimliğini sürekli esnetilebilen, yarı-yerli yarı-yabancı bir kimlik olarak yorumlar. Bu bağlamda Said’in Freud değerlendirmesi, Avrupalı ve gayri-Avrupalı kimliklerin kesişme noktalarına işaret eden nüanslı bir okuma sunar.
Psikanaliz ve Sömürgecilik
Said’in yorumuna göre Freud’un psikanaliz teorisi ile sömürgecilik arasındaki ilişki, Totem ve Tabu gibi metinlerdeki dinamiklerle kendini gösterir. Freud, inkâr edilen üvey baba hikâyeleri üzerinden Oidipus kompleksini ve medeniyet kuramını geliştirirken, “ilkel” ile “medenî” arasına mutlak bir sınır çizmemiştir. Aksine Freud’un argümanı, kasten bastırılan unsurların evrensel insan davranışlarında kendini tekrar ettiğini öne sürer. Yani Freud, Oidipus’ta yasak-aile ilişkisinin altını çizerken, bunun tüm insanlık için geçerli olabilecek genel bir süreç olduğunu savunur. Bu bakımdan Freud’un medeniyet eleştirisi, toplumsal içsel çatışmaların evrensel bir yansıması olarak görülür ve “medenî”nin bastırdıkları eninde sonunda geri dönmektedir.
Sömürgecilik bağlamında ise Said, Frantz Fanon’un analizlerine atıfta bulunur. Freud’dan farklı olarak Fanon, Avrupa ile sömürgeleştirilen dünya arasında bir hiyerarşi kurar. Said Fanon’un The Wretched of the Earth’den bir pasajı aktarır: “Avrupa’da İnsan’dan söz eden bu sürü hâlâ ... dünyanın her köşesinde insanları katlediyor”. Fanon’a göre Avrupalı bilim insanları ve yöneticileri, üstün ırk kurgusuyla diğer toplumlara zulmetmiş; tüm insanlık tasavvurunu çarpıtmışlardır. Bu nedenle Fanon “Avrupa modelini bütünüyle reddeder” ve “Yeni İnsan” fikrini savunur. Said, Fanon’un bu sert eleştirisini Freud’un çalışmalarına da uzatır. Freud, Totem ve Tabu gibi eserlerinde primitive/medeni farkını vurgulasa da, bu farkın medeni dünyaya avantaj sağladığını kendi argümanında göstermiştir. Yine de Freud’un kendi teorik çerçevesi, sömürgeci Avrupa’nın normatif üstünlüğünü sorgulamaktan uzaktır.
Öte yandan Said, Freud’un teori ve bulgularının köklü sorgulamaları barındırdığına da işaret eder. Freud’un “medeniyetin desantralleşmesi”ni öngören yaklaşımları, daha sonra fanonik veya postkolonyal söylemlerle etkileşime girebilir. Böylece, Freud’un bilinçaltı, rüya ve tarih katmanlarını incelemesi, sömürge pratiği ile karşılaştırıldığında yeni anlamlar kazanır. Sonuçta Said’in yorumu, psikanalizin evrensel insan doğası iddiası ile Avrupa’nın sömürge tarihi arasındaki gerilimi ortaya koyar. Bu bağlamda Freud, medenî (Avrupalı) ile gayri-medenî (Öteki) arasındaki çatışmayı hem sembolik düzeyde hem de tarihsel pratiklerde hesaba katan karmaşık bir figür olarak okunur.
Moses and Monotheism: Kimlik, Tarih ve Aidiyet Tartışmaları
Freud’un Musa ve Tek Tanrıcılık kitabı, kimliğin tarihî kökenlerine dair iddialar içerir. Freud burada Musa’nın aslında Mısır kökenli biri olduğunu öne sürer; böylece Yahudi kimliğinin “yerli” kökenini tartışmaya açar. Said, bu tezi kimliğin doğası açısından önemli bulur. Musa’nın hem “insider” (kabiliyet olarak Yahudilere dahil) hem de “outsider” (köken olarak yabancı) konumlandırılması, Yahudiliğin özüyle oynayan çelişkili bir tutumdur. Freud için Musevi kimliği, Egemen mezhep anlatılarının dışında kalan dışsal unsurları ihtiva eden bir bütündür. Said bu yaklaşımın güçlü bir mesaj taşıdığını düşünür: gerçek kimlikler katı bağlarla değil, akışkan bağlantılarla inşa edilir.
Dolayısıyla Said, Freud’un Musa teorisini “kimliğin dışa açılma” örneği olarak yorumlar. Freud’un kendisine göre Yahudiliğin kökenini Mısır’a dayandırması, Yahudi tarihindeki dışsal belleklerin önemini ortaya koyar. Bu noktada Said, Freud’un bu görüşünün güncel sonuçlarını İsrail-Kudüs ekseninde irdeler. İlgili metinde Freud’un vurgularını şu cümleyle özetler: “… İsrail yasalarının Yahudi kimliğinin gayri-Yahudi geçmişine açılışını kısıtlayıcı, dışlayıcı ve hatta geçersiz kıldığını” yazar. Başka bir deyişle Freud’un “açık uçlu” kimlik anlayışına karşı, modern devletin tek tip kimlik projeleri sert çıkarlar. Bu analize göre, Musevi varoluşunu salt coğrafi/toprak temelli tanımlara sıkıştırmak, Freud’un tasarladığı dinamik kimlik modelini çarpıtmaktadır.
Freud’un Musa çalışması, kimlik, kolektivite ve bellek ilişkisini de ele alır. Said, Freud’un travmanın kolektif psikoloji üzerindeki etkilerini, özellikle milliyetçi akımlarda kimliğin katılaşması bağlamında yorumlar. Freud’a göre, travmanın tekrarlanması kimliği tanımlayan ana süreçlerden biridir; Said bu noktada Jacqueline Rose’dan yaptığı alıntıyla, “kimliğin keskin bir şekilde sabitleşmesinden kaçınmanın tarihsel olarak güç olduğunu” vurgular. Yine de Said, Freud’un metnindeki bu dinamizmi aşılamaz bir şekilde “pozitif bir vizyon” olarak görür. Sonuçta Musa ve Tek Tanrıcılık, Freud’un Yahudi kimliğini “Akhenaton’un eski Mısır’ına dayandıran” iddiasıyla, kimliğin daima bir “diğer”le ilişkili olduğuna dair kanıtlar sunar. Said’e göre bu perspektif, aidiyetin temelinde hoşgörü ve çoğulculuğun bulunabileceğini gösterir.
Said’in Metodolojisi
Said’in eserindeki en ayırt edici özelliklerden biri “kontrapuntal okuma” yöntemidir. Bu yaklaşım, büyük yazarları veya teorisyenleri eleştirirken, onları kendi kültürel bağlamlarında anlamaya çalışmayı öngörür. Verso’da yayımlanan bir makalede Said, geçmişin ünlü figürlerine ilişkin eleştirilerinin “onları bağlama oturtarak doğru anlamaya çalışmak” olduğunu vurgular. Said, aslında onları çağdaş önyargılarla haraptan ibaret görmenin “aptalca bir düşünce” olduğunu belirtir. Bu nedenle Said, Freud gibi etkilendiği yazarları “zamanlar arası diyalog” içinde okur.
Kontrapuntal okuma şöyle işler: Tek tek bir metni veya düşünürü hem ortaya çıktığı dönemin koşullarıyla hem de sonraki dönemlerin bakış açısıyla eşzamanlı olarak analiz etmek. Said bunu, tıpkı müzikteki karşıt temaların birbiriyle birlikte yürütülmesine benzetir. Freud ve Avrupalı Olmayan’da da Said, Freud’u kendi dönemine sadık kalarak incelemeye özen gösterir, ancak aynı zamanda onun görüşlerini bizim dönemimizin meselelerine uzatır. Nitekim metnin sonunda Freud’a atfettiği şu cümle, yöntemi özetler:
“[Freud] bu yüzden farklı bağlamlarda yeniden okunmaya özellikle elverişlidir, çünkü onun tüm çalışması, hem bireysel hem toplumsal anlamda, yaşam tarihinin hatırlama, araştırma ve düşünce yoluyla sonsuzca yapılandırılıp yeniden yapılandırılarak kendini sunması iledir.”
Bu alıntı Freud’un zihinsel keşiflerini “sömürülmüş, unutulmuş geçmişin arkeolojik kazısı” olarak tanımlar. Said’e göre Freud’un eserleri, farklı dönemlerden gelen okuyucuların yeni bağlamlarda yeniden yapılandırmasına açıktır. Said, böylece Freud’u tek düze bir “beyaz Batılı kuramcı” olmaktan çıkarıp, daima yeniden anlam üretebilecek bir düşünür olarak konumlandırır.
Metin-okuyucu ilişkisinde sorumluluk da Said’in metodolojisinde öne çıkar. Said’e göre entelektüeller, geçmişin üstatlarına içtenlikle eleştiride bulunurken empati ve tarihî duyarlılık göstermelidir. O, Jane Austen, Conrad veya Marx gibi isimlere yönelik eleştirilerinin “tarihsel kör noktaları” günümüzdeki okuyucular için kabul edilebilir kılmaya çalıştığını belirtirversobooks.com. Dolayısıyla Freud ve Avrupalı Olmayan’da Said, Freud’un fikirlerini karalayıcı değil, açıklayıcı bir amaçla ele alır. Bu yaklaşım, Said’in daha önce geliştirdiği “kontrapuntal okuma” kavramının bir uygulamasıdır: Freud’un çalışmalarının şimdiye dek sağladığı, fakat Freud’un kendisinin öngörmediği yeni düşünce ve durumları aydınlatma gücünü göstermeye odaklanır. Özetle, Said’in yöntemi hem Freud’a sadık bir okuma hem de postkolonyal duyarlılıkla bağlamsal eleştiri sunar.
Kitabın Günümüz Teorik Tartışmalarındaki Yeri
Kimlik politikaları: Said’in çalışması kimlik politikaları tartışmasını derinleştirir. Freud’un kimliği akışkan ve yarıkalı görmesi, günümüz milliyetçi anlatılarına karşı bir alternatif sunar. Örneğin Said, İsrail’in Filistin topraklarındaki yerleşim politikalarını eleştirirken Freud’un “açık” kimlik modelini referans gösterir. Bu bağlamda Freud ve Avrupalı Olmayan, kimliğin toplumsal-siyasal sınırlarının yeniden düşünülmesi gerektiğini savunan bir metin olarak değerlidir. Kimlik, salt sınırlarla belirlenemeyecek, çeşitli tarihî ve kültürel akışların bileşkesidir.
Kültürel hibritlik: Said, kültürel hibritliği kimliğin doğasında görür. Bir kimliğin merkezinde daima “öteki” unsurlar bulunduğunu öne sürerek, kültür ve kimlikler arasındaki iç içe geçmişliği vurgular. Bu, postkolonyal teoride sıkça bahsedilen “hibritlik” kavramıyla örtüşür. Freud’un hem Yahudi hem de Avrupai kesişimli kimliğini inceleyişi, bu dönüşkenlik örneklerindendir. Said’in bakışı, kültürel etkileşimlerin kaçınılmaz olduğunu ve hiçbir kimliğin tek başına “saf” kalamayacağını gösterir. Sonuçta kimlikler, yeni öğelerin katılımıyla sürekli yeniden şekillenir; bu da küresel göçler ve göçmenlik çağında güncel bir tartışma konusudur.
Entelektüel sorumluluk: Said’in kitabı, entelektüel etik ve sorumluluk kavramlarına dair de önemli mesajlar verir. Said, geçmiş düşünürleri incelerken onların zamanlarının önyargılarına düşkünlüğünü ortaya koymanın, bugünün okuyucularına aydınlatıcı olduğunu savunur. Eleştirisini bağlama oturtarak yapan Said, entelektüellerin “çarpık” tarih anlatılarından yola çıkarak daha insancıl ve kapsayıcı perspektifler geliştirmesi gerektiğini gösterir. Bu bağlamda Freud ve Avrupalı Olmayan, klasik metinlerin kontekstini kavrayarak tekrar yorumlanması gerektiğini vurgulayan bir yaklaşım sunar. Metnin genel etkisi, günümüz kimlik odaklı siyasal hareketlerine yön gösterici niteliktedir.
Said’in eserinin güncel tartışmalardaki önemi şu şekilde özetlenebilir: Kimliğin politikleştirilmesine karşı özgürlükçü bir yaklaşım geliştirmesi, kültürel etkileşimleri ve karmaşıklığı ön plana çıkarması, ve bu bağlamda entelektüellere daha eleştirel-bilinçli bir okuma tarzı sunması, çağdaş tartışmalarda yankı uyandırmıştır. Sonuçta Freud ve Avrupalı Olmayan, sadece Freud çalışmaları için değil, postkolonyal teori ve kimlik kuramları açısından da temel bir metin olarak kabul edilir.
Sonuç
Edward Said’in “Freud ve Avrupalı Olmayan” çalışması, Freud düşüncesine postkolonyal bir mercek tutmuş; Freud’un kimlik, tarih ve öteki kavramlarını yeniden yorumlamıştır. Said’e göre Freud’un psikanalizi, evrensellik iddiasıyla birlikteliğinde Avrupa-merkezli bir sınırlılığı da barındırır. Öte yandan Freud’un bilinci “arkeolojik” bir kavrayışla analiz etmesi, sonraki düşünürlerin (örneğin Fanon’un) itirazlarına zemin hazırlamıştır. Said, Freud’un Musa’yı Mısırlı ilan ederek ortaya koyduğu “yarıklı kimlik” vizyonunu, kimliklerin sert milliyetçi kalıplara dönüştürülmesine karşı bir anti-durum olarak sunar.
Bu yorumla Said, Freud’un çalışmalarını hem eleştirir hem de onurlandırır. İlerici bir okuma tarzıyla, Freud’un hatalarını kınamadan anlamaya çalışır; böylece entelektüelin sorumluluğunu yerine getirir. Nitekim Said’in yöntemini özetleyen contrapuntal okuma, metinleri hem kendi çağlarının sınırları içinde hem de sonraki dönemlerin ışığında çoksesli yorumlar yapmaya çağırır. Bu bağlamda Said, Freud düşüncesini İsrail-Filistin bağlamında yeni bir anlam ufkuna taşımış, kimlik çalışmalarına postkolonyal bir katkı sağlamıştır.
Sonuç olarak Freud ve Avrupalı Olmayan, Freud’un psikanalizine dair okuma biçimimize önemli bir perspektif kazandırır. Edward Said’in metni, kimliğin asla görünenden ibaret olmadığını, her kültürel anlatının diğerleriyle kesişerek yeniden üretildiğini gösterir. Jacqueline Rose’un da belirttiği gibi, Said bu eserle “Freud’a en olağanüstü övgüyü” sunar; çünkü Freud’un son eserinden, “kimliğin günümüzdeki tehlikelerin ötesine geçebilecek bir vizyonunu” çıkarır. Bu yönüyle eser, sadece Freud teorisi için değil, postkolonyal kimlik kuramı ve entelektüel sorumluluğun sınırları üzerine düşünmek isteyen herkes için temel başvuru kaynağıdır.
Leave a Comment