Renée Worringer'in The Ottomans: A Short History Eserinin Yüksek Lisans Seviyesinde İncelenmesi


Kitabın Adı:
Osmanlı İmparatorluğu'nun Kısa Tarihi
Yazar             :
Renée Worringer 

Çevirmen:
Sayfa:
366 
Cilt:
Ciltsiz 
Boyut:
18,5 X 22,5 
Son Baskı:
19 Ekim, 2023 
İlk Baskı:
19 Ekim, 2023 
Barkod:
9786254496530 
Kapak Tsr.:
Adnan Elmasoğlu  
Editör:
Kapak Türü:
Karton 
Yayın Dili:
Türkçe 
 
 
 
Orijinal Dili:
İngilizce 
Orijinal Adı:
The Ottomans: A Short History 



Renée Worringer'in The Ottomans: A Short History Eserinin Yüksek Lisans Seviyesinde İncelenmesi

Osmanlı İmparatorluğu’nun Tarihi: Kuruluşundan Dağılma Sürecine Kadar Kapsamlı İnceleme

Giriş

Osmanlı İmparatorluğu, 14. yüzyıl başlarında Osman Gazi önderliğinde kurularak yaklaşık altı asır boyunca varlığını sürdürmüş çokuluslu bir imparatorluktu. Bu çalışmada Renée Worringer’in The Ottomans: A Short History adlı eseri temel alınarak, Osmanlı devletinin kuruluşu, klasik dönem yapısı, toplumsal düzeni, kültürel-dinî mirası, 19. yüzyıldaki ıslahat hareketleri ile 20. yüzyılda dağılma süreci incelenecektir. Çalışma, konu başlıklarına uygun alt bölümlerle akademik bir inceleme tarzında kurgulanmış; kaynakça APA formatında düzenlenmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu ve Hanedan Yapısı

Osmanlı Devleti’nin adı, kurucusu Osman Gazi’den (1259–1326) gelir. Kaynaklara göre Osman Gazi, Selçukluların yıkıntılarından doğan güç boşluğunda Bithynia’da küçük bir Türkmen beylik olarak ortaya çıkmış; civar Bizans topraklarını fethedip 1300 civarında kendi hanedanını tesis etmiştir. Babası Ertuğrul Bey döneminde Söğüt ve Domaniç yöresi Türkmenlere açılmış, Osman Gazi burada kendi egemenliğini pekiştirmiştir. Halil İnalcık’a göre, Osman Gazi’nin 1324’teki ölümünde Osmanlı beylik sınırları Eskişehir ile Bursa ovaları arasında uzanmakta ve ordusu Bizans’ın İznik ile Bursa şehirlerini kuşatmakta idi. Osman Gazi’yi takip eden Orhan Gazi, Bursa’nın fethiyle (1326) başkenti burada kurmuş; I. Murad döneminde Rumeli’ye geçilmiş, Yıldırım Bayezid ve II. Mehmet (Fatih Sultan Mehmet) zamanında imparatorluk Balkanlar ve Anadolu’da genişlemiştir.

Osmanlı hanedanı dikey olarak devam eden bir yapıdır. Başlangıçta iktidar mücadelesini önlemek için şehzadelerin öldürülmesi (djir) gibi yöntemler kullanılmıştır. Ekrem Buğra Ekinci’nin vurguladığı üzere, Osmanlı yöneticileri erken dönemde hanedanın birliğini güvenceye almak için kardeş katlini kıyasen kabul edip yasal hale getirmiştir. Bu sayede padişah fırkalanmaların yol açacağı iç savaş yerine, tek otorite olarak taht kavgalarını engellemiş; bu tedbir Osmanlı Devleti’nin uzun ömürlü olmasını sağlamıştır. (Not: 17. yüzyıldan itibaren kıskıvrak kanunî miras (ekberiyet) anlayışı dönüşüyle bu uygulama terk edilmiştir.) Hanedan yapısında ayrıca saltanat soyunun devamlılığı geleneksel olarak babadan oğla geçiş şeklinde sürmüş, 1. Abdülhamid ve sonrasında Kanûnî döneminde merkezi otorite vurgulanmıştır. Uzun vadede, Osmanlı hanedanı kesintisiz biçimde devam etmiş ve 1922’ye kadar taht sırayla saltanat yolu değiştirmeden varlığını korumuştur.

Klasik Dönemde Siyasal, Askerî ve Bürokratik Sistem

Klasik dönemde (yaklaşık 14.–16. yüzyıl) Osmanlı idaresi Orta Çağ İslam geleneğine dayanmış; merkezi otorite padişahta toplanmıştır. Divan-ı Hümayun (İmparatorluk Divanı) başlangıçta yüksek yargı organı olarak kurulmuş, ancak zamanla devlet yönetiminin en üst organı haline gelmiştir. İnşa geleneklerine göre padişahın huzurunda haftanın belirli günlerinde şikâyetler dinlenir; şikâyetler sırasında şer’i konular kadılara, idarî meseleler ise vezirlere havale edilirdi. Örneğin M.Ö. 15. yüzyılda Edirne’de Murad II’nin divanını ziyaret eden gezgin Brocquière, padişahın sabah erken saatlerde genişçe bir sedirde halk şikâyetlerini dinlediğini, haksızlığa uğrayanların doğrudan huzura çıkabildiğini ve davaların derhal sonuçlandırıldığını aktarmıştır. Sultan ve hiyerarşideki üst kadrolar tarafından yönetilen bu divan rejimi, hem idari tasarrufları hem de adalet dağıtımını sağlamıştır.

Osmanlı yönetim sistemi, yakın-doğu devlet geleneğini izleyerek dört temel bölüme ayrılmıştır: siyasî/idari şube (vezirler divanı), yargı (kadılar ve kazaskerler), maliye (defterdar) ve yazışma (mühimme, nişancı vb.). Ancak en önemli işlevlerden biri her zaman “padişah huzurunda adaletin gerçekleştirilmesi” olmuştur. Padişah Divan toplayarak memurların uygulamalarını denetlemiş, onun mutlak otoritesine başvurulabileceğini simgeleyecek düzenlemelere gidilmiştir. Devlet işlerinde yetki büyük ölçüde padişaha ait olsa da icra kısmında vezirler ve diğer üst bürokratlar (örneğin sadrazam, defterdar, nişancı, şeyhülislam gibi) söz sahibiydi.

Klasik Osmanlı’nın askerî sistemi, iki temel kuruma dayanıyordu: devşirme askerî sınıfı ile timarlı sipahiler. Halil İnalcık’a göre, klasik dönemin “iki temel kurumu, kulluk (kapıkulu) ve tımar sistemleriydi” ve bu kurumlar “devletin askerî ve siyasi düzenini, vergi sistemini ve toprak mülkiyeti biçimlerini belirleyerek toplumsal ve siyasi yapısını bütünüyle tanımlamıştır”. Kapıkulu ordusu (yeniçeriler, acemioğlanlar vb.), padişahın doğrudan eline bağlı paralı askerlerden oluşuyordu; 16. yüzyıl boyunca hızla büyümüş ve ateşli silahlarla donatılmıştır. Örneğin, I. Süleyman döneminde yeniçeri sayısı yaklaşık 16.000 iken 1609’da 37.000’e çıkmış; buna karşın klasik sipahi sayısı aynı dönemde 87.000’den 45.000’e düşmüştür. Yayılan ateşli silah gereksinimine yanıt olarak devşirme dışında Türk asilzadelerin de yeniçeri ocağına alınması ve köylü gençlerin sekbân veya sarıca olarak ücretli asker yapılması gibi uygulamalar başlamış, bu da devşirme usulünü dönemin sonunda zayıflatmıştır. Timarlı sipahiler ise ayan olmadığı sürece geleneksel Ortaçağ silahları (yay, kılıç, mızrak) ile donanmış, fetih bölgelerine gaziler olarak yerleşerek toprak (tımar) elde eden bir sınıf oluşturmuştur. Bu sistem, fethedilen topraklar askerî görevlere bağlı tutulduğu sürece güçlü bir feodal düzümen yaratmış, ancak genişlemelerin durmasıyla bir yüzyılın sonunda çözülmeye başlamıştır. Dönemin Osmanlı yorumcuları bu kurumların bozulmasını imparatorluğun gerileme sebebi olarak belirtmişlerdir.

Toplumsal Yapı

Klasik Osmanlı toplumu hiyerarşik bir sınıf sistemine dayanmaktaydı. Camiadaki en üst kademede padişah ve vezirler (askeri-idari elit) ile ulumâ (dini liderler ve kadılar) bulunurken, ikinci kademede vergiyi ödeyen reâyâ sınıfı yer alıyordu. İnanç veya millet farkı gözetilmeden fethedilen halk reâyâ sınıfına dâhil edilirdi. Dönemin hukuk düzeninde, Nisârüddîn Tûsî’nin tabirleriyle, toplum “askeri sınıf” (sultan ve hizmetindeki yüksek memurlar) ve “reâyâ” (köylüler, zanaatkârlar ve gayrimüslimler) olarak ikiye ayrılmaktaydı. Reâyâ kendi içinde tımar sahipleri (sipahiler topluluğunun vergi verdiği köylüler) ile bütünüyle vergilendirilen kentliler veya çeşitli esnaf zümreleri olarak alt sınıflara bölünüyordu. Osmanlılarda elitler çoğunlukla askeri sınıf içinden çıkardı; sadrazamdan yerel beyler, yeniçeri ağalarından paşalara kadar herkes askerî-hizmet statüsündeydi. Ulema sınıfı ise ayrı bir hiyerarşi içinde şer’i hakemlik, eğitim ve vakıf düzeni işlerini yürütüyordu.

Kadınlar: Osmanlı’da toplumsal yaşamda kadınlar, İslâm hukukunun verdiği haklara sahip olarak hukukî bakımdan erkekle özdeştir. Şeri hükümlere göre kadınlar; evlenme, boşanma, miras gibi meselelerde kendi haklarına sahipti. Çalışmalar, Osmanlı hukukunun kadın-erkek eşitliğini temel aldığını vurgular. Örneğin boşanma ve miras hukukunda bazı farklılıklar dışında, erkeklere tanınan hak ve yükümlülüklerin kadınlar için de geçerli olduğu, kadınların haksızlığa uğradığında bizzat veya vekilleri aracılığıyla dava açabildiği bildirilmiştir. Harem hayatı özelinde siyasal etkinlikleri sınırlı olsa da bazı valide sultanlar (örneğin Kösem Sultan) gibi istisnalar da söz konusudur.

Gayrimüslimler: Osmanlı toplumunda Hıristiyan ve Musevi topluluklar, devletin millet sistemi içinde örgütlenmişti. Her cemaat (Rum Ortodoks, Ermeni, Yahudi vb.) kendi dini lideri aracılığıyla iç işlerinde özerk kalır, kendi okullarını ve hayır kurumlarını oluştururdu. Aynı zamanda bu topluluklar cizye ve haraç gibi ayrı vergiler öder, askerlikten muaf tutulurdu. (Not: Tanzimat dönemine kadar gayrimüslimler devlete askerlik yapmamış, 19. yüzyılda sınırlı zorunlu askerlik getirilmiştir.) Gayrimüslimler vergi sınıfı içinde bulunurken, anayasal eşitlik vaat edilse de uygulamada çoğu zaman tam eşit davranılmamıştır.
Köylüler: Osmanlı nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan köylüler genellikle timar veya zeamet sahibi sipahilerin kullandığı topraklarda ikamet ederdi. Kendilerine verilen tahsisler karşılığında vergi öder, gerektiğinde askerî seferlere piyade olarak katılırlardı. Tarıma dayalı bu toplumsal tabaka, imparatorluk ekonomisinin belkemiğini oluşturdu. Köylülerin durumu döneme göre değişmekle birlikte 16. yüzyılda göreceli istikrar yaşanmış, 17. yüzyıldan itibaren bazı bölgelerde vergi yükleri artmış ve el değiştirmeler artmıştır.
Elitler (askerî-sivil sınıf): Osmanlı elitini padişahın ve ulemânın yanı sıra yüksek bürokrasi (sadrazamlar, defterdarlar, nişandârlar vb.) ile kapıkulu askerî sınıf (örneğin yeniçeriler ve silâhdar ağaları) oluşturuyordu. Bu sınıfın üyeleri devletten maaş alır, imtiyazlı statüdeydi. Örneğin yeniçeriler ve sipahiler askeri serdengeçtiliğiyle öne çıkarken, ulema sınıfı hukuki, eğitimsel ve dinî otoriteyi temsil ederdi. Bu elit çevreler toplum üzerinde önemli nüfuz sahibiydi.

Kültürel ve Dinî Miras

Osmanlı İmparatorluğu kültürel açıdan zengin bir miras bırakmıştır. İmparatorluk sınırları en geniş döneminde Kuzey Afrika’dan Balkanlara, Orta Doğu’dan Hazar’a kadar uzanmış; her coğrafyada Osmanlı geleneğini yansıtan eserler ve kurumlar ortaya çıkmıştır. Bu kapsamda en çarpıcı miras, özellikle 16. yüzyılda gelişen Osmanlı mimari geleneğidir. Klasik Osmanlı mimarisi Bizans (Ayasofya) ve İslâm öncüleriyle birleşerek karakteristik külliyeler, camiler, medreseler ve saraylar ortaya koymuştur. Örneğin Edirne’deki Sinan eseri Selimiye Camii, Osmanlı dönemi mimarlığının zirvesi sayılır. Mimar Sinan’ın kubbeli külliyeleri (Fatih, Bayezid, Şehzade, Süleymaniye gibi) İstanbul siluetini hâlâ süslemektedir. Görüntüdeki Selimiye Camii, ünlü camiî külliyelerden biridir (Mimar Sinan tarafından 1569–75’te yapılmıştır). Bu yapı tüm düzeni ve ustaca işlenmiş süslemeleriyle Osmanlı estetiğinin tipik bir örneğidir (Sultan II. Selim Camii, Edirne).
Osmanlı mimarî geleneğinin doruk örneklerinden Sinan’ın Selimiye Camii (Edirne, 1569–75) hâlen ihtişamını korur. Sinan’ın İstanbul’daki Süleymaniye ve Şehzade gibi külliyeleri de benzer ustalıkla inşa edilmiş, Osmanlı İmparatorluğu’nun büyüklüğünü mimarî miras olarak yansıtan yapılaşmalardır.

Sanat alanında da Osmanlılar zengin bir kültür bıraktılar. Seramik, çini ve hat sanatı bu geleneğin parçasıdır. Örneğin 15. yüzyıl Suriye veya Mısır üretimi bir fritware (şakak çinisi) testi, inci ve bitki motifleriyle süslenerek döneminin yüksek el işçiliğini gösterir. Ayrıca divan şiiri, musikî, minyatür gibi yüksek kültür dallarında döneminin önde gelen eserleri verilmiştir.
15. yüzyıla tarihlenen Osmanlı-Memlük dönemine ait bu seramik su matarası, ince çini süslemesiyle İslâm sanatının zengin mirasını yansıtır. Osmanlı çini ve hat sanatı, saray ve camilerdeki mekanları öylesine süslemiştir ki, bugün dünyanın birçok müzesinde bu eserlerden örnekler sergilenir. (Şakak çini, Suriye veya Mısır, 15. yy.)

Dinî açıdan Osmanlılar Sünni-İslam geleneğini imparatorluğun egemen inancı olarak kabul etmiş, 16. yüzyılda Mısır’ın fethiyle halifelik unvanını da devralmışlardır. Böylece padişah “İslam halifesi” olarak, İslam dünyasında sembolik bir liderlik iddiası kazanmıştır. Dinî gruplar için hoşgörülü bir yönetim uygulamışlar; Yahudi ve Hıristiyan topluluklara kendi kimliklerini koruyarak yaşama imkânı tanımışlardır. Ayrıca Osmanlı bürokrasisinde tekkeler (dergahlar) ve şeyhlerin toplumsal rolü önemli olmuş, tasavvuf gelenekleri halk kültürüne derinlemesine nüfuz etmiştir. Sonuç olarak Osmanlı’dan kalan kültürel ve dinî miras hem estetik alanda (mimari, sanat, edebiyat) hem de toplumsal yaşam biçimlerinde günümüze kadar etkisini sürdürmüştür.

Modernleşme ve Islahat Hareketleri (Tanzimat, II. Abdülhamid, Meşrutiyet)

19. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti Batı’nın güçlenişi ve iç sorunlarla karşılaşmış; imparatorluğu korumak amacıyla pek çok ıslahat (modernizasyon) hareketi başlatmıştır. En kapsamlısı Tanzimat Fermanı (1839, Gülhane Hatt-ı Şerif) ile Hatt-ı Hümayun (1856) ilan edilerek Orta Doğu’da yeni hukukî ilkeler getirilmiştir. Dönem uzmanlarına göre Tanzimat’ın asıl gayesi Avrupa güçlerinin baskısı altında imparatorluğu ayakta tutmaktır. Osmanlı yönetimi, askeri yapı, merkezî idare ve toplum hayatında köklü değişikliklere gitmiştir. Örneğin 1842 ve 1869’da ordu düzenlemeleri yapılmış, rüşveti engellemek için merkezi otorite güçlendirilmiş ve fethedilen eyaletlerde vilayet sistemi kurulmuştur. Tanzimat ile gailtipl hukuk (mülki, medeni kanunlar), mahkemeler ve adalet sisteminde reformlar getirilmiş; askerliğin modern ordular gibi düzenlenmesi için askerî okullar açılmıştır. Eğitim alanında 1846’dan sonra devlet okulları (ilkokul, ortaokul, 1869’da zorunlu ilkokul) teşvik edilmiş, 1846’da Maarif Nezareti kurulmuştur. Ayrıca basın ve cemiyet hayatında kısmi özgürlükler tanınmış, azınlıklara haklar sözü verilmiştir. Ancak uygulamada bu reformlar sosyal ve ekonomik sorunları tamamen çözememiş, Hıristiyanlara vaat edilen pek çok ayrıcalık zamanında hayata geçirilememiştir.

1876’da I. Meşrutiyet ilanıyla kısa süreli bir anayasal deneyim yaşanmış (Kanun-i Esasi) ancak Balkan yenilgileri ve iç kargaşalar nedeniyle geri çekilmiştir. Onun yerine tahta geçen II. Abdülhamid (1876–1909), padişah merkezli istibdat yönetimi kurarak geleneksel merkeziyetçi uygulamaları sürdürmüştür. Britannica’ya göre Tanzimat’ın özü merkeziyetçilik olduğu için II. Abdülhamid Tanzimat’ın bir nevi devamı olarak değerlendirilebilir. Abdülhamid döneminde ordunun ve idarî mekanizmanın geliştirilmesi, Jandarma teşkilatının kurulması ile iletişim altyapısının (telgraf, demiryolları) inşası yoğunlaşmıştır. Öte yandan padişah, muhalefeti bastırmak için yoğun bir gizli polis-mismar şebekesi kurmuş; toplumsal muhalefeti dağıtmakta sert tedbirler almıştır. Basın ve siyasî partilere yönelik sansür ve baskı politikası bu yıllarda belirgindir. Örneğin 1894–96 yılları arasında Ermeni halkına karşı yapılan katliamlar, Abdülhamid’e “Kızıl Sultan” lakabı kazandırmıştır. Bununla birlikte eğitim ve hukuk reformları da sürdürülmüştür. II. Abdülhamid döneminde İstanbul Üniversitesi 1900’de yenilenmiş; Abdulhamid’in sadrazamı Mehmed Said Paşa önderliğinde bazı kanun değişiklikleri yapılmıştır. Ekonomik alanda ise Alman sermayesiyle Anadolu ve Suriye’de demiryolları inşa edilmiş, Şam-Medine hattını kapsayan Hicaz Demiryolu İslam dünyasından toplanan bağışlarla döşenmiştir. Bu adımlar, merkezi otoritenin güçlendirilmesini amaçlamış; ancak padişahın meclisi feshetmesi ve hürriyet taleplerine sert tepki vermesi halkta huzursuzluk doğurmuştur.

1908’de II. Meşrutiyet ile Anayasa geri getirilmiş, İttihat ve Terakki Cemiyeti iktidara gelmiştir. Bu dönemde Meclis-i Mebusan açılmış, partiler ve gazeteler serbestleşmiş; liberal fikirlere yer veren bir döneme girilmiştir. (Bu dönemdeki reformlar genellikle genç Osmanlı (CUP) liderlerinin girişimleriyle sürdürülmüş, 1910’ların ortasına kadar süren istibdat yeniden sona ermiştir.) Sonuçta Osmanlı 19. yüzyıl boyunca Batı tarzı kurumları ve kanunları kısmen benimsese de, merkezi gücün korunması ve imparatorluğun bütünlüğü daima birincil hedef olmuştur.

20. Yüzyılda Dağılma Süreci ve İmparatorluk Sonrası Miras

19. yüzyılın sonuna gelindiğinde Osmanlı’nın “hasta adam” dönemine girildiği görülmüştür. 1912–13 Balkan Savaşları’nda imparatorluğun Avrupa’daki son geniş toprakları kaybedilmiştir. Ardından I. Dünya Savaşı’nda İttifak Devletleri safında savaşa katılan Osmanlı, savaş sonu yenilgisiyle Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetmiştir. Sevr Antlaşması (1920) ile imparatorluk fiilen bölünmüş, 1922’de ise saltanat kaldırılarak Osmanlı hanedanına son verilmiştir. Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Türk Kurtuluş Savaşı zaferiyle Türkiye Cumhuriyeti 1923’te kurulmuş, böylece Osmanlı’nın anayasal mirası yeni bir cumhuriyet içinde vücut bulmuştur.

İmparatorluk dağıldıktan sonra Osmanlı mirası farklı coğrafyalarda çeşitli şekillerde sürmüştür. Türkiye, şeri hukuk yerine laik hukuk sistemine geçerken, memur sivil yönetim geleneği (Meclis, ordu, bürokrasi) Osmanlı’dan devralınmıştır. Öte yandan Arap yarımadası ve Kuzey Afrika’da yeni bağımsız devletler kurulmuş veya manda rejimlerine girilmiştir. Balkanlar’da bağımsız krallıklar ortaya çıkmış; Ortadoğu’da sınırlar milliyetçi veya bölgesel dinamiklere göre yeniden çizilmiştir. Kültürel açıdan İstanbul’un kozmopolit geçmişi ve sanat eserleri, dünya mirası olarak önemini korumaktadır. Dinî miras olarak ise Türkiye 1924’te halifeliği kaldırmakla Osmanlı halifeliğine son vermiş, laik reformlar yapmıştır. Bununla beraber Osmanlı’nın kültürel çeşitliliği ve kurum gelenekleri (vakıf sistemi, tıp ve mühendislik okulları vb.) Cumhuriyet döneminde etkisini hissettirmiştir. Kısacası, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma süreci imparatorluk mirasını Türkiye Cumhuriyeti’nin doğumunda ve yeni kurulan devletlerin kuruluşunda dönüştürerek devam ettirmiştir.

Sonuç

Bu incelemede Osmanlı İmparatorluğu’nun 14. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan tarihî serüveni, kuruluş ve hanedan yapısından başlayarak siyasal, askerî ve toplumsal kurumları ele alındı. Worringer’in de belirttiği gibi, Osmanlı çok yönlü bir gelenekten beslenmiş; klasik dönemde timar ve kapıkulu sistemleriyle güçlü bir yapı kurmuştur. Toplumsal yapısı, güçlü bir elit sınıf ile kadını ev içi haklarla donatan bir toplumsal düzen sunarken, gayrimüslimler için de özerk “millet” kurumlarını tesis etmiştir. Kültür ve din alanında ise Selçuklu’dan devralınan mimarlık üslubu ve İslâmî sanatların en parlak eserleri ortaya çıkmıştır. 19. yüzyılda Tanzimat ile başlayan modernleşme çabaları, Osmanlı’yı anayasal yönetim denemelerine ve yönetim reformlarına yöneltmiş; II. Abdülhamid’de merkeziyetçi otorite gücünü pekiştirmiştir. 20. yüzyıldaki dağılma sürecinde Osmanlı toprakları elden çıkmış, savaşlar ve antlaşmalar imparatorluğu sona erdirmiştir. Ancak geriye bıraktığı kültürel, hukuki ve kurumsal miras, özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nde izlerini sürdürmüş; Osmanlı mirası akademik literatürde bugün hâlâ araştırılmaktadır.

Bu çalışmanın ana kaynağı olan Renée Worringer’in The Ottomans: A Short History metni, Osmanlı tarihini özetleyerek bu analiz için bir temel sağlamıştır. Bunun yanı sıra Halil İnalcık, Ekrem Buğra Ekinci gibi tarihçilerin eserleriyle Britannica ansiklopedisi gibi güvenilir kaynaklardan alınan bilgiler çalışmayı desteklemiştir. Her bir döneme ilişkin vurgulanan kurumlar ve değişimler, kaynakçadaki referanslarla belgelenmiştir.

Kaynakça

  • Buğra Ekinci, E. (2018). Fratricide in Ottoman Law. Belleten, 82(295), 121–143.
  • Britannica, Encyclopaedia. (2025). Ottoman Empire (summary). Encyclopaedia Britannica.
  • Britannica, Encyclopaedia. (2025). Ottoman Empire: The Tanzimat Reforms, Modernization, and Equality. Encyclopaedia Britannica.
  • Britannica, Encyclopaedia. (2025). Ottoman Empire: Abdulhamid II, Reforms, Autocracy. Encyclopaedia Britannica.
  • İnalcık, H. (1973). The Ottoman Empire: The Classical Age 1300–1600. Weidenfeld & Nicolson.
  • İnalcık, H. (2007). Osmanlı Beyliği’nin Kurucusu Osman Beg. Belleten, 71(261), 1–84.
  • Köse, E. (2002). Osmanlı Devleti’nde Kadınların Hak Arama Kültürü. II. Türk Hukuku Tarihi Kongresi Bildirileri, 293–303.
  • Shaw, S. J., & Yapp, M. E. (2025). Ottoman Empire: Tanzimat Reforms, Modernization, and Equality. Encyclopaedia Britannica.
  • Shaw, S. J., & Yapp, M. E. (2025). Ottoman Empire: Abdulhamid II, Reforms, Autocracy. Encyclopaedia Britannica.
  • Worringer, R. (2021). The Ottomans: A Short History. University of Toronto Press.
  • de Bruijn, J. T. P., & Schimmel, A. (2023). Ottoman art. Encyclopaedia Britannica.

  •  

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.