Antik Yunan’da Günlük Hayat Üzerine Yüksek Lisans Seviyesinde Akademik İnceleme


Kitabın Adı:
Antik Yunan’da Günlük Hayat  
Yazar             :
Robert Garland

Çevirmen:
Sayfa:
432 
Cilt:
Ciltsiz 
Boyut:
13,5 X 21 
Son Baskı:
08 Ekim, 2024 
İlk Baskı:
08 Ekim, 2024 
Barkod:
9786253891138 
Kapak Tsr.:
Editör:
Kapak Türü:
Karton 
Yayın Dili:
Türkçe 
 
Orijinal Dili:
İngilizce 
Orijinal Adı:
Daily Life of the Ancient Greeks   











Antik Yunan’da Günlük Hayat Üzerine Yüksek Lisans Seviyesinde Akademik İnceleme

Robert Garland’ın Antik Yunan’da Günlük Hayat Adlı Eseri Üzerine İnceleme

Giriş

Garland’ın Antik Yunan’da Günlük Hayat adlı çalışması, antik Yunan toplumunun yalnızca siyaset veya savaşlarla değil, gündelik aktivitelerle de şekillendiğini vurgular. Yazar, kitabına giriş bölümünde antik Yunan dünyasının büyük şehir-devletler (polisler) ve özgül durumlarının çeşitliliğine dikkat çeker. Örneğin, “Antik Yunanlılar” dendiğinde genellikle Atinalı veya Spartalı yaşamından söz edildiğini belirtir ve bu nedenle eserinde ağırlıklı olarak Ege bölgesindeki verilerle, özellikle Atina örneğiyle ilgilenir. Edebiyattan (örneğin Homeros’un İlyada ve Odysseia’sından) yararlanarak Atina ve Sparta gibi merkezlere odaklanır; pek çok bilgi kaynağının elit erkeğe ait olması nedeniyle günlük yaşamı aktarmanın zorluklarını açıkça vurgular. Garland’ın ifadesine göre, elimizdeki yazılı veriler “çoğunlukla refah içindeki, boş vakitli, yetişkin erkek yurttaşların ürünüdür”. Dolayısıyla kadınlar, köleler ve köylerde yaşayan yoksullar hakkında bilgilerimiz çok sınırlıdır. Bunun da ötesinde, antik toplumlar kayıt tutmadığından yaşam koşulları arkeolojik buluntularla (çanak çömlek, kalıntılar) ve mitolojik/edebi anekdotlarla dolaylı yoldan anlaşılmaktadır. Toplumun temel yapısını anlamak için arkeolojiye (örneğin ev planları ve vazolar) ve antik kaynaklara birden çok açıdan bakar. Daily Life of the Ancient Greeks eserinin amacı, bu farklı kanallardan derlenen verilerle Yunanlıların gündelik dünyasına ayna tutmaktır; bir eleştirmen bu çalışmayı “Antik Yunan’da günlük toplumu gösteren tek ciltlik en iyi çalışma” olarak övmüştür. Garland’ın analizi, arkeolojik ve edebi kanıtları bir araya getiren geniş bir perspektife dayanır; ancak her zaman antik çağın elitçi yapısını hatırlatarak genellemelere temkinle yaklaşır.

Sosyal Yapı

Antik Yunan’da toplum katmanları belirgindi. Kadınlar genellikle patriyarkanın gölgesindeydi. Garland’a göre Yunan toplumu “cinsiyetçi ve erkek egemen” bir yapıya sahipti; yazılı kaynaklarda kadınların rolü en çok üreme ve ev-idare ile sınırlıdır. Homeros’ta dahi Penelope’ye yapılan “dokumak kadar kadın işi” vurgusu, kadınların çekirdek aile dışında kamusal alanda kısıtlanmasını gösterir. Ancak son çalışmalar, örneğin Kadınların yalnızca tarlada veya evde değil de kadınlar arası bir araya gelerek de sosyal yaşamlarını sürdürdüklerini gösteren vazolarla bu katı görüşü yumuşatmaya başladı. Yine de Garland, **kadınların resmi toplumsal statüsünün “politika ve hukuk karşısında hiçbir varlıkları” olmadığını vurgular. Ev içinde yönetici olsalar da, dışarıda hak taleplerinde bulunamaz; dolayısıyla kişilikleri yasal olarak erkeğin koruması altındadır.

Erkekler ise şehrin hem ekonomik hem politik omurgasını oluşturan sınıftır. Aristo’ya göre her Yunan kentinde aristokrasi hâkimdir ve Atina’da demokrasiye rağmen soylular uzun süre güçlerini korudular. Solon reformlarıyla herkesin ekmeğini kazanacağı bir meclise girme hakkı tanınsa da, bu hakla etkin karar mekanizmalarına katılmak ayrıcalıklıydı. Örneğin Yoksullar sınıfı (thetes) Atina deniz gücünün temelini oluşturunca meclise girse de, uzun süre yönetici mevkilere aday olamadılar. Düşük sınıfa mensup aydınlar (thetes) ancak M.Ö. 4. yy’da siyasi makamlara çıkabildile. Kısacası, tüm erkek yurttaşlar oy kullanabilse de gerçek siyasal etkinlik büyük ölçüde zengin ve soylulara aitti. Ekonomik açıdan ise erkeklerin çoğu yetişkinlik yaşına gelince askerlik ve meclis gibi ortak görevler üstlenir; böylece hem kamusal hem özel alanın belirleyicisi olurlar.

Çocuklar toplumsal yapıya erken dahil olurlardı. Evdeki yapının bir parçası kabul edilir, doğumdan itibaren belirli ritüellerle kültün içine alınırdı (örneğin bebek beşinci gününde ev tanrıları önünde dolaştırılırdı). Çocukların çoğu erkek ve erkek yurttaş olarak yetiştirilirdi, kızların eğitimi ise temelde ev işlerine yönelikti. Ancak yüksek ölüm oranları nedeniyle genellikle bekar çiftlerin en az dört-beş çocuk yapması gerekirdi; bu sorumluluğu evlilik törenindeki kurban ve dualar da vurguluyordu.

Köleler Yunan toplumunda yaygındı ve hemen her zengin evde bulunurdu. Garland, kölelerin günlük yaşamdaki rollerinden de bahseder. Örneğin, kölelerin önemli bir kısmı okur-yazardı: “Bazı kölelerin işi, finansal işlemlerin hesaplarını tutmak ya da efendilerine yüksek sesle okumaktı. Köleler ayrıca edebi eserlerin çoğaltılmasını da gerçekleştiriyordu”. Bu sözler, köle emeğinin yalnızca ham işçilik değil, aynı zamanda muhasebe ve kültürel üretim alanında da kullanıldığını gösterir. Buna rağmen, kaynaklar çoğunlukla yurttaş erkeklere ait olduğundan kölelerin özel yaşamlarına dair bilgilerimiz sınırlıdır. Garland da girişte, yazılı kaynaklarda köleler hakkında neredeyse “hiçbir şeyin yer almadığını” vurgular.

Yabancılar (Metikler), yani başka şehirlerden gelip sürekli yaşayan özgür göçmenler, özellikle Atina’da dikkate değerdir. Metik terimi “yerli olmayanı” tanımlar ve bu kişiler kent dışında doğup kent içinde mesken tutanları kapsar. Atina’nın imparatorluğu ve ticari önemi nedeniyle çok sayıda metik vardı; nüfuslarının %10-20’sini oluşturdukları tahmin ediliyor. Metikler, vatandaşa tanınan haklara sahip değillerdi: her metik mutlaka bir yurttaşın himayesine girmeli, yıllık bir metoikyon vergisi ödemeli ve askerlikte sadece acil durumlarda görev almalıydı. Buna karşılık ticari ve zanaat faaliyetlerine katılabilir, loncalarda yer alabilirlerdi. Özetle metikler, kent ekonomisine önemli katkı sağlar ancak siyasi katılım hakları olmadan yaşamlarını sürdürürlerdi.

Aile ve Ev Yaşamı

  • Ev(hane), Yunan toplumu için temel birimi oluştururdu. Her evin bir oikos olarak kutsal bir yönü vardı; evin reisi genellikle o evin başrahibi sayılırdı. Bunda çocukların gördüğü amphidromia töreninde babanın bebeği kutsal ocak etrafında dolaştırarak Hestia’ya sunması gibi adetlerin etkisi büyüktü. Arkeolojik kazılarda bulunan Olimpos ve Olynthos evlerinde, avlularda her daim ateşin korunduğu, birkaç tanrıya adanmış sunaklar yer alır; örneğin bir depoda Zeus Ktesios’un eşi benzeri görülmeyen çömlek formundaki heykelcikleri olduğu, avluda ise Zeus Herkeios için küçük tapınaklar bulunduğu anlaşılmıştır. Yani evde Hestia ve diğer ev tanrılarına günlük sunak kurbanı adanır; evin en yaşlı oğlu bu tapınma görevlerini üstlenirdi.
  • Ebeveynlik ve doğum: Yeni doğan bir çocuk beşinci gününde kutsal kabul edilirdi; önce evin dış kapısına asılan bir zeytin dalı (erkekse) veya yün topu (kızsa) ile o evin ritüel olarak “kirli” olduğu ilan edilir, ardından çocuk ocakta Hestia’ya tanıtılırdı. Doğan erkek çocuğun büyükbabasının adını alması yaygın bir gelenekti, bu da soyun devamına verilen önemi gösterirdi. Zengin aileler bebeklerin beslenmesi için ıslak hemşire kiralardı; örneğin M.Ö. 13’te Mısır’da bulunan bir papirüste Atinalı bir annenin hizmetçi Didyma’ya süt emzirmesi karşılığında “her ay on gümüş drahma ve yarım litre yağ” ödeyeceği yazılıdır.
  • Evlilik: Evlilikler esasen aile soyunu sürdürmek üzerine kuruluydu. Düğün töreni sırasında babanın ve damadın çocuk doğurmak üzerine sözleri dikkat çekicidir. Nikaia Hukuku’ndan bir evlilik akdinde baba kızını kocaya verirken “Bunu, babasının ve anasının soyunu sürdürecek çocuk doğurması için sana veriyorum” der; damat “Kabul ediyorum” diye yanıtlar. Garland, evliliği “kadının kocasına mümkünse erkek evlat verebilme” sözüne dayalı görür. Evli kadının “öncelikli görevi, kocasına soy devamı için erkek evlat sağlamaktır” şeklinde tanımlanmıştır. Nitekim yüksek bebek ölüm oranı nedeniyle her çiftin sağlıklı birkaç çocuk yapması beklenirdi. Bu amaçla tıp otoriteleri bile kadınlara sık ilişki tavsiye etmiş, “ilaçlı içeceklere kıyasla kadınlar seks yaptıkça daha sağlıklı” olduğunu yazmıştı. Ancak doğum Yunan kadını için yüksek riskli bir olaydı; hijyenik koşulların zayıf olması ve genç yaşta doğumla bağlantılı olarak pek çok kadın veya bebek yaşamını kaybetmiştir.
  • Kadınların ev içindeki rolü temelde hanehalkını yönetmekten ibaretti. Ebeveynlik, ev düzeni ve dokumacılık gibi işler genellikle kadınlara aitti. Bu arada, resmî hiyerarşide tüm güç erkekte olsa da, evin geçimi için kadınlar da ev ekonomisine katkıda bulunurlardı. Garland’ın anlattığına göre evlilik ve çocuk doğurma görevleri nedeniyle kadınlar “tamamiyle kamusal ve hukuki bir kişiliğe sahip değillerdi”. Sonuç olarak, hane içinde büyük sorumluluk taşısalar da yasalarda adı yoktur; kocaları veya vasi erkek aile bireyleri onlar adına karar verir. Bütün bu yönleriyle Garland, antik Yunan hanesinin aşiret temelinden kentli çekirdek aile modeline geçişini ve kadınların bu süreçteki içe dönük konumunu ayrıntılarıyla irdeler.

Ekonomi

Antik Yunan ekonomisi esasen tarım, hayvancılık ve zanaat faaliyetlerine dayanıyordu, merkezi planlama ya da modern ölçekte ekonomik yönetime rastlanmazdı. “Ekonomi” (oikonomia) kelimesinin kökeni hane yönetimine işaret etse de, Yunanlılar modern ekonomiler gibi devlet bütçesi veya makroekonomi kavramlarından uzaktı. Temel kaygı, toplumun en kritik gıdası olan tahılın teminat altına alınmasıydı; fiyatlar arz-talep koşullarına göre dalgalanır, savaş veya kıtlık dönemlerinde halk sıkıntıya düşerdi. Örneğin Peloponez Savaşı sırasında Atina köyleri düşman saldırılarıyla harap olunca kent ciddi bir kıtlık ve finansal bunalıma girmiş, şehir neredeyse iflas etmişti. Yine sınırlı olmakla beraber para kullanımı MÖ 6. yüzyılda Lydia’da başladıktan sonra Yunan dünyasına yayılmıştır; öncesinde çoğu alışveriş kıyasıya (özellikle barış zamanlarında) mallarla takas yoluyla yapılırdı.

Üretim cephesinde köylü nüfusu yağ, şarap, arpa ve buğday gibi ürünler yetiştirirken, şehirlerde zanaatkâr ve tüccarlar faal oldu. Vazolardaki sahneler, Arnavutluk’tan Kıbrıs’a pek çok sahil kentinde atölyelerin bulunduğunu gösteriyor. Garland, günlük yaşam tasvirlerinde odunculuktan ayakkabı yapımına, silah üretiminden parfüm yapımına kadar çeşitli işler gördüğümüzü yazar. Özellikle zeytinyağı ve şarap üretimi toplumun temel zanaatları arasındaydı. Tüketimde sınıf ayrımı belirgindi: Zenginlerin sofraları daha çeşitliyken yoksullar temel besinlerle geçinmek zorundaydı. Öte yandan, köle emeği ekonominin vazgeçilmez bir parçasıydı. Yoksul bir ailenin bile en az birkaç kölesi bulunur, bu kişiler evde aşçı, çocuk bakıcı veya zanaat asistanı; tarlada işçi olarak çalışırdı. Garland’a göre literasi ve hesap işleri bile bazen kölelere emanet edilirdi. Örneğin gelir-gider hesaplarını tutan veya edebi metinleri çoğaltan köleler vardı. Böylece Yunan ekonomisi hem hanehalkı yönetimi hem de köle emeğiyle şekillenen çok katmanlı bir yapı oluşturuyordu.

Din ve Kültür

Antik Yunan’da din, hem kamusal hem de özel yaşantının ayrılmaz parçasıydı. Kişisel ve ev içi din açısından her hane kendi tanrılar topluluğuna sahipti. Bir halk uzmanına göre “hane halkı, her Yunan topluluğu gibi, bir dini birimdir” ve evin reisi aynı zamanda evin başrahibi sayılırdı. Arkeolojik bulgular Atina dışında bile evlerin avlularında küçük tanrı sunaklarına rastlandığını gösterir; örneğin Olynthos’ta ortaya çıkarılan evlerde avluya konmuş sunakların ve Zeus Ktesios heykelciklerinin varlığı bilinmektedir. Evde üç ana tanrı ilgi görürdü: Zeus Ktesios (evin malvarlığına koruyucu), Zeus Herkeios (sınırların koruyucusu) ve Apollon Agyieus (kapı eşiğinin koruyucusu). Her birinin evde belirli bir tapım yeri vardı; örneğin Zeus Ktesios depoda, Herkeios avluda, Agyieus ise kapı bitişiğindeki küçük bir sunakta yer alırdı. Ayrıca evin merkezi ocak ateşi Hestia’ya adanır, yeni gelin ve yeni doğan çocuk Hestia önüne tanıtılarak aileye kabul edilirdi. Tüm bu günlük dualar ve kurbanlar, ailenin ve mülkün refahı için düzenli olarak gerçekleştirilirdi. Kutsal bakımdan bir arada olan hane halkı bu ritüeller sayesinde hem bir topluluk hem de bir aile olarak aidiyet hissederdi; Garland’a göre bu durum köle-efendi ilişkisini bile hafiften yumuşatır, çünkü ev tanrılarının “hanenin refahının bir parçasının kölelerin iyiliğine bağlı olduğunu” sürekli hatırlatır.

Resmi din ve festivaller ise şehrin bütün yurttaşlarını kaynaştıran büyük olaylardı. Yazar, dinin Yunan toplumunda bütünleştirici bir gücü olduğunu belirtir. Örneğin Atina’nın Panathenaiya ve Dionysia gibi büyük devlet festivalleri, neredeyse tüm erkek yurttaşları tanrıları anmaya toplardı. Aynı şekilde, Atina’nın her demesi (semt bölgesi) kendi koruyucu tanrısına adanmış yerel panayırlar düzenler, semt sakinlerini bir araya getirirdi. Dolayısıyla Yunanlı kimliğinde ortak dinî gelenek büyük yer tutar; bir olağanüstü olay sırasında dahi (MÖ 480’in Pers savaşı yıllarında) Atinalılar ve Spartalılar aynı ritüelleri yerine getirdiklerini söyleyerek “Yunan kimliği”ni vurgulamışlardır. Bu genel inançlar değişkendi: Örneğin bir şehir zafer kazandığında ya da kuraklık gibi felaket atlattığında yeni tanrılar benimsiyor, bazen eski sunakları yeni isimlere kiralıyor veya satabiliyordu. Kısacası, antik Yunan panteonu sabit değil; savaş ve felaket gibi toplumsal kırılmalar dinî değişimlerin motoru işlevi görmüştür. Bu çerçevede büyük tapınaklar (Atina’da Parthenon gibi) şehri simgeler, ustura benzeri mütevazı ev tapınaklarıysa günlük inancın yansımasıdır. Garland, “paylaşılan dinî kimliğin” Helenleri birleştiren temel unsurlardan biri olduğunu vurgular.

Her toplumun ve hanenin bu ritüel pratiği, doğumdan ölüme kadar her aşamada belirgindi. Örneğin, önceden söz edildiği gibi bebek onuncu günde isim alırdı; ilk erkek çocuk genelde büyükbabasının adını taşırdı. Evlilik ritüelleri de doğurganlık yeminlerine dayanırdı. Ölen her yurttaş için hem aile içinde hem de devlet çapında törenler düzenlenirdi (ki Private Life bölümünde cenaze ritüelleri ayrıca incelenir). Sonuç olarak, Garland’ın çalışması antik Yunan dini yaşamını yalnızca tapınaklar ve kahin mitlerinden ibaret görmez; aksine “ev tanrılarından” ortak devlet şenliklerine kadar uzanan çok katmanlı bir dünya olarak yansıtır. 

Yurttaşlık ve Siyaset

Antik Yunan’da yurttaşlık yalnızca oturdukları kentin olan erkeklere tanınmış bir haktı. Tam vatandaşlık (politik söz sahibi olma) hakkı doğuştan gelen bir ayrıcalıktı ve bu hak kamu toplantılarında mevcuttu. Örneğin MÖ 6. yüzyıldan itibaren Atinalı tüm erkek vatandaşlar, meclise (ekklêsia) katılma hakkına sahipti. Ancak bu katılımın derecesi gelir düzeyiyle sınırlıydı: Yoksullar (thetes), deniz gücüyle birlikte önem kazandıkları halde, hala üst düzey görevlerde (magistrat veya meclis üyesi olarak) aday olamıyorlardı. Perikles sonrasına kadar seçimler hâlâ varlıklı kesimlerin elindeydi. Garland’a göre Atina’da demokrasi ilan edilse bile asırlarca seçkinler toplumu yönetmeye devam etti: “Perikles ve Efialtes’in demokratik reformlarına rağmen Athenai toplumu hâlâ elit kalmaya devam etti… aristokratlar ekonomik, politik ve sosyal statülerini kullanarak meclisi uzun süre egemenlikleri altında tuttular”. Hemen tüm Yunan şehirlerinde soylular zengin ve soylu olanları “en iyi sınıf” olarak görür, aşağı sınıfları dışlardı. Bu durum yurttaşlık kavramını çerçeveler: özgürlük ve söz hakkı esasen üst sınıfların ayrıcalığıydı ve alt sınıflar ancak belirli sınırlar içinde katılabilirdi.

Agora (pazar-yeri), Yunan kentlerinde günlük siyasetin merkeziydi. Atina’daki Agora, kenarlarda portikolar (stoa) olan, dört bir yanında mağazalar ve meclis binaları bulunan geniş bir meydandı. Gölgeli stoaların altında Athinalılar gün içinde sık sık toplanır, serbestçe konuşur ve politika üzerine tartışırlardı. Hatta Yunanca’da “agorazein” fiili “agorada gezmek, sosyalleşmek” anlamını taşır; tören ya da iş için değil, dışarıda vakit geçirmek ve muhabbet etmek için buraya gelinir, bazen sanat veya din hakkında tartışılırdı. Agora aynı zamanda yargılamaların ve toplantıların mekânıydı. Ekklêsia (halk meclisi) başlangıçta burada toplanırdı; fakat yeniçağdaki geniş katılımdan dolayı halk meclisinin asıl toplanma yeri önceki dönemlerde Pnyx Tepesi’ne taşındı. Dolayısıyla, Antik Yunan’da yurttaşlık demek, gündelik hayatta agorada bulunup kamu işleriyle meşgul olmak ve demokrasi oyununda (kadın ve kölelerin dışında) yer almak demekti. Nu gibi bir ifadeyle, bir yurttaş evrimci değil aktif bir katılımcıydı.

Siyasî kültürde demokrasi kavramı da eleştirilere açıktır. Garland’ın vurguladığı gibi, elit geleneğin devamı niteliğinde olan demokratik uygulamalar sınırlıydı. Örneğin Atina’da neredeyse tüm yurttaşlar oylama hakkına karışsa da, gerçek kararlar büyük ölçüde soylular tarafından belirlendi. Bu durum, yurttaşlığı toplumsal bir kimlik olarak tanımlar: politikaya katılmak bir ayrıcalıktı ve bu ayrıcalığın büyük bölümü nüfusun dar bir kesimine aitti. Garland’ın çalışması, “demokrasi” kavramının işleyişini bu sosyal çerçevede göstererek, yurttaş olmanın anlamını hem haklar hem de sınıfsal konum temelinde açıklar.

Eğitim ve Kültürel Hayat

Eğitim sistemi, antik Yunan’da devlet eliyle değil genellikle ailenin ya da vakıfların sağladığı öğretmenlerle yürütülürdü. İlköğretim: 7 yaş civarında başlayan okul (genellikle bir grammatistês adlı harf öğretmeni yanında) ve spor-müzik eğitimi, ancak yalnızca parası olan aileler tarafından karşılanabiliyordu. MÖ 5. yüzyıla kadar Atina’da kamu okulları olmadığından, kız çocuklar çoğunlukla köyünde kalıp ev işlerini öğrenir, erkek çocuklar ise okuyup yazabildiği sürece veya ücretleri ödendiği sürece okula devam ederdi. Buna karşın, erken demokrasinin bir gereği olarak yazı-yazma bilmez her yurttaşın etkisiz sayılacağı düşünülürdü; bu yüzden mütevazi örneklerde bile (örneğin Aristophanes’in komedilerinde) en alt sınıftan bir satıcının bile okuma-yazma bildiği ima edilir. Zengin aileler ek olarak öğretmenler tuttuğu için çocuklar çok çalışır, şiir ve tarih gibi edebiyat metinlerini ezberlerdi. Nitekim bir kaynak, atasını oğluna İlyada ve Odysseia’yı ezberleterek yetiştiren ebeveynin öyküsünü anlatır; Garrett’a göre Homeros, doğrudan günlük yaşamın parçası sayılırdı. Günlük eğitimde ezber, alıştırma ve mezuniyetsiz sınavlar öne çıkardı; örneğin kızların çoğunun yalnızca ev işleri öğrenmesi beklenirdi ve Sappho gibi az sayıdaki kadının bile başta eşya işlemek üzere sınırlı bir okuma-yazma eğitimi aldığı varsayılır.

Yüksek eğitim ve felsefe: Eğitilmiş Atinalılar için ileri düzey eğitim 16–18 yaşlarında başlardı. Atina okulunda sofistler, Aristoteles’in Lykeion’u, Platon’un Akademisi gibi kurumlar genç erkeklere ders verirdi. Garland, Athenai’nin Platon’un Akademisi ve Aristoteles’in Lykeion’u sayesinde Helenistik dönemde de felsefe merkezi haline geldiğini belirtir. Dolayısıyla halk arasında da tartışma kültürü yüksekti: Felsefeciler, Sokrates gibi, toplu içki davetlerinde (symposion) tartışmalar yapar; eğitim, edebiyat ve siyaset hayatında simgesel bir yer tutardı. Gerçekten de Garland, symposion adı verilen içki partilerinin antik Yunan eğitim, kültür ve siyaset hayatında kilit rol oynadığını vurgular. Bu sayede ahlak, politika, şiir ve mitoloji gibi konular üzerine hem düz yazılar (Platon diyalogları vb.) hem de şiirsel eserler (tragedya ve komedi oyunları) üretildi.

Tiyatro ve edebiyat: Antik Yunan’da tiyatro, kamusal hayatın önemli bir parçasıydı. Yazar, Yunan tragedya ve komedilerinin hemen tamamının Atina merkezli olduğunu belirtir. Drama, demokratik Atina’nın bir ifadesi haline gelmişti. Kuruluşu Homeros öncesine uzanan koro geleneğinden doğan Yunan tragedyası (tragoidia) ve komedisi, nihayetinde devletin düzenlediği festivallerde sergilendi. MÖ 6. yüzyılda Peisistratos döneminde Dionysos şenliklerinde merkezi bir yere yükselen drama, her yıl mart ayında düzenlenen “Büyük Dionysia”da sunulurdu. Bu dört günlük festivalde sahnelenen Aiskhylos, Sofokles, Euripides gibi tragedya yazarlarının yapıtları ile Aristophanes gibi komedyanın örnekleri, Atina halkının gurur duyduğu kültürel eserlerdi. Sahne düzenlemeleri bile dinsel temelliydi: Performans alanı orkestra ortasında Tanrı Dionysos’a adanan bir sunağın bulunması, tiyatronun kökeninde yatan dini ritüelleri simgeliyordu. Özetle, antik Yunanlılar için edebiyat ve sahne sanatı hem halkın eğlenme biçimiydi hem de topluluk bilincini güçlendiren ritüellerdi. Bu bağlamda, Garland M.Ö. 1. bin yıllık kültür birikiminde Homeros epiklerini en popüler edebî tür olarak görür; daha fazla antik metin yığını Homeros’un küçük bir parçasını içerir.

Günlük Yaşam Pratikleri

Garland’ın eserinde beslenme, giyim, eğlence, sağlık ve hijyen gibi gündelik pratikler de detaylı ele alınır.

  • Beslenme: Yunanlılar için yemek yalnızca hayatta kalma aracı değil, sosyal bir olaydı. İlyada’da Akhilleus’un yas tutarken yemek yemeyi reddetmesi, yemeğin sosyal psikoloji üzerindeki gücünü gösterir. Gündelik sofralarda genellikle günde iki öğün vardı: öğleyin hafif bir yemek (ariston), akşam ise ana yemek (deipnon) yenirdi. Yoksullar çoğunlukla buğday ekmeği, çorba, yeşil sebzeler, peynir ve arpa lapası ile beslenirken; varlıklı kesim daha çeşitli yemekler tüketiyordu. Ancak hiçbir zaman Roma sofrası gibi gösterişli olunmazdı. Savaş ve kıtlık dönemlerinde, nüfusun yaklaşık üçte biri açlık tehlikesiyle karşılaşırdı. Yunanlılar bu sorunlara bazen meslekten devlet memurlarının halkı unla desteklemesiyle (sitônai) çözüm arardı. Mutfakta yazın ateşli ocaklar, kışın iç mekânlarda taş saçlıklar kullanılırdı; bacaların gelişmemiş olması sebebiyle duman çatıda bir delikten çıkar, bu yüzden kömür yakılması tercih edilirdi Oturma düzeni de ilginçti: Zenginler genellikle kanepelerde yatar pozisyonda yemek yerdi; bu yüzden yiyecekler küçük lokmalar halindeydi ve çoğu zaman ellerle yenirdi (çatal yoktu, ekmek kaşık gibi kullanılırdı).
  • Giyim: Yunan giyimi sadelikle karakterizedir. Garland’a göre “antik giysiler aşırı uniform, aşırı işlevsel” idi. Modayı yansıtan sansasyonel kıyafetler hemen görülmez; ünlülik kazanan Alcibiades’in bile (mor pelerinleriyle anılır) dışındaki çok az istisna vardır. Konfeksiyon icadı da yoktu; herkes kendi yün veya keten kumaşından basit kesimli giysiler yaptırırdı. Böylece günlük kıyafetler temel işlevsellik ve ahlaki ölçülere göre belirlenir, taşrada sentetik, ayrıca genelev/ maskara unsurlarıyla ifade edilen bir moda bilinmezdi.
  • Eğlence ve sosyal yaşam: İnsanlar boş vakitlerinde sık sık kamusal alanlarda buluşurdu. Yukarıda belirtildiği gibi agorada dolaşmak konuşmak bir eğlenceydi. Bunun dışında, evlerde yapılan içki toplantıları (symposia) da seçkinlerin sosyalleşme mekânıydı. Bu toplantılarda müzikli oyunlar, şiir dinletileri yapılır, hatta felsefi diyaloglar yürütülürdü. Birçok erkek için atletizm de bir uğraştı; gençler gymnasium adı verilen spor sahalarında güreş, koşu ve atıcılık öğrenirken şehrin şenliklerinde düzenlenen Olimpiyat gibi panhellenik oyunlara katılma ümidiyle çalışırdı. Halk festivallerinde müzik ve dans zaten kamusal eğlencenin bir parçasıydı.

  • Sağlık ve hijyen: Genel olarak hijyen standartları düşük sayılırdı. Evlerde su nadir bulunur, sadece zenginlerin arada banyo yapabildiği belirtilir; kentlerde nadiren küçük hamamlar vardı ama Roma’daki büyüklükte değildi. Kanalizasyon sistemleri yetersizdi: Birçok evde su gideri yoktu, fecali atacak yer bulunmaz, çöpler sokaklara karışırdı. Bu nedenle Yunan şehirlerinin dar sokaklarında pislik birikimi olağandı ve “pislik diz boyuna ulaşır”, sivrisinek ve sıçan istilasına yol açardı. Bu durum hastalıkların yayılmasını kolaylaştırdı. En iyi bilinen örnek, Peloponez Savaşı sırasında Atina’yı vuran 430 MÖ vebasıdır: Şehir surlar içinde kapalı kalınca su kaynakları kirlendi ve halkın çoğunu kıran salgın, Yunanlılar tarafından “düşmanın zehirlediği” sanılsa da aslında suyun mikrop taşımasından kaynaklanmıştı. Ev içi alışkanlıklarda bile hijyen bakımından kısıtlar vardı: Tuvaletler nadirdi, çoğu evde hendeğe bir varil konup tahliye ediliyordu. Genel anlatıya göre insanlar çoğu zaman dışarıya tükürür, doğal ihtiyaçlarını sokakta giderirdi. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda Garland, halk sağlığının düşük bir seviyede olduğunu ve salgınların zaman zaman kaçınılmaz olduğunu belirtir. Kısaca, antik Yunanlılar sağlıklarını modern anlamda korumak yerine hijyene önem vermeyen günlük pratiklerle sürdürmeye çalışıyorlardı.

Yazarın Yöntemi ve Kaynak Kullanımı

Garland çalışmasında interdisipliner bir yöntem izler. Kendisi, Atina merkezli olmak üzere arkeoloji ve edebî kaynakları birlikte kullanır. Örneğin girişte, Atina’nın “aramızda çok sayıda arkeolojik veri” bırakmış, nüfusu ve yazılı kültürü yüksek bir toplum olduğunu yazar. Bir elyazması papirus veya antik oyuncak bile zaman zaman tarihçi için değerli kanıt olabilir: Kitap boyunca eldivenli papirus kontratlar (ör. wet-nurse sözleşmesi) veya kazılarda çıkan ev tapınakları gibi materyaller kullanır. Yazılı edebi kaynaklar kadar vazolar, mezar anıtları, para basımı, yapı kalıntıları da analiz edilir. Ancak Garland, sözlü kaynakların “idealleştirilmiş, erkek bakış açısıyla hazırlanmış” olduğunu sürekli hatırlatır. Bu nedenle, eksik kalan bilgi alanlarında (kadınlar, köleler, köy hayatı) arkeoloji ve komşu medeniyetler karşılaştırmasından yararlanır. Çalışma genellikle anlatım ağırlıklıdır; vak’a ve örneklerle zenginleştirilmiştir. İkinci baskıda Garland yeni epigrafik ve edebi bulguları da dâhil ederek kitabı güncellemiştir. Editör notlarına göre (Hackett, 2014), yeni baskıda yazı okuma-yazma, kölelerin durumu, yaşlıların durumu gibi eksik bırakılan konular genişletilmiş; ayrıca haritalar, kronoloji ve yabancı dillerdeki literatür de eklenmiştir. Böylece Garland, güncel araştırmaları takip ederek anlatımını güçlendirmiştir.

Sonuç

Robert Garland’ın Antik Yunan’da Günlük Hayat kitabı, Yunan uygarlığını yalnızca büyük savaş ve siyasal olaylarla değil, sıradan insanların yaşamlarıyla da anlamamız gerektiğini gösteren kapsamlı bir çalışma sunar. Çalışma, kentli ile kırsal, seçkin ile halk, kadın ile erkek arasındaki farklılıkları ve ilişkileri detaylıca ortaya koyar. Katılımcı demokrasiye rağmen sınıf farklılıklarının korunduğu, aile ve ev ekonomisinin tüm sosyal ilişkileri şekillendirdiği ortaya konur. Paylaşılan dinî ritüellerin toplumu birleştiren mihenk taşları olduğu, eğlence ve sanatın siyasal yaşamla iç içe geçtiği vurgulanır. Garland’ın yöntemi, edebî anlatılarla arkeolojik kanıtları birlikte değerlendirmeye dayanır; bu sayede Daily Life of the Ancient Greeks antik kaynaklara yenilikçi bakışlar katar. Örneğin yazar, Homeros’un şiirlerinin en çok okunan edebî eserler olduğunu ve Hellen medeniyetinin uzun tarihi boyunca hep canlı kaldığını not eder. Eleştirmenlerin de işaret ettiği gibi, Garland’ın çalışması antik Yunan günlük toplumu üzerine “tek ciltlik en iyi genel bakış” kabul edilmiştir. Sonuçta, bu kitap bize antik Yunan halkının yaşam biçimini anlamak için bir rehber işlevi görür ve tarihsel bağlamda bugünkü hayatımıza çok yönlü bir perspektif sunar.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.