Bizans Dünyası Üzerine Akademik İnceleme





Kitabın Adı:
Bizans Dünyası 
Yazar             :
Kolektif 

Çevirmen:
Sayfa:
752 
Cilt:
Ciltli 
Boyut:
16 X 24 
Son Baskı:
15 Mart, 2023 
İlk Baskı:
15 Mart, 2023 
Barkod:
9786254496639 
Kapak Tsr.:
Editör:
Kapak Türü:
Sert Kapak 
Yayın Dili:
Türkçe 
 
 
Orijinal Dili:
İngilizce 
Orijinal Adı:
The Byzantine World 



Bizans Dünyası Üzerine Akademik İnceleme

The Byzantine World Kitabının Önemi ve Yaklaşımları

Paul Stephenson’ın editörlüğünde yayımlanan The Byzantine World (2010), Bizans İmparatorluğu’na dair özet ve özgün yaklaşımlar sunan disiplinlerarası bir derleme çalışmadır. Kitabın amacı, antik dünyanın bu geç dönem medeniyetini siyaset, ekonomi, kültür, sanat, mimari, din ve toplum yaşamına ilişkin en son araştırmaları bir araya getirerek kapsamlı biçimde ele almaktır. Stephenson, giriş yazısında Bizans tarihinin Orta Çağ çalışmalarından izole edilmesini eleştirir ve Batı ile Doğu kiliseleri arasındaki (Roma-Kostantiniyye) tamamlayıcı rolün önemini vurgular. Eser, tarihçilerden sanat tarihçilerine, edebiyat ve teoloji uzmanlarına dek geniş bir yelpazedeki akademisyenlerin katkılarını içerir. Her bölüm, geleneksel konularda yenilikçi bir bakış açısı veya alışılmadık bir zemin sunar. Örneğin kadınlar ve çocuklar, erkekler ve hadımlar, imparatorlar, patriarklar, aristokratlar ve köleler birlikte değerlendirilir; Konstantinopolis’ten Suriye, Apulia ve Venedik’e uzanan coğrafya ele alınır; hem dünyevi hem kutsal sanatlar ile profan ve manevi edebiyat topluluğa tanıtılır. Sonuçta, okura Bizans çalışmalarının genel gelişimi hakkında çarpıcı bilgiler verilir ve bu tarihsel dünyanın zenginliği ortaya konur.

Siyasi Yapı

Kitabın ilk bölümleri Bizans’ın siyasi sistemini ele alır. Michael Angold’un “The Byzantine political process at crisis point” adlı makalesi, Bizans siyasetinin özünü kurumsal gelenekler ve krizler bağlamında değerlendirir. Angold’a göre, imparatorluk bürokrasisi bünyesinde Senato (synkletos veya gerousia) gibi Roma mirası kurumlar varlığını sürdürmüş, ancak esas olarak onurî bir konum sağlamıştır. Örneğin, geç Antik Çağ’da Senato’ya kabul olmanın yüksek mevkilerin alameti sayıldığı ve imparatorluk törenlerinin parçası olduğu belirtilir. Bu geleneksel organlar, Doğu Roma’nın Yeni Roma kimliğini koruma ve ortak değerler etrafında bir siyasi vicdan oluşturma işlevi görmüş, tahta çıkan imparatorların meşruiyetini destekleyen ritüellerin merkezinde yer almıştır. Bununla birlikte, Angold’a göre siyaseti fiilen yöneten üçlü yapı; bir yanda imparator ve sarayı, diğer yanda Konstantinopolis aristokrasisi (senyörler ve ileri gelen bürokratlar), üçüncü olarak da Ortodoks patrikhanesidir. Halk ve ordu gibi unsurlar nadiren bağımsız aktörler olmuş, bunların rolü imparatorluğun siyasi bünyesi içinde sınırlı kalmıştır. Üçlü yapının istikrarlı işleminde imparatorluk törenleri, lakayit olmayan konuşmalar ve sembolik ritüeller önemli rol oynamıştır; saltanat kurumuna asla açıktan meydan okunmaması siyasetin teminatı sayılmıştır. Gilbert Dagron’un caesaropapizm kavramına bakışından farklı olarak, Angold İmparatorluğun meşrulaştırılmasında ilahi temellendirme yerine toplumsal kurumların devamlılığının rolünü vurgular.

Kriz dönemlerinde devletin zayıfladığı ve güç dengelerinin değiştiği dönemler de ele alınır. Özellikle VIII. yüzyılda İkonaklast İmparatorlar I. Leon ve II. Konstantinos döneminde imparatorluk makamının kutsallığının güçlendirildiği, ancak bunun siyasi süreci derinden etkilediği vurgulanır. Antlaşmalar ve anayasal ritüeller yoluyla imparator, bir bakıma Tanrı’nın gölgesinde bir karizmatik lider hüviyetine büründürülmüş; kutsal metinlerden alınan örneklerle taç giyme ve kilise önündeki törenler kurumsallaştırılmıştır. Bu süreç, iktidarın devamlılığını sağlama çabası açısından büyük fayda sağlamışsa da, siyasi özerklik açısından dengeleri değiştirmiştir. Angold’a göre, siyasal krizin ayırdedici olduğu dönemlerde (örneğin erken VIII. yüzyıl veya İkonoklazm yılları) devleti yöneten yapının sınırları ve dinî meşruiyet sorunu gün yüzüne çıkar; böyle zamanlarda siyasetin işleyişi, çözülüp tekrar kurulmaya çalışılan bir konsensüs çabası olarak okunabilir.

Paul Stephenson’un editörlüğünde yer alan diğer bir makale, “The rise of the middle Byzantine aristocracy and the decline of the imperial state” başlığını taşır. Stephenson bu makalede, Bizans’ın özellikle 10.–11. yüzyıllarda oluşan yeni topraklı aristokrat sınıfının gücünü inceler. Araştırmaya göre, imparatorluğun merkezi yönetiminin vergi gelirleri sıkışırken, yerel düzeyde güçlü senyörlerin toprak ve gelir biriktirme eğilimi artmıştır. Stephenson, bu dönemde devletten gelire ek olarak “rogai” adı verilen yıllık pirinç dağıtımları ile askerî maaşların alt kademe görevlilere ödenmesinin, zenginlerin varlıklarını daha da artırma imkanı verdiğini belirtir. Örneğin yüksek din adamları veya strategoi gibi kişiler giderek büyük servetler toplarken, antik dönemden miras kalan “thesaurizein” yasalarına rağmen parayı mevduatta tutma alışkanlığı devletin elindeki altını azaltmıştır. Stephenson’in vurgusu, bu ekonomik kaymaların, imparatorluğun güç patrimonyumu olarak görülen toprak kontrolünün de aileler lehine büyümesi anlamına geldiğidir. Böylelikle aristokrasinin hem ekonomik hem de siyasî gücü artmış; imparatorluğun örgütlenmesindeki merkezî otoritenin erozyona uğradığı gözlemlenmiştir.

Ayrıca ordunun ve askerî sistemin rolü de siyasî yapı içinde değerlendirilir. John Haldon’un “The army and military logistics” başlıklı çalışması (Bkz. İlgili Bölüm), Bizans’ın Anadolu kökenli temaların kurulmasını ve bu askerî yapıdaki değişimleri ele alır. Stephenson’in 1. bölümdeki yazısında da değinildiği gibi, Erken İslam saldırıları karşısında imparatorluk, temalar şeklinde askerî-teşkilatlı bölgelere yönelmiştir. Ancak zamanla bu temalar gerek lider seçimi gerekse isyan potansiyelleri bağlamında siyasal bir aktör haline gelmiştir. Özetle, Bizans siyasi sistemi tek taraflı değil, imparatorluk tören ve ideolojisi ile bürokrasi-aristokrasi arasında devamlı ve örtük müzakereye dayanan, çok boyutlu bir sistem olarak canlandırılmıştır.

Kültürel Miras

The Byzantine World’ün geniş hacimli bölümleri Bizans’ın kültürel mirasını – özellikle sanat ve mimari mirası – aydınlatır. Kitabın açıklamasında, “seküler ve kutsal sanat” ile “profane ve ruhani edebiyat” gibi zıt uçlardaki yaratımların olduğu vurgulanır. Bu ifadeden hareketle, Bizans kültürel hayatının hem günlük hayatın şekillendirdiği sanattan, hem de Ortodoks liturjisi ve kilise estetiğinden beslendiğini görmek mümkündür. Bissera Pentcheva’nın “What is a Byzantine icon? Constantinople versus Sinai” başlıklı makalesi, ikona kavramını tartışır. Pentcheva, ikonalara yönelik algıyı tartışarak, İmparatorluk ile Sina Manastırı deneyimleri arasında doğan farklılıkları ele alır. Örneğin İkonaklast tartışmalarının sona ermesiyle İkonaya yapılan vurgu sanatın özüne işaret eder ve ritüeldeki sembolizmin nasıl kavrandığını sorgular. Bu tip çalışmalar, Byzantinistlerin ikonalardan yoksun görünen dünyevi yönlere bile mistik bir boyut yükleme çabalarını anlamaya çalışır.

Litürjik mekanlar ve mimari üzerine Vasileios Marinis ve Robert Ousterhout gibi tarihçilerin katkıları da kitabın önemli bölümlerindendir. “Litürjik mekanın tanımlanması” konulu makaleler, kilise planları ile mimari düzenlemelerin nasıl bir anlam dünyası yarattığı üzerinde durur. Örneğin Konstantinopolis’ten Batı’ya yayılan kilise mimarisinin, ritüel ihtiyaçlarla nasıl uyumlu hale getirildiğini ve mekânsal sınırların ritüelin parçası olduğunu gösterir. Warren Woodfin’in çalışması Bizans kilisesi sanatında göksel hiyerarşi ve dünyevi hiyerarşi konulu bölümde ise mimarîde sembolik düzeni irdelenir; tanrı, imparator ve toplum katmanları arasındaki hiyerarşik ilişkiler sanatta nasıl yansımış, tartışılır. Henry Maguire gibi sanat tarihçileri de “gayriresmi sanat” kavramıyla Bizans estetiğinde merkezî-kilisesel çizginin dışındaki imgeleri irdeler; örneğin ikonoklazm sonrası ikon imgesine alternatif üretimler ya da halk arasındaki tasvirlerin inançla ilişkisi ele alınır.

Robert Ousterhout’un “Konstantinopolis ve ortaçağ kentsel kimliğinin inşası” ve Tassos Papacostas’ın Akdeniz çapındaki mimari etkileşimler çalışmaları, şehrin ve yapıların kültürel mirastaki rolüne işaret eder. Ousterhout, başkentin kentsel kimliğini mimari projeler vasıtasıyla şekillendiren imparatorluk girişimlerine odaklanırken; Papacostas ise Kutsal Apostollerin bazilikaları gibi modellerin İtalya’dan Akdeniz’in öteki ucuna taşınan etkilerini ele alır. Son olarak Thomas Dale’ın “Konstantinopolis’ten Venedik’e kadim mekan algıları” başlıklı incelemesi, korunan ibadet mekanlarının ideolojik taşınmalarını analiz eder. Bu çalışmalar, Bizans mirasının hem antik temellere dayandığını hem de sonraki Avrupa sanatına ilham veren bir rol oynadığını gösterir. Stephenson’un vurguladığı gibi, Bizans sanatı ve mimarisi sadece faklı coğrafyalardan ziyaretçilerin ilgisini çekmekle kalmamış, sergi kataloglarında da üç dönemi (erken, orta, geç Bizans) kavrayan sentezlere öncülük etmiştir. Böylelikle The Byzantine World, bu uzun çağın sanatında hem doğu-batı etkileşimini hem de yerel farklılıkları akademik tartışmaya açar.

Dinî Yapı ve İnanç

Bizans toplumu derinden dindar olarak tanımlanabilir; devlet ile kilise arasındaki iç içe geçmişlik, imparatorluk ideolojisinin merkezinde yer almıştır. Stephenson editörlüğündeki kitapta dinî yapı ve inanç hayatı çok yönlü ele alınır. Christopher Livanos’un “Monoteistler, ikiciler ve pagans” başlıklı makalesinde, Bizans’ın kendi tanımlarına göre nasıl “doğru inanan (orthodoxos)” göründüğü incelenir. Livanos’a göre, Bizans insanları kendi dünyalarında hiç kimsenin Pagan olmadığını düşünmüş, herkes kendisini ‘orthodoxos’ saymıştır. Dolayısıyla “pagana” onları, Tanrı yerine yanlış tapınanlar olarak bakmışlardır; bu “yanlış tanrılılar” Avrupa paganları iken, doğru Tanrı’ya yanlış şekilde tapanlar (örneğin Yahudiler veya ayrılıp sapkınlaştırılmış Hıristiyanlar) “heretik” sayılmıştır. Başka bir deyişle, halk arasında tek Tanrı inancı hüküm sürerken bile gerçekte eski çoktanrılı inanç kırıntıları veya ikici fikirler mevcut olmuş; Bizans Kilisesi, bu unsurlarla sürekli etkileşim halinde olmuştur. Livanos’un yazısı, İmparatorluğun sonuna kadar uzanan bir dönemde Ortodoks Hıristiyanlığın sınırlarını çizmeye yönelik sürekli çabayı vurgular.

Kadim dönemden gelen miras olarak tapınaklar ve pagan fikirlerin sökümü devam ederken, dinî kurumlar güç toplamıştır. Bu bağlamda, patriarkhanenin konumu tarihsel seyir içinde büyümüştür. İmparatorluk patrikhanenin gücünün rakip olabileceğine hep özenle yaklaşmış, dini miras ve siyasi iktidar arasındaki ilişki sürekli dengelenmiştir. Gilbert Dagron gibi tarihçilere atıf yapan Angold, “sezaropapizm” tartışmasında kilisenin devlete karşı nasıl bir karşı ağırlık oluşturduğunu incelerken, Stephenson da imparatorluğun kutsallığı-siyaset bütünleşmesini dönemin sosyal bağlamında ele alır.

Latin Hıristiyanları ile ilişkiler de dinî yapıyı biçimlemiştir. Tia Kolbaba’nın “Latin Hıristiyanlarının erdemleri ve kusurları” adlı bölümünde Batılılar’a (özellikle İnanç Sistemlerinin farklılıklarına karşı Bizanslıların eleştirileri) yer verilir. Örneğin Roma Kilisesi ile ortak ilke sorunları, kilise geleneği (hıristiyanlıkta papaz evliliği, ekmek meseleleri vb.) dolayısıyla Doğu-Batı kiliselerini bitmeyen bir tartışma sarmalına sokmuştur. III. Justinianos döneminde toplanan Trullo Konsili (692) papalıkla anlaşmazlık yaratmış, Justinianos’un papaya yönelik tutuklama girişimi İtalyan lejyonlarının isyanına yol açmıştır. Bu olaylar, Bizans imparatorlarının dinî liderliğe ne ölçüde müdahil olabildiğini gösterir; patrikhaneyi güçlendiren ritüelleri desteklerken, batılı uygulamaları reddetme girişimi de Doğu’yla Batı arasında çatışmaya neden olmuştur. Şehit Gregory Palamas’ın yaşamı etrafında oluşan yeni manastır geleneği ve monastik mistisizm de (Alice-Mary Talbot’un çalışması) geç dönem Bizans dini hayatına parlak örnekler sunar.

Ortodoks tapınma pratiği kilisenin kutsal sanatla bütünleşmesini sağlamıştır. Kitabın önsözünde belirtildiği gibi, “Kutsal ayinler, litürji ve yazılar, Ortodoksi ve sapkınlık” gibi temaslar uluslararası araştırmacılarca ele alınmaktadır. Dolayısıyla Bizans’ın dinî hayatı, iktidarla iç içe geçmiş bir imparatorluk kilisesi olarak, teolojik bir miras koruyucusu ve sanat-mimari üretiminde merkezi rol oynayan bir kurumlar manzumesi biçimindedir.

Günlük Yaşam ve Toplumsal Yapı

Bizans toplumu, statüler ve gruplar bakımından zengin bir çeşitlilik gösterir. Stephenson’un kitabı kadınlar, çocuklar, erkekler, hadımlar, köleler gibi genellikle arka planda kalan kesimleri de inceler. Anthony Kaldellis’in “Kadınlar ve çocuklar üzerine çalışmanın metodolojik zorlukları” başlıklı yazısında, bu grupların iz düşümlerini sadece kısıtlı metinlerden bildiğimiz vurgulanır. Kaldellis, “geçmişteki kadın ve çocukların yaşamını değil, yalnızca onlarla ilgili metinleri biliyoruz” diyerek günümüzdeki modern çıkarımla tarihsel gerçek arasındaki farkı ortaya koyar. Başka bir deyişle, Bizans tarihçisi kadınların ve çocukların günlük hayatına dair kesin bilgileri metinlerden süzerken dikkatli olmalı, anlatıların ideolojik birer “ayna” işlevi gördüğünü unutmamalıdır. Leonora Neville’nin çalışması ise “güçlü kadınlar ve kocaları” üzerinden Bizans historiografisinin cinsiyet vurgularını irdeler. Buna göre, edebi kaynaklar ve tasvirler (örneğin hagiografik anlatılar) kadınları çoğunlukla kocaları veya erkek akrabaları bağlamında ele almaktadır. Bu durum kadınların kamusal alandaki rollerinin tarihsel izini karartmakta, ancak modern araştırmalar bu önyargıları açığa çıkarmayı hedeflemektedir.

Shaun Tougher’ın “Bizans erkekleri: bir hadım perspektifi” makalesi ise toplumsal cinsiyet çalışmalarına önemli bir katkı sağlar. Hadımların saray ve bürokrasideki rolleri, imparatorun yakın çevresini oluşturmaları, hem ailevi hem devlete bağlı avantajlar sağlamaları incelenir. Orta dönemde saray hayatının %90’ını hadımların temsil ettiği tahmin edilir; bunlar imparatorun güvenini kazanarak devlet yönetiminde kilit makamları doldurmuştur. Birçok kronikçi hadım valileri “kötücül” figürler olarak yansıtsa da, Tarihçi Michaîl Attaleiâtès gibi kaynaklar onların yüksek statülerini ve yaptıkları bürokratik işi övmektedir. Özetle, bu çalışmalar Bizans toplumunun merkezî aktörleri arasında bile cinsiyet ve statüye dair kompleks dinamikleri ortaya koyar.

Kölelik ve kölelerin durumu da Gunther Prinzing’in “Köleler ve Kölelik” başlıklı bölümünde ele alınır. Prinzing’e göre Bizans’ta kölelik sistemine dair en açık bilgiler imparatorluk yasalarından gelmektedir. Kanunlar, köleleri mülk gibi ele alırken, bir yandan da bazı sınırlamalar getirir (örneğin Efkaristos döneminde kölelerin kirliliklerine dair düzenlemeler). Kitapta vurgulandığı gibi, kölelik Bizans toplumsal dokusunun temel unsurlarındandır; başta tarım iş gücü, ev hizmeti ve bazı vasıflı işler olmak üzere geniş alanlarda kullanılmıştır. Prinzing’in belirttiği üzere, kölelik hakkındaki en net ifadeler devletin yasalarına düşmüştür; günlük yaşamın kaynağı olan bu metinler, bizlere köle statüsünü, sahiplerinin haklarını ve özgürleşme yollarını öğretir.

Diğer taraftan, aristokrasi içinde metalaşma örüntüleri de güncel yaşama yansımıştır. Stephenson’un 2. bölümünde görülen “paroikoi” (bağımlı köylüler) oluşumu, üst sınıf toprak sahiplerinin yaygın uygulamalarıdır. Özellikle Athos Dağı gibi manastır bölgelerinde dünyevi aristokratlar da manastır yapıları kurup arazi toplarken, köylülerin eski özgür halleri bozulmuştur. Gündelik hayatın ekonomisine bakıldığında bu durum, büyük arazili ailelerin ve monastik kurumların çevresinde şekillenen bir sosyo-ekonomik düzen ortaya çıkarmıştır.

Sonuçta, bizanslıların gündelik dünyası, sınıf, cinsiyet ve statü çeşitliliğini yansıtır. The Byzantine World’teki makaleler, geçmiş toplumların hepsini arkeolojik olarak bilinemeyeceğini hatırlatarak sadece edebi ve hukuki eserlerin penceresinden gördüğümüz imajı eleştirel biçimde değerlendirmektedir. Bu sayede kitaptaki disiplinlerarası yaklaşım, tarihçilik, hukuki belge incelemesi ve sosyolojik analizleri harmanlar.

Dış İlişkiler

Bizans İmparatorluğu, coğrafi konumu gereği hem Doğu Akdeniz’in hem de Avrupa’nın dinamik güçleriyle sıkı ilişkiler kurmuştur. Stephenson’un girişinde altı çizildiği üzere, İslam’ın yükselişi döneminde imparatorluk “bin yıl boyunca İslam’a karşı bir su perdesi” olarak kalmış, Haçlı Devletleri’nin yıkılmasına rağmen yüzyıllarca varlığını sürdürmüştür. İslam dünyasıyla süregelen ticaret, diplomasi ve savaş ilişkileri Bizans dış politikasında öncelik taşımıştır. Stephenson, Abbâsîlerden Memlükler’e kadar Arap-İslam devletleri ile yoğun münasebetin hem savaş hem hediyeleşme yoluyla fikir ve teknoloji alışverişine yol açtığını belirtir. Bu kapsamda, Bizans İmparatorluğu ordularının Anadolu’da konuşlanarak bir savunma-yerleşim sistemi (tema sistemi) kurduğu, ancak tema askerlerinin zaman zaman taht kavgalarına karışarak siyasi istikrarı tehdit ettiği vurgulanır.. 7. yüzyıl sonlarında mali sistemin yıkılması ve buna paralel ordu yapısındaki değişim, imparatorluğun elçilikler ve deniz seferleriyle kendini savunmasına neden olmuştur.

Batı ile ilişkiler ise din ve siyaset boyutunda karmaşık olmuştur. Bizans’ın İtalya’daki kalıntıları (Roma’nın güneyindeki Exarchia, Apulia vb.) 11. yüzyıla kadar Langobard ve Norman baskısı altında dirense de, kültürel etkileşimler devam etmiştir. Youval Rotman’ın “Bizans İtalya’sında Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar” çalışması, İtalya’nın yerel perspektifinden bu etkileşimleri ele alır. Buna göre, İtalya’daki Bizans topraklarında farklı dinî gruplar hem çatışma hem birlikte yaşam örnekleri vermiştir. Dinî meselelerde Latinlarla çatışma da kaçınılmazdır; örneğin 1054’te yaşanan Katolik ve Ortodoks kiliseleri arasındaki resmi ayrılık (Büyük Şisma) süreci, kitaptaki diğer bölümlerde Latin kültürü ve Bizans’ın algısı çerçevesinde tartışılır. Tia Kolbaba’nın çalışması Latinların “erdemleri ve kusurları” üzerine odaklanarak Bizans gözünden Batı’yı değerlendirirken, 11.–12. yüzyıl içinde imparatorluğun Latin potansiyeliyle ilgili algıları ele alır.

Balkanlar ve Kafkasya’yla olan ilişkiler de dış politikada önem taşır. Stephenson, Bizans aristokrasisinin Kafkas soyluları (Ermeni ve Gürcü) ile organik bağlarının 9.–11. yüzyıllarda imparatorluğu yeniden şekillendirdiğini belirtir. Bu bağlamda Bulgar ve Sırp krallıklarıyla kurulan paralel yapıların incelenmesi, Bizans’ın etki alanının sınırlarını gösterir. Ayrıca 11. yüzyılda Peçenekler, 12. yüzyılda Macarlar ve Haçlılar (İtalya, Balkanlar) gibi nüfuz güçleriyle mücadele, Bizans’ın diplomasi ve askeri stratejilerinde anahtar rol oynamıştır. Öte yandan, İmparatorluğun batı kültürüyle de uzun vadeli ilişkisi vardır. Örneğin Lizbon’daki bazı Bizans parası buluntuları ya da İtalya’daki mimari denemeler, ekonomik ve entelektüel alışverişe işaret eder.

Genel olarak, The Byzantine World’te ele alınan dış ilişkiler konusu, Bizans’ın “hem Doğu hem Batı” kimliğini ortaya koyar. Ansiklopedik işleyişte, İslam dünyası ile sürekli temasın stratejik önemi ve Bizans sanatının Latin Avrupası üzerindeki etkisi birlikte sunulur. Stephenson’un belirttiği gibi, pek çok Bizans sanat eseri İtalya’da Rönesans’a ilham kaynağı olmuş, insanizm tartışmaları Bizans metafiziği üzerinden ilerlemiştir. Sonuçta dış ilişkiler bölümü, imparatorluğun komşularıyla çok katmanlı temasını, savaş ve işbirliklerini hem politik hem kültürel açıdan değerlendirir.

Disiplinler Arası Yaklaşım ve Bizans Çalışmalarındaki Yeri

The Byzantine World, yalnızca Bizans tarihini değil, bu alandaki çalışma biçimlerini de gözden geçiren bir çalışma olarak dikkat çeker. Paul Stephenson’un girişinde değindiği gibi, Ortodoks Bizans çalışmaları tarih disiplininin geneline entegre olmaya çalışır; en önemli kaynaklardan biri George Ostrogorsky’nin klasik eseri iken, daha yakın dönemde Cambridge History of the Byzantine Empire ve Oxford History of Byzantium gibi derlemeler ana başvuru kaynaklarıdır. Stephenson, bu referans eserlerin yanı sıra arkeoloji, sanat tarihi ve sosyolojinin de dahil olduğu yeni yaklaşımları öne çıkarır. Kitabın kendisi de farklı disiplinlerden uzmanların katkısıyla bu çok sesliliği yansıtır. Örneğin Catherine Holmes siyasal edebiyat üzerine, Bissera Pentcheva ikonoloji üzerine, Denis Sullivan askerî belgeler üzerine makale yazmıştır; her biri farklı kaynaktaki verileri analiz eder.

Dördüncü bölümde yer alan katkılar, Bizans çalışmalarının tarihine ayna tutar. Diether Reinsch, Bizans tarihî metinlerinin yayımlanması sürecini incelerken, Despina Christodoulou 19. yüzyıl Yunan tarih yazımında Bizans’ın nasıl temsil edildiğini tartışır. Paul Stephenson’un “Pioneers of Popular Byzantine history” ve “Bizans’ın Avrupa Geleceği” başlıklı yazıları, Bizans imajının modern popüler kültürdeki izlerini ele alır. Bu açılımlarla kitap, disiplini yeniden değerlendirerek araştırmacılara kendi yöntemlerini sorgulama olanağı tanır.

Sonuç olarak, The Byzantine World Bizans çalışmalarına disiplinlerarası bakış açısı kazandıran bir başvuru kaynağıdır. Stephenson editörlüğündeki bu eser, tarih, arkeoloji, sanat tarihi, edebiyat ve teoloji gibi alanlardan katılımıyla, imparatorluk hakkında kapsamlı bir akademik panorama sunar. Bizans İmparatorluğu’nun siyasi, toplumsal, kültürel ve dinî yapısını bu çok yönlü çerçevede ele alması, eseri Bizans çalışmalarının merkezî bir derlemesi haline getirmiştir.

Kaynakça 

  • Angold, M. (2010). The Byzantine political process at crisis point. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 5-22). Routledge.
  • Stephenson, P. (2010). The rise of the middle Byzantine aristocracy and the decline of the imperial state. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 22-33). Routledge.
  • Kaldellis, A. (2010). The study of women and children: methodological challenges and new directions. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 61-71). Routledge.
  • Neville, L. (2010). Strong women and their husbands in Byzantine historiography. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 72-82). Routledge.
  • Tougher, S. (2010). Cherchez l’homme! Byzantine men: a eunuch perspective. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 83-91). Routledge.
  • Prinzing, G. (2010). On slaves and slavery. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 92-102). Routledge.
  • Livanos, C. (2010). Monotheists, dualists and pagans. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 103-113). Routledge.
  • Kolbaba, T. (2010). The virtues and faults of the Latin Christians. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 114-130). Routledge.
  • Holmes, C. (2010). Political literacy. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 137-148). Routledge.
  • Pentcheva, B. V. (2010). What is a Byzantine icon? Constantinople versus Sinai. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 265-283). Routledge.
  • Marinis, V. (2010). Defining liturgical space. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 284-302). Routledge.
  • Woodfin, W. T. (2010). Celestial hierarchies and earthly hierarchies in the art of the Byzantine Church. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 303-319). Routledge.
  • Maguire, H. (2010). Unofficial art and the resistance to Orthodoxy. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 320-328). Routledge.
  • Ousterhout, R. (2010). Constantinople and the construction of medieval urban identity. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 329-342). Routledge.
  • Bakirtzis, N. (2010). The practice, perception and experience of Byzantine fortification. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 343-354). Routledge.
  • Shepard, J. (2010). Imperial outliers: building and decorative works in the borderlands and beyond. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 355-360). Routledge.
  • Papacostas, T. (2010). The medieval progeny of the Holy Apostles: trails of architectural imitation across the Mediterranean. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 361-370). Routledge.
  • Dale, T. (2010). Sacred space from Constantinople to Venice. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 371-380). Routledge.
  • Reinsch, D. R. (2010). The history of editing Byzantine historiographical texts. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 435-444). Routledge.
  • Christodoulou, D. (2010). Byzantium in nineteenth-century Greek historiography. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 445-452). Routledge.
  • Stephenson, P. (2010). Pioneers of popular Byzantine history: Freeman, Gregorovius, Schlumberger. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 459-467). Routledge.
  • Pirivatrić, S. (2010). Serbia in the nineteenth and twentieth centuries: a case study in the emergence of Byzantine studies. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 468-477). Routledge.
  • Arnason, J. P. (2010). Byzantium and historical sociology. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 478-483). Routledge.
  • Stephenson, P. (2010). Byzantium’s European future. In P. Stephenson (Ed.), The Byzantine world (s. 484-493). Routledge.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.